- 1/3Müellif: İBRAHİM GÜNERBölüme GitGüneyinde Uman denizi bulunan Pakistan güneydoğuda Hindistan, kuzeydoğuda Çin, kuzeyde Afganistan ve batıda İran ile komşudur. İdarî bakımından Belûci…
- 2/3Müellif: AZMİ ÖZCANBölüme GitII. TARİH Ülkenin 1947’den önceki tarihi genelde Hindistan ile ortaktır (bk. HİNDİSTAN). Bölgede bağımsız bir devletin kurulması XX. yüzyılın ilk yarı…
- 3/3Müellif: ABDULHAMİT BİRIŞIKBölüme GitIII. KÜLTÜR ve MEDENİYET Pakistan’da İslâm ve İslâmî Kurumlar. Pakistan’ın egemenliği altındaki topraklara ilk İslâm akınları Hulefâ-yi Râşidîn devri…
Güneyinde Uman denizi bulunan Pakistan güneydoğuda Hindistan, kuzeydoğuda Çin, kuzeyde Afganistan ve batıda İran ile komşudur. İdarî bakımından Belûcistan, Kuzeybatı Serhad, Pencap ve Sind eyaletleriyle Kabile toprakları ve Federal Başkent Bölgesi’ne ayrılır. Resmî adı Pakistan İslâm Cumhuriyeti, yüzölçümü -tartışmalı Cammû ve Keşmir bölgeleri dışında- 803.943 km2, nüfusu 165.000.000 (2007 tah.), başşehri İslâmâbâd (529.000), diğer önemli şehirleri eski başşehir olan Karaçi (10.032.000), Lahor (5.452.000), Faysalâbâd (2.009.000), Ravalpindi (1.410.000), Mültan (1.197.000) ve Haydarâbâd’dır (1.167.000).
I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA
Pakistan etrafı dağlarla çevrili çukur bir çanak içinde yer alır. Bu çanağın kuzey kenarında uzanan Hindukuş, Karakorum ve Himalayalar’da yer yer 7000 metreyi geçen birçok doruk vardır (Godwin Austen: 8611 m.). Ülkenin batı bölümünde orta yükseklikte dağlar yayılış gösterir; burada Pakistan ile Afganistan arasında ulaşımı sağlayan ünlü Hayber Geçidi bulunur. Güneybatıdaki Belûcistan bölgesi çöl ve yarı çöl özelliğinde bir plato görünümündedir. Başşehir İslâmâbâd ile Uman denizi arasındaki ovalar ülke topraklarının yaklaşık üçte ikisini kaplar. Pakistan’ın en önemli tarım ve yerleşim bölgesi olan bu düzlük alanın kuzey kesiminde İndus ve dört kolunun içinden geçtiği Pencