MÜEYYEDZÂDE ABDURRAHMAN EFENDİ

(ö. 922/1516)

Osmanlı âlimi.

Müellif:

Safer 860’ta (Ocak 1456) Amasya’da doğdu. Babası şehrin tanınmış ailelerinden Divriklizâdeler’e mensup, Kâzerûniyye şeyhlerinden Şemseddin Müeyyed Çelebi’nin oğlu Alâeddin Ali Çelebi’dir. Dedesinden dolayı Müeyyedzâde lakabı ile tanındı. Bazı kaynaklar onun nesebinin İran’da Kâzerûniyye tarikatı kurucusu Ebû İshak Kâzerûnî’ye (ö. 426/1035) kadar dayandığını bildirmektedir (Kınalızâde, I, 318; İA, VIII, 786). Müeyyedzâde’nin anne tarafından dedesi olduğunu söyleyen Âşık Çelebi de ailenin aslen İran’dan geldiğini belirtmektedir (Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 260a, 262a). Hüseyin Hüsâmeddin Yasar, Müeyyedzâde’nin büyük dedesi Yâr Ali Çelebi’nin, Ebû İshak Kâzerûnî diye meşhur olan Mevlânâ Şeyh Şemseddin Müeyyed Çelebi’ye damat olduğunu bildirmektedir (, III, 144). Abdurrahman Efendi Amasya’da babası sayesinde iyi bir tahsil gördü. Yâkut Paşa Zâviyesi şeyhi olan babası Amasya valiliğine gönderilen Şehzade Bayezid’in (II. Bayezid) nişancısı olunca (865/1461) Müeyyedzâde gençlik yıllarında Şehzade Bayezid ile tanışma fırsatı buldu ve yakınları arasına girdi. Bu sırada Amasya’da tanınmış bir şair olan Mihrî Hatun ile gönül ilişkisi olduğu söylenmekteyse de kaynakların çoğunda bunun temiz bir sevgiye dayandığı ve Mihrî Hatun’un daha çok Sinanpaşazâde İskender Çelebi’ye ilgi duyduğu belirtilmektedir (Âşık Çelebi, vr. 128a; Latîfî, s. 320; İA, VIII, 305; DİA, XXX, 37). Şehzade Bayezid’in içki ve eğlenceye alıştırılmasında Müeyyedzâde’nin önemli etkisinin olduğu şeklinde kendisini çekemeyenlerin Fâtih Sultan Mehmed’e yaptığı şikâyet neticesinde padişah tarafından şehzadenin hasekisi Hızırpaşazâde Hacı Mahmud’la birlikte idamına ferman çıkarıldı. Ancak ferman henüz Amasya’ya ulaşmadan bundan haberdar olan Şehzade Bayezid’in yardımı ile o sırada Memlükler’in elinde bulunan Halep’e kaçtı (884/1479). Ardından Şîraz’a giderek Celâleddin ed-Devvânî’den icâzet aldı. Orada Hâfız-ı Acem ile tanıştı ve onunla dostluk kurdu (DİA, XV, 80). Dönüşünde Devvânî’nin eser ve görüşlerinin Osmanlı sahasında yaygınlaşmasında etkili oldu.

Fâtih Sultan Mehmed’in vefatı üzerine Şehzade Bayezid tahta çıkınca önce Amasya’ya döndü (Ramazan 888 / Ekim 1483), bir müddet sonra da İstanbul’a geldi. Hâfız-ı Acem de Osmanlı ülkesine geldiğinde Müeyyedzâde’nin çevresine girmiş ve onun vasıtasıyla vazife almıştır (a.g.e., a.y.). Abdurrahman Efendi Kalenderhâne Medresesi’nde ders vermeye başladı. 17 Rebîülevvel 891’de (23 Mart 1486) Kestelî’nin kızı ile evlendiği gün Efdalzâde Hamîdüddin Efendi’nin yerine Sahn-ı Semân Medresesi müderrisliğine tayin edildi. 899’da (1494) Îsâ Fakih’in vefatıyla boşalan Edirne kadılığına gönderildi. Rebîülevvel 907’de (Eylül 1501) Anadolu ve dört yıl sonra Hacıhasanzâde Efendi’nin vefatı üzerine de Rumeli kazaskeri oldu.

