MÜFESSİR

Müellif:

Sözlükte “açıklamak, beyan etmek, izhar etmek” anlamındaki fesr kökünün “tef‘îl” kalıbından (tefsîr) türeyen müfessir kelimesi “Kur’ân-ı Kerîm’i yorumlayan kimse” demektir. Tefsir Kur’an’da bir yerde geçer (el-Furkān 25/33). Müfessir kelimesinin ilk defa ne zaman kullanıldığı yolunda açık bilgi yoksa da Taberî gibi nisbeten müteahhir bir müfessirin Kur’an’ı açıklayanlar için bu kelimeye yer vermesi (Câmiʿu’l-beyân, I, 88) daha öncesinde de kullanıldığının işareti olarak kabul edilebilir. Abdullah b. Abbas için İbn Mes‘ûd’un zikrettiği “tercümânü’l-Kur’ân” ifadesi (a.g.e., I, 84; İbn Hacer, V, 276-279) büyük ihtimalle “müfessir” anlamına geliyordu. Kaynaklarda müfessir yerine “ehlü’t-tefsîr, ashâbü’t-tefsîr, ehlü’t-te’vîl, ashâbü’t-te’vîl” tabirleri de kullanılmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’e göre onu yorumlama yetkisi Allah’tan sonra Resûl-i Ekrem’e aittir. Zira bir meselenin halli konusunda Allah-Resûlullah-ilim sahibi üçlemesi muhtelif vesilelerle zikredilmiş, Nahl sûresinde (16/44) Resûlullah’a Kur’an’ı açıklama görevinin verildiği belirtilmiştir (ayrıca bk. İbrâhîm 14/4; en-Nahl 16/64). Kıyâme sûresindeki (75/19), “Sonra şüphen olmasın ki onu açıklamak da bize aittir” ifadesinden Kur’an’ı yorumlama işinin Resûl-i Ekrem’e Allah tarafından öğretildiği anlaşılmaktadır. İbn Teymiyye, Nahl sûresindeki âyeti delil göstererek Resûlullah’ın Kur’an’ın lafızlarını açıkladığı gibi mânalarını da açıkladığını ileri sürer (Muḳaddime, s. 63). Nitekim Hz. Peygamber bazan âyetteki bir kapalılığa işaret eder, bazan âyetle ilişkili olarak sorulan bir soruya cevap verir, bazan da Kur’an’ı Kur’an’la tefsir ederdi (Buhârî, “Tefsîr”, 2, “Ṣavm”, 16; Tirmizî, “Tefsîr”, 2; Süyûtî, IV, 502-539; Yıldırım, s. 139-199). Resûl-i Ekrem’in Kur’an’ı tefsir edici mahiyette davranışlarda bulunduğuna dair örnekler vardır ve bunlar sözlü tefsirinden daha yaygındır. Resûlullah’ın ahlâkını soran bir kimseye Hz. Âişe’nin, “Sen Kur’an’ı okumaz mısın? Onun ahlâkı Kur’an’dı” diye cevap vermesi (Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 139; Tirmizî, “Birr”, 69) bu konuda önemlidir.

Hz. Peygamber’in âyetlerin ne kadarını tefsir ettiği hususu tartışmalıdır. Hz. Âişe’nin, “Resûlullah, Allah’ın kitabından Cibrîl’in ona öğrettiği kadar tefsir ederdi” şeklindeki sözü (Taberî, I, 79, 83) onun tefsirlerinin hem ilâhî kaynağa dayandığını hem çok olmadığını göstermektedir (tefsirle ilgili rivayetler içinde Resûl-i Ekrem’den gelenlerin oranı konusundaki değerlendirmeler için bk. Koç, s. 107). İbn Akīle el-Cevherü’l-manẓûm fi’t-tefsîr bi’l-merfûʿ min kelâmi seyyidi’l-mürselîn ve’l-maḥkûm adlı tefsirinde (Süleymaniye Ktp., Hekimoğlu Ali Paşa, nr. 58, 59, 60, 61, 62; Hekimoğlu Ali Paşa Camii, nr. 19 [967]) Hz. Peygamber’in bu nitelikteki söz ve fiilleriyle ilgili rivayetleri toplamıştır.

Ashap, Resûl-i Ekrem’in sağlığında Kur’an’ı yorumlamak yerine ortaya çıkan problemlerin halli için ona başvurmuştur. Resûlullah’ın vefatından sonra bu görevi onun eğitiminden geçerek Kur’an tefsiri alanında ehliyet kazanan sahâbîler yapmaya çalışmıştır. Başta Abdullah b. Abbas olmak üzere Übey b. Kâ‘b ve Abdullah b. Mes‘ûd ashap içinde bilinen meşhur müfessirlerdir (Mustafa Müslim, s. 64-164). Tâbiîn döneminde oluşan Mekke, Medine ve Irak (Kûfe) tefsir mektepleri bu üç müfessirin çevresinde onların talebeleri tarafından şekillendirilmiştir. İbn Abbas’ın müfessir olarak otoritesini ortaya koyan en önemli kriter ondan gelen rivayetlerin çokluğudur (İbn Ebû Hâtim’in ve Taberî’nin tefsirlerindeki rivayetler için bk. Berg, s. 142; Koç, s. 117). İmam Şâfiî, İbn Abbas’tan nakledilen rivayetlerin sayısının 100 kadar olduğunu söylemiş (Süyûtî, IV, 497), şöhretinden dolayı ona hadis isnat edildiğini ileri sürenler olmuştur (Abdülazîz b. Abdullah Humeydî, I, 25-30).

Hz. Peygamber’in, Kur’an’ın tefsiri konusunda bilgisizce konuşanların cehennemle cezalandırılacağını ve Kur’an hakkında kendi re’yi ile söz söyleyenlerin isabet etseler bile hatalı yolda bulunduğunu bildirmesi (Tirmizî, “Tefsîr”, 1; Taberî, I, 71-73) sahâbenin ve tâbiîn neslinin tefsir hususunda ihtiyatlı davranmasına yol açmıştır. Nitekim Hz. Ebû Bekir’e Abese sûresinin 31. âyetinin mânasının sorulması üzerine, “Allah’ın kitabına dair bir şeyi kendi fikrime göre tefsir eder veya bilmediğim halde söylersem hangi yer beni üzerinde taşır, hangi sema beni gölgelendirir?” dediği rivayet edilmiştir (a.g.e., I, 72). Ancak bir yandan re’y ile tefsiri yasaklayan rivayetlerin isnadının tartışmalı olması, öte yandan Kur’an’ı yorumlamayı teşvik eden rivayetlerin bulunması ve sözü edilen yasaklamanın Kur’an hakkında delilsiz konuşma ile ilgili sayılması Kur’an’ın yorumlanmasının gerekli olduğu şeklindeki anlayışa kapı açmıştır (Şâtıbî, III, 406-410). Bu sebeple tâbiîn neslinden başlamak üzere dirâyet tefsiri yöntemi giderek artan bir şekilde kullanılmıştır.

Tâbiîn devrinde müfessirlerin sayısı bir hayli çoğalmıştır. Saîd b. Cübeyr, Mücâhid b. Cebr, İkrime el-Berberî, Tâvûs b. Keysân, Atâ b. Ebû Rebâh, Ebü’l-Âliye er-Riyâhî, Muhammed b. Kâ‘b el-Kurazî, Zeyd b. Eslem, Alkame b. Kays, Mesrûk b. Ecda‘, İbrâhim en-Nehaî, Hasan-ı Basrî ve Katâde b. Diâme bunların önde gelenleridir. Bu dönemin müfessirleri aynı zamanda muhaddis ve dil âlimi olduğundan tefsirlerinde bunun yansımaları yanında kendi anlayışlarını görmek mümkündür. Bununla birlikte Resûl-i Ekrem’den ve sahâbeden gelen rivayetleri öncelikle dikkate alıyorlar, Ehl-i kitap’tan derledikleri bilgileri de kullanıyorlardı. Bu sebeple ilk dönem rivayet tefsirleri içinde tâbiîn müfessirlerinin ayrı bir yeri vardır. İbn Ebû Hâtim’in tefsirinde bulunan 16.283 rivayetten 11.829’unun tâbiîne ait olduğu belirtilmiş (Koç, s. 126), İbnü’n-Nedîm de çok sayıda tâbiîn müfessirinden ve eserlerinden söz etmiştir (el-Fihrist, s. 36-37).

İslâm coğrafyasının genişlemesi tefsir ilminin seyrini de etkilemiştir. Tebeu’t-tâbiîn ve daha sonra gelenler kaynaktan uzaklaşmış olmaları sebebiyle Kur’an’ın yorumlanması konusunda bazı yeni şartlarla karşı karşıya geldiler. Giderek sayıları artan itikadî mezheplere ve bid‘at fırkalarına mensup bazı âlimlerin tefsir yazma girişimleri bir müfessirde aranacak şartları gündeme getirmiş, ilk dönemden itibaren yazılan tefsire dair eserlerde ve bazı usûl-i fıkıh kitaplarında müfessirin nitelikleri ve tefsir yazmanın âdâbıyla ilgili bilgiler yer almıştır. Râgıb el-İsfahânî müfessirin şu ilimleri bilmesi gerektiğini belirtmektedir: Lafızlar (ilmü’l-luga), lafızların birbiriyle münasebeti (ilmü’l-iştikāk), lafızlara ârız olan hükümler (nahiv ilmi), kıraat, siyer ve rivayet, Resûl-i Ekrem’den intikal eden sözler ve onun hayat tarzı hakkında hadis ve sünnet, fıkıh usulü, fıkıh ve zühd, kelâm, insanın bildiğiyle amel etmesi sonunda oluşan vehbî ilim (Muḳaddimetü Câmiʿi’t-tefâsîr, s. 93-97). Ebû Hayyân el-Endelüsî’ye göre bu ilimler dil, sarf ve nahiv, beyân ve bedî‘, rivayet ve hadis, fıkıh usulü ve dil felsefesi, kelâm ve kıraattir (el-Baḥrü’l-muḥîṭ, I, 6-7). Şâtıbî ise müfessirin bilmesi gereken ilimleri Kur’an’ın hitabındaki maksadın anlaşılması için lâzım olan ilimler diye ifade etmiştir. Nitekim sahâbe ve bazı tâbiîn büyüklerinin durumu bunu göstermektedir (el-Muvâfakāt, I, 45-47). Zerkeşî’ye göre de Kur’an’ı tefsir edecek kişi öncelikle geniş bilgiye ve takvâya sahip olmalı, şüpheli şeylerden kaçınmalı, günah sayılan işlerde ısrar etmemeli, kibirden ve dünya sevgisinden uzak bulunmalı ve tahkikî imana sahip olmalıdır. Ayrıca Resûl-i Ekrem’den ve sahâbeden gelen bilgilere başvurmalıdır (el-Burhân, II, 153-164, 180-181). Süyûtî bir kişinin müfessir olabilmesi için ihtiyaç duyduğu ilimleri şöyle sıralar: Arapça bilgisi, sarf, nahiv, iştikak, meânî, bedî‘, beyân, kıraat, usûlü’d-din, fıkıh ve fıkıh usulü, esbâb-ı nüzûl ve kıssa, nâsih-mensuh, âyetlerdeki mücmel ve mübeyyeni açıklayan hadisler, vehbî ilim. Vehbî ilim de insanın iyi bir niyet taşıması ve dinî konularda bildiğiyle amel etmesi neticesinde elde edilir. Süyûtî ayrıca sûfiyyenin sözlerini tefsir kabul etmez ve Sülemî’nin Ḥaḳāʾiḳu’t-tefsîr adlı kitabının bir tefsir olduğuna inanan kimsenin kâfir sayıldığına dair Vâhidî’nin görüşüne yer verir (el-İtḳān, IV, 477-479, 485).

Zamanla toplumların ilerlemesi ve teknolojinin gelişmesiyle müfessirin bilmesi gereken ilimler konusu her devirde güncelliğini korumuştur. Sözü edilen şartlara yeni şartlar ilâve edilmiş, bazıları üzerinde değişiklikler önerilmiştir. En önemli değişiklik rivayet-dirayet oranında meydana gelmiştir. Hicrî ilk dört asırda yazılan tefsirlerde rivayet ağırlığını korurken zamanla müfessirler, dil tahlilleri ve diğer ilimlerin ortaya koyduğu verilerle aklî tefsire daha çok yer vermiştir. XIX ve XX. yüzyıllarda ise pozitif ve sosyal bilimler müfessirlerin asıl ilgi alanı olmuştur. Batı modernizminin etkisiyle yazılan bu tür tefsirlerin Kur’an’ın ana konularını ve mesajını gölgelediğini söylemek mümkündür.

Günümüzde müfessirlerin pozitif ve sosyal ilimleri de bilmesi gerektiği hususunda görüşler bulunmakla birlikte Şâtıbî’nin asırlarca önce buna karşı olumsuz bir tavır ortaya koyduğu görülmektedir. Şâtıbî, Kur’an’ın bir ilim kitabı gibi algılanmasının yanlış olduğunu söylemiştir. Şüphesiz Kur’an’da çeşitli ilimler vardır ve bunlar ya Araplar’ın bildiği ilimlerdir ya da bildikleri ilimler üzerine kuruludur. Ancak bazı kimselerin matematiği, mantığı, astronomiyi ve remil ilmini Kur’an’da mevcut âyetlerle temellendirmeye çalışması ve Kur’an’ın ilk muhataplarına yabancı olan şeyleri Kur’an’ın anlaşılmasında esas alması doğru değildir (el-Muvâfakāt, I, 45-47; II, 77).

XIX ve XX. yüzyıllarda ehliyet hususu dikkate alınmaksızın hemen hemen birbirinin kopyası niteliğinde Kur’an meâllerinin yazıldığı görülmektedir. Özellikle Hint alt kıtasında 1850’den sonra ortaya çıkan fırkalaşma hareketleri her fırkaya mensup âlimlerin tefsir yazması sonucunu doğurmuştur. Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerin ümmetin en hayırlısı olduğu yolundaki rivayetler yanında (Buhârî, “Tevḥîd”, 52; Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 244; İbn Mâce, “Edeb”, 52) bazı devlet adamlarının ve zenginlerin tefsir ve meâl yazanları ödüllendirmesinin, ayrıca bunların satışıyla malî imkân elde edilmesinin de bunda payı olduğunu söylemek mümkündür. Şâtıbî, Kur’an’ı tefsir etmede yetkinliği bulunmayanların Kur’an üzerinde söz söylemesinin haram olduğu konusunda en küçük bir tereddüde yer verilmediğini belirtmiştir (el-Muvâfakāt, III, 409).

