NÛREDDİNZÂDE

(ö. 981/1574)

Halvetî-Cemâlî şeyhi.

Müellif:

908 (1502-1503) yılında bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Filibe’nin Göpsi nahiyesine bağlı Anbarlı köyünde doğdu. Asıl adı Mustafa Muslihuddin’dir. Babası Nûreddin Ahmed Efendi’ye nisbetle Nûreddinzâde diye tanındı. Kanûnî Sultan Süleyman dönemi Anadolu kazaskerlerinden Mîrim Kösesi diye meşhur Mehmed Efendi’den ilim tahsil etti. Ardından Halvetî şeyhi Sofyalı Bâlî Efendi’ye intisap etti, seyrüsülûkünü tamamladıktan sonra Tatarpazarcığı’na şeyh olarak gönderildi. Burada açtığı tekkedeki faaliyetleriyle pek çok mürid edindi. Ancak kendisini çekemeyenler, siyasî emelleri olduğuna dair İstanbul’a asılsız haberler gönderip onu tutuklatmak istediler. Durumu öğrenen Nûreddinzâde, günümüzde Yunanistan sınırları içinde bulunan Ferecik (Fere) kasabasında faaliyet gösteren Zeyniyye şeyhi Ali b. Sinan’ın yanına giderek istişarede bulundu ve onun tavsiyesi üzerine hakkında takibat başlatılmadan İstanbul’a gitti (Atâî, s. 80).

İstanbul’da Zeyrek Camii imamına misafir olan Nûreddinzâde, bir süre sonra onunla birlikte Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi’nin cuma namazlarından sonra verdiği tefsir derslerine katılmaya başladı. Derste bir âyetin müzakeresi sırasında oldukça farklı ve güzel bir açıklama yapması şeyhülislâmın dikkatini çekti ve bu yabancıyı tanımak istedi. O da kendini “hakkında birtakım ithamlar bulunan Nûreddinzâde denilen âsi ve günahkâr kişi” diye tanıtınca şeyhülislâm durumu öğrenmiş oldu ve bir adamını sadrazama gönderip kendisini bundan haberdar etti; Nûreddinzâde hakkında söylenenlerin iftiradan ibaret olduğunu, onu âlim ve kâmil bir kişi olarak gördüğünü belirtip tezkiyede bulundu (a.g.e., s. 212-213). Nûreddinzâde İstanbul’a gitmeden önce Ferecik’te Ali b. Sinan ile görüştüğüne göre onun başşehre gelmesi Ali Efendi’nin vefat tarihi olan 970 (1562-63) yılından önce gerçekleşmiştir. Öte yandan Münîrî Belgradî, Nûreddinzâde’nin, şeyhi Sofyalı Bâlî Efendi hakkındaki dedikodular yüzünden İstanbul’a gittiğini söyler (Silsiletü’l-mukarrebîn, vr. 113a). Bu durumda onun Bâlî Efendi’nin vefat ettiği 960’tan (1553) önce şehre geldiğini kabul etmek gerekir.

Nûreddinzâde daha sonra sadrazamla görüştü. Kendisinden çok etkilenen sadrazamın teklifi üzerine memleketine gidip ailesini İstanbul’a getirdi ve Küçük Ayasofya Zâviyesi şeyhliğine tayin edildi. Vefatına kadar burada faaliyet gösteren Nûreddinzâde’nin müridlerine tasavvuf eğitiminin yanı sıra dinî bilgiler de öğrettiği, tefsir ve hadislerden nakillerde bulunduğu sohbetlerine ileri gelen âlimlerin de katıldığı belirtilmektedir. Onun meclislerine talebelik ve muîdlik yıllarında Aziz Mahmud Hüdâyî’nin de katıldığı, zikir telkin ettiği kişiler arasında başta Kanûnî Sultan Süleyman ve Sokullu Mehmed Paşa olmak üzere birçok önemli zatın da yer aldığı nakledilmektedir.

Rivayete göre Kanûnî Sultan Süleyman’ın Sigetvar seferi için karar vermesinde Nûreddinzâde’nin bir rüyası etkili olmuştur. Kanûnî, Sigetvar seferine onu da götürdü. Kalenin fethi henüz gerçekleşmeden padişahın vefat etmesi üzerine naaşının İstanbul’a getirilmesi işinde Vezir Ahmed Paşa ve Mîrâhur Ferhat Ağa ile birlikte Nûreddinzâde ve dervişleri de yer aldı (Atâî, s. 100; Solakzâde, II, 313). Öte yandan Sigetvar’da padişahın iç organlarının gömüldüğü yere yaptırılan türbe ve zâviyede Nûreddinzâde’nin halifelerinden Bosnevî Ali Dede görevlendirildi (Atâî, s. 465-466). Kanûnî’nin, her namaz sonrası virdini okuduğu 1000 taneli tesbihi vefatına yakın Şeyh Nûreddinzâde’ye iade ettiği, onun da tesbihi daha sonra Şeyh Ahmed Şernûbî’ye hediye ettiği belirtilmektedir (Harîrîzâde, II, vr. 181b-182a). Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, İstanbul Kadırga’da Mimar Sinan’a inşa ettirdiği külliyede Nûreddinzâde için bir tekke yaptırdı, ancak inşaat tamamlanmadan Nûreddinzâde ölünce buraya pîrdaşı Kurd Mehmed Efendi tayin edildi. Zilkade 981 (Mart 1574) tarihinde vefat eden Nûreddinzâde, Edirnekapı’da Hayrettepe denilen yere defnedildi. Kabir yeri Cumhuriyet döneminin başlarında aynı yerde şehidler için düzenlenen mezarlık çalışmaları sırasında kaybolmuştur. Vefatına “hayrü’l-amel” ve “vâ şeyh-i dîn” terkipleri tarih düşürülmüştür.

Nûreddinzâde yöneticilerle yakın ilişki kurması, birçok müride sahip olması ve onlara hilâfet vermede acele etmesi gibi sebeplerle dönemin bazı sûfîleri tarafından eleştirilmiştir. Özellikle pîrdaşı Sarhoş Bâlî Efendi, onun devlet adamlarının kapısına gidip gelmesini öncekilerde görülmemiş bir bid‘at diye nitelemiş, bid‘atın ise fitne vesilesi olduğunu ifade etmiştir. Nûreddinzâde bu tenkide karşı, yöneticilere nasihat ederek onların doğru yoldan ayrılmamalarını ve âdil davranmalarını sağlamanın halkı zulümden kurtarmak anlamına geldiğini, bu durumun bin müridi irşad etmekten daha faziletli kabul edildiğini söylemiştir. Öte yandan onun devlet erkânıyla yakın ilişki içinde bulunduğu halde yeme içme ve giyimde sadeliği tercih etmesi, zâviyesinde pişen yemeklerden yemesi, halk ile arasına mesafe koymayıp alçakgönüllü davranması tasavvuf prensiplerinden uzaklaşmadığının kanıtı sayılmıştır. Şeriat kurallarını uygulamadaki titizliğiyle bilinen Nûreddinzâde yetiştirdiği halifeleri irşad için gönderirken Allah ve resulünün hakkını bütün halkın hakkına tercih etmelerini tavsiye ederdi. Bu sebeple Bayramiyye şeyhlerinden Hâşimî Emîr Osman Efendi, bazı ithamlarla karşılaşınca dürüstlüğüne inandığından onu dergâhına alıp müridliğe kabul etmiş ve üzerindeki töhmetin bertaraf edilmesini sağlamıştır (Atâî, s. 463). Ancak bir başka Bayramî Melâmî kutbu Hamza Bâlî hakkında olumsuz kanaat taşıdığından onun cezalandırılması için gayret göstermiştir.

Nûreddinzâde’nin tarikat silsilesi Sofyalı Bâlî Efendi, Kāsım Çelebi, Cemâl-i Halvetî (Çelebi Halîfe), Pîr Muhammed Erzincânî vasıtasıyla Halvetiyye’nin ikinci pîri Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî’ye ulaşır. Vefatından sonra Küçük Ayasofya Zâviyesi’nin meşihatı halifelerinden Kırımlı Şeyh Tatar İbrâhim ve Tatar Îsâ Efendi tarafından sürdürülmüştür. Yine halifelerinden Bosnalı Şeyh Abdülmü’min, İstanbul Fatih’te Drağman Tekkesi’nde (Tercüman Zâviyesi), Ayasofya Camii vâizlerinden Tırhalalı Şeyh Ali Kemâlî ile Süleymaniye Camii vâizlerinden Şeyh Derviş Efendi, Pîrî Paşa Zâviyesi’nde, Kırımlı Şeyh Mehmed Varna’da, Malkaralı Şeyh Mehmed ile Tırhalalı Şeyh Câfer Tırhala’da kurulan zâviyelerde faaliyet göstermişlerdir. Küçük Ayasofya Zâviyesi’nin zâkirbaşısı Foçalı Hatîb Zâkirî Hasan Efendi, Karagümrük Kethüdâ Kadın Camii vâizi Şeyh Hasan Nefâyisî, Küçük Nûreddin olarak da tanınan Aydınlı müderris Hamza b. Turgut ve Filibeli Ebûbekir Efendi de Şeyh Nûreddinzâde’nin yanında yetişenlerdendir. Halvetiyye şeyhlerinden Lemezât müellifi Cemâleddin Hulvî’nin Nûreddinzâde’nin damadı olduğu kaydedilmektedir.

