MÜHELHİL b. REBÎA

Ebû Leylâ Mühelhil (Adî) b. Rebîa b. Hâris b. Mürre et-Tağlibî (ö. 525 civarı)

Câhiliye devri Arap şairi ve kahramanı.

Müellif:

Necid halkından ve Tağlib kabilesinin Benî Cüşem b. Bekir soyundan olup önde gelen bir aileye mensuptur. Yakışıklı ve güzel konuşan bir genç olarak kadınlarla geçen bir işret ve eğlence hayatı yaşamıştır. Haberleri ve şiirleri zamanımıza ulaşan en kadim Arap şairlerindendir ve muallaka sahibi İmruülkays b. Hucr’ün dayısıdır. İmruülkays’ın şiir sanatını ondan öğrendiği kaydedilir. Erkek evlâdı olmadığından en büyük kızı Leylâ’ya nisbetle Ebû Leylâ künyesini almış, bu kızını amcasının oğlu Külsûm b. Mâlik et-Tağlibî ile evlendirmiş, bu evlilikten meşhur muallaka şairi Amr b. Külsûm doğmuştur. Ubeyde adlı diğer bir kızının Melik Muâviye el-Hayr b. Amr el-Mezhicî ile evliliğinden Benî Ubeyde’nin meydana geldiği, Şu‘be adındaki kızının soyundan da Hicaz bölgesinde Benî Şu‘be’nin oluştuğu rivayet edilir. Süyûtî, Mühelhil’in asıl adını İmruülkays b. Rebîa b. Mürre b. Hâris olarak kaydederse de (Şerḥu şevâhidi’l-Muġnî, s. 225) şiirlerinde ve kaynakların çoğunda ismi Adî olarak geçer (İbn Nübâte el-Mısrî, s. 96; Abdülkādir el-Bağdâdî, I, 300). Onun haber ve anekdotları etrafında teşekkül etmiş halk edebiyatı ve folklorunda ise Zîr Sâlim unvanıyla adının Sâlim olduğu zikredilir. Mühelhil ve Zîr şairin lakaplarıdır. Mühelhil lakabını, Arap şiirini ilk defa çöl şairlerinin haşin ve sert üslûbundan kurtararak refah içinde yaşamanın sağladığı ince hislerle bezeyip incelttiği ve güzelleştirdiği, yine ilk defa on beyti aşan kasideler söylediği için aldığı rivayet edilir. Öte yandan şiirinde ”هلهلت“ (-e yazdım) yardımcı fiilini kullandığı, ince giysiler giydiği, hatta şiiri zayıf ve rekâketli bulunduğu için kendisine bu lakabın verildiği de kaydedilir. Zîr lakabını ise birçok kadınla düşüp kalkması yüzünden kardeşi ve Tağlib kabilesi reisi Küleyb (Vâil) b. Rebîa tarafından “zîru nisâ” (kadınları çok ziyaret eden) nitelemesiyle aldığı ifade edilir. Bu lakabın, kardeşi Küleyb’in öldürülmesi üzerine intikam alacağı yerde uzun bir süre tehditle yetinmiş olması dolayısıyla kabilesi tarafından bir hiciv sözü olarak verildiği de ileri sürülür.

