MUAHEZE

Cenâb-ı Hakk’ın kişiyi hatası ya da günahı sebebiyle kınaması veya cezalandırması anlamında bir Kur’an terimi.

Müellif:

Sözlükte “bir şeyi almak, tutmak, yakalamak” anlamındaki ahz kökünden türeyen muâheze “ayıplamak, kınamak; kişiyi suçu karşılığında cezalandırmak” mânasına gelir. Râgıb el-İsfahânî, Nahl sûresindeki (16/61) muaheze kavramını “elde edilen nimete şükredilmemesi halinde ceza mahiyetinde verilen karşılık” diye açıklamakta, İbnü’l-Esîr ise “işlenen günah yüzünden cezalandırılma, hapse atılma” anlamına geldiğini kaydetmektedir (en-Nihâye, s. 30). Fahreddin er-Râzî, aslında iki kişi tarafından ortaklaşa işlenen bir fiili ifade eden “mufâale” kalıbındaki muahezenin tek taraflı bir işlem olduğunu belirtmektedir. Ortaklığın söz konusu olması durumunda bu kavram, “Allah’ın günahkâr kişiyi cezalandırmasına karşılık günahkârın da O’ndan af dilemesi” anlamına gelir (Mefâtîḥu’l-ġayb, VII, 154). Kur’an’da ahz kelimesi türevleriyle birçok âyette yer almakla birlikte muaheze sadece dokuz yerde geçmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “eḫẕ” md.). Aynı şekilde ahz ve türevleri hadislerde de görülmekte (Wensinck, el-Muʿcem, “eḫẕ” md.), mufâale kalıbıyla kullanıldığı yerlerde “kulun sorumlu tutulup cezalandırılması” anlamına gelmektedir.

Kur’an’da kişinin kasıtlı olmayan yeminlerden (lağv) dolayı değil kalbin yönelip kararlı olduğu yeminlerden ötürü muaheze edileceği (el-Bakara 2/225; el-Mâide 5/89), Allah’ın hiç kimseyi gücünün yetmediği şeyle yükümlü tutmayacağı, unutma ve yanılma sebebiyle cezalandırmayacağı (el-Bakara 2/286), O’nun cezasının pek elem verici olduğu (Hûd 11/102), Cenâb-ı Hakk’ın insanları işledikleri günahlar yüzünden cezalandırması durumunda yeryüzünde hiçbir canlı bırakmayacağı, ancak onlara belirlenmiş bir zamana kadar mühlet verdiği, süreleri dolduğunda ise onu ne bir an erteleyebilecekleri ne de öne alabilecekleri (en-Nahl 16/61; Fâtır 35/45), rabbin hep bağışlayıcı ve merhamet sahibi olduğu, yaptıkları yüzünden kulları hemen cezalandırması halinde ise azaplarını çarçabuk vereceği bildirilmektedir (el-Kehf 18/58). Kehf sûresinde de Hz. Mûsâ’nın Hızır’la yaptığı yolculuk esnasında ona soru sormayacağına söz verdiği, fakat unutup sorması üzerine kendisine verdiği söz hatırlatılınca, “Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme ve işimi çıkmaza sokma” dediği haber verilmektedir (el-Kehf 18/73).

