NİGÂRÎ

(ö. 1886)

Nakşibendî şeyhi, şair.

Müellif:

Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinde Zengezur kasabasının Cicimli köyünde dünyaya geldi. Doğum tarihi olarak 1212 (1797), 1220 (1805) ve 1230 (1815) yılları kaydedilmektedir. Bölgede Cicimli Seyyidleri diye tanınan, ocaklı ve büyük itibar sahibi olan ailesi VI. (XII.) yüzyılda Horasan’dan Karabağ’a gelip yerleşen, Hz. Hasan soyundan Seyyid Muhammed Şemseddin Akabâlî’ye ulaşır. Adı Hamza olup Mîr Paşa diye tanınan Seyyid Rükneddin Efendi’nin oğludur. Nigârî mahlasını tahsili sırasında kendisine yardım eden Nigâr adlı bir hanıma şükran borcunu eda için almıştır. Mîr Hamza, Hacı Hamza Nigârî, Seyyid Nigârî, Nigârî-i Karabâğî diye tanınır.

Altı aylık iken babası öldürülen Nigârî, çocukluğunda okuma yazmaya ilgi göstermeyerek ata binip silâhla oynamayı tercih etti. Annesinin ısrarıyla on beş yaşından sonra köyünden ayrılıp Karakaş’ta Mahmud Efendi adlı bir âlimden ders almaya başladı, ardından Şeki’ye giderek Şikest Abdullah Efendi’den ders okudu. Daha sonra Hâlid el-Bağdâdî’den hilâfet alıp bölgeye dönerek irşad faaliyetine başlayan İsmâil Şirvânî’ye intisap etti. Şikest Abdullah Efendi’nin öğrencisi iken rüyasında Hz. Ali’nin ona Sivas’a gidip İsmâil Şirvânî’ye intisap etmesini emrettiği, huzuruna çıktığında şeyhin ona, “Ne mutlu mürşidi şâh-ı velâyet olana” dediği nakledilmektedir. Onun İsmâil Şirvânî’ye ne zaman ve nerede intisap ettiği konusunda kesin bilgi bulunmamaktadır. Şeyh Şâmil’in mürşidi olduğunun anlaşılması üzerine Ruslar tarafından bir süre hapsedilen ve kurtulduktan sonra 1827’de Ahıska’ya gidip aynı yıl Anadolu’ya gelen İsmâil Şirvânî’nin dört yıl Amasya’da kaldıktan sonra Sivas’a geçtiği, dokuz yıl burada ikamet ettiği ve daha sonra Amasya’ya gittiği bilinmektedir. Bu durumda Nigârî’nin İsmâil Şirvânî’ye 1830 yılından sonraki bir tarihte intisap ettiği söylenebilir.

1839’da mürşidiyle birlikte Amasya’ya giden Nigârî bir süre Gümüşlü Saraçhane Medresesi’nde riyâzete girdi. Aynı yıl mürşidinin emriyle hacca gitti. Hac dönüşü Basra, Bağdat, Halep ve Şam’ı ziyaret edip İstanbul’a geldi. Kısa bir süre İstanbul’da kaldıktan sonra Amasya’ya döndü. 1841’de yine mürşidinin emriyle annesini ziyaret etmek, ders vermek ve irşad faaliyetinde bulunmak üzere Karabağ’a gitti. 1852 yılına kadar Karabağ’da irşad faaliyetinde bulunan Nigârî’nin şöhreti geniş bir çevreye yayıldı. Özellikle Karapapak (Terekeme) Türkleri’nden çok sayıda mürid edindi. Bu dönemde evlendi, çok sevdiği ve yirmi yaşında kaybettiği yetenekli bir şair olan oğlu Sirâceddin burada doğdu. Ardından Anadolu’ya dönen Nigârî, üç yıl Erzurum’da ikamet ettikten sonra 1855’te İstanbul’a giderek 1858 yılına kadar burada kaldı. Onun bu dönemdeki faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgi bulunmamakta, Mustafa Reşid Paşa ile görüştüğü, kendisine Fatih’teki Emîr Buhârî Tekkesi’nin şeyhliği teklif edildiği, kabul etmeyip yerine halifesi Mustafa Sabri Efendi’nin tayinini sağladığı kaydedilmektedir. Bir şiirinde Mustafa Reşid Paşa’nın adı geçmektedir.

