MOLLA KĀBIZ

(ö. 934/1527)

Hz. Îsâ’nın Hz. Muhammed’den üstün olduğu fikrini ileri sürüp yaymaya çalışan kişi.

Müellif:

Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Kaynaklarda “Kābız-ı Acem, Kābız-ı Acemî, Kābız-ı Mülhid, Kābız-ı Fâsid” gibi lakaplarla da anılır. Solakzâde onun öğrenim görmek üzere Doğu bölgesinden (Târih, s. 468), Atâî de Acem coğrafyasından (Zeyl-i Şekāik, s. 88) geldiğini belirtir. Buna göre Kābız’ın İran menşeli olduğu anlaşılmakta, ancak Anadolu’ya ne zaman geldiği bilinmemektedir. Kendisinden “molla” diye bahsedilmesinden başka (meselâ bk. a.g.e., a.y.) Celâlzâde’nin onu “erbâb-ı ilimden” (Tabakātü’l-memâlik, vr. 172b), Âlî Mustafa Efendi’nin “ulemâ zümresinden” (Künhü’l-ahbâr, vr. 238a), Solakzâde’nin “tahsîl-i ulûm edip erbâb-ı rüsûm tarikatına sâlik” (Târih, s. 467) diye nitelemeleri dikkate alındığında Kābız’ın medrese tahsili gördüğü anlaşılır. Ancak görev alıp almadığı konusunda herhangi bir kayıt bulunmamaktadır.

Osmanlı vekāyi‘nâmelerinde Kābız’la ilgili bütün bilgiler, onun iddiaları sebebiyle Dîvân-ı Hümâyun’da yargılanması ve idam edilmesinden ibarettir. Celâlzâde, dönemin birinci kaynağı niteliğindeki eserinde olayı kısmen geniş şekilde anlatmış, başta Künhü’l-ahbâr olmak üzere diğer kaynaklar bu bilgileri küçük bazı değişikliklerle tekrarlamıştır. Buna göre “zındıklık ve ilhâd yoluna girip inancına fesat karışmış olan” Kābız, Hz. Îsâ’nın Hz. Muhammed’den daha üstün olduğu yolunda iddialar ortaya atmış, bu iddiaları çeşitli yerlerde yaymaya başlamıştır. Onun, görüşlerini uluorta halk arasında dile getirmesi ve bazı kimselerin zihinlerini karıştırması âlimleri harekete geçirmiş ve Kābız 8 Safer 934 (3 Kasım 1527) tarihinde Dîvân-ı Hümâyun’a sevkedilmiştir. Vezîriâzam Makbul İbrâhim Paşa, meseleyi çözmeleri için Rumeli kazaskeri Fenârîzâde Muhyiddin Çelebi ile Anadolu Kazaskeri Kādirî Çelebi’yi görevlendirmiş, Kābız kazaskerlere âyet ve hadisler çerçevesinde iddiasını tekrarlamış, fakat kazaskerler bu iddiaları tatminkâr bir şekilde cevaplandıramamış, aksine öfkelenerek onu tehdit etmişlerdir. Bunun üzerine vezîriâzam ilmî yetersizlikleri yüzünden kazaskerleri şiddetle eleştirmiş ve bağırıp çağırmanın âcizlik alâmeti sayıldığını, ilim ehline yakışanın delillerle meseleyi çözmek olduğunu söylemiştir. Ardından Kābız hüküm verilmeksizin hapse konulmuştur. Bu sırada durumu kafes arkasından takip eden Kanûnî Sultan Süleyman, İbrâhim Paşa’yı çağırarak Kābız’ın bâtıl fikirlerinin cevaplandırılmayıp hakkından gelinememiş olmasından duyduğu rahatsızlığı ifade etmiş ve hemen yeni bir mahkeme oluşturulmasını istemiştir. İbrâhim Paşa, ertesi gün şeyhülislâm Kemalpaşazâde ile İstanbul Kadısı Sâdeddin Efendi’yi davet ederek Dîvân-ı Hümâyun’da yeni bir mahkeme kurmuştur. Kemalpaşazâde önce Kābız’ın fikirlerini dinlemiş, ardından onun dayandığı Kur’an âyetlerini ve hadisleri yanlış anladığını göstermiş, ileri sürdüğü delillerin tutarsızlığını ortaya koymuştur. Bunun üzerine Kābız söyleyecek hiçbir şey bulamamıştır. Şeyhülislâm, Kābız’ın zındıklık suçu işlediğini belirten fetvasını vermiş, Kadı Sâdeddin de onu iddiasından vazgeçip Ehl-i sünnet inancına dönmeye davet etmiştir. Ancak Kābız buna yanaşmayınca kadı idamına hükmetmiş ve boynu vurulmuştur (9 Safer 934 / 4 Kasım 1527).

Kemalpaşazâde bu olay vesilesiyle zındık kavramı ve hükmüyle ilgili bir risâle kaleme almış, klasik fıkıh kaynakları çerçevesinde konuyu ele aldıktan sonra Kābız’ın âdil kimselerin şahitliğiyle sabit olduğu üzere fıkhî anlamda zındık sayıldığını, fikirlerini yaymaya çalışarak insanları saptırmaya uğraştığını ve toplumda fesada sebebiyet verdiğini, Hanefî hukukçusu Kādîhan’ın el-Fetâva’l-Ḫâniyye’sinde böyle kimselerin katline hükmedildiğini söylemiş (Risâle fîmâ yeteʿallaḳu bi-lafẓi’z-zındîḳ, II, 249) ve bir bakıma idam cezasının dayanağını ifade etme ihtiyacı duymuştur.

