NİNE

Müellif:

Türkçe’de babanın ve annenin annesini, büyük anneyi ifade eder. Arapça’daki karşılığı ceddedir. Torunla nine arasındaki akrabalık ilişkisi dinî ve ahlâkî görevlerin yanı sıra hukukun bazı alanlarında karşılıklı birtakım hak ve vecîbeler doğurmaktadır.

Nine kişinin “usul” (üst soy hısımları) adı verilen yakın akrabası içinde yer alır. Kur’ân-ı Kerîm’de kendileriyle evlenilmesi haram olan kadınlardan (muharremât) bahseden âyette geçen (en-Nisâ 4/23) “anne”nin hem anneyi hem baba tarafından nineleri kapsadığı konusunda görüş birliği vardır. Dolayısıyla hangi cihetten ve hangi dereceden olursa olsun nine devamlı evlenme engelinin söz konusu olduğu yakınlardandır; mahremiyet ve tesettür açısından anne hükmündedir. Süt hısımlığı sebebiyle evlenilmesi haram olan kadınlar arasında ise sütanne ve sütbaba tarafından bütün nineler, eşin sütnineleri ve süt üvey nineler yer almaktadır. Evlilikten doğan hısımlık bağı sebebiyle kişinin evlenmesi yasak olan yakınları arasında usulün eşleri de bulunmaktadır. Nitekim üvey anneyle evlenme yasağına dair âyette yer alan (en-Nisâ 4/22) “babalarınızın evlendiği kadınlar” ifadesindeki “baba” kelimesi yukarıya doğru bütün dedeleri kapsadığı için bir erkek dedesinin eşi konumundaki üvey ninesiyle evlenemez. Aynı şekilde evlenilmesi haram olan kadınlardan bahseden âyette geçen “eşlerinizin anneleri” ifadesi gereğince bir erkeğin eşinin baba ve anne tarafından nineleriyle evlenmesi haramdır. Evliliğin sona ermesi bu haramlığı kaldırmadığı gibi haramlığın sabit olması için evlilik akdinin yapılmış olması yeterli olup zifafın gerçekleşmesi şart değildir.

Nineyle ilgili diğer bir aile hukuku meselesi hısımlık nafakasının gerekli olup olmamasıdır. Fakihlerin çoğunluğuna göre usul-fürû arasındaki nafaka yükümlülüğü nineler için de söz konusu olduğundan sırası geldiğinde ve şartlar oluştuğunda nine ile torun arasında karşılıklı olarak hısımlık nafakası hükümleri uygulanır. Mâlikîler ise sadece anne baba ile çocuklar arasında nafaka yükümlülüğü ilişkisinin bulunduğu görüşündedir. Bu yaklaşımla bağlantılı olarak çoğunluk nine ile torunun birbirlerinden zekât alıp veremeyeceğini, Mâlikîler buna engel bulunmadığını ifade eder. Öte yandan annenin bulunmaması veya gerekli şartları taşımaması halinde küçüğün bakım ve terbiyesi hak ve görevi (hidâne) anneanneye geçer.