İstanbul’dan Erzurum’a dönen Nigârî 1866’da Amasya’ya gitti, kısa bir süre sonra Merzifon’a yerleşip 1883 yılına kadar burada irşad faaliyetini sürdürdü, tefsir ve hadis dersleri verdi. Amasya ve çevresinde geniş bir mürid halkasına sahip olması, 1853 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından çoğunluğu Karapapak Türkleri’nin oluşturduğu Kuzey Kafkasyalı müridlerinin büyük topluluklar halinde Anadolu’ya göçerek Amasya’dan Muş ve Kars’a kadar geniş bir bölgeye yerleşmeleri Nigârî’nin şöhret ve nüfuzunu daha da arttırdı. Sohbetlerinde ve şiirlerinde sürekli Hz. Ali ve Ehl-i beyt muhabbetinden bahsedip Ehl-i beyt’e zulmeden Emevî ve Mervânîler’in İslâm dininin düşmanı olduğunu söylemesi bazı kimseleri rahatsız etti. Ashaba küfrettiğine, devlet ve millet aleyhine faaliyet gösterdiğine dair söylentiler etrafa yayıldı. Uğrunda can vermeye hazır çok sayıda müridiyle her an isyan edebileceği ileri sürülerek Amasya’dan çıkarılmasını talep eden bir mazbata düzenlenip Bâbıâli’ye şikâyet edilen Nigârî, Amasya mutasarrıflığından Merzifon kaymakamlığına gelen ve Samsun’a gönderilmesini isteyen emir üzerine 28 Şubat 1885’te ailesiyle birlikte Merzifon’dan ayrıldı. Birkaç gün Samsun’da kaldıktan sonra muhtemelen mensuplarından olup etkili bir kişi olduğu anlaşılan Erzurumlu İzzet Efendi’nin telgrafı üzerine İstanbul’a gitti. Mekālid-i Aşk müellifi Kâzım Paşa, Nigârî’nin sürgününün durdurulması için Bâbıâli nezdinde girişimlerde bulunduysa da bir sonuç alınamadı. Nigârî, 30 Nisan 1885’te sürgün yeri olarak belirlenen Harput’a gönderilmek üzere vapura bindirilerek Samsun’a doğru yola çıkarıldı. Amasya’ya uğrayıp kendisiyle birlikte sürgün edilen eşi, kayınbiraderi, yeğeni ve halifesi Mahmud Efendi’yi yanına aldıktan sonra Tokat, Sivas, Malatya yoluyla 30 Mayıs 1885’te Harput’a ulaştı. Bir buçuk yıl Harput’ta sürgün hayatı yaşayan Nigârî 1886 yılı Eylül ayında vefat etti. Naaşı vasiyeti gereği Harput Valisi Hasan Paşa’nın izniyle Amasya’ya getirilip defnedildi. 1894’te kabrinin bulunduğu yere bugün Âzerîler Camii olarak da bilinen Şirvanlı Camii yapılmıştır.

Dört mezhebin görüşlerini terkettiğini (Dîvân-ı Seyyid Nigârî, s. 255), Sünnî veya Şiî değil, halis müslüman olduğunu (a.g.e., s. 330) söyleyen, Nigârî bir Nakşibendî-Hâlidî şeyhi olmakla birlikte bu çizginin tamamen dışında değişik bir şahsiyettir. Bu sebeple mensupları tarafından pîr (tarikat kurucusu) olarak görülür. Onun bu özelliği şiir sahasında da kendini gösterir. Farsça ve Türkçe iki divan sahibi olup geniş hacimli Türkçe divanındaki şiirler mutasavvıf şairlerin şiirlerinden muhteva ve üslûp bakımından oldukça farklıdır. Nigârî ilâhî aşkı terennüm eden klasik bir divan şairi hüviyetiyle ortaya çıkar ve daha çok Fuzûlî’ye benzer. Mutasavvıf şairlerin sık sık kullandıkları tasavvuf terimlerine, mensup olduğu tarikatın seyrüsülûkle ilgili kavramlarına onun şiirinde hiç rastlanmaz. İlâhî aşk, Ehl-i beyt muhabbeti ve Melâmet neşvesi şahsiyetini oluşturan temel öğelerdir. “Sana Kur’an demese ben sana insan demezem” mısraıyla (a.g.e., s. 262) Hz. Peygamber’in hakikatini sanatkârane bir şekilde ifade eden ender muhakkik sûfîlerden biridir. Kutbiyyet makamında olduğunu iddia eden Nigârî’ye göre (a.g.e., s. 44) yaratılışın maksadı Allah’ı ve Ehl-i beyt’i sevmektir (a.g.e., s. 263). Nigârî zâhirinin Melâmî, bâtının kinsiz olduğunu söyler. Ona göre Melâmet şehri iki dünyaya da benzemeyen, dille anlatılmayan büyük bir âlemdir. Âşık olup Melâmîler’in elinden tutmayan kişiye zâhid bile olsa insan demek doğru değildir (a.g.e., s. 110).

