MUHAMMED b. ABDÜLVEHHÂB

Muhammed b. Abdilvehhâb b. Süleymân et-Temîmî en-Necdî (ö. 1206/1792)

Vehhâbîliğin kurucusu.

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/2Müellif: MICHAEL COOKBölüme Git
    1115’te (1703) Arap yarımadasının Necid bölgesinde küçük bir yerleşim birimi olan Uyeyne’de doğdu. Hanbelî mezhebinde önemli âlimler yetiştiren ailesi…
  • 2/2Müellif: MUSTAFA ÖZBölüme Git
    İlmî Şahsiyeti. Kültürlü bir aile çevresinde dünyaya gelen Muhammed b. Abdülvehhâb öğrenimine babasının rehberliğinde başladı. Kur’ân-ı Kerîm’i ezberl…

Müellif:

1115’te (1703) Arap yarımadasının Necid bölgesinde küçük bir yerleşim birimi olan Uyeyne’de doğdu. Hanbelî mezhebinde önemli âlimler yetiştiren ailesi Benî Temîm kabilesine mensuptur. Babası Abdülvehhâb b. Süleyman, Necid bölgesinin tanınmış âlimlerindendi. Muhammed, temel dinî bilgileri Uyeyne kadısı olan babasından öğrendikten sonra Mekke’ye giderek kısa bir süre orada kaldı, ardından Medine’ye geçti. Medine’de Hanbelî âlimi Abdullah b. İbrâhim b. Seyf en-Necdî ve Muhammed Hayât es-Sindî başta olmak üzere dönemin ileri gelen âlimlerinden dinî ilimleri tahsil etti. Ardından çeşitli dinî grupların bulunduğu Basra’ya gitti. Ancak hocası Muhammed el-Mecmûî ile birlikte halkın dinî yaşantısındaki bazı uygulamalara karşı çıktığı için şehirden uzaklaştırıldı. Onun karşı çıktığı uygulama, daha sonraki yazılarında hasmâne atıflarda bulunduğu Basralı Şâzelî şeyhi Muhammed Emîn el-Kavvâz’ın (ö. 953/1546) türbesine yapılan ziyaretler ve burada gösterilen ibadet derecesindeki hürmetle alâkalı olabilir. Maddî imkânlarının yetersizliği yüzünden dolayı o dönemde Hanbelîliğin önemli merkezlerinden olan Dımaşk’a gidemeyip Lahsâ (Ahsâ) yoluyla Necid’e dönen Muhammed b. Abdülvehhâb, Uyeyne emîriyle ihtilâfa düşmesinin ardından Hureymilâ kasabasına taşınan babasının yanına yerleşti. Onun Necid’e dönmeden önce Bağdat, Halep, Hemedan, İsfahan, Kum, Rey, Dımaşk, Kudüs ve Kahire’yi ziyaret ettiği kaydedilmekteyse de bu bilgiler Vehhâbî kaynaklarınca doğrulanmamaktadır (Cook, JRAS, üçüncü seri: II/2 [1992], s. 193-197).

Muhammed b. Abdülvehhâb, Necid’e vardıktan sonra bir âlim olarak görev alması beklenirken babasının 1153’te (1740) ölümünün ardından şirk olarak gördüğü bazı dinî uygulamalara karşı ıslahat hareketi başlattı. Ancak ciddi bir muhalefetle karşılaştı. Muhaliflerinin şiddete başvurmaları ve suikast teşebbüslerinden sonra Hureymilâ’dan ayrılarak Uyeyne’ye döndü. Burada daha önceden tanıdığı Emîr Osman b. Muammer tarafından iyi karşılandı ve fikirlerinin yayılması için siyasî destek gördü. Bu dönemde fikirlerini yaymakla kalmayıp Cübeyle’de Müseylimetülkezzâb taraftarlarına karşı yapılan savaşta şehid düşen bazı sahâbîlerin kabirlerini yıktırması sert tepkilere yol açtı. Lahsâ’nın güçlü kabilelerinden Benî Hâlid şeyhi Uyeyne emîrine Muhammed’i öldürmesi veya sürgüne göndermesi konusunda baskı yapmaya başladı. Bunun üzerine Muhammed 1158’de (1745) Suûd ailesinin yönetimindeki Dir‘iye’ye gitmek zorunda kaldı.

Dir‘iye’ye yerleşmesi Muhammed b. Abdülvehhâb’ın hayatında bir dönüm noktası oldu. Suûd ailesi kendisine sahip çıktı ve fikirlerinin yayılmasına destek verdi. Bu destek, Muhammed b. Suûd ile oğlu ve halefi Abdülazîz dönemlerinde de devam etti. Bu dönem, Vehhâbî hareketinin geleceği ve etkinliği bakımından en önemli devre olarak görülmektedir. Muhammed dinî muhaliflerini müşrik diye adlandırdığından taraftarları bunlara karşı cihad başlattı. Vehhâbîlik hareketi, yaklaşık otuz yıl süren yavaş ve düzensiz bir yayılma döneminin ardından Suûd ailesinin Necid’in tamamına hâkim olmasıyla büyük bir ivme kazandı. Bu müddet zarfında İbrâhim b. Süleyman, 1187’de (1773) Riyad’ı terketmek zorunda kalan Emîr İbn Devvâs ve Zeyd b. Zâmil gibi önemli muhalifler bertaraf edildi.

Vehhâbî prensipleriyle donanmış Suûdî yayılmasına Necid dışından da sert tepkiler geldi. En önemli ve uzun süreli tepkiyi Lahsâ emîrlerinin mensup olduğu Benî Hâlid kabilesi gösterdi. Vehhâbîler’e karşı dört büyük saldırı gerçekleştiren Benî Hâlid 1204’te (1789-90) ağır bir yenilgiye uğradı. Necran’daki İsmâilî Mekârime ailesi, Irak’ın büyük kabilelerinden Müntefiḳ Arapları ve Mekke Emîri Şerîf Gālib, Necid’de giderek artan Vehhâbî-Suûdî gücüne karşı mücadele ettiler. Bunların arasında en ciddi tehdidi, 1178’de (1764) Suûdî hâkimiyetine son vermeye çalışan ve Vehhâbîler’i bozguna uğratan Mekârime oluşturdu. Suûdî-Vehhâbî ittifakı, bütün bu saldırılara karşı koymakla kalmayıp gücünü daha da arttırdı. Muhammed b. Abdülvehhâb’ın 1792’de ölümünün ardından Suriye, Irak ve Hicaz yönlerinde yayılma çabaları sürdürüldü.

Muhammed b. Abdülvehhâb, tevhid konusundaki düşüncesi doğrultusunda dönemindeki müslümanların birçoğunun fiilleri yüzünden müşrik sayılması gerektiğini ileri sürerek onlara karşı cihadı müslümanların en temel vazifelerinden biri kabul etmiştir (daha geniş bilgi için aş.bk.). Muhammed’in savunduğu temel prensipler aslında İslâmî olmakla birlikte bunların uygulanmasında ortaya koyduğu uzlaşmaz tutumu yüzünden kendisine saygı duyan çağdaşları dahi rahatsız olmaktaydı. Görüşleri önemli ölçüde, Hanbelî mezhebinin büyük âlimlerinden İbn Teymiyye ve onun talebesi İbn Kayyim el-Cevziyye’nin etkisi altında şekillenmekle birlikte bunların hiçbiri benimsemediği dinî hayat tarzına karşı cihad ilân etmemişti. Çağdaşı olan ulemâ arasında önemli bir yere sahip bulunan Yemenli Emîr es-San‘ânî, İbn Abdülvehhâb’ın görüşlerini başlangıçta kısmen desteklemiş olmasına rağmen öldürme ve yağmalama olayları sonrasında onu İbn Teymiyye ve İbn Kayyim’in fikirlerini eksik ve yanlış anlamakla suçlamış, hatta 1170’te (1756-57) kendisini zemmeden bir şiir yazmıştır.

İbn Abdülvehhâb’ın gelecek nesiller üzerinde etkisi çok büyük olmuştur. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın Necid bölgesinde Vehhâbîliğin siyasî dayanağı olan Suûdîler’e vurduğu darbeden kısa bir süre sonra Suûdîler bölgede tekrar etkilerini arttırdılar. Ancak Vehhâbî prensiplerinin uygulanması konusunda eski katı ve uzlaşmaz tutumlarından vazgeçtiler. Arabistan’daki etkinliğinde Suûdîler’in siyasî ve askerî desteğine dayanan Vehhâbîlik, Arap olmayan müslümanlara da tesir etti. Bunun iki temel sebebe dayandığı söylenebilir. Bunlardan birincisi, İslâm’da tevhid inancına verilen önemle toplumların günlük dinî hayatları ve uygulamaları arasında birtakım farklılıkların bulunmasıdır. Bu farklılığın fazla görüldüğü toplumlarda Vehhâbîlik daha kolay yayılabilmiştir. İkinci sebep, görüşlerini Batı kültür ve nüfuzuna çok uzak bir bölgede geliştiren Muhammed b. Abdülvehhâb’ın ortaya koyduğu ilkelerin Avrupa’nın kültürel nüfuzunun ciddi şekilde etkili olmaya başladığı dönemde birçok müslümanın alâkasını çekmesidir. Muhammed b. Abdülvehhâb’ın özellikle İslâm’ın tevhid esasına vurgu yapması ve dinin bid‘atlardan arındırılması gerektiğine dikkat çekmesi çok önemlidir. Bu yönüyle Vehhâbîlik, Selefiyye hareketi üzerinde de tesirini göstermiş ve günümüz İslâmî hareketlerini kısmen yönlendirmiştir (ayrıca bk. VEHHÂBÎLİK).