Vâil b. Kāsıt’ın oğulları Bekir ile Tağlib’in neslinden gelen Benî Bekir ve Benî Tağlib arasındaki düşmanlıktan çıkan ve kırk yıl süren Besûs savaşlarının önde gelen kahramanı ve şairi Mühelhil’dir. Kardeşi Küleyb’in kayınbiraderi Cessâs b. Mürre el-Bekrî tarafından öldürülmesi kardeş iki kabile arasında bu savaşların çıkmasına yol açtı ve intikam ateşiyle yanan Mühelhil bu savaşlarda birinci derecede rol oynadı. Küleyb zalim bir kişiydi. Çölde sulak otlaklara bir köpek eniği (küleyb) götürüp havlatır, köpeğin sesinin duyulduğu yerlere kadarki araziyi kendi izni olmadan kimsenin hayvan otlatıp avlanamayacağı yasak bölge ilân ederdi. “Küleybü Vâil” sözü zamanla Küleyb olmuş ve asıl adı Vâil’den daha yaygın lakabı haline gelmiştir. Bir gün yasaklanmış bölgede kendisinin ve kayınbiraderi Cessâs’ın develeri otlarken Cessâs’ın teyzesi Besûs’un (Besûs bint Münkız et-Temîmiyye) veya onun komşusunun ya da Cessâs’ın konuğu olan dayısı Sa‘d b. Şümeys el-Cermî’nin Serâb adlı devesinin de otladığını gören Küleyb deveyi okla öldürür. Bunun üzerine aynı zamanda şair olan Besûs söylediği bir şiirle yeğeni Cessâs’ı tahrik eder. Küleyb’in eşi Celîle’nin kardeşi olan Cessâs bu tahrikle ve Küleyb’in zalim tavrı sebebiyle, konuğu himayede âcizliğin ar telakki edildiği Câhiliye töresi uyarınca eniştesi Küleyb’i katleder (495). Neticede iki kabile arasında düşmanlık ortaya çıkar ve savaşlar başlar. Bundan dolayı “Besûs’tan daha uğursuz”, “Serâb’dan daha uğursuz”, “Küleybü Vâil’den daha güçlü” ve, “O Küleyb’in himayesindedir” sözleri darbımesel haline gelir. Bu süreçte iki kabile arasında Yevmü Uneyze, Yevmü Vâridât, Yevmü (Mâi’n-)Nihy, Yevmü’z-Zenâib, Yevmü’l-Kasabât/Yevmü Kızza adlarıyla bilinen beş büyük savaş meydana gelir, Mühelhil, Yevmü Vâridât’ta Cessâs’ın kardeşi ve kendisinin işret arkadaşı olan Hemmâm b. Mürre ile Cessâs’ın dayısı Hâris b. Ubâd’ın oğlu Büceyr’i öldürür (Bekrî, IV, 1362-1363; Yâkūt, IV, 880). O zamana kadar savaşlardan uzak duran Hâris de bu olay üzerine savaşlarda etkin rol oynamaya başlar. Bu münasebetle irticâlen söylediği meşhur kasidesinde, ”قرّبا مربط النعامة منّي“ (Getirin bana atımı) cümlesini elliden fazla yerde tekrar eder, intikam kararlılığı ifadesi olarak atının kuyruğunu ve alın saçlarını keser ve bu olay kadim Araplar arasında âdet haline gelir. Söz konusu savaşların sonuncusu olan Yevmü Kızza’da Cessâs öldürülür (534). Uzayan savaşlardan bıkan Mühelhil, Necid yöresindeki savaş bölgesinden uzaklaşarak kabileler arasında dolaşır, Yemen’de Mezhic’in kolu Benî Cenb kabilesine konuk olur, kabile mensupları kızı Meyye’ye talip olunca vermek istememesine rağmen zorlamaları üzerine basit bir mehir karşılığında vermek zorunda kalır ve bu yüzden kabilesi tarafından yerilir (Yâkūt, I, 77).

Mühelhil daha sonra Arap yarımadasının ortalarındaki Yemâme taraflarına göç eder. Çölde insanlardan uzakta aklını yitirmiş bir halde iken veya Besûs savaşlarının sonunda öldürdüğü Büceyr’in babası Hâris b. Ubâd el-Bekrî tarafından ikinci defa esir edilişinde hicretten 90-100 yıl kadar önce milâdî 525, 530 veya 531 yılında öldürülür. Bir anekdota göre ise Mühelhil iki köle tarafından katledilmiştir: Kardeşi Küleyb’in Yemâme’de bulunan kızı Süleymâ ile (yahut Yemâme) oğlu Hicris’e iki köle gelerek amcaları Mühelhil’in şu beyti okuduğunu söyler: ”من مبلغ الحيّين أنّ مهلهلا / أضْحى قتيلا في الفلاة مجندلا“ (Kim haber verecek iki oymağa, Mühelhil’in kuşlukta öldürüldüğünü, çölde yere yıkılmış halde bulunduğunu). Süleymâ amcasının böyle eksik söz söylemeyeceğini, bununla bir haber vermek istediğini ve beytin devamının şu şekilde olması gerektiğini ifade eder: ”للّه درّكما ودرّ أبيكما / لا يبرح العبد أن حتّى يقتلا“ (Allah sizlerin ve babanızın hayrını versin! Bu iki köleyi bırakmayın, hemen öldürün). Savaştan önce Cessâs tarafından ağır yaralanan Küleyb, Mühelhil’e intikamını alması için kendisine hak dinin ilkelerini içeren on beyit söyler: Kendisinden başkasına tapılmayan arşın ilâhına istiğfar ettiğini, mülkün sahibi, yeri yayan ve semayı yükseltenin Allah olduğunu, zalimlere karşı “Allahüekber” dediğini belirtir; Cessâs’ın kendisini kalleşçe yaraladığını, Mühelhil’in buna karşılık verecek gücünün bulunduğunu, intikamını almasını, barışa yanaşmamasını, barıştığı takdirde kendisini ilâha şikâyet edeceğini, sözlerine muhalefet ederse hâkimler hâkiminin huzurunda kendisiyle hesaplaşacağını ifade eder.

Günümüze az miktarda şiiri intikal eden Mühelhil birinci sınıf kadim Arap şairlerinden olup Arap şiirini ilk defa ince duygularla bezemiştir. Ebû Zeyd el-Kureşî, Cemheretü eşʿâri’l-ʿArab’ında (s. 458-461) Mühelhil’in uzun bir kasidesine “el-Müntekayât” diye adlandırdığı, itina ile ayıklanıp seçilmiş şiirler kategorisinde yer vermiştir. Şiirlerinin çoğu kardeşi Küleyb için söylediği mersiyelerden oluşur. Bu mersiyeleriyle olayı canlı tutan şair intikam hislerini ve tehditlerini tekrarlamış, Küleyb’in erdemlerini, cömertliğini, kahramanlığını, saygın bir reis olduğunu, o konuşurken herkesin sustuğunu, görüşlerine uyulduğunu, bağışlayıcı ve hilim sahibi bir kimse olduğunu ifade etmiştir. Küleyb’in katlinin yedinci yılında (502) söylediği şu dizelerde ağır hüznünü dile getirmiştir: “Ey Küleyb! Dünyada ve içindekilerde hayır yok, sen yoksan, onu terketmişsen terkedenlerle. İster ki Ümeyye barışayım, bilmez ki onlar neler yaptılar bize. Yedi yıl geçti üzerinden, gecelerim hep gam, hep hüzün. Geceler boyu sesleniyorum Küleyb’e, belki döner bize gelir diye.” Mühelhil’in yalın bir anlatımla söylediği şiirler duygu yüklü olup çağdaş bir şairi okurcasına lezzet verir, acısına okuyucusunu da ortak eden bir niteliğe sahiptir. Kardeşi için yazdığı mersiyeleriyle ünlü kadın şair Hansâ ile uyuşan Mühelhil, divanında yer alan uzunlu kısalı elli kaside-mersiye dışında gazel, savaş, işret tasvirlerini ve tehdit temalarını ele almıştır. el-Eġānî’de şarkı sözü olarak bestelenip halife saraylarında okunan birçok şiiri zikredilir (V, 52-63). Onun pek çok şiiri lafız ve mâna bakımından kelimelerin ve kadim yer adlarının açıklanmasında, eski sözlüklerle coğrafya kamuslarında kanıt (şâhid) olarak kullanılmıştır (örnek olarak şu eserlerin indeksleri incelenebilir: İbn Düreyd, Cemheretü’l-luġa; Ezherî, Tehẕîbü’l-luġa; İbn Manzûr, Lisânü’l-ʿArab; Ebû Ubeyd el-Bekrî, Muʿcemü Me’staʿcem; Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân). Mühelhil’in şiirleri ilk defa Talâl Harb tarafından Dîvânü Mühelhil b. Rebîʿa adıyla derlenip yayımlanmış (Beyrut 1993), daha sonra Antuvân Muhsin el-Kavvâl eseri Dîvân adıyla şerh ve tahkik etmiştir (bk. bibl.). Mühelhil’e dair birçok monografi kaleme alınmıştır. Bunlar arasında M. Abdülmuttalib – Abdülmu‘tî el-Mer‘î’nin Rivâyetü ḥayâti Mühelhil b. Rebîʿa ve Ḥarbü’l-Besûs (Kahire 1911), Ebü’n-Nasr Ömer’in ez-Zîr Ebû Leylâ el-Mühelhil b. Rebîʿa (Beyrut 1973), Fuâd Efrâm el-Bustânî’nin el-Mühelhil: Münteḫabât şiʿriyye maʿa nebẕe fî Ḥarbi’l-Besûs (Beyrut 1939) ve M. Abdülmün‘im Rıdvân’ın el-Mühelhil: Mesraḥiyye şiʿriyye (Cîze 1985) adlı eserleri sayılabilir.

