MUSLİHUDDİN MUSTAFA

(ö. 896/1491)

Zeyniyye tarikatının Vefâiyye kolunun kurucusu, Şeyh Vefâ diye tanınan mutasavvıf, âlim ve şair.

Müellif:

Konya’da doğdu. Lâmiî Çelebi, onun bir kitabın kapağına künyesini Mustafa b. Ahmed es-Sadrî el-Konevî el-Med‘uv bi-Vefâ şeklinde kaydettiğini ve kendisinin bu kitabı gördüğünü söyler (Nefehât Tercümesi, s. 559). Bazı müelliflerin babası olarak kaydettikleri Hacı Yahyâ (Safâyî, vr. 10b) onun dedesidir. Vefâ, İbnülvefâ, İbn Vefâ, Vefâzâde, Ebü’l-Vefâ gibi lakaplarla anılır. Ancak şiirlerinde mahlas olarak kullandığı “Vefâ” diğerlerinden daha çok yaygınlık kazanmıştır. İbn Vefâ lakabını annesinin adı olan Vefâ’dan almıştır (Mecdî, s. 251). Konya Meram’da onun adına yaptırılan caminin 875 (1470-71) tarihli vakfiye sûretinde tam adından sonra “eş-şehîr bi-veled-i Vefâ” şeklindeki kaydın dedesi hakkında olduğu, Vefâzâde lakabının dedesinden geldiği ileri sürülmüştür (Konyalı, s. 553). Ebü’l-Vefâ lakabının Vefâ adında bir oğlu olduğu için mi yoksa övgü amacıyla mı söylendiği belli değildir. Bazı kayıtlardan iki oğluyla bir kızının olduğu ve kızını Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin neslinden Şeyh Âbid Çelebi ile evlendirdiği anlaşılmaktadır (Erdemir, s. 33-34).

Muslihuddin Mustafa, o dönemde Karamanoğulları’nın elinde bulunan Konya’da başladığı öğrenimini babasıyla birlikte gittiği Osmanlılar’ın başşehri Edirne’de tamamladı. Kaynaklar onun zâhir ve bâtın ilimlerine vâkıf, hatta müctehid seviyesinde olduğunu, mûsiki, astronomi alanlarında, vefk hazırlamakta mahareti bulunduğunu kaydettikleri halde tahsil dönemi ve hocaları hakkında bilgi vermez. Edirne’de Debbağlar İmamı diye tanınan Muslihuddin Halîfe’ye intisap eden Muslihuddin Mustafa, daha sonra şeyhinin işaretiyle Zeyniyye tarikatının kurucusu Zeynüddin el-Hâfî’nin ileri gelen halifelerinden Abdüllâtîf el-Kudsî’nin müridi oldu. Seyrüsülûkünü tamamlayıp Konya’ya döndü ve irşad faaliyetine başladı. Karamanoğlu İbrâhim Bey onun için Meram’da bir cami ve hankah yaptırdı; ardından kendisi ve mensupları tarafından vakıflar tesis edildi. İlgili vakfiye sûretlerinden caminin Muharrem 864’ten (Kasım 1459) önce inşa edildiği anlaşılmaktadır (Konyalı, s. 552-556).

Konya’da ne kadar kaldığı bilinmeyen Muslihuddin Mustafa’nın hacca gitmek için Antalya’dan bindiği geminin korsanlar tarafından kaçırılıp Rodos adasına götürüldüğü, kız kardeşi ve bazı arkadaşlarıyla birlikte esir edildiği, Karamanoğlu İbrâhim Bey tarafından fidyesi ödenip kurtarıldığı ve kendisinin bu olaydan sonraki bir tarihte İstanbul’a gittiği kaydedilmektedir. İbrâhim Bey’in onun için cami yaptırması ve kendisini esaretten kurtarması dikkate alınarak şeyhin İbrâhim Bey’in vefat tarihi olan 868’den (1464) sonra İstanbul’a gittiği söylenebilir (Erdoğan, s. 11-12).