BİBLİYOGRAFYA
Müʾellefâtü’ş-Şeyḫi’l-İmâm Muḥammed b. ʿAbdilvehhâb (nşr. Abdülazîz er-Rûmî v.dğr.), Riyad, ts. (Câmiatü’l-İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye), I-XII, tür.yer.; İbn Gannâm, Ravżatü’l-efkâr, Bombay 1337; Osman b. Bişr en-Necdî, ʿUnvânü’l-mecd fî târîḫi Necd, Riyad, ts. (Mektebetü’r-Riyâdi’l-hadîse), I, 6-16, 89-96; Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, Târîḫu Necd, Kahire 1347, s. 76-88; G. S. Rentz, Muhammad ibn Abd al-Wahhāb (1703/04-1792) and the Beginnings of Unitarian Empire in Arabia (doktora tezi, 1948), University of California; H. St. J. B. Philby, Saudi Arabia, London 1955, bk. İndeks; A. M. Vasiliev, Puritane Islama? Vakhkhabizm i pervoye gosudarstvo Saudidov v Aravii, 1744/45-1818, Moskva 1967; Lemʿu’ş-şihâb fî sîreti Muḥammed b. ʿAbdilvehhâb (nşr. Ahmed Mustafa Ebû Hâkime), Beyrut 1967; Abdürrahîm Abdurrahman Abdürrahîm, ed-Devletü’s-Suʿûdiyyetü’l-ûlâ, Kahire 1975; Abdullah Sâlih el-Useymîn, Târîḫu’l-memleketi’l-ʿArabiyyeti’s-Suʿûdiyye, Beyrut 1984-95, I-II, tür.yer.; E. Peskes, Muḥammad b. ʿAbdalwahhāb (1703-92) im Widerstreit, Beirut 1993; M. Cook, “The Provenance of the Lamʿ al-shihāb fī Sīrat Muhammad ibn Abd al-Wahhāb”, JTS, X (1986), s. 79-86; a.mlf., “On the Origins of Wahhābism”, JRAS, üçüncü seri: II/2 (1992), s. 191-202; Samer Traboulsi, “An Early Refutation of Muhammad ibn Abd al-Wahhāb’s Reformist Views”, WI, XLII/3 (2002), s. 373-415; H. Laoust, “Ibn ʿAbd al-Wahhāb, Muḥammad”, EI2 (İng.), III, 677-679.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2005 yılında İstanbul’da basılan 30. cildinde, 491-492 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

İlmî Şahsiyeti. Kültürlü bir aile çevresinde dünyaya gelen Muhammed b. Abdülvehhâb öğrenimine babasının rehberliğinde başladı. Kur’ân-ı Kerîm’i ezberledikten sonra Hanbelî âlimi Muvaffakuddin İbn Kudâme’nin fıkha dair eserlerini okudu. Bilgisini geliştirmek amacıyla Mekke’ye gitti; burada arzuladığı ilmî havayı bulamadığı için Medine’ye geçti. Bu şehirde karşılaştığı Hanbelî âlimi Abdullah b. İbrâhim b. Seyf en-Necdî onun en önemli hocası olmuştur. Muhammed b. Abdülvehhâb, İbn Teymiyye anlayışı çerçevesindeki yeni Hanbelîlik ekolünü destekleyen Abdullah b. İbrâhim’den Kütüb-i Sitte ile birlikte İmam Mâlik’in el-Muvaṭṭaʾını, Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’lerini okuyup icâzet aldı. Medine’deki diğer hocaları arasında Muhammed Hayât es-Sindî, Muhammed b. Süleyman el-Kürdî, Şeyh Ali Efendi ed-Dağıstânî ve Abdüllatîf el-Afâlikî el-Ahsâî gibi âlimler sayılabilir. Daha sonra Basra’ya giden ve orada uzun süre kalan Muhammed b. Abdülvehhâb, Muhammed el-Mecmûî’den dil bilimleri, hadis ve siyer tahsil etti. Çok karışık dinî grupların bulunduğu bu şehirde Şîa ve çeşitli İslâm fırkaları hakkında bilgi edinme imkânı buldu. Özellikle halkta görülen velîlere ibadet derecesindeki hürmetin tezahürleri ve bunun sünnetle bağdaştırılamayan uygulamaları kendi tezini ileri sürmesine zemin hazırladı. Burada ortaya koyduğu fikirlerinden dolayı kendisi ve hocası şehirden uzaklaştırıldı.

Muhammed b. Abdülvehhâb, bir süre Lahsâ’da Abdullah b. Abdüllatîf eş-Şâfiî’nin yanında kalarak ondan faydalandı, ardından Hureymilâ’ya geçti. Bu şehirde bir taraftan babasının tefsir ve hadis derslerine devam ederken diğer taraftan İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye’nin eserlerini incelemeye koyuldu. Bu eserler ufkunu genişlettiği gibi İslâm dışı akımlarla mücadele gücünü de arttırdı. Çevresinde toplanan öğrencilere verdiği dersler yanında ilk eseri olan Kitâbü’t-Tevḥîd’i burada kaleme aldı.

İbn Abdülvehhâb, ilk Hanbelî âlimlerinden ve bilhassa İbn Teymiyye’nin doktriniyle kısmen İbn Kayyim el-Cevziyye’nin fikirlerinden etkilenmiştir. Onun Hanbelîler tarafından Ehl-i sünnet’e uymadığı tesbit edilen Şîa, Mu‘tezile ve Hâricîler gibi fırkalara karşı düşmanca duygular beslediği yazılarından anlaşılmaktadır. İbn Abdülvehhâb’a göre peygamberlerin ve semavî kitapların gönderilme sebebi olan tevhid “tevhîdü’r-rubûbiyye, tevhîdü’l-ulûhiyye (tevhîdü’l-ibâde), tevhîdü’l-esmâ ve’s-sıfât” olmak üzere üç bölümde ele alınmalıdır. Birinci nevi tevhid yaratma, rızık verme ve kâinatı idare etme gibi fiillerinde Allah’ı birlemektir. Gerek müslümanlar gerekse gayri müslimler Allah’ın bu nevi fiillerinde bir ve tek olduğunu kabul ederler. Tevhîdü’l-ulûhiyye sadece Allah’a ibadet etmek demektir. Resûl-i Ekrem zamanında müşrikler de rubûbiyyet tevhidini benimsiyorlardı, ancak onların bu durumu ulûhiyyet tevhidini kapsamıyordu. Peygamberler, kavimlerini yalnız Allah’ın rızık veren ve kâinatı idare eden bir yaratıcı olduğu anlamındaki tevhid inancına çağırmıyor, özellikle ibadetin münhasıran O’nun için yapılması gerektiğini önemle vurguluyorlardı. Muhammed b. Abdülvehhâb, İbn Teymiyye’nin, “İbadet Allah’ın sevdiği ve razı olduğu her türlü sözü, ayrıca zâhir ve bâtın amelleri ihtiva eden bir kavramdır” şeklindeki tarifine uyarak dua etme, mânevî alanda yardım isteme, adakta bulunma ve tevekkül etme gibi hususları da ibadet saymış, bunların sadece Allah için yapılması gerektiğini belirtmiştir. Yardım istemede birincisi hastanın şifa bulması, insan gücünü aşan bir sıkıntının bertaraf edilmesi, hidayete ulaştırma gibi sadece ilâhî kudretin yeteceği şeyler, diğeri ise karşılıklı yardımlaşma çerçevesinde insanların üstesinden gelebileceği hususlar olmak üzere iki ayrı şekilde değerlendirilebilir. Yardımın sadece yaşayan insandan talep edilmesi gerekir. Kişinin müslüman kardeşinden kendisi için dua etmesini istemesi de câizdir; fakat ölmüş bir kimseden veya yanında bulunmayan birinden (şeyh, imam) istekte bulunulması şirk sayılır. Bu sebeple dünya hayatında kendisiyle Allah arasına vasıta ve şefaatçi koyma, birinin mânevî gücüne sığınma gibi dua çeşitlerinin hepsi reddedilmelidir. Halk arasında velî diye tanınan kimselerin kabirlerini ziyaret için seyahatte bulunmak, türbelerine dilekler asmak, isimlerini tâzim ifadeleriyle anmak, onlardan duaların kabul edilmesini talep etmek şirktir. Mu‘tezile ve Hâricîler gibi şefaati reddedenlerle onu Peygamber’in sahip olduğu bir hak şeklinde düşünenlere karşı olan Muhammed b. Abdülvehhâb’a göre Resûlullah’ın sadece sâlihler için değil ümmetinin âsileri için de kıyamet gününde Allah’tan şefaat izni isteyeceği ve onların bu sayede cennete gireceği birçok hadiste belirtilmiştir. Fakat şefaat yalnız Allah’a ait olup Resûl-i Ekrem ancak O’nun izniyle şefaat edebilecektir. Bundan dolayı Peygamber’in şefaatine nâil olabilmek için şefaatin Allah’tan istenmesi gerekmektedir. Ashabın Resûlullah’ın duası ile Allah’a tevessül etmekten anladığı şey onun sağlığında câizdi; vefat ettiğinde ise bunu bırakmışlar ve amcası Abbas’tan kendileri için dua etmesini istemişlerdir. Muhammed b. Abdülvehhâb yaygın sûfî telakkilerine karşı çıkarak gavs, aktâb, evtâd, abdal gibi mânevî rütbeleri reddetmekte ve bunları haram bid‘atlardan saymaktadır.

Tevhidin isimler ve sıfatlar sistemiyle tamamlanacağını söyleyen İbn Abdülvehhâb’a göre Kur’an ve hadislerden oluşan naslarda yer alan isim ve sıfatların benimsenmesi gerekir. Bu sebeple, “Allah cisim, cevher yahut arazdır” diyen kimse bid‘atçı olduğu gibi aksini söyleyen de bid‘atçıdır. Ayrıca Allah’ın sıfatlarını sayı ile sınırlandırmayıp naslarda geçenleri olduğu gibi kabul etmeli ve bunların hakikatine inanmalıdır. Muhammed b. Abdülvehhâb kabir ziyaretini iki kısma ayırır. Meşrû ziyaretin âhiretin hatırlanması, ölülerin unutulmaya terkedilmemesi ve onlar için Allah’a dua edilmesi amacına dayandığını söyler. Buna karşılık ölülerden yardım ve şefaat istenmesi için yapılan ziyaretlerin haram olduğunu belirtir. Ayrıca kabirlerde mescid inşa ederek buralarda ibadet maksadıyla toplanmak, bu tür ziyaretler için yolculuğa çıkmak -Hz. Peygamber’in kabri de olsa- câiz değildir.

İbn Teymiyye’nin, dinin tevhide ve Allah’ın koyduğu esaslara göre ibadet ilkelerine dayandığı düşüncesinden hareket eden Muhammed b. Abdülvehhâb, başta Sünnîlik bünyesine sokulan kelâm ilmini ve naslara dayandırılmak istenen tasavvufun bütün şekillerini, ayrıca taklidi şiddetle eleştirir, bunları bid‘at olarak değerlendirir. Emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker konusunda yine İbn Teymiyye’nin etkisinde bulunmasına rağmen düşüncelerinin uygulanması hususunda onu geride bıraktığı görülür. Zira İbn Teymiyye bu görevin yapılabilmesi için mâruf ve münkerin bilinmesi, tatbikatta nezaketle davranılması, karşılaşılacak zorluklara sabredilmesi gibi esaslar koyarken İbn Abdülvehhâb’ın bunlara uymadığı ve çevresinde mensubu olmayanların nefretini celbettiği bilinmektedir.

Muhammed b. Abdülvehhâb’a ait fikirlerin büyük bir kısmının hem kendi devrinde hem daha sonra eleştirilmesine rağmen düşünce sisteminin geniş bir sahada etkili olduğu, Batı’nın İslâm dünyasını işgal devresinde dinî değerlerin arındırılması ve İslâmî şuurun uyanması konusunda önemli ölçüde rol oynadığı bilinmektedir. Başlangıçtan itibaren özellikle hac mevsimlerinde dünyanın çeşitli bölgelerinden gelen müslümanlar Vehhâbî düşüncelerini tanıma fırsatını bulmuşlardır. Hindistan’da Tarîkat-ı Muhammediyye hareketinin kurucusu Ahmed Şehîd’in 1822 yılında hacca geldiğinde bid‘atların izâlesi ve Selef akîdesine dönüş konusunda Muhammed b. Abdülvehhâb’ın düşüncelerinden geniş ölçüde etkilendiği, ayrıca Kuzey Afrika’da Muhammed b. Ali es-Senûsî tarafından başlatılan Senûsiyye hareketinin gerçekleştirdiği inkılâplar hususunda onun görüşlerinden faydalanıldığı kabul edilir. Bu arada Yemen’de Zeydiyye âlimlerinden Şevkânî, Muhammed b. Abdülvehhâb’la karşılaşmamasına rağmen özellikle ictihadın teşvik edilmesi ve taklidin ortadan kaldırılması gibi meselelerde onunla aynı kanaati paylaşmıştır. Bid‘atlarla mücadele edilmesi gereğini duyan, bir kısım mukallitlerce kapandığı ileri sürülen ictihad kapısının açılması düşüncesinde olan Muhammed Abduh da İbn Abdülvehhâb’dan kısmen etkilenmiştir (Ahmed Emîn, s. 21-23).

Osmanlı-Türk toplumunda ise Muhammed b. Abdülvehhâb’ın düşünceleri ve başlattığı hareket tasvip görmemiş, kendisi bir isyancı olarak, düşünceleri de Hâricî telakkisi çerçevesinde değerlendirilmiştir. Onun, ulûhiyyet tevhidi anlayışı çizgisinde yaratılmışlara ibadet konumunda gördüğü aşırı saygı ve bağlılık, kabir ziyareti, mistisizmi andıran derunî hayat, dinin temel hükümlerine akıl ve bilim açısından yaklaşımda bulunup onların sistemleştirilmesi, haberî sıfatların bu çerçevede yorumlanması gibi konulara yönelttiği sert eleştiriler çok aşırı bulunmuştur. Bu tür bir din anlayışının hem samimi müslümanları itham altında bırakmak, onları şirkle suçlamak, hem de İslâmiyet’i bütün insanlığa hitap eden evrensel bir din olmaktan çıkarıp bir kabile dini haline getirmek gibi olumsuz sonuçlara götüreceği endişesi dile getirilmiştir. Bunun yanında tevhid inancını özünde zedeleyecek, dinin görünümüne zarar getirecek telakki ve davranışların müslüman toplum hayatından ayıklanmasının gereği de vurgulanmıştır.

Muhammed b. Abdülvehhâb’ın ölümünden sonra nesli onun ilmî fonksiyonunu sürdürmüştür. Suûd b. Abdülazîz’in Hicaz’ı zaptetmesinde (1805-1806) kendisine katılan ve Irak’taki hareketini destekleyen Abdullah b. Muhammed b. Abdülvehhâb, bid‘at ehlinden kabul ettiği İsnâaşeriyye ve Zeydiyye doktrinlerine karşı reddiyyeler kaleme almıştır. Yine İbn Abdülvehhâb’ın torunu olup Dir‘iye kadılığı yapan, bu arada siyasete de karışan Süleyman, Vehhâbîlik ve Irak münasebetlerini ele alan Kitâbü’t-Tavżîḥ isimli bir eser yazmıştır. Muhammed b. Abdülvehhâb’ın ilmî ve siyasî görüşleri günümüze kadar özellikle Suudi Arabistan’da ve Körfez ülkelerinde etkilerini sürdürmüştür.

