MUSÂHİB

Osmanlı sarayında padişahın yanında bulunan ve bir nevi danışmanlık yapan görevli.

Müellif:

Sohbet kökünün “mufâale” kalıbından türeyen musâhib kelimesi “sohbet ehli kimse, arkadaş, dost” anlamına gelir. Osmanlı saray teşkilâtında saraydaki görevliler içinde vezir ve beylerbeyilerinden padişaha danışmanlık yapan, kişiliği ve bilgisiyle temayüz ederek ona arkadaşlıkta bulunanlar için kullanılmıştır. Daha çok eğlence arkadaşı, şiir ve şarkı söyleyerek padişahın hoş vakit geçirmesini sağlayan nedimden farkı resmî bir özellik taşıması, devlet işlerinde, iç ve dış meselelerde görüşlerine başvurulan bir görevli olmasıdır. Bununla birlikte her iki kelimeye aynı mânayı yükleyen ifadelere de bazı kaynaklarda rastlanır. Burada temel olgu her ikisinin de padişahı özel olarak eğlendiren ve bilgilendiren kimseler olmasıdır. XVI. yüzyıl sonlarında Osmanlı tarihçisi Selânikî resmî görevli unvanı ile Celâl Bey’den musâhib şeklinde söz ederken III. Murad’ı eğlendiren, türlü maskaralıklar yapan cüce Nasuh’u nedim olarak anar (Târih, s. 42, 353). Koçi Bey de devlet işlerine karışan nedimlerden bahseder (Risâle, s. 31).

XV. yüzyıla ait ilk Osmanlı kroniklerinde ve Fâtih Kanunnâmesi’nde musâhib kelimesine rastlanmaz, ancak XVI. yüzyıl kaynaklarında bu tabir geçer. Lutfi Paşa’nın, “Mülûk nedimsiz ve musâhibsiz olmaz, ammâ … mesâlih-i halka karışmamak gerektir” ifadesi bu duruma açıklık kazandırır (Âsafnâme, s. 7). Burada onların devlet işlerine karışmaması gerektiği belirtilir. Buna göre resmî bir görevli olarak değil padişahın yakınında hoşsohbet, şahsî işlerinde ona yardımcı bir şahsın mevcut olduğu söylenebilir. Daha önce Yıldırım Bayezid’in kaynaklarda “mashara” adıyla zikredilen bir kulunun nedim veya musâhibe benzer bir konumda bulunduğu ve padişah üzerinde etkili olduğu anlaşılır (Neşrî, I, 337). Yavuz Sultan Selim’in yakın adamı ve Hoca Sâdeddin Efendi’nin babası Hasan Can Çelebi’nin de böyle bir hizmet gördüğü bilinmektedir.

Bu durum, anlam ve görev itibariyle nedim ve musâhib arasındaki ince çizginin henüz tam olarak birbirinden ayırt edilmemiş olduğuna işaret eder. Ancak XVI. yüzyılda aradaki fark giderek belirginleşmiş olmalıdır (ayrıca bk. NEDİM). Nitekim bu yüzyılın sonlarında Âlî Mustafa Efendi padişahların maiyetinde emsali az bulunur, dili fasih ve edip bir musâhibin bulunmasının gereğine işaret ederek bu kişinin evliya ve enbiya tarihini, hükümdarlar sohbetini bilen, devlete ve saltanata zarar veren hususları açık dille ve güzel misallerle padişaha anlatan, ilmî sohbetlere önem veren, hak ve hukuka riayetkâr, kimseye kini, garazı olmayan, kerem sahibi, hareketleri ölçülü, makam hırsına kapılmayıp mazlumları koruma, zalimlere haddini bildirme hususunda padişaha sağlıklı bilgiler veren bir kimse olması gerektiğini belirtir (Nushatü’s-selâtîn, I, 127). Bu ifadeler, musâhibliğin resmî bir nitelik kazandığını ortaya koyduğu gibi hangi alanlara yönelik bir görev haline geldiğini de gösterir.

Osmanlı sarayında özellikle III. Murad dönemiyle birlikte padişahların meşrep, şahsiyet ve seviyelerine göre değişik rütbe ve işlevlerde musâhiblerin çoğaldığı dikkati çeker. Bu dönemden itibaren musâhib kadınların da ortaya çıktığı bilinmektedir. XVI. yüzyılda Râziye ve Canfedâ, XVII. yüzyılda Şekerpâre kaynaklarda adları geçen musâhib kadınlardır (Naîmâ, IV, 276-278). XVII. yüzyılda ağalar ve saraylı kadınlar nüfuzunun arttığı dönemde musâhiblerin sayısı ve gücü çoğalmıştır.