Eserleri. 1. Tefsîr. En‘âm sûresine kadar geldiği belirtilen bu Arapça tefsirin Bakara sûresi 40. âyetine kadar olan bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir (Reşid Efendi, nr. 42). Aynı kütüphanede Asr sûresi (Hasan Hüsnü Paşa, nr. 763/4, vr. 37a-43a; yanlışlıkla Nûr sûresi olarak kaydedilmiştir) ve İhlâs sûresi (Dârülmesnevî, nr. 55/4, vr. 53a-54a) tefsirleri de vardır. 2. Risâle fî mi‘râci’n-Nebî aleyhisselâm (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1448/8, vr. 68b-80b; Reşid Efendi, nr. 1117/1, vr. 1b-10a). 3. Fezâilü’l-cihâd (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 1987, vr. 1b-24b). 4. Makāle fi’l-avâlimi’l-külliyye (Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 763/7, vr. 58a-59b; Hâlet Efendi, nr. 805/8, vr. 54b-55a). Lâhût, ceberût, melekût, mülk ve nâsût âlemlerine dair Türkçe bir risâledir. Bazı kaynaklarda “Vahdet-i vücûd risâlesi” şeklinde kaydedilen eser bu olmalıdır. 5. Tercüme-i Menâzilü’s-sâirîn (Süleymaniye Ktp., Şâzelî Tekkesi, nr. 159/13, vr. 107b-120a). Herevî’ye ait eserin tercümesi olan bu risâleyi müellif Şerḥ-i Menâzil adıyla şerhetmiştir (İÜ Ktp., TY, nr. 3689). 6. Şerḥu’n-Nuṣûṣ (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1278, vr. 1b-166a). Sadreddin Konevî’nin vahdet-i vücûdun esaslarına dair en-Nuṣûṣ fî taḥḳīḳi’ṭ-ṭavri’l-maḥsûs’unun şerhidir. 7. Şerḥu’l-Vâridât (Risâle fî îżâḥi ma vaḳaʿa fi’s-sırri’lleẕî ebânehû Maḥmûd es-Simâvî) (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 2079/17, vr. 209-262). Bedreddin Simâvî’nin eserini tenkit için yazılmış bir şerhtir. Müellif burada nasların te’vili, varlık anlayışı, âhiret, melekler ve mücerret varlıklar gibi konularda Şeyh Bedreddin’i eleştirmiştir (DİA, XLII, 521). 8. Tercüme-i Fıkhü’l-Keydânî (Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 827/17, vr. 100b-103a). Lutfullah en-Nesefî el-Keydânî’nin Fıḳhü’l-Keydânî diye de bilinen Muḳaddimetü’ṣ-ṣalât adlı eserinin tercümesidir. Kaynaklarda Nûreddinzâde’ye daha başka eserler de nisbet edilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA :

Nûreddinzâde, Fukarâya Nasîhat, Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 818, vr. 58a; Hısım Ali Çelebi, el-ʿİḳdü’l-manẓûm fî ẕikri efâḍıli’r-Rûm (Taşköprizâde, eş-Şeḳāʾiḳu’n-nuʿmâniyye içinde), Beyrut 1395/1975, s. 429; Seyyid Nizamoğlu, Câmiu’l-maârif, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2335, vr. 11a; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 62, 80, 100, 151-152, 211-214, 363, 370, 463, 465-466, 470, 595-596, 599-600, 604, 654, 677, 759, 762; Münîrî Belgradî, Silsiletü’l-mukarrebîn, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2819, vr. 113a-114a; Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye, Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 281, vr. 277b-278a; Solakzâde, Târih (s.nşr. Vahid Çabuk), İstanbul 1989, II, 313; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 193-194; Harîrîzâde, Tibyân, II, vr. 181b-182a; Mehmed Şükrü, Silsilenâme-i Sûfiyye, Hacı Selim Ağa Ktp., Aziz Mahmud Hüdâyî, nr. 1098, s. 45; Osmanlı Müellifleri, I, 145, 171; Hüseyin Vassâf, Sefîne, III, 343-345; V, 52; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/1, s. 356; Reşat Öngören, Osmanlılar’da Tasavvuf, İstanbul 2012, s. 48-50, 238-239, 241, 254, 272, 299, 328-329, 337-338, 385; Hasan Kâmil Yılmaz, “Aziz Mahmud Hüdâyî”, DİA, IV, 338; Machiel Kiel, “Filibe”, a.e., XIII, 82; a.mlf. – Grigor Boykov, “Tatarpazarcığı”, a.e., XL, 171; Mustafa Uzun, “Hulvî, Cemâleddin”, a.e., XVIII, 347; Feridun Emecen, “Süleyman I”, a.e., XXXVIII, 62; Semih Ceyhan, “Vâridât”, a.e., XLII, 521.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2019 yılında Ankara’da basılan (gözden geçirilmiş 3. basım) EK-2. cildinde, 360-362 numaralı sayfalarda yer almıştır.