Eserleri. 1. Kitâbü’t-Tevḥîd*. Müellifin, öğretilerini en sert biçimde Hanbelî doktrini üzerine bina ederek kaleme aldığı temel eseri olup tevhid, şirk, şirke götüren hususlar, şefaat vb. konuları ele almaktadır. Üzerinde birçok çalışma yapılan ve yabancı dillere çevrilen eserin çeşitli neşirleri gerçekleştirilmiştir (meselâ Kahire 1366/1946; Riyad 1382/1962; Beyrut 1390/1970; Medine 1980, 1409/1989). 2. Keşfü’ş-şübühât. Gerçek tevhide uymayan müslümanlara bir reddiye olan eser birçok defa yayımlanmıştır (Kahire 1380/1961; Medine 1395/1975; Tâif 1400/1980; Cidde 1400/1980; Riyad 1404/1984; Mekke 1406/1986; diğer neşirleri için bk. Ahmed Muhammed ed-Dübeyb, s. 54-57). 3. Kitâbü’l-Uṣûli’s̱-s̱elâs̱e. Abdülazîz b. Suûd’un isteği üzerine yazılmış ilmihal türündeki risâlede rab isminin anlamı üzerinde durulmuş, dinî rükünlerin açıklanmasına çalışılmış ve Hz. Peygamber’in sîretine kısaca yer verilmiştir (Riyad 1380/1960, 1382/1962, 1390/1970, 1400/1980; Medine 1410/1990). 4. Kitâbü Uṣûli’d-dîn (nşr. İsmâil el-Ensârî – Abdullah b. Abdüllatîf Âlü’ş-Şeyh, Riyad 1400). 5. Kitâbü Fażli’l-İslâm. İslâm kavramı, büyük günahlar, bid‘at, iman esasları gibi konuları içerir (Riyad 1390/1970). 6. Mebâdiʾü’l-İslâm. Ahmed Celâl ve Muhammed Gālî tarafından İngilizce’ye çevrilerek metniyle birlikte yayımlanmıştır (Fundamentals of Islam, Riyad 1400/1980). 7. el-Kebâʾir (nşr. Muhammed Ahmed Abdülazîz, Kahire 1987). Son iki eser M. Reşîd Rızâ’nın açıklamalarıyla Mecmûʿatü’l-ḥadîs̱ içinde neşredilmiştir (Riyad 1400). 8. Mesâʾilü’l-câhiliyyeti’lletî ḫâlefehâ Resûlullâh. Mahmûd Şükrî el-Âlûsî’nin açıklama ve ilâveleriyle basılmıştır (Kahire 1347, 1376, 1394/1974; Tâif 1394/1974; Riyad 1408/1988). 9. ʿAḳīdetü’l-fırḳati’n-nâciye (nşr. Züheyr eş-Şâviş, Beyrut 1399/1979). 10. Risâle fi’r-red ʿale’r-Râfıża (nşr. Nâsır b. Sa‘d er-Reşîd, Kahire 1980). 11. Eḥâdîs̱ fi’l-fiten ve’l-ḥavâdis̱ (nşr. Muhammed Hasan Selâme – Muhammed Şevkī Hıdr, Riyad 1398). 12. Mecmûʿu’l-ḥadîs̱ ʿalâ ebvâbi’l-fıḳh. İlk cildi Halîl İbrâhim Molla Hâtır, II. cildi de Mahmûd et-Tahhân tarafından neşredilmiştir (Riyad 1398). 13. Mebḥas̱ü’l-ictihâd ve’l-ḫilâf. İbn Kayyim el-Cevziyye’nin İʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn adlı eserindeki ictihad ve hilâf bahislerinin özeti olup Abdurrahman b. Muhammed es-Sedhan ve Abdullah b. Cibrîn’in tashihiyle yayımlanmıştır (Riyad 1398). 14. Muḫtaṣarü’l-İnṣâf ve’ş-Şerḥi’l-kebîr. Muvaffakuddin İbn Kudâme’nin el-Muḳniʿ isimli kitabı üzerine Ali b. Süleyman el-Merdâvî tarafından kaleme alınan el-İnṣâf ve Ebü’l-Ferec İbn Kudâme’nin yazdığı eş-Şerḥu’l-kebîr adlı şerhlerin muhtasarı olup Abdülazîz b. Zeyd er-Rûmî ve Sâlih b. Muhammed Hasan tarafından neşredilmiştir (Riyad 1398). 15. el-Mesâʾilüʾlletî laḫḫaṣahâ Şeyḫülislâm Muḥammed b. ʿAbdilvehhâb min fetâvâ İbn Teymiyye. İbn Teymiyye’nin 135 fetvasının özetlendiği bu çalışmayı Ebü’l-Fidâ es-Seyyid Abdülmaksûd el-Eserî yayımlamıştır (Riyad 1408/1988). 16. Fetâvâ ve mesâʾil. Yaklaşık kırk fetvayı ihtiva eder. 17. Muḫtaṣaru sîreti’r-Resûl (nşr. M. Hâmid el-Fıkī, Riyad 1375/1956; Medine 1408/1988; Abdurrahman b. Nâsır v.dğr., Lahor 1408/1988). Hz. Muhammed’in Hayatı, Muhtasaru Siyeri’r-Resul (Ankara 1977) adıyla Türkçe’ye tercüme edilmiştir. 18. Muḫtaṣaru Ẕâdi’l-meʿâd. İbn Kayyim el-Cevziyye’ye ait eserin özetidir (Beyrut 1391/1971, 1984). 19. Naṣîḥatü’l-müslimîn. M. Reşîd Rızâ’nın açıklamalarıyla Mecmûʿatü’l-ḥadîs̱ içinde neşredilmiştir (Riyad 1400). 20. el-Ḫuṭabü’l-minberiyye. Otuz sekiz hutbe içermektedir. Son iki eser Sâlih b. Abdurrahman el-Atram ve Muhammed b. Abdürrâzık ed-Düveyş tarafından yayımlanmıştır (Riyad 1399). Muhammed b. Abdülvehhâb’ın bunların dışında tefsir, akaid ve fıkıhla ilgili bazı risâleleri, emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker ve kendi davetini açıklama konusunda elli bir adet yazışması bulunmaktadır. Onun bütün çalışmaları Abdülazîz b. Zeyd er-Rûmî, Muhammed Biltâcî ve Seyyid Hicâb tarafından Müʾellefâtü’ş-Şeyḫi’l-İmâm Muḥammed b. ʿAbdilvehhâb adıyla on iki cilt halinde neşredilmiştir (Riyad, ts.).

