MUZAFFERÎLER

Güney ve Batı İran’da hüküm süren mahallî bir hânedan (1318-1393).

Müellif:

Ataları ilk İslâm fetihleri sırasında Horasan’a yerleşmiş Araplar’dan olan aile XIV. yüzyılda kısa süren hâkimiyetini Yezd, Fars, İsfahan, Kirman ve zaman zaman Azerbaycan’a kadar genişletmiştir. Muzafferîler’in önde gelenlerinden Gıyâseddin Hacı, oğulları Ebû Bekir, Muhammed ve Mansûr ile birlikte Moğol istilâsı sırasında Yezd’de ikamet ediyordu. Ebû Bekir ile Muhammed, Yezd Atabegi Alâüddevle’nin hizmetine girdiler. Ebû Bekir, Alâüddevle tarafından 300 süvariyle Hülâgû’nun ordusuna katılıp Bağdat’a gönderildi ve şehrin ele geçirilmesinden sonra Mısır sınırında Benî Hafâce’ye karşı yapılan bir saldırı sırasında öldürüldü. Bunun üzerine kardeşi Mansûr onun yerini aldı ve o da Alâüddevle’ye tâbi oldu. Ardından Yezd Atabegi Yûsuf Şah b. Alâüddevle, Mansûr’un oğlu Şerefeddin Muzaffer’i Meybüz valiliğine tayin etti. Şerefeddin Muzaffer, burada kardeşleri Mübârizüddin Muhammed ve Zeynüddin Ali’nin de yardımıyla ileride kendi adını taşıyacak olan Muzafferîler hânedanının temellerini attı. Önce Kirman tarafından Yezd’e saldıran eşkıyanın önünü keserek bölgeyi güvenli hale getiren Muzaffer, Atabeg Yûsuf Şah’ın İlhanlı Hükümdarı Argun Han’la ters düşmesi sırasında onun yanında kaldıysa da Argun öldükten sonra (690/1291) yerine geçen Gāzân Han’ın hizmetine girdi ve ordusunda emîr-i hezâre oldu. Olcaytu Han zamanında Kirmanşah-Herat ve Merv-Eberkûh arasındaki yolların güvenliğini sağlamakla görevlendirildi. 713 (1313) yılında öldüğünde aile bölgede büyük bir itibar kazanmış durumdaydı.

Hânedanın gerçek kurucusu olarak on üç yaşında iken babası Muzaffer’in yerini alan Mübârizüddin Muhammed kabul edilir. Bir süre Olcaytu’nun sarayında yaşayan Mübârizüddin onun ölümünün ardından Ebû Said Bahadır Han’ın hizmetine girdi ve İncûlular’la iş birliği yaparak Yezd Atabegi Hacı Şah’ın hâkimiyetine son verdi. Sultan Ebû Said, Yezd emirliğini Mübârizüddin’e verdi (718/1318). O da bu tarihten itibaren müstakil olarak hüküm sürmeye başladı. Ardından Sîstan halkının başlattığı isyanı bastırdı. Ebû Said Bahadır Han’ın ölümüyle (736/1336) İlhanlı hâkimiyetinin sona ermesi üzerine Mübârizüddin, Fars ve İsfahan bölgelerinde hüküm süren İncûlular’la karşı karşıya geldi. İncûlu Ebû İshak’ı önce Kirman’da kuşattı; ardından İsfahan’da yakalayarak öldürttü ve bu hânedanı ortadan kaldırdı (758/1357). Aynı yıl Kutluğhanlılar’dan bir prensesle evlenip Kirman eyaletini de kendi topraklarına kattı, böylece Irak’ın büyük bir kısmı ile Fars bölgesinin hâkimi oldu. Azerbaycan’ı da kendi hâkimiyeti altına almak amacıyla Tebriz’i istilâ etti; fakat şehri elinde tutmaya muvaffak olamadı ve bölge Celâyirli Şeyh Üveys’in eline geçti. Mübârizüddin 759’da (1358) İsfahan’a geldiğinde oğlu Şah Şücâ‘ tarafından hal‘edilerek gözlerine mil çektirildi ve önce Fars’taki Kal‘a-i Sefîd’e, taraftarlarının onu tekrar tahta çıkarmaya çalışmaları üzerine Kal‘a-i Bûm’a sürüldü. Oradaki zindanda öldü ve Meybüz’de defnedildi (765/1364).

Şah Şücâ‘ hükümdar olunca Hâce Kıvâmüddin’i vezirliğe getirdi. Şîraz’ı merkez edindi ve oğlu Zeynelâbidîn’i veliaht yaptı. Kardeşlerinden Kutbüddin Şah Mahmûd’u İsfahan’a, İmâdüddin Ahmed’i de Kirman’a vali tayin etti. İlk olarak Celâyirli Hüseyin b. Üveys’in üzerine gitmeye hazırlandıysa da Timur’un yaklaşması yüzünden bu sefer sonuçsuz kaldı; bir müddet sonra da hânedan üyeleri arasında taht mücadelesi başladı. Bu mücadeleden galip çıkan Şah Şücâ‘, Timur’un İran’a iyice yaklaşması üzerine ona itaat arzetti.

