MÜNECCİME

Âlemin yıldızlar tarafından yaratılıp yönetildiğini, yıldızların konum ve hareketlerine dayanarak gaybî bilgilere sahip olduklarını ileri sürenlere verilen isim.

Müellif:

Sözlükte “ortaya çıkmak, belirmek, yıldız vb. doğmak” anlamındaki nücûm kökünden türeyen müneccim kelimesi “yıldızların tâbi olduğu seyir ve zaman birimlerini tesbite çalışan kimse” demektir; müneccime de bunun çoğul mânası taşıyan şeklidir (Lisânü’l-ʿArab, “ncm” md.). Âlemin gök cisimleri tarafından yaratılıp idare edildiğini, bu cisimlerin insanları ve olayları etkilediğini, tâbi oldukları sistemin incelenmesiyle geçmişe, hâle ve geleceğe dair bilgi elde etmenin mümkün olduğunu kabul edenler bu isimle anılmıştır. Kaynaklarda müneccime yerine ashâbü’n-nücûm, ehlü’n-nücûm tabirleri de kullanılmaktadır.

Gök cisimlerinin âlemdeki olayları etkilediği ve onları izlemek suretiyle gaybî bilgilere ulaşılabileceği inancına birçok din veya kültürde rastlanmaktadır. Başta ilkel kabileler olmak üzere eski kavimler güneşi, ayı ve yıldızları tanrı olarak tanımış, eski Türkler de “gök” ile simgelenen tanrı inancını benimsemiş, gök cisimlerini ikinci derecede kutsal saymıştır. Bâbilliler, Akadlar ve diğer Sâmî topluluklarında, Eski Mısır’da, İran’da gelişip Roma’da yayılan Mitraizm de bir güneş diniydi; Hinduizm’in mensuplarında da başta güneş olmak üzere gök cisimlerinin tanrı kabul edildiği bilinmektedir (ERE, XII, 83-85; ayrıca bk. AY; GÜNEŞ). Öte yandan Bâbil, Mezopotamya’nın en önemli astronomi ve astroloji merkezlerinden biri olmuş, özellikle Keldânîler ve Ahamenîler döneminde büyücülüğün merkezi haline gelmiştir. Helen kültürüne ait astrolojinin yıldızlara dayalı antik Keldânî ve Mısır dinleriyle Yunan astronomisinden geldiği ileri sürülmekte, Yunan astrolojisinin Budist rahipler aracılığıyla I-III. yüzyıllar arasında Hindistan’a ulaşmış olduğu tahmin edilmektedir (ER, I, 472).

Yahudi kutsal metinlerinde astrolojiden bahsedilmese de müneccimlik ve kâhinlik yerilmiş (Levililer, 19/26; Tesniye, 18/10), Daniel’in kitabında Keldânî müneccimlerinden söz edilmiştir (Daniel, 2/2, 4, 5, 10; 4/7; 5/7, 11). Bazı Rabbinik metinlerde yeryüzünün insanlar dışındaki varlıklarının gökyüzünde yıldızları olduğu ileri sürülmüştür. VIII-X. yüzyıllar arasında yahudi filozofları astrolojiyi bir ilim dalı kabul etmiş ve bu alanda Mâşâallah b. Eserî’nin Kitâbü’l-Mevâlîd’i gibi eserler yazılmıştır. Yahudi düşüncesinin önemli şahsiyetlerinden biri olan İbn Meymûn’un astrolojiye karşı olması ve onu bir ilim dalı olarak kabul etmemesine rağmen bu düşüncede astrolojiye olan ilgi devam etmiştir (EJd., III, 788-795). Hıristiyanlık’ta astrolojiye karşı çıkıldığı halde erken dönem kaynaklarında çeşitli referanslara rastlanmakta ve hıristiyan kültüründe astrolojinin belli bir yaygınlığı bulunmaktadır (New Catholic Encyclopedia, I, 988).

Câhiliye Arapları da yeryüzündeki olaylar ve insanlar üzerinde gök cisimlerinin etkili olduğuna inanıyor, ay ve güneş tutulmasını önemli kişilerin doğum veya ölümüne işaret sayıyor (Buhârî, “Küsûf”, 13), yıldız kaymalarını da bu yönde yorumluyordu. Öte yandan Araplar, müneccimlerin sadece gök cisimlerinin hareketlerine vâkıf olmakla kalmayıp yağmur yağdırma, rüzgâr estirme gibi hadiselere hükmettiklerine de inanıyorlardı (Cevâd Ali, VI, 804-805).