Literatür. Müfessirlerin biyografisini ele alan ilk çalışma Süyûtî’nin Ṭabaḳātü’l-müfessirîn’i olup (Leiden 1839; nşr. Ali Muhammed Ömer, Kahire 1976) kitapta 136 müfessire yer verilmiştir. Muhammed b. Ali ed-Dâvûdî’nin aynı adı taşıyan eserinde ise (nşr. Ali Muhammed Ömer, I-II, Kahire 1392/1972) 704 müfessir ele alınmıştır. Ahmed b. Muhammed Edirnevî’nin 1095 (1684) yılında tamamladığı Ṭabaḳātü’l-müfessirîn’i (nşr. Süleyman b. Sâlih el-Hazzî, Medine 1417/1997) 638 müfessirin biyografisini ihtiva etmektedir (ayrıca bk. Nüveyhiz, mukaddime, I, ḥ). Abdülazîz İzzeddin es-Seyrevân’ın Muʿcemü ṭabaḳāti’l-ḥuffâẓ ve’l-müfessirîn (Beyrut 1984), Muhammed Hüseyin ez-Zehebî’nin et-Tefsîr ve’l-müfessirûn (I-III, Kahire 1961), Muhammed Hâdî Ma‘rife’nin et-Tefsîr ve’l-müfessirûn fî s̱evbihi’l-ḳaşîb (I-II, Meşhed 1418/1997), Abdülkādir Muhammed Sâlih’in et-Tefsîr ve’l-müfessirûn fi’l-ʿaṣri’l-ḥadîs̱ (Beyrut 1424/2003), Ahmed Muhammed Cemâl’in Maʿa’l-Müfessirîn ve’l-küttâb (Kahire, ts. [Dârü’l-kitâbi’l-Arabî]), Seyyid Muhammed Ali Ayazî’nin el-Müfessirûn: ḥayâtühüm ve menhecühüm (Tahran 1373), Abdülkahhâr Dâvûd Abdullah Ânî’nin Dirâsât fi’t-tefsîr ve’l-müfessirîn (Bağdad 1987) ve Âdil Nüveyhiz’in 2000 müfessirin biyografisini içeren Muʿcemü’l-müfessirîn min ṣadri’l-İslâm ḥatte’l-ʿaṣri’l-ḥâżır adlı eserleri bu türün diğer çalışmalarındandır.

Bir başka grupta müfessirler ve eserleri tefsir yönelişlerine göre tanıtılmış olup bunların bir kısmı şöylece sıralanabilir: Abdülmecîd Abdüsselâm el-Muhtesib, İtticâhâtü’t-tefsîr fi’l-ʿaṣri’r-râhin (Amman 1982); Muhammed Hüseyin ez-Zehebî, el-İtticâhâtü’l-münḥarife fî tefsîri’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm devâfiʿ (Kahire 1986, 3. bs.); Muhammed İbrâhim Şerîf, İtticâhâtü’t-tecdîd fî tefsîri’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm fî Mıṣr (Kahire 1982); Vesîle Bel‘îd b. Hamde, et-Tefsîr ve itticâhâtühû bi-İfrîḳıyye mine’n-neşʾe ile’l-ḳarni’s̱-s̱âmin el-hicrî (Kasba 1414/1994); Fehd b. Abdurrahman b. Süleyman Rûmî, İtticâhâtü’t-tefsîr fi’l-ḳarni’r-râbiʿ ʿaşer (I-III, Riyad 1986). Müfessirlerin ve metotlarının tanıtıldığı eserler arasında Abdülhalîm Mahmûd Menî‘in Menâhicü’l-müfessirîn’i (Kahire 1978), Mustafa Müslim’in Menâhicü’l-müfessirîn’i (bk. bibl.), Fehd b. Abdurrahman b. Süleyman Rûmî’nin Menhecü’l-medreseti’l-ʿaḳliyyeti’l-ḥadîs̱e fi’t-tefsîr’i (I-II, Beyrut 1986), Mustafa İbrâhim Müşînî’nin Medresetü’t-tefsîr fi’l-Endelüs’ü (Beyrut 1986), Mahmûd en-Nakrâşî es-Seyyid Ali’nin Menâhicü’l-müfessirîn mine’l-ʿaṣri’l-evvel ile’l-ʿaṣri’l-ḥadîs̱’i (Büreyde 1407/1986), Muhsin Abdülhamîd’in el-Âlûsî müfessiren (Bağdad 1388/1968) ve er-Râzî müfessiren’i (Bağdad 1974), Hamîd [Muhammed] Lahmer’in el-İmâm Mâlik müfessiren’i (Beyrut 1415/1995), Muhammed Hasan b. Ahmed Gumarî’nin el-İmâm eş-Şevkânî müfessiren’i (Cidde 1981), Hasan el-Verâgilî’nin el-Ḳāḍî ʿİyâż müfessiren’i (Rabat 1404-1405/1984-1985), Ahmed Zağlûl Sâdık’ın el-Menhecü’l-cedîd fî menâhici’l-müfessirîn’i (Kahire 1987), Hasîb es-Sâmerrâî’nin Reşîd Rıżâ el-müfessir’i (Bağdad 1977), Sâlim Saffâr Bağdâdî’nin Naḳdü menheci’t-tefsîr ve’l-müfessirîne’l-muḳāren’i (Beyrut 1420/2000), Muhammed b. Abdurrahman b. Sâlih Şâyi‘in Esbâbü iḫtilâfi’l-müfessirîn’i (Riyad 1416/1995), Suûd b. Abdullah Fenisân’ın İḫtilâfü’l-müfessirîn esbâbühâ ve âs̱âruhâ’sı (Riyad 1418/1997) ve İffet Şerkāvî’nin Ḳaḍâyâ insâniyye fî aʿmâli’l-müfessirîn’i (Beyrut 1980) sayılabilir.

Sâlim Kıdvâî’nin Hindustânî Müfessirîn aôr Un ki ʿArabî Tefsîreyn (Lahor 1993), Muhammed Yûsuf Muhammed Yâsîn Şah’ın et-Tefsîr ve’l-müfessirûn fi’l-luġāti’l-Urdiyye ve’l-Bencâbiyye ve’l-Keşmîriyye (yüksek lisans tezi, 1404, Câmiatü’l-Melik Suûd ed-Dirâsâtü’l-İslâmiyye), Abdünnebî Kevkeb’in Ḥayât-ı Sâlik Şeyḫu’t-tefsîr Müftî Aḥmed Yâr Ḫân (Gucrât 1971) ve Abdülmübîn Nedvî’nin Mevlânâ S̱enâʾullāh Amritsarî-Muḫtaṣâr Ḥâlât aôr Tefsîrî Ḫidmât (Gucrânvâlâ 1988) adlı çalışmaları Hintli müfessirleri tanıtan eserlerdendir.

Sırrı Paşa’nın Tabakāt ve Âdâb-ı Müfessirîn (İstanbul 1312), Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük Tefsir Tarihi: Tabakātü’l-müfessirîn (I-II, İstanbul 1973-1974), Süleyman Ateş’in Sülemî ve Tasavvufî Tefsiri ile (İstanbul 1969) İşârî Tefsîr Okulu (Ankara 1974), İsmail Cerrahoğlu’nun Yahya İbn Sellâm ve Tefsirdeki Metodu (Ankara 1970) ve Tefsir Tarihi (I-II, Ankara 1988), Hüseyin Küçükkalay’ın Abdullah İbn Mesud ve Tefsir İlmindeki Yeri (Konya 1971), Abdullah Aydemir’in Büyük Türk Bilgini Şeyhulislâm Ebussuûd Efendi ve Tefsirdeki Metodu (Ankara 1981), Mevlüt Güngör’ün, Cassâs ve Ahkâmü’l-Kur’ân’ı (Ankara 1989), Mehmet Akif Koç’un Âişe Abdurrahman (d. 1332/1913) ve Kur’an Tefsirindeki Yeri: Bir Kadın Müfessir (İstanbul 1998), Abdülhamit Birışık’ın, Hind Altkıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri (İstanbul 2001), Sakıp Yıldız’ın Fâtih’in Hocası Molla Gürânî ve Tefsiri (İstanbul, ts. [Sahaflar Kitap Sarayı]) müfessirler ve tefsirdeki metotları hakkında yazılmış Türkçe eserlerdir.