Musâhiblik özel bir görev olmakla birlikte idarî ve ilmî görevlilerden seçilen musâhibler çeşitli sorumluluklar üstlenirdi. Nitekim III. Murad’ın musâhibi Mehmed Paşa 996’da (1588) sikke ıslahıyla görevlendirilmiş, fakat daha fiilen işe başlamadan kapıkulu süvarilerinin isyanı yüzünden Defterdar Mahmud Paşa ile birlikte öldürülmüştür.

Sarayda cüce, dilsiz ve siyah hadım ağalarından seçilmiş musâhibler de vardı. Bu tür musâhiblerin sayısı III. Murad zamanında olduğu gibi bazan artmıştır. Musâhiblerin görüş ve tavsiyeleri padişahlar üzerinde çok defa etkili olurdu. Zaman zaman siyasî meselelere karışır, idarecileri zor durumda bırakırlardı. III. Murad döneminde musâhib cücelerin ve kadın musâhiblerin bazı menfaatler karşılığında özellikle tayinlerde aracı olmaları dönemin tarihçilerince ağır şekilde eleştirilmiştir.

Padişahlar musâhiblerini kendileri seçer, istedikleri zaman da bu hizmetten affederlerdi. III. Murad’ın musâhiblerinden Şemsî Ahmed Paşa ile Beylerbeyi Mehmed Paşa; IV. Murad’ın musâhibleri Silâhdar Mustafa Paşa, Emîrgûne oğlu Yûsuf, Deli Hüseyin Paşa ve IV. Mehmed’in veziri ve damadı Musâhib Mustafa Paşa tanınmış şahsiyetlerdir. Özellikle Musâhib Mustafa Paşa, IV. Mehmed’in dostluğunu ve güvenini kazanarak uzun süre idarî ve siyasî olaylarda etkili olmuştur. IV. Mehmed dönemi tarihçisi Abdurrahman Abdi Paşa onun faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgi verir. Mustafa Paşa’nın IV. Mehmed’e iki mükemmel küheylânı pîşkeş olarak sunduğunu, padişahın çeşitli kimselere yaptığı hil‘at-i fâhire, samur kürk gibi ihsanları onun vasıtasıyla gönderdiğini, 28 Muharrem 1077’de (31 Temmuz 1666) musâhib iken kendisine vezirlik rütbesinin tevcih edildiğini yazar (Abdurrahman Abdi Paşa Vekāyi‘nâmesi, s. 168, 170, 185, 212). Ayrıca Müneccimbaşı Ahmed Dede’nin uzun süre IV. Mehmed’in musâhibliğini yaptığı bilinmektedir. Bestekâr Vardakosta Ahmed Ağa, Hacı Sâdullah Ağa, Hacı İzzet Şâkir Ağa III. Selim’in, Hamâmîzâde İsmâil Dede Efendi II. Mahmud’un musâhibleri idiler. Bu makam 1834’te lağvedilip musâhiblerden Abdi ve Said beylere kapıcıbaşılık verilmiştir (Lutfî, IV, 161).

BİBLİYOGRAFYA
Neşrî, Cihannümâ (Unat), I, 337; Lutfi Paşa, Âsafnâme (haz. Mübahat Kütükoğlu, Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan içinde), İstanbul 1991, s. 7; Âlî Mustafa Efendi, Nushatü’s-selâtîn: Muṣṭafā ʿĀlī’s Counsel for Sultans of 1581 (nşr. ve trc. A. Tietze), Wien 1982, I, 127-135; Selânikî, Târih (İpşirli), s. 42, 353; Koçi Bey, Risâle, İstanbul 1303, s. 31; Topçular Kâtibi Abdülkadir (Kadrî) Efendi Târihi (haz. Ziya Yılmazer), Ankara 2003, s. 242, 614, 734, 1023; Abdurrahman Abdi Paşa Vekāyi‘nâmesi (haz. Fahri Çetin Derin, doktora tezi, 1993), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 168-171, 185, 187, 191, 195, 212, 312; Naîmâ, Târih, IV, 276-278; Lutfî, Târih, IV, 161; Safiye Ünüvar, Saray Hatıralarım, İstanbul 1964, tür.yer.; Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, s. 75; a.mlf., Kapukulu Ocakları, I, 468; a.mlf., Merkez-Bahriye, s. 191, 199.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2006 yılında İstanbul’da basılan 31. cildinde, 230-231 numaralı sayfalarda yer almıştır.