Şehzade Selim taraftarı yeniçerilerin Sultan Ahmed yanlısı devlet adamlarına karşı başlattıkları hareket sırasında konağı Tâcîzâde Câfer Çelebi’nin konağıyla birlikte yağma edildi. Yeniçerilerin baskısı neticesinde Rumeli kazaskerliğinden azledildi (917/1511), ardından emekliye ayrıldı. Yavuz Sultan Selim’in tahta geçmesinden sonra Karaferye kadılığına ve daha sonra tekrar Rumeli kazaskerliğine tayin edildi (919/1513). Bir yıl sonra padişahın talebi üzerine Çaldıran Savaşı’na katıldı. Dönüş yolunda bir grup devlet erkânı arasında yapılan değişiklikler sırasında ikinci defa azledildi (920/1514). Kısa bir süre sonra da vefat etti (15 Şâban 922 / 13 Eylül 1516) ve Eyüp Sultan Türbesi hazîresine defnedildi. Kaynaklar Müeyyedzâde’nin beş oğlu ve bir kızı olduğunu bildirmektedir (İA, VIII, 790).

Yavuz Sultan Selim, Müeyyedzâde’nin fazilet ve kemalini zikrettikten sonra, “Ne yazık ki son zamanına yetiştik” diyerek onun değerini ifade etmiştir (Âşık Çelebi, vr. 261a; Uzunçarşılı, II, 277). Kemalpaşazâde, Ebüssuûd Efendi, Hâfız-ı Acem, Zâtî ve Necâti Bey gibi birçok âlim ve şairi himayesine alan Müeyyedzâde onların yetişmesine vesile olmuştur. Nitekim Kemalpaşazâde, tarihini onun etkisi ve II. Bayezid’in emriyle yazmış, Necâtî Bey de kendisine bir kaside takdim ederek divanını onun adına tertip etmiş ve mukaddimesinde onu övmüştür (Necâtî Beg Divanı, s. 10, 110; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. XVII; İpekten, s. 52, 139). Zâtî ise Anadolu Kazaskeri Müeyyedzâde ile Nişancı Câfer Çelebi’nin ihsanları sayesinde geçindiği için mansıp istemediğini belirtmiştir (a.g.e., s. 52). Çeşitli tezkirelerde birçok şiirine yer verilerek şiir ve inşâda mahir olduğu, “Hâtemî” mahlası ile üç dilde (Arapça, Farsça ve Türkçe) şiir yazdığı belirtilmekteyse de divanına rastlanamamıştır. Onun bazı önemli şahısların vefatına söylediği ta‘miyeli tarihleri de değerlidir.

Müstakimzâde, Müeyyedzâde’nin Şehzade Bayezid’in Amasya valiliği sırasında nedimleri arasında bulunan Şeyh Hamdullah Efendi’den hüsn-i hat öğrendiğini bildirmektedir (Tuhfe, s. 249). Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde mevcut (Veliyyüddin Efendi, nr. 2304) Nasîrüddîn-i Tûsî’ye ait Taḥrîru Uṣûli Öḳlîdis adlı eserin Müeyyedzâde tarafından Şîraz’da istinsah edildiği başındaki kayıttan anlaşılmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan (III. Ahmed, nr. 1584) İbn Sînâ’nın el-Mebdeʾ ve’l-meʿâd’ı da yine onun tarafından istinsah edilmiştir. Ayrıca kaynaklarda Müeyyedzâde’nin 7000 ciltlik bir kütüphanesi olduğu bildirilmektedir. Bu rakam o günün şartlarına göre hayli mübalağalı bulunsa da Müeyyedzâde’nin önemli miktarda kitabı olduğu anlaşılmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde kayıtlı bir deftere göre (nr. D. 9291/1-2) Yavuz Sultan Selim, Müeyyedzâde’nin vefatından sonra dağılan kitaplarının bir araya getirilerek tesbit edilmesini istemiş, sayım sonucunda 2112 kitabı olduğu görülmüştür. Ayrıca defterin sonundaki ifadelerden Müeyyedzâde’nin kıymetli kitaplarının Yavuz Sultan Selim’in saraydaki özel kitaplığına alınmış olabileceği anlaşılmaktadır (Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi II, s. 37-38).