Ali Eroğlu Müfessir Bağavî: Hayatı ve Tefsirindeki Metodu (1987, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Hikmet Akdemir Muhammed İbnü Bedrüddin el-Münşî ve Tefsirdeki Metodu (1992, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), Emrullah İşler Tahâvî (ö. 321/933) ve Ahkâmü’l-Kur’an’ı (1993, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), Cüneyt Eren Sıddık Hasan Han (1832-1890) ve Neylü’l-merâm min Tefsîri Âyâti’l-ahkâm (1994, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), Ziya Demir Osmanlı Müfessirleri ve Tefsir Çalışmaları: Kuruluştan X/XVI. Asrın Sonuna Kadar (1994, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) adıyla doktora tezi hazırlamışlar; Mehmet Okuyan XX. Asrın İlk Yarısındaki Türk Müfessirleri (1990, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Muhammet Abay, Osmanlı Dönemi Müfessirleri (1992, UÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), Hayrettin Öztürk, Muhammed b. Bedreddin el-Münşî: Hayatı, Eserleri ve Tefsirdeki Metodu (1993, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), İshak Özgel, Büyük Selçuklular Dönemi Müfessirleri (1996, UÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) ve Mustafa Yavuz Anadolu Selçukluları Dönemi Müfessirleri (1997, UÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) ismiyle yüksek lisans çalışması yapmışlardır.

BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “fsr” md.; Buhârî, “Tefsîr”, 2, “Ṣavm”, 16, “ʿİlim”, 17, “Vuḍûʾ”, 10, “Tevḥîd”, 52; Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 139, 244, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”, 138; İbn Mâce, “Edeb”, 52; Tirmizî, “Tefsîr”, 1, 2, “Birr”, 69; Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Riyad 1424/2003, I, 71-73, 74, 79, 83, 84, 88; Vâhidî, el-Vasîṭ fî tefsîri Ḳurʾâni’l-mecîd (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Beyrut 1415/1994, I, 47; Râgıb el-İsfahânî, Muḳaddimetü Câmiʿi’t-tefâsîr (nşr. Ahmed Hasan Ferhât), Küveyt 1405/1984, s. 91-97; Takıyyüddin İbn Teymiyye, Muḳaddime fî uṣûli’t-tefsîr, Beyrut 1408/1988, s. 63; Ebû Hayyân el-Endelüsî, el-Baḥrü’l-muḥîṭ, [baskı yeri yok] 1983 (Dârü’l-fikr), I, 6-7; Şâtıbî, el-Muvâfakāt: İslâmi İlimler Metodolojisi (trc. Mehmet Erdoğan), İstanbul 1990, I, 45-47; II, 77; III, 395-397, 406-410; Zerkeşî, el-Burhân, II, 153-164, 180-181; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 36-37; İbn Hacer, Tehẕîbü’t-Tehẕîb, V, 276-279; Süyûtî, el-İtḳān (nşr. Saîd el-Mendûh), Beyrut 1416/1996, IV, 473, 477-479, 485, 497, 502-539; Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1107; Abdülazîz b. Abdullah el-Humeydî, Tefsîru İbn ʿAbbâs ve merviyyâtühû fi’t-tefsîr min kütübi’s-sünne, Mekke, ts. (Câmiatü Ümmi’l-kurâ), I, 25-30; Nüveyhiz, Muʿcemü’l-müfessirîn, Mukaddime, I, ḥ; Suat Yıldırım, Peygamberimizin Kur’ânı Tefsiri, İstanbul 1983, s. 139-199; H. Berg, The Development of Exegesis in Early Islam: The Authenticity of Muslim Literature from the Formative Period, Richmond 2000, s. 142; Mehmet Akif Koç, İsnad Verileri Çerçevesinde Erken Dönem Tefsir Faaliyetleri, Ankara 2003, s. 107, 117, 126; Mustafa Müslim, Menâhicü’l-müfessirîn [baskı yeri yok] 1414 (Cem‘iyyetü ulemâi Kürdistân), s. 64-164.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2006 yılında İstanbul’da basılan 31. cildinde, 498-500 numaralı sayfalarda yer almıştır.