BİBLİYOGRAFYA
Müʾellefâtü’ş-Şeyḫi’l-İmâm Muḥammed b. ʿAbdilvehhâb (nşr. Abdülazîz er-Rûmî v.dğr.), Riyad, ts. (Câmiatü’l-İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye), I-XII, tür.yer.; İbn Gannâm, Târîḫu Necd (nşr. Nâsırüddin el-Esed), Beyrut 1405/1985, s. 81-180; Osman b. Bişr en-Necdî, ʿUnvânü’l-mecd fî târîḫi Necd, Riyad, ts. (Mektebetü’r-Riyâdi’l-hadîse), I, 7-102; Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, Târîḫu Necd el-Ḥanbelî, Mekke 1349, s. 6-89; H. St. J. B. Philby, Arabia, London 1930, s. 8-26; Ahmed Emîn, Züʿamâʾü’l-ıṣlâḥ fî ʿaṣri’l-ḥadîs̱, Beyrut, ts. (Dârü’l-kitâbi’l-Arabî), s. 10-25; Îżâḥu’l-meknûn, I, 307; II, 273, 342, 361; Hediyyetü’l-ʿârifîn, II, 350; Brockelmann, GAL, II, 390; Abdülmüteâl es-Saîdî, el-Müceddidûn fi’l-İslâm, Kahire, ts. (Mektebetü’l-âdâb), s. 437-441; Haydar Bammat, İslâmiyetin Manevî ve Kültürel Değerleri (trc. Bahadır Dülger), Ankara 1963, s. 377-386; Fazlur Rahman, Islam, London 1966, s. 196-201; Hüseyin Halef eş-Şeyh Haz‘al, Târîḫu’l-Cezîreti’l-ʿArabiyye fî ʿaṣri’ş-Şeyḫ Muḥammed b. ʿAbdilvehhâb, Beyrut, ts. (Metâbiu dâri’l-kütüb), s. 55-76, 141-145, 158-204; Enver el-Cündî, Terâcimü aʿlâmi’l-muʿâṣırîn fi’l-ʿâlemi’l-İslâmî, Kahire 1970, s. 393-400; Ahmed b. Hacer Âlü İbn Ali, eş-Şeyḫ Muḥammed b. ʿAbdilvehhâb, Mekke 1395, s. 15-80; Hüseyin Hasan, Aʿlâmü Temîm, Beyrut 1980, s. 497-498; Ahmed Muhammed ed-Dübeyb, Âs̱ârü’ş-Şeyḫ Muḥammed b. ʿAbdilvehhâb, Riyad 1402/1982; C. Zeydân, Âdâb, III, 349-350; Mes‘ûd en-Nedvî, Muḥammed b. ʿAbdilvehhâb, Riyad 1404/1984; Cemîl b. Ömer eş-Şattî, Muḫtaṣaru Ṭabaḳāti’l-Ḥanâbile (nşr. Fevvâz Zemerlî), Beyrut 1406/1986, s. 150-169; Selâhaddin el-Muhtâr, Târîḫu’l-memleketi’l-ʿArabiyyeti’s-Suʿûdiyye, Beyrut, ts. (Mektebetü’l-hayât), s. 35-38, 55; Abdullah Sâlih el-Useymîn, eş-Şeyḫ Muḥammed b. ʿAbdilvehhâb, Riyad 1412/1992; Ahmad Dallal, “The Origins and Objectives of Islamic Revivalist Thought, 1750-1850”, JAOS, CXIII/3 (1993), s. 349-351; H. Laoust, “Ibn ʿAbd al-Wahhāb”, EI2 (İng.), III, 677-679; J. O. Voll, “Ibn ʿAbd al-Wahhāb, Muḥammad”, ERE, VI, 551-552; Hakkı Dursun Yıldız, “Arabistan”, DİA, III, 257; Ferhat Koca, “Hanbelî Mezhebi”, a.e., XV, 531-532, 539; Ayman al-Yassini, “Ibn ʿAbd al-Wahhāb, Muḥammad”, The Oxford Encyclopedia of the Modern Islamic World (ed. J. L. Esposito), Oxford 1995, II, 159-160.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2005 yılında İstanbul’da basılan 30. cildinde, 492-494 numaralı sayfalarda yer almıştır.