Muslihuddin Mustafa, İstanbul’da Fâtih Sultan Mehmed’den büyük yardım ve destek görmüş, padişah onun için adına nisbetle Vefâ diye anılacak olan semtte bir cami ile çifte hamam yaptırmış, ayrıca içindeki binalarla birlikte caminin yakınında bulunan araziyle Çorlu kazasına bağlı Kepelim köyünü şeyhe temlik etmiştir. Camiyi II. Bayezid’in inşa ettirdiğine dair kayıt (Ayvansarâyî, I, 130) doğru değildir. Caminin yanındaki arazide şeyh tarafından derviş hücreleri, kütüphane, dervişler için evler ve imaret niteliğinde bir mutfak yaptırılmış, Fâtih Sultan Mehmed’in temlik ettiği arazileri, bu araziler üzerindeki bazı binaları ve şahsî kitaplarını Receb 890 (Temmuz 1485) tarihinde vakfetmiştir (Erünsal, sy. 1 [1997], s. 55-62). Vakfiyedeki bu bilgiler, cami ile birlikte derviş hücrelerinin de Fâtih tarafından yaptırıldığına dair kayıtların (Ramazanzâde Mehmed Çelebi, s. 153; Âlî Mustafa Efendi, vr. 85b) ve derviş hücreleri, mutfak ve kütüphanenin II. Bayezid tarafından yaptırıldığı şeklindeki görüşlerin (DBİst.A, VII, 174) doğru olmadığını göstermektedir (bk. ŞEYH VEFÂ KÜLLİYESİ; ŞEYH VEFÂ KÜTÜPHANESİ).

Sadrazam Karamânî Mehmed Paşa ve diğer devlet adamları nezdinde Muslihuddin Mustafa’nın büyük itibarı olduğu, sadrazam başta olmak üzere birçok devlet adamının kendisine vefk hazırlattığı nakledilir. Onun Fâtih Sultan Mehmed ve II. Bayezid ile hiç görüşmediğine dair kaynaklarda yer aldığı ileri sürülen bilgi (Erdoğan, s. 12-13) bir yanlış anlamadan kaynaklanmaktadır. Şeyhin sultanlarla görüşmemesi, mensup olduğu Zeyniyye tarikatının prensipleri gereği halvette bulunduğu dönemlerle sınırlıdır (Öngören, Tarihte Bir Aydın Tarikatı Zeynîler, s. 140-141). Öte yandan Fâtih’in cenaze namazını kıldırdığı ve bu cenazeye II. Bayezid’in de katıldığı bilindiğine göre (Hammer, III, 244) Sultan Bayezid ile en azından bu cenaze sırasında görüşmüş olmalıdır. Bununla birlikte şeyhin Fâtih’e nisbetle II. Bayezid ile daha mesafeli bir ilişki içinde bulunduğu söylenebilir. Karamânî Mehmed Paşa’nın kabir taşını Muslihuddin Mustafa’nın hazırladığı belirtilmektedir. Muslihuddin Mustafa ile sadrazam arasındaki bu yakın ilişkiden dolayı II. Bayezid döneminde Muslihuddin Mustafa’nın ve Zeyniyye tarikatının Fâtih devrinde İstanbul’da elde ettiği nüfuz giderek zayıflamıştır (Öngören, Tarihte Bir Aydın Tarikatı Zeynîler, s. 142-143).

Muslihuddin Mustafa, “ilâ rahmeti rabbih” terkibinin gösterdiği 896 (1491) yılında vefat etti ve II. Bayezid’in katıldığı cenaze namazının ardından adına yaptırılan caminin hazîresine defnedildi. Daha sonra kabri üzerine türbe yaptırılmıştır. Sert görünmesine rağmen çok alçak gönüllü, hoşsohbet, nükteli ve hikmetli konuşan bir kimse olduğu belirtilen Muslihuddin Mustafa’ya birçok devlet adamı, âlim ve sanatkâr mürid olmuştur. Bunlar arasında Sinan Paşa, Molla Lutfi, Bursalı Ahmed Paşa, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi gibi ilim ve devlet adamları; Sinoplu Safâyî, Balıkesirli Zâtî, Edirneli Sabâyî, Rumelili Şem‘î, Hattat Kasım, Hattat Abdülmuttalib b. Seyyid Murtazâ gibi şair ve sanatkârlar sayılabilir. Muslihuddin Mustafa’dan sonra yerine halifesi Şeyh Ali Dede geçmiş, Vefâiyye silsilesi Dâvud Vefâî Rûmî, Abdüllatif Vefâî Rûmî gibi diğer halifeleri vasıtasıyla devam etmiştir.

