MÜMÂSELET

İki varlığın birbirine benzemesi anlamında terim.

Müellif:

Sözlükte “benzemek; benzetmek” mânalarındaki müsûl kökünden türeyen mümâselet terim olarak “aynı türe dahil bulunan ve mahiyetleri ortak olan iki varlığın bütün yönleriyle birbirine benzemesi” demektir. Mümâselet yaratılmışlara özgü bir nitelik olup zâtında ve sıfatlarında ortağı ve benzeri bulunmayan Allah için söz konusu değildir.

Kur’ân-ı Kerîm’de mümâselet kelimesi geçmemekle birlikte yaratıklarla Allah’ın zâtı arasında benzerliğin imkânsızlığı “misl” kelimesiyle ifade edilmiş (eş-Şûrâ 42/11), ayrıca yaratma (halk) sıfatında da benzerinin bulunmadığı “teşâbüh” kavramı kullanılarak belirtilmiştir (er-Ra‘d 13/16). Kur’an’da çok yerde tekrar edilen vâhid, ayrıca İhlâs sûresinde yer alan ahad ve küfüv kelimeleriyle Allah ile yaratıklar arasında hiçbir yönden benzerliğin bulunmadığı bildirilmiş, bunun yanında şerik (ortak) ve nid (rakip anlamında benzer) kelimeleriyle benzerlik reddedilmiştir.

Kelâm literatüründe mümâselet yerine bazan eş anlamlısı olan “müşâbehet” kavramı kullanılmış ve her ikisine “Allah’ın yaratıklara, yaratıkların da Allah’a benzemesi” anlamı verilmiştir (Şehristânî, s. 128). Bu kavramların ortaya çıkışı ilâhî sıfatlar meselesiyle yakından ilgilidir. Allah ile yaratıkları arasında benzerliğe yol açacağı endişesiyle O’na âlim, kādir, şey, mevcud gibi isim ve sıfatların nisbet edilemeyeceğini ileri süren ve tenzihte aşırı giden gruplara karşı kelâmcıların ilâhî sıfatları ispat etmeleri sonucunda mümâselet kavramı ortaya çıkmıştır (Seyfeddin el-Âmidî, s. 197; Teftâzânî, II, 68). Ayrıca teşbih görüşünü reddetmek için de bu kavramın kullanıldığı kabul edilir (Nûreddin es-Sâbûnî, s. 31-32). Ebü’l-Muîn en-Nesefî, “Allah vardır fakat diğer varlıklar gibi değil, Allah diridir fakat diğer diriler gibi değil” sözleriyle bir sıfatın Allah’a nisbet edilmesiyle yaratıklara nisbet edilmesi arasında fark bulunduğu gerçeğine ilk defa Ebû Hanîfe’nin dikkat çektiğini nakleder (Tebṣıratü’l-edille, I, 149). Mâtürîdî, mümâselet kavramını kullanmamakla birlikte Allah’a isim ve sıfat atfetmenin yaratıklara benzemesini gerektirmediğini belirtmiştir. Ona göre Allah’a isim ve sıfat nisbet etmek zorunludur, zira O’nun hakkında isimleri ve sıfatları dışında bir yolla bilgi sahibi olmak mümkün değildir (Kitâbü’t-Tevḥîd, s. 45-46). Fahreddin er-Râzî, Kur’an’da benzerliğin ilâhî sıfatlar bakımından değil zat yönünden nefyedildiğini belirterek Allah’a nisbet edilen sıfat adlarından bazılarının insana atfedilmesinin iki varlık alanı arasında herhangi bir benzerliği gerektirmeyeceğini vurgulamıştır (Mefâtîḥu’l-ġayb, XXVII, 150).