BİBLİYOGRAFYA :

Mühelhil b. Rebîa, Dîvân (nşr. Antuvân Muhsin el-Kavvâl), Beyrut 1415/1995, neşredenin girişi, s. 7-15; Tehẕîbü’l-luġa, bk. İndeks; Lisânü’l-ʿArab, bk. İndeks; Sîbeveyhi, el-Kitâb (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1403/1983, II, 16, 63, 215, 251; III, 271; Cumahî, Fuḥûlü’ş-şuʿarâʾ, I, 39-40; İbn Kuteybe, eş-Şiʿr ve’ş-şuʿarâʾ, Kahire 1322, s. 58-59; İbn Düreyd, Cemheretü’l-luġa, Haydarâbâd 1344-51, I-IV, tür.yer.; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eġānî (nşr. Müfîd M. Kumeyha), Beyrut 1986, V, 50-63; Merzübânî, Muʿcemü’ş-şuʿarâʾ (nşr. F. Krenkow), Beyrut 1402/1982, s. 248; Ebû Zeyd el-Kureşî, Cemhere (Fâûr), s. 458-461; Bekrî, Muʿcem, IV, 1362-1363; ayrıca bk. tür.yer.; Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân (nşr. F. Wüstenfeld), Tahran 1965, I, 77; IV, 880-881; ayrıca bk. tür.yer.; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, I, 523-539; İbn Nübâte el-Mısrî, Serḥu’l-ʿuyûn (nşr. M. Ebü’l-Fazl İbrâhim), Beyrut 1419/1998, s. 92-102, 152-154, 408-409; Süyûtî, Şerḥu şevâhidi’l-Muġnî, Kahire 1322, s. 224-225; Abdülkādir el-Bağdâdî, Ḫizânetü’l-edeb (Bulak), I, 300-304; Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, Bulûġu’l-ereb (nşr. M. Behcet el-Eserî), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), II, 149-157; Tâhâ Hüseyin, Fi’l-Edebi’l-Câhilî, Kahire 1927, s. 266-275; Hasan es-Sendûbî, Aḫbârü’l-Merâḳısa, Kahire 1959, s. 231-303; L. Şeyho, Şuʿarâʾü’n-Naṣrâniyye, Beyrut 1980, I, 151-158; Blachère, Târîḫu’l-edeb, s. 282-283; Ömer Ferruh, Târîḫu’l-edeb, I, 110-111; Ziriklî, el-Aʿlâm (Fethullah), IV, 220.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2019 yılında Ankara’da basılan (gözden geçirilmiş 3. basım) EK-2. cildinde, 333-335 numaralı sayfalarda yer almıştır.