Şah Şücâ‘ın ölümünden (786/1384) sonra oğlu Zeynelâbidîn tahta oturdu. Bu sırada amcası Kirman Valisi İmâdüddin Ahmed taht iddiasıyla ortaya çıktı; ancak Muzafferî sınırlarına dayanan Timur’un karşısında anlaşmak zorunda kaldılar. Timur’un Kirman’a gelen elçisi İmâdüddin Ahmed tarafından saygıyla karşılandı (787/1385). Zeynelâbidîn ise önce Timur’a itaat etmekle birlikte daha sonra onun Irak’a girdiği ve dayısı İsfahan Valisi Muzaffer Kâşî’nin şehir ve kaleleri kendisine teslim ettiği haberini alınca Şîraz’dan Bağdat’a gitti. Bu arada amcazadesi Şah Yahyâ, Timur’u memnun etmek için elinden geleni yaptı. Ancak Timur’un memurları para toplamak amacıyla İsfahan’a geldiklerinde halk tarafından öldürülünce Timur intikam duygusuyla burada yaklaşık 200.000 kişiyi kılıçtan geçirdi ve Semerkant’ta çıkan bir isyanı bastırmak için bölgeden ayrıldı. Zeynelâbidîn, Bağdat’tan sonra gittiği Şüşter’de onun yokluğunda Şîraz’da tahta oturan Mansûr b. Şerefeddin Muzaffer tarafından tuzağa düşürülüp zindana atıldı. Zindandan kurtulan ve İsfahan’a giden Zeynelâbidîn, Şah Mansûr’a saldırdıysa da başarı kazanamadı ve İsfahan’a geri döndü. Böylece bütün Irak’a hâkim olan Şah Mansûr 793 (1391) yılında onu Horasan’a kadar takip ettirdi ve Rey’de yakalandığında gözlerine mil çektirdi. Daha sonra Şah Mansûr, Yahyâ ve İmâdüddin Ahmed ile iş birliği yaparak Timur’a karşı harekete geçti. Ancak Şîraz yakınlarında meydana gelen savaşta emîrlerinden birinin Timur tarafına geçmesiyle kuvvetlerinin büyük bir kısmını kaybetti ve yenilerek öldürüldü; onun ve bütün akrabalarının öldürülmesiyle birlikte Muzafferî hânedanının hâkimiyeti sona erdi (795/1393). Zeynelâbidîn’in bir oğlu bu katliamdan kurtulduysa da hânedanı ihya edecek bir faaliyette bulunamadı.

MUZAFFERÎLER
Muzafferîler dönemi, daha çok hânedan mensuplarının iç çekişmeleri ve kavgalarıyla geçtiğinden halkın ekonomik ve sosyal durumunda olduğu gibi ilim ve sanatta da önemli sayılabilecek ilerlemeler kaydedilememiştir. Kirman’daki Mescid-i Câmi‘ ile Mescid-i Pâminâr, Yezd’deki Mescid-i Ya‘kūbî ve Meybüz’deki Medrese-i Alâ (Muzafferiyye) bu döneme ait mimari eserlerinin başında gelir. Hâcû-yi Kirmânî Mefâtîḥu’l-ḳulûb ve Gevhernâme’sini Mübârizüddin’e ithaf etmiş, Arapça, Farsça şiirler söylediği bilinen Şah Şücâ‘ın Hâfız-ı Şîrâzî’yi divanında görevlendirmesi sebebiyle de bu ünlü İncûlu şairi ömrünün son yıllarını Muzafferî sarayında geçirmiştir. Dönemin âlimleri arasında Mevâhib-i İlâhî adlı eserin müellifi Muînüddîn-i Yezdî, Kadı Adudüddin el-Îcî ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî sayılabilir.

BİBLİYOGRAFYA
Müstevfî, Târîḫ-i Güzîde (Nevâî), s. 534-536; Abdürrezzâk es-Semerkandî, Maṭlaʿ-ı Saʿdeyn (nşr. Abdülhüseyin Nevâî), Tahran 1353 hş., s. 157-172; Hândmîr, Ḥabîbü’s-siyer, III, 272-320; Ahmed Ali Hân-i Vezîrî, Târîḫ-i Kirmân (nşr. M. İbrâhim Bâstânî-yi Pârîzî), Tahran 1370 hş., s. 479-553; Hasan Ali Sütûde, Târîḫ-i Âl-i Muẓaffer, Tahran 1347 hş., I-II; Zambaur, Manuel, s. 254; Mahmûd Kütübî, Târîḫ-i Âl-i Muẓaffer, Tahran 1364 hş.; Abbas İkbâl, Târîḫu Îrân baʿde’l-İslâm (trc. M. Alâeddin Mansûr), Kahire 1989, s. 526-544; H. R. Roemer, “The Jalayirīds, Muzaffarīds and Sarbādārs”, CHIr., VI, 1-42; İsmail Aka, Timur ve Devleti, Ankara 1991, s. 10-11, 18; C. E. Bosworth, The New Islamic Dynasties, Edinburgh 1996, s. 264-265; K. V. Zetterstéen, “Muzafferîler”, İA, VIII, 774-776; a.mlf., “Şah Şücâ’”, a.e., XI, 280-281; P. Jackson, “Muẓaffarids”, EI2 (İng.), VII, 820-822; a.mlf., “S̲h̲āh-ı S̲h̲ud̲j̲āʿ”, a.e., IX, 198-199; Seyyid Ali Âl-i Dâvûd, “Âl-i Muẓaffer”, DMBİ, II, 140-153.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2006 yılında İstanbul’da basılan 31. cildinde, 419-420 numaralı sayfalarda yer almıştır.