Muslihuddin Mustafa’nın ölümünün ardından Zeyniyye tarikatında Vefâiyye adıyla anılan bir kol meydana gelmiştir. Bu kolda onun tertip ettiği evrâd okunmuş ve diğer zikirlerin yanı sıra yine onun ihdas ettiği Allah, vâhid, ahad, samed isimlerinin zikriyle soldan sağa dönerek icra edilen ve “Şeyh Vefâ devri” diye bilinen zikir şekli uygulanmıştır. Bu zikir tarzına karşı çıkan Şeyhülislâm Molla Gürânî ile Şeyh Vefâ arasında bazı ihtilâfların meydana geldiği rivayet edilmektedir. Ayrıca şeyhin Hanefî olduğu halde kıldırdığı namazlarda Şâfiîler gibi besmeleyi açıktan okuması ve celse-i istirâhate oturması başta Molla Gürânî olmak üzere bir grup âlimin itirazıyla karşılaşmıştır. Ancak şeyhi savunan müridi Sinan Paşa onun müctehid seviyesinde bir âlim olduğunu söyleyerek ulemâyı itirazdan vazgeçirmiştir.

Eserleri. 1. Risâle-i Manẓûmât-ı Şeyḫ Vefâ. Arapça, Farsça ve Türkçe şiirlerden meydana gelen eserde şiirler konularına göre ayrılmış ve her bölüme başlık konmuştur. Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan tek nüshasının (Fâtih, nr. 3899) kapağında ve son yaprağında bulunan II. Bayezid’in mührü eserin 918’den (1512) önce istinsah edildiğini ve padişah tarafından incelendiğini göstermektedir (Kut – Bayraktar, s. 20). 2. Makām-ı Sülûk. Manzum olarak yazılmıştır (Süleymaniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. 652). 3. Sâz-ı İrfân. Rubâîler ve diğer manzumelerden oluşan bu eserde mutrip, saz, çeng, nağme, perde, kıl, bem, zahme, zîr gibi mûsiki terimlerinden faydalanılmış ve bu terimlerle ilgili benzetmelere yer verilmiştir (Süleymaniye Ktp., İbrahim Efendi, nr. 652; Ayasofya, nr. 1851, 1853 [Sırru esrâri’l-beyân ve burcu seyri rûhi’l-insân adıyla kayıtlıdır]). 4. Melhame-i Şeyh Vefâ fi’l-küsûf ve’z-zelzele ve’l-matar ve’l-berd ve ahvâli’l-cevviyyâti’l-uhrâ. Eserde yıldız ve gezegenlerin durumlarına göre insanların davranışları da incelenmektedir (Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 3091; TSMK, Yeniler, nr. 302/1). Faysal Okan Atasoy eser üzerinde yüksek lisans tezi hazırlamıştır (2001, MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü). 5. Rûznâme. İstanbul’un enlem ve boylamına göre tertip edilmiş cetvellerden meydana gelen eserin birçok nüshası vardır (meselâ bk. Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, nr. 221; Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 3091; Bibliothèque Nationale, nr. 185, 187, 194). Kitabı Ayn Ali Efendi Şerh-i Rûznâme-i Şeyh Vefâ (İhsanoğlu v.dğr., I, 253), Derviş Tâlib Şerh-i Rûznâme-i Cedîd (a.g.e., I, 281-282), Abdülkerîm b. Mahmûd el-Vânî Keremiyye (a.g.e., I, 333) adıyla Türkçe, Tâceddin b. Hatîb Ebü’l-Gays Ḥüsnü’l-iktifâ li-ḥalli Rûznâme-i Şeyḫ Vefâ ismiyle Arapça (a.g.e., I, 53; Osmanlı Müellifleri, I, 181) olarak şerhetmiştir. Eserin Miftâh-ı Rûznâme (Erdoğan, s. 17) ve Sahîfetü’l-eyyâm (İhsanoğlu v.dğr., I, 53) isimleriyle yapılmış müellifi bilinmeyen şerhleri de vardır. Rûznâme Derviş Ali Mevlevî el-Ankaravî tarafından nazma çekilmiştir (Gölpınarlı, Katalog, III, 97). 6. Risâle fi’r-rub‘i’l-müceyyeb. Arabî ayların feleklerde devriyle ilgilidir (İhsanoğlu v.dğr., I, 53; İhsanoğlu – Rosenfeld, s. 293). 7. Yedi Yıldızın Ahkâmı (a.g.e., a.y.).