Çeşitli hadis rivayetlerinde muaheze değişik vesilelerle söz konusu edilmektedir (meselâ bk. Buhârî, “Ṭalâḳ”, 11; İbn Mâce, “Ṭalâḳ”, 15). Ahmed b. Hanbel’in eserinde yer alan bir rivayette bazı sahâbîler, Hz. Peygamber’e Câhiliye döneminde yaptıklarından dolayı cezalandırılıp cezalandırılmayacaklarını sorunca şöyle cevap vermiştir: “Müslüman olduktan sonra iyi amel işleyenleriniz Câhiliye dönemindeki amelleri yüzünden cezalandırılmaz; müslümanken kötü ameller işleyenler ise o dönemindeki amellerinden dolayı da cezalandırılır” (Müsned, I, 379, 409, 429, 431, 462; Müslim, “Îmân”, 189; Ebû Dâvûd, “Diyât”, 25; İbn Mâce, “Zühd”, 29). Diğer bir rivayette, bir sahâbînin Resûl-i Ekrem’den başkalarının günahları sebebiyle cezalandırılmayacağına dair bir yazı istemesi üzerine Resûl-i Ekrem, “Bu senin için olduğu kadar bütün müslümanlar için de söz konusudur” demiştir (Müsned, III, 479). Başka bir rivayete göre ise Muâz b. Cebel Resûlullah’a, “Konuştuklarımızdan dolayı muaheze edilecek miyiz?” diye sormuş, o da şu cevabı vermiştir: “İnsanları cehennemde yüzleri veya burunları üzerinde süründüren şey dillerinin mahsulüdür” (Müsned, I, 382; V, 231, 237; Tirmizî, “Îmân”, 8; İbn Mâce, “Fiten”, 129).

Kur’an’da ve hadis rivayetlerinde yer alan muaheze kavramıyla dünyevî cezalardan çok uhrevî cezalar kastedilmektedir. Muaheze ile mükellef tutulma arasındaki farklılığa işaret eden Elmalılı Muhammed Hamdi’ye göre bir işle mükellef tutulmaktan muaf olmak söz konusu fiilin sebep ve neticelerinden de muaf olmayı gerektirir. Halbuki bir fiille muaheze edilmeme onun sebep ve neticelerini ortadan kaldırmaz, kişinin sorumluluğu devam eder (Hak Dini, II, 1004). Bu konu kelâm literatüründe teklif ve vücûb meselesi dolayısıyla ele alınır. Bu hususta Cebriyye gibi Allah’ın kudret ve iradesini öne çıkaranlar bunları sınırlayacağı endişesiyle “teklîf-i mâ lâ yutâk”ın câiz olduğunu; Allah’ın hikmetini, adaletini ve imtihan iradesini öne çıkaranlar ise bunun câiz olmadığını söylemişlerdir. Mâtürîdiyye ve Eş‘ariyye gibi orta yolu benimseyen mezhepler, kula ait fiillerin oluşmasında Allah’ın yaratmasının yanında kulun irade ve kudretinin de önemli sayıldığını, dolayısıyla kişinin irade ve kastı bulunmayan işler yüzünden cezalandırılmayacağını belirtmişlerdir. Amellerin niyetlere göre değerlendirildiği esası karşısında unutma ve yanılma gibi kasıtlı olmayan fiillerden dolayı cezalandırılma uygun görülmemektedir. İslâm hukukunda muaheze, hakkında belli bir ceza bulunmayan suçların kapsamına girer ve kadının takdir edeceği ta‘zîr kapsamında değerlendirilir. Ta‘zîr ise kınamaktan başlayıp suçun durumuna göre geniş bir yelpazesi bulunan cezaları ifade eder (Elmalılı, Alfabetik İslâm Hukuku, s. 137-144; ayrıca bk. TA‘ZÎR).

BİBLİYOGRAFYA

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “eḫẕ” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye (nşr. Râid b. Sabrî İbn Ebû Alefe), Amman, ts. (Beytü’l-efkâri’d-devliyye), s. 30; Lisânü’l-ʿArab, “eḫẕ” md.; Kāmus Tercemesi, “eḫẕ” md.; Müsned, I, 379, 382, 409, 429, 431, 462; III, 479; V, 231, 237; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, Tahran, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), VII, 154; Elmalılı, Hak Dini, II, 782, 1004; a.mlf., Alfabetik İslâm Hukuku ve Fıkıh Istılahları Kamusu, İstanbul 1997, s. 137-144; Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul 2005, s. 551; Hayreddin Karaman v.dğr., Kur’an Yolu: Türkçe Meâl ve Tefsir, Ankara 2006, I, 454-455; III, 411-412.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2019 yılında Ankara’da basılan (gözden geçirilmiş 3. basım) EK-2. cildinde, 279-280 numaralı sayfalarda yer almıştır.