Erken dönem kelâm kaynaklarında müneccime âlemin yaratılışı, idare edilişi ve cisimlerin yapısal özellikleri gibi konularda tabiatçı görüşleriyle belirginleşen bir inanç grubu olarak ele alınmıştır. Mâtürîdî’ye göre bu telakkiyi benimseyenler yıldızların ve cisimlerin kadim olduğunu, araz konumunda bulunan hareketlerin ise hâdis niteliği taşıyıp sonsuza kadar devam ettiğini, tabiatın işleyişinin yıldızlarla feleklerin birleşip ayrılmasının etkisiyle zorunlu bir şekilde sürdüğünü ileri sürmüşlerdir. Onlar âlemin dirlik ve düzeninin yıldızların etkisine bağlı bulunduğunu kabul eder. Âlem yıldızların hareketine bağlı olarak şekil almakta, aralarındaki uyum veya uyumsuzluk âlemin mutluluk ya da mutsuzluğu sonucunu doğurmaktadır (Kitâbü’t-Tevḥîd, s. 219).

Mâtürîdî, müneccimenin cisimlerin ezeliyeti şeklindeki telakkilerini ispat edecek hiçbir naklî delillerinin bulunmadığını belirtir, çeşitli aklî ve ilmî deliller göstererek onların iddialarını çürütür (a.g.e., s. 220-222). Bâkıllânî müneccimenin yedi burçta bulunan yedi gezegenin âlemin yaratıcı, şekillendirici ve yöneticisi olduğu iddiasına evrendeki diğer cisimler gibi yıldızlar için de sınırlı, sonlu ve birleşik olmak, hareket ve sükûn halinde bulunmak ve bir halden diğerine intikal etmek gibi özelliklerin olduğu biçimindeki teziyle karşı çıkmıştır (et-Temhîd, s. 61-63). Bâkıllânî, âlemdeki olayların belli yıldızların belli burçlarda bulunuşunun sonucu meydana geldiği iddiasını bunun başka cisimler için de geçerli olabileceği gerekçesiyle reddeder. Yıldızlarla âlemdeki fiiller arasında karşılıklı etkileşim (tevlid-tevellüd) yoluyla bir alâka kurulması ihtimaline de zaten cisim olan yıldızların burçlarda bulunmaları dolayısıyla herhangi bir fiil ve buna bağlı olarak tevellüdün söz konusu olamayacağını belirterek karşı çıkar (a.g.e., s. 65-66). Ebü’l-Muîn en-Nesefî, tabiatçıların çoğunun doğrudan doğruya maddeden düzenli fiillerin zuhur ettiği şeklindeki iddialarını müneccimenin yıldızlar için ileri sürdüğünü belirtmekle yetinir (Tebṣıratü’l-edille, I, 229). Nûreddin es-Sâbûnî de müneccimenin yıldızların farklı burçlara ve hallere intikal ettiği ve ay tutulması gibi değişikliklere mâruz kaldığı biçimindeki anlayışlarına karşı bütün bu özelliklerin Allah’ın emir ve hâkimiyeti altında bulunduğunun alâmetini teşkil ettiğini belirtir (el-Bidâye, s. 23).

Erken dönem kaynaklarında müstakil bir grup şeklinde ele alınan müneccime özellikle “el-milel ve’n-nihal” türü bazı eserlerde Sâbiîler veya onların bir alt koluyla özdeşleştirilmiştir. Bunun sebebi, Halife Me’mûn döneminde Harran’da yaşayan müneccime gruplarının cizye ehli statüsüne girip İslâm ülkesinde yaşayabilmeleri için Sâbiî adını benimsemiş olmalarıdır. Bu dönemden sonra yıldızlara tapan Harrânîler’le Sâbiîler birbirine karıştırılmıştır. Nitekim Abdülkāhir el-Bağdâdî, Sâbiîler’in âlemde meydana gelen hadiselerin gök cisimleri ve hareketleriyle alâkalı bulunduğuna inandıklarını ifade etmiştir (Uṣûlü’d-dîn, s. 320-321). İbn Hazm, Sâbiîliği yıldızlara ve putlara tapınmakla özdeşleştirmesinin yanı sıra bütün putperestlerin de Sâbiî olduğunu söyler (el-Faṣl, I, 35; IV, 7). Şehristânî, Sâbiîler’in yıldızlara tapanlarına “ashâbü’l-heyâkil”, bunların ruhanî varlıkları temsil ettiğine inandıkları putlara tapanlarına da “ashâbü’l-eşhâs” denildiğini belirtir (el-Milel, s. 5, 6-48, 49-54).