Muslihuddin Mustafa’nın sekiz rubâîsi, Cebbarzâde Mehmed Ârif tarafından Dâfiu’z-zulem li-kulûbi’l-ümem: Şerhu nutki Şeyh Vefâ adıyla şerhedilmiş olup eserin müellif nüshası Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’ndedir (Aziz Mahmud Hüdâyî, nr. 544, vr. 1b-43b).

Hoca Sâdeddin Efendi, Muslihuddin Mustafa’nın Hâşiye-i Tecrîd’e hâşiye (ta‘lik) yazdığını ve kendisinin bu eseri gördüğünü söyler (Tâcü’t-tevârîh, II, 528). Abdülbaki Gölpınarlı, “Yanayım ey şem‘-i rûşen yanayım” nakaratlı sekiz kıta murabbaın Yûnus Emre’ye yanlışlıkla atfedildiğini ve bunların Muslihuddin Mustafa’ya ait olduğunu belirtmiştir (Yunus Emre ve Tasavvuf, s. 361-362). Ancak son kıtada Sabâyî mahlasının kullanılmış olması bu kıtaların şeyhin müridlerinden Edirneli Sabâyî’ye ait olabileceğini düşündürmektedir. Sondan bir önceki kıtanın, “Cümle uşşâka Vefâ matlûptur” şeklindeki ilk mısraı da manzumenin Muslihuddin Mustafa’nın müridlerinden birine ait olduğu ihtimalini kuvvetlendirmektedir (Öngören, Tarihte Bir Aydın Tarikatı Zeynîler, s. 136).

Muslihuddin Mustafa’ya nisbet edilen iki evrâddan Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan ilkini (Yazma Bağışlar, nr. 222) Kâzım Büyükaksoy neşretmiştir (Hak Yolunun Önderleri, s. 375-385). Bu evrâdı Muslihuddin Mustafa’nın bizzat bestelediği belirtilmektedir. Ayrıca onun lâdinî mahiyette bazı mûsiki eserleri meydana getirdiği rivayet edilir (Ergun, I, 16). Diğer evrâdı dualarını; namazlarda okuduğu sûreleri ve tavsiye ettiği virdleri ihtiva eder (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 2561). Sinoplu Safâyî’nin Manzûme-i Vesâyâ-yı Şeyh Vefâ adlı eseri (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2154), muhtemelen Muslihuddin Mustafa’nın sohbetlerinden derlenen bilgilerin nazmedilmesiyle meydana gelmiştir. Burada şeyhi öven şiirler de vardır.