Eserleri. Müeyyedzâde’nin çoğu müsvedde ve risâleler halindeki eserleri şunlardır: 1. Mecmaʿu’l-fetâvâ (Mecmûʿatü İbni’l-Müʾeyyed, Müeyyedzâde Cöngü). Eserin kütüphanelerde değişik adlarla çok sayıda nüshası bulunmaktadır (meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 1240; Hüsrev Paşa, nr. 100). el-Fetâvâ (Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 376; İbrâhim Efendi, nr. 519; Damad İbrâhim Paşa, nr. 718), Mecmûʿatü’l-mesâʾil (Süleymaniye Ktp., Damad İbrâhim Paşa, nr. 653), el-Mesâʾilü’l-münteḫabe fi’l-fetâvâ (bir kısmı, Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 1191), Muʿînü’l-ḳuḍât (bir parçası, Süleymaniye Ktp., Erzincan, nr. 53) ve el-Mecmûʿatü’l-fıḳhiyye de (bir kısmı, Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 1151) eserin farklı tertipteki nüshaları olup bunlarda daha çok muâmelât konularına yer verilmiştir. 2. Risâle fî taʿẓîmi’n-nebî (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1713). 3. Terġībü’l-lebîb. Burhâneddin el-Mergīnânî’nin el-Hidâye’sinin şerhi niteliğinde hacimli bir eserdir. Yazma nüshaları üzerinde (Süleymaniye Ktp., Damad İbrâhim Paşa, nr. 624, Esad Efendi, nr. 947; Nuruosmaniye Ktp., nr. 2038; Köprülü Ktp., nr. 691; Beyazıt Devlet Ktp., Umumi, nr. 2736, Veliyyüddin Efendi, nr. 1521) müellifiyle alâkalı bilgi bulunmadığından eserin Müeyyedzâde’ye aidiyeti şüpheli görülmektedir (İA, VIII, 789). 4. Risâle fi’l-cüzʾi’lleẕî lâ yetecezzeʾ (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5414). 5. Risâle fi’l-mevcûdâti’l-ḫâriciyye. Eserde varlıklar ve mahiyetleri gibi kelâm, felsefe ve mantık konularına temas edilmektedir (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1161). 6. Risâle fî ḥalli’ş-şübühâti’l-ʿâmme (Süleymaniye Ktp., Çorlulu Ali Paşa, nr. 304).

Müeyyedzâde’nin diğer eserleri de şunlardır: Risâle fî naḳżi’l-vużûʾ (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2029/1); Risâle fi’l-ḥac (Molla Lutfî’nin Risâle müteʿalliḳa bi-âyeti’l-ḥac adlı eserine reddiyedir; bk. Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 860; DİA, XXX, 255); Risâle fî ḥikmeti’t-taḥrîr (Süleymaniye Ktp., Kasidecizâde Süleyman Sırrı, nr. 710); Risâle fî müşkilâti mesâʾili ʿilmi’l-ferâʾiż (Köprülü Ktp., nr. 1596); Ḥâşiye ʿalâ Ḥâşiyeti Mîr Ebi’l-Fetḥ ʿalâ Şerḥi Âdâbi’l-ʿAḍudî (Adudüddin el-Îcî’nin Âdâbü’l-baḥs̱ adlı eserine Mîr Ebü’l-Feth Muhammed’in yaptığı hâşiyenin hâşiyesidir; Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3027).

BİBLİYOGRAFYA
Necatî Beg Divanı (nşr. Ali Nihad Tarlan), İstanbul 1963, s. 10, 110, ayrıca bk. neşredenin girişi, s. XVII-XIX; Sehî, Tezkire (Kut), s. 125-127; Taşköprizâde, eş-Şeḳāʾiḳ, s. 290-294; Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 127b-128b, 260a-262a; Latîfî, Tezkire, s. 238-239, 320; Kınalızâde, Tezkire, I, 318-325; Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 41, 857, 860, 886; II, 1606-1607; Müstakimzâde, Tuhfe, s. 249-250; Sicill-i Osmânî, III, 310; Amasya Târihi, III, 144; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, 243, 246, 248, 277, 591, 600, 614, 662-664, 670; Şevket Rado, Türk Hattatları, İstanbul, ts. (Yayın Matbaacılık), s. 57; Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livâsı, s. 35-36, 64, 458, 466, 476; a.mlf., “Devlet Adamları Vasıfları ve Tarihimizde Bilgin Devlet Adamları”, İTED, IV/3-4 (1971), s. 26; a.mlf., “Müeyyed-zâde”, İA, VIII, 786-790; Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi II, s. 37-40; a.mlf., “Mihri Hatun”, DİA, XXX, 37; Haluk İpekten, Divan Edebiyatında Edebî Muhitler, İstanbul 1996, s. 48-49, 52, 62-63, 65, 138-141, 172-173, 175; Abdülkadir Karahan, “Mihrî Hatun”, İA, VIII, 305; Th. Menzel, “Muʾayyad-zāde”, EI2 (İng.), VII, 272; “Abdürrahman Hâtemi”, İst.A, I, 160; “Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi”, TDEA, VI, 464; Ömer Faruk Akün, “Hâfız-ı Acem”, DİA, XV, 80-81; Orhan Şaik Gökyay – Şükrü Özen, “Molla Lutfî”, a.e., XXX, 255.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2006 yılında İstanbul’da basılan 31. cildinde, 485-486 numaralı sayfalarda yer almıştır.