Miras konusunda nineler, annenin veya babanın annesinden sonra arada erkeğin bulunup bulunmamasına göre “sahih” ve “sahih olmayan” (fâsid) şeklinde bir ayırıma tâbi tutulur. Anneanne ve babaanne ile bunların anneleri ve anneanneleri “sahih nine” olarak isimlendirilir ve belirli pay sahibi mirasçılar (ashâbü’l-ferâiz) arasında yer alır. Ölenin annesi yoksa, ister anne ister baba tarafından olsun sahih nine mirasın altıda birini alır. Bu konudaki delil Hz. Peygamber’in uygulamasıdır (el-Muvaṭṭaʾ, “Ferâʾiż”, 4; Müsned, IV, 225; Dârimî, “Ferâʾiż”, 6; İbn Mâce, “Ferâʾiż”, 3, 4; Ebû Dâvûd, “Ferâʾiż”, 5; Tirmizî, “Ferâʾiż”, 10). Anne sağ ise nine mirasçı olamaz. Ayrıca fakihlerin çoğunluğuna göre nineyi ölene bağlayan oğlunun hayatta olması onun mirasçılığını engeller. Baba sadece kendi annesi olan ninenin mirasçılığını engellediğinden onunla birlikte bulunan anneanne mirastan altıda bir hisse alır. Ebû Hanîfe, Mâlik, Şâfiî ve Dâvûd ez-Zâhirî bu görüştedir. Hanbelî mezhebinde tercih edilen görüşle Şâfiîler’den nakledilen bir rivayete göre nine oğluyla birlikte mirasçı olur. Annenin annesiyle babanın annesinin birlikte bulunmaları örneğinde olduğu gibi aynı dereceden birden fazla ninenin bulunması durumunda altıda bir hisse aralarında eşit biçimde paylaştırılır. Aynı cihetten (anne yahut baba tarafından) farklı derecede ninelerin birlikte bulunması halinde yakın olanın uzak olanın mirasçılığını engelleyeceği hususunda görüş birliği vardır. Farklı cihetlerden ninelerin yakınlık ve uzaklık durumlarının diğerlerine etkisi hakkında ise görüş ayrılığı bulunmaktadır (bk. Mv.F, XV, 120-121).

Anneanne ve babaannenin babaanneleri, araya erkek girdiği için “sahih olmayan nine” şeklinde adlandırılıp ashâbü’l-ferâiz ve asabe dışında kalan akrabanın oluşturduğu zevi’l-erhâm grubunda ele alınır. Başlangıçta ihtilâf olmakla birlikte sonraki dönemlerde hukuk ekolleri zevi’l-erhâmın mirasçılığında prensip olarak ittifak etmiştir. Ancak zevi’l-erhâmın kendi içerisinde hangi usul ve sıra dahilinde mirasçı olacağı konusunda farklı görüşler bulunduğundan sahih olmayan ninelerin mirasçılık pay, sıra ve önceliği tercih edilen ölçüye ve ölene yakınlık derecesine göre farklılık gösterir (Aktan, s. 221-242; ayrıca bk. ZEVİ’l-ERHÂM).

Yargılama hukukunda usul-fürû arasındaki yakınlık şahitlik için engel sayıldığından nine ile torunun birbiri lehine yaptıkları şahitlik geçerli değildir. Aynı şekilde bir hâkim usul ve fürûun davasına bakamayacağı için torunun ninesiyle ilgili davaya bakması kabul edilmemiştir. Ayrıntıları hakkında bazı görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte belirli derecedeki yakınlarından birinin malını çalana hırz şartının gerçekleşmediği düşünülerek had cezası verilmemesi ve fürûundan birini öldürmesi halinde usule kısas uygulanmaması gibi hükümler de ceza hukuku kapsamında nineyi ilgilendiren özel durumlar arasında zikredilebilir (bk. HIRSIZLIK; KISAS).

BİBLİYOGRAFYA
el-Muvaṭṭaʾ, “Ferâʾiż”, 4; Müsned, IV, 225; Dârimî, “Ferâʾiż”, 6; İbn Mâce, “Ferâʾiż”, 3, 4; Ebû Dâvûd “Ferâʾiż”, 5; Tirmizî, “Ferâʾiż”, 10; Cessâs, Aḥkâmü’l-Ḳurʾân, Beyrut, ts. (Dârü’l-kitâbi’l-Arabî), II, 123 vd.; İbn Hazm, el-Muḥallâ, VIII, 305-309; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, Beyrut 1988, II, 349-351; Şevkânî, Neylü’l-evṭâr, VII, 199 vd.; Mahmud Esad Seydişehrî, Ferâidü’l-ferâiz, İstanbul 1326, s. 138, 146; Ebü’l-Yakzân Atıyye el-Cübûrî, Ḥükmü’l-mîrâs̱ fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, Bağdad 1388/1969, s. 127 vd., 201; Bilmen, Kamus2, V, 252-254; Hamza Aktan, Mukayeseli İslam Miras Hukuku, İstanbul 1991, s. 150-159, 219-242; “Cedde”, Mv.F, XV, 119-123.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2007 yılında İstanbul’da basılan 33. cildinde, 135-136 numaralı sayfalarda yer almıştır.