BİBLİYOGRAFYA
Sinan Paşa, Tazarru‘nâme (nşr. Mertol Tulum), İstanbul 1971, s. 289-295; Ahmed Paşa Divanı (nşr. A. Nihat Tarlan), Ankara 1992, s. 38, 40; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 559-562, 580-581; Safâyî, Manzûme-i Vesâyâ-yı Şeyh Vefâ, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2154, vr. 10b-11a, 18a; İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546), s. 159; Sehî, Tezkire, s. 108, 206; Taşköprizâde, eş-Şeḳāʾiḳ, s. 88, 176-177, 237-240, 268-269, 281, 286, 351, 486, 526-527, 547-548; Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 251b; Ramazanzâde Mehmed Çelebi, Târîh-i Nişancı, İstanbul 1290, s. 153, 195; Yûsuf b. Ya‘kūb, Menâkıb-ı Şerîf ve Tarîkatnâme-i Pîrân ve Meşâyih-i Tarîkat-ı Aliyye-i Halvetiyye, İstanbul 1290, s. 19-20; Latîfî, Tezkire, s. 47, 193, 210; Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 130, 196, 251-254, 433; , I, 580; II, 499-500, 527-528, 542-544, 548, 550, 582; Âlî Mustafa Efendi, Künhü’l-ahbâr, İÜ Ktp., TY, nr. 5959, vr. 85b, 167a-b, 380a, 478a; Kınalızâde, Tezkire, I, 382, 525; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 21-22, 192; Baldırzâde Mehmed, Vefeyâtnâme, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1381, vr. 109a; Mehmed b. Sa‘dî, Bursa Vefeyâtı (nşr. Kadir Atlansoy, “Edebiyat Tarihi Kaynağı Olarak Bursa Vefeyâtnâmeleri I”, Osm.Ar., XVIII [1998] içinde, s. 51-67), vr. 1b-6a; Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye, Süleymaniye Ktp., Düğümlü Baba, nr. 565, vr. 205b-206b; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 304; Abdürrezzak Efendi, Tuhfetü’l-ahbâb, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3622, vr. 184a-187a; Müstakimzâde, Tuhfe, s. 366; Devhatü’l-meşâyih, s. 15; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 130; Hammer (Atâ Bey), III, 244; Harîrîzâde, Tibyân, I, vr. 247a-b; Mehmed Tevfik [Çaylak], Kāfile-i Şuarâ, İstanbul 1290, s. 33-34; Mehmed Şükrî, Silsilenâme, Hacı Selim Ağa Ktp., Aziz Mahmud Hüdâyî, nr. 1098, s. 53; Hüseyin Vassâf, Sefîne, I, 269-270, 274; Osmanlı Müellifleri, I, 181; II, 17; Abdülkadir Erdoğan, Fâtih Mehmed Devrinde İstanbul’da Bir Türk Mütefekkiri Şeyh Vefa Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1941, tür.yer.; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Musikisi Antolojisi, İstanbul 1942, I, 16; Gölpınarlı, Katalog, III, 97; a.mlf., Yunus Emre ve Tasavvuf, İstanbul 1961, s. 361-362; Konyalı, Konya Tarihi, s. 552-556; Kâzım Büyükaksoy, Hak Yolunun Önderleri Yüce Veliler, İstanbul 1979, s. 366-385; Günay Kut – Nimet Bayraktar, Yazma Eserlerde Vakıf Mühürleri, Ankara 1984, s. 20; Ziver Tezeren, Fâtih Devrinin Kültür Âbidesi Şeyh Vefâ: Vefâ Lisesi ve Vefâlılar, İstanbul 1984, s. 15-27; Ekmeleddin İhsanoğlu v.dğr., Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi, İstanbul 1997, I, 51-54, 253, 281-282, 333, 399-400; Ekmeleddin İhsanoğlu – Boris A. Rosenfeld, Mathematicians, Astronomers and Other Scholars of Islamic Civilization and Their Works (7th-19th c.), Istanbul 2003, s. 293; Reşat Öngören, Fâtih Devrinde Belli Başlı Tarîkatlar ve Zeyniyye (yüksek lisans tezi, 1990), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 93-114; a.mlf., Osmanlılar’da Tasavvuf, İstanbul 2000, s. 186, 188, 194-197; a.mlf., Tarihte Bir Aydın Tarikatı Zeynîler, İstanbul 2003, s. 130-159; a.mlf., “Vefa Tekkesi ve Osmanlı’da Devlet-Tekke-Medrese İlişkileri”, İstanbul Şehir ve Medeniyet (haz. Şevket Kamil Akar), İstanbul 2004, s. 109-119; Avni Erdemir, Muslihu’d-din Mustafa İbn Vefâ Hayatı, Eserleri, Tesirleri ve Manzum Eserlerinin Tenkidli Metni (doktora tezi, 1999), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, tür.yer.; İsmail E. Erünsal, “Şeyh Vefâ ve Vakıfları Hakkında Yeni Bir Belge”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. 1, İstanbul 1997, s. 47-64; M. Baha Tanman, “Şeyh Vefâ Külliyesi”, DBİst.A, VII, 174-175.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2006 yılında İstanbul’da basılan 31. cildinde, 269-271 numaralı sayfalarda yer almıştır.