Yıldızların insanları ve olayları etkilediği inancına dayalı olarak onların konum ve hareketlerinin izlenmesiyle gaybî bilgiler elde etmenin mümkün olduğu anlayışı tevhid inancına aykırı düşmektedir. Nitekim Kur’an’da ve hadislerde gaybı sadece Allah’ın ve muttali kıldığı kadarıyla bazı peygamberlerin bilebilecekleri açıkça ifade edilmektedir. Kur’an gaybı bilme özelliğini Allah’a ait bir kemal sıfatı olarak göstermekte, bu niteliğin diğer yaratıklardan birine atfedilmesini tevhide aykırı bulmakta, fal, kehânet vb. yollarla gaybı bilme iddialarını reddetmektedir.

Kur’an’da Allah’ın emirlerine boyun eğen güneş, ay ve yıldızların seyirleri ve aydınlıklarıyla birer yol gösterici oldukları ifade edilmiş, burçlardan “göğün işaretleri” (yolculara yol gösteren yıldızlar) şeklinde söz edilmiştir. Bazı âlimlerce yıldızlardan bahsettiği ileri sürülen, “İş düzenleyenlere andolsun” (en-Nâziât 79/5) ve “İşi ayıranlara andolsun” (ez-Zâriyât 51/4) meâlindeki âyetlerde Mâtürîdî, “iş düzenleyenler”le (müdebbirât) yaratılmışların işleri ve rızıklarıyla görevlendirilmiş meleklerin murat edildiğini belirttikten sonra burada yıldızların kastedildiğini ileri sürenlerin de bulunduğunu, o takdirde âyetlerde onların Allah tarafından yaratılış gayelerine göre hareket etmelerinin anlatıldığını kaydetmiş (Teʾvîlâtü Ehli’s-sünne, V, 373), yine “işi ayıranlar”dan (mukassimât) kastın da melekler olduğunu söylemiştir (a.g.e., IV, 573; ayrıca bk. İLM-i AHKÂM-ı NÜCÛM).

BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “ncm” md.; Buhârî, “Tevḥîd”, 4, “Küsûf”, 13, “İstisḳāʾ”, 29; Müslim, “Îmân”, 77; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevḥîd (nşr. Bekir Topaloğlu – Muhammed Aruçi), Ankara 1423/2003, s. 219-222; a.mlf., Teʾvîlâtü Ehli’s-sünne (nşr. Fâtıma Yûsuf el-Hıyemî), Beyrut 1425/2004, IV, 573; V, 373; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Flügel), s. 320-321; Abdülkāhir el-Bağdâdî, Uṣûlü’d-dîn, İstanbul 1346, s. 320-321; Bâkıllânî, et-Temhîd (Ebû Rîde), s. 61-63, 65-66; İbn Hazm, el-Faṣl, I, 35; IV, 7; Nesefî, Tebṣıratü’l-edille (Salamé), I, 229; Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), II, 5-54; Nûreddin es-Sâbûnî, el-Bidâye fî uṣûli’d-dîn (nşr. Bekir Topaloğlu), Dımaşk 1399/1979, s. 23; İbn Haldûn, Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1983, II, 1255-1260; Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, VI, 804-805; Şinasi Gündüz, “Kur’an’daki Sabiîlerin Kimliği Üzerine Bir Tahlil ve Değerlendirme”, Türkiye 1. Dinler Tarihi Araştırmaları Sempozyumu (24-25 Eylül 1992), Samsun 1992, s. 43-81; İlyas Çelebi, İslâm İnancında Gayb Problemi, İstanbul 1996, s. 53-56; H. S. Long, “Astrology”, New Catholic Encyclopedia, Washington 1967, I, 988; A. Altmann, “Astrology”, EJd., III, 788-795; T. Fu, “Sun, Moon and Stars (Chinese)”, ERE, XII, 77; A. S. Geden, “Sun, Moon and Stars (Hindu)”, a.e., XII, 83-85; I. P. Culianu, “Astrology”, , I, 472.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2006 yılında İstanbul’da basılan 32. cildinde, 6-7 numaralı sayfalarda yer almıştır.