Kelâm literatüründe bu husustaki tartışmaların merkezinde mümâseletin tanımı ve iki varlık arasında benzerliğin ne şekilde gerçekleşeceği meselesi yer alır. Konuyla ilgili olarak ortaya çıkan farklı görüşler şöylece özetlenebilir: 1. Biri diğerinin yerine geçebilen ve aynı fonksiyonu icra eden iki varlık birbirinin benzeridir. Eş‘ariyye’ye mensup âlimler bu görüştedir. Bu telakkiyi isabetsiz bulan âlimlere göre ise iki varlığın birbirine benzemesi için hiçbir yönden aralarında farklılığın bulunmaması gerekir; meselâ siyah ve beyaz örneğinde olduğu gibi birbirinin yerine geçebildiği halde aralarında bir yönden farklılık bulunan iki varlık benzer olamaz. 2. En özel niteliklerde ortak olan iki varlık benzerdir. Mu‘tezile kelâmcılarının çoğunluğu bu görüştedir. Ebû Hâşim el-Cübbâî bunu zâtî sıfatlarda ortak olmak şeklinde ifade etmiştir. 3. İki varlık arasında benzerlik sübûtî sıfatlarda ortaklıkla gerçekleşir. Bu sebeple Allah’a sübûtî değil ancak selbî sıfatlar nisbet edilebilir. Meselâ, “Allah vardır” değil, “Allah yok değildir” denmelidir. Bâtıniyye bu görüştedir. Bu telakki varlıkla yokluk arasında üçüncü bir kategorinin mevcut olmasını gerektirdiği için kelâmcılarca reddedilmiştir. 4. İki varlık arasındaki benzerlik isimler, kavramlar, ifade ve anlatımlarla değil zat ve sıfatları bakımından aynı mahiyete sahip olmakla gerçekleşir. Meselâ, “İnsan vardır ve âlimdir”, “Allah da vardır ve âlimdir” önermelerinden yola çıkarak Allah ile insan arasında benzerliğin bulunduğu ileri sürülemez. Zira insan yaratılması sonucu var olan bir varlıktır. Allah ise yaratıcıya muhtaç olmayan bir varlıktır; insan öğrenerek ve bilgi üreterek bilen bir varlıktır, Allah ise öğrenmeye ve bilgi üretmeye ihtiyaç duymadan zâtı gereği bilen varlıktır. Buna göre var olmak ve bilmekle nitelenmek insanın Allah’a benzemesini gerektirmez. Mümâselet bir cins ismi olup dört türü içine alır. Bunlar müşâbehet, mudâhât, müşâkelet ve müsâvâttır. Müşâbehet, iki “zat”ın renk vb. arazları kabul etmesi gibi keyfiyetin bir şeklini gösteren benzerliğe dairdir. Mudâhât iki kardeşin aynı babaya nisbet edilmesi gibi nisbet veya izâfet yönünden benzerlikle ilgilidir. Müşâkelet elbisenin pamuk veya keten olması gibi iki cevherin öz yönünden benzerliğine dairdir. Müsâvât ise iki şeyin miktar ve hacim yönünden benzer olmasıyla alâkalıdır. Mümâselet bu türlerin hepsini içine alır ve her bir tür hakkında kullanılabilir. Allah’ın bir benzeri ve dengi yoktur; çünkü cevher ve arazlardan oluşan maddî ve yaratılmış varlıklar türünden değildir. Mâtürîdiyye’ye mensup kelâmcılar bu görüştedir (Nesefî, I, 142-155).

Sonuç olarak âlimler mümâselete “iki varlığın aynı mahiyeti taşıması ve mahiyeti oluşturan unsurlarda ortak olması” anlamını vermişler, bu anlayıştan hareketle yaratıkların Allah’a, Allah’ın da yaratıklara benzemesinin imkânsız bulunduğunu kanıtlamaya çalışmışlardır. Zira Allah’tan başka her şey mevcudiyetini türüne ait temel unsurlara sahip olmakla kazandığı ve benzeşme bununla teşekkül ettiği halde zât-ı ilâhiyye için tür ve mahiyet söz konusu değildir. Bu sebeple mümâselet Allah hakkında muhal olan ve ondan nefyedilmesi gereken bir kavramdır.

BİBLİYOGRAFYA
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ms̱l”, “şbh”, “şrk”, “ndd”, “kfv” md.leri; et-Taʿrîfât, “ms̱l” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 1451-1452; Eş‘arî, Maḳālât (Ritter), s. 207-214, 518-521; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevḥîd (nşr. Bekir Topaloğlu – Muhammed Aruçi), Ankara 1423/2003, s. 45-46; Kādî Abdülcebbâr, Şerḥu’l-Uṣûli’l-ḫamse, s. 217-232; Nesefî, Tebṣıratü’l-edille (Salamé), I, 142-155; Şehristânî, Nihâyetü’l-iḳdâm fî ʿilmi’l-kelâm (nşr. A. Guillaume), London 1934, s. 128-129; Nûreddin es-Sâbûnî, el-Bidâye fî uṣûli’d-dîn (nşr. Bekir Topaloğlu), Dımaşk 1399/1979, s. 31-32; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXVII, 150; a.mlf., el-Meṭâlibü’l-ʿâliye (nşr. Ahmed Hicâzî es-Sekkā), Beyrut 1407/1987, II, 23-24; Seyfeddin el-Âmidî, Ġāyetü’l-merâm (nşr. Hasan Mahmûd Abdüllatîf), Kahire 1391/1971, s. 197-198; Teftâzânî, Şerḥu’l-Maḳāṣıd, İstanbul 1305, II, 68; Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî, XXV, 19; Metin Yurdagür, Allah’ın Sıfatları, İstanbul 1984, s. 161-163.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2006 yılında İstanbul’da basılan 31. cildinde, 556-557 numaralı sayfalarda yer almıştır.