Kābız’dan zamanımıza intikal eden bir belgenin olmayışı, ayrıca mahkeme zabıtlarının bulunmayışı onun başka hangi görüşlere sahip olduğu, idamına yol açan iddiasını hangi delillerle ortaya koyduğu, dolayısıyla ilmî seviyesinin ne olduğu gibi hususları karanlıkta bırakmaktadır. Ancak Kemalpaşazâde’nin Kābız’ın görüşüne reddiye olarak kaleme aldığı Risâle fî efḍaliyyeti Muḥammed ʿaleyhi’s-selâm adlı eserinde (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 2062) onun iddiaları konusunda bazı ipuçları bulunmaktadır. Muhtelif âyet ve hadisler çerçevesinde yirmiye yakın naklî delil üzerinde durulup bunların iddia edildiğinin aksine Hz. Muhammed’in üstünlüğünü gösterdiği vurgulanan risâlede Kābız’ın ismi zikredilmemekle birlikte onun dayandığı fikirler değerlendirilmektedir. Müslümanlar arasında Hz. Muhammed’in diğer peygamberlerden üstün olduğu hususunda icmâ bulunduğu belirtilen risâlede Hz. Muhammed’in âlemlere rahmet olarak gönderildiği (el-Enbiyâ 21/107), son peygamber olduğu (el-Ahzâb 33/40), ümmetinin en hayırlı ümmet kılındığı (Âl-i İmrân 3/110), dolayısıyla bu ümmetin peygamberinin de diğer ümmetlerin peygamberlerinden daha üstün tutulduğu, kıyamet gününde onun kendi ümmetine, ümmetinin de bütün insanlara şahitlik yapacağı (el-Bakara 2/143) gibi hususlara temas edilmekte, ayrıca Hz. Îsâ’nın semada hayat sahibi olmasının onun üstünlüğünü göstermeyeceği, zira bir gün nüzûl ederek ümmetini hakka davet edeceği belirtilmektedir (vr. 13b-20a).

Risâlede Kābız’ın âyet ve hadisler dışında Kitâb-ı Mukaddes’ten deliller getirdiği yahut aklî ve hikemî burhanlara dayandığı yolunda hiçbir işaret bulunmamaktadır. Dolayısıyla sağlam kaynaklara dayanmaksızın onun hıristiyan teolojisini, hatta bütün Doğu dinlerini çok iyi bildiği veya Hurûfî telakkiye sahip olduğu yolundaki bazı değerlendirmeler (meselâ bk. D’Ohsson, I, 153; Salis, s. 88-89) doğru görünmemektedir. Kaynaklarda yer alan, Molla Kābız’ın meyhânelere gittiği, türlü fısk ve fücur işlediği şeklindeki tasvirler (Celâlzâde, vr. 172b; Âlî Mustafa Efendi, vr. 238a) eğer kötüleme amaçlı değilse Kābız, ahlâkî zaaflara sahip sıradan bir medrese âlimi olup farklı düşünebilen ve canı pahasına da olsa fikrinden dönmeyen ilginç bir kişilik olarak ortaya çıkmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA
İbn Kemal, Risâle fîmâ yeteʿallaḳu bi-lafẓi’z-zındîḳ (Resâʾilü İbn Kemâl içinde, nşr. Ahmed Cevdet), İstanbul 1316, II, 240-249; a.mlf., Risâle fî efḍaliyyeti Muḥammed ʿaleyhi’s-selâm, Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 2062, vr. 13b-20a; Celâlzâde, Tabakātü’l-memâlik, vr. 172b-175a; Âlî Mustafa Efendi, Künhü’l-ahbâr, İÜ Ktp., TY, nr. 5959, vr. 238a-239a; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 88-89; Solakzâde, Târih, s. 467-469; Müneccimbaşı, Sahâifü’l-ahbâr, III, 484-485; D’Ohsson, Tableau général, I, 153-159; Sicill-i Osmânî, IV, 45; Danişmend, Kronoloji2, II, 125-126; Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, s. 98; Renzo Sèrtoli Salis, Muhteşem Süleyman (trc. Şerafettin Turan), Ankara 1963, s. 88-89; Hüseyin G. Yurdaydın, “Düşünce ve Bilim Tarihi”, Türkiye Tarihi 2, Osmanlı Devleti: 1300-1600 (haz. Sina Akşin), İstanbul 1988, s. 164-166; a.mlf., “Ḳābiḍ”, EI2 (İng.), IV, 333-334; İsmail Safa Üstün, Heresy and Legitimacy in the Ottoman Empire in the Sixteenth Century (doktora tezi, 1991), University of Manchester, s. 77-99; Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15-17. Yüzyıllar), İstanbul 1998, s. 230-238; “Kābız”, İA, VI, 15-16.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2005 yılında İstanbul’da basılan 30. cildinde, 254-255 numaralı sayfalarda yer almıştır.