İbnülemin Mahmud Kemal’in belirttiğine göre Nigârî’nin mürşidi İsmâil Şirvânî, Nigârî’nin ilâhî aşk ile mahv-ı vücud ettiğini ve mürşidinin aşk olduğunu söylemiştir (Son Asır Türk Şairleri, III, 1210). Şiirlerinde aşktan ve âşıktan sıkça söz eden Nigârî aşkta emsalsiz olduğunu, âşık olmayanın aşk zevkini bilemeyeceğini, aşk ateşinin teskin edilemeyeceğini ifade eder; aşkın bir kitabının bulunmadığını, onun dersle öğrenilemeyeceğini belirtir. Kendini ünlü aşk hikâyelerinin kahramanları Ferhad, Vâmık ve Mecnûn’dan üstün tutar. Bazı şiirlerini mûsikiyi göz önünde bulundurarak yazdığı anlaşılmaktadır.

Karabağ’ı Bağdat diyarı haline getirdiğini söyleyen Nigârî’nin Fuzûlî’nin bazı gazellerini tahmis etmesi de onun en çok etkilendiği şairin Fuzûlî olduğunu göstermektedir. Beğendiği şairlerden biri de Rûhî-yi Bağdâdî’dir. Nigârî’nin şiirlerinde övgü ile söz ettiği bir diğer şair ise çağdaşı ve kendisi gibi Azerbaycanlı olan Nebâtî’dir. Üstat kabul ettiği şairler arasında Hâfız, Hâcû-yi Kirmânî ve Sa‘dî-yi Şîrâzî de bulunmaktadır.

Nigârî’nin gazelleri, koşmaları ve kasideleri yalnız kendi müridleri arasında değil halk arasında bugün de okunmaktadır. Bu şiirler, eski Türk geleneklerinin bir devamı olarak toplu halde çeşitli meclislerde tempo tutularak söylenmektedir. Doğu Anadolu ve Kuzey Azerbaycan’da kendisine büyük saygı duyulmakta, hakkında çeşitli menkıbeler anlatılmaktadır; halen adı geçen yerlerde şöhret ve nüfuzu devam etmektedir. Başlıca halifeleri arasında Maraşlı Gazi Osman Efendi, Erzurumlu Hacı Mustafa Efendi (Şaşı Hoca), Tokatlı Hacı Zekeriyyâ Efendi, Hacı Mahmud Efendi (Postlu Hoca), Hacı Mahmud Efendi, Taşovalı Hacı Mustafa Efendi, Rizeli Hacı Tayyib Efendi, İstanbullu Ahmed Hulûsi Efendi (Yesârîzâdeler’den) sayılabilir.

Eserleri. 1. Türkçe Divan. Nigârî, şiirlerinin büyük çoğunluğunu aruz vezniyle yazmış, az sayıda şiirinde hece veznini kullanmıştır. Şiirlerinde Âzerî Türkçesi’nin özellikleri görülmektedir. Azmi Bilgin iki matbu nüshasını (İstanbul 1301; Tiflis 1326) esas alarak eseri yayımlamıştır (İstanbul 2003). Divanın bu neşrinde 644 gazel, 119 rubâî, kırk sekiz kıta, on dört terciibend, iki terkibibend, üç müstezad, her biri on beyitten meydana gelen yirmi sekiz bentlik bir “Sâkînâme”, Fuzûlî’nin gazellerine yazdığı beş tahmîs, bir mektup, 521 beyitlik mesnevi tarzı “Çaynâme” ile ölümünden sonra bulunup divanın Tiflis baskısına “Menâkıb-ı Seyyid Nigârî” başlığıyla eklenen 210 beyitlik mesnevi tarzında bir manzume bulunmaktadır. “Çaynâme”de semaver ve çaydan söz ederken tasavvufî yorumlar yapar, memleketi Karabağ’ı ve oradaki büyükleri anlatır. Divanın, biri Konya Belediyesi İzzet Koyunoğlu Kütüphanesi’nde (nr. 13705, İstanbul matbu nüshası esas alınarak istinsah edilmiştir), diğeri Millî Kütüphane’de (nr. A 5181) olmak üzere iki yazması bulunmaktadır. Eserin iki neşri daha yapılmıştır (haz. Muzaffer Akkuş, Seyyid Nigârî Divânı, Niğde, ts.; haz. Kurtuluş Altunbaş, Dîvân-ı Seyyid Nigârî: Bezbân-ı Türkî, I-II, Samsun 2004). 2. Farsça Divan. Mürettep bir divan olup (İstanbul 1329) Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Ali Nihat Tarlan, nr. 188) yazma bir nüshası bulunmaktadır. Eserin bir kısmı, Nigârî’nin yeğeninin oğlu Mustafa Fahreddin Akabâlî tarafından Türkçe’ye çevrilerek şerhedilmiştir (tek nüshası Baha Doğramacı’nın özel kütüphanesinde bulunmaktadır). 3. Nigârnâme (İstanbul 1305). Dinî-tasavvufî mahiyette bir eserdir. Şair kendi gönlünü rüyada gördüğü mânevî âlemdeki nigâra âşık eder, gönlünü mânevî meclislerde âşık ve âriflerle konuşturur. Çeşitli temsil ve tasavvurlarla ilâhî aşkı tasvir eden bu âlemde değişik tipleri münakaşa ettirir ve konuşmalara kendisi de katılır. Nigârnâme’de konular mesnevi biçiminde anlatılmış, yer yer gazeller serpiştirilmiştir. Eser tasavvufî düşüncelerin işlenmesi yönüyle Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’unu, esrarlı tasvirleri bakımından Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ını çağrıştırır. Çok az sayıda basılan eserinin kapağında Nigârî’nin adı bulunmamakta, “Bir pîr-i kâmilin eser-i âlîleridir” ibaresi yer almaktadır. İbnülemin, Nigârî’nin el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye’ye tavzihatının bulunduğunu bildirmekteyse de böyle bir eserine rastlanmamıştır.

BİBLİYOGRAFYA
Mir Hamza Nigârî, Divân-ı Seyyid Nigârî (haz. A. Azmi Bilgin), İstanbul 2003, hazırlayanın girişi, s. XI-XV; Osmanlı Müellifleri, I, 65; Feridun Bey Köçerli, Azerbaycan Edebiyatı Tarihi Materyalları, Bakü 1926, II/1, s. 199-203; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, III, 1208-1212; , s. 615-617; Karabağlı Müctehidzâde Mehmed Aka, Tezkiretü’ş-şuara: Riyâzü’l-âşikîn (haz. M. Sadi Çöğenli – Recep Toparlı), Erzurum 1992, s. 283; Yavuz Akpınar, “Hacı Mirhemze Efendi Nigarî”, Başlangıcından Günümüze Kadar Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi: Azerbaycan Türk Edebiyatı, Ankara 1993, III, 240-243; a.mlf., “Nigârî, Mir Hamza”, Azerî Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul 1994, s. 465-466; a.mlf., “Nigârî, Mir Hamza”, TDEA, VII, 58-59; M. Mete Taşlıova, Mir Hamza Nigârî’nin Nigârnâme Mesnevisi (yüksek lisans tezi, 1998), Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Mustafa Kara, “Harput’ta Karabağlı Bir Derviş Şair: Nigârî”, Dünü ve Bugünüyle Harput, Elazığ 1999, I, 179-198; Muzaffer Akkuş, “Seyyid Nigârî’nin Divanı ve Dil Hususiyetleri”, 3. Uluslar Arası Türk Dil Kurultayı 1996, Ankara 1999, s. 77-96; Pervin Bayram, “Karabağlı Seyyid Mir Hemze Nigârî’nin Hayatı ve Eserleri”, Filologiya Meseleleri, Bakı 2001, II, 156-161; Osman Fevzi Olcay, Amasya Ünlüleri (haz. Turan Börekci), Ankara 2002, s. 44-47; Mehmet Arslan, “Karabağlı Nigârî ve ‘Çaynâme’ Mesnevîsindeki Karabağ Tasviri”, Kızılırmak, sy. 4, Sivas 1992, s. 9-11 (maddenin yazımında Baha Doğramacı’nın, Seyyid Mustafa Fahreddin Akabâlî’nin Nigârî’nin hayatı ve eserlerine dair yazma halindeki Hümâ-yı Arş adlı kitabının özeti olan yayımlanmamış çalışmasından da faydalanılmıştır). 

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2007 yılında İstanbul’da basılan 33. cildinde, 85-87 numaralı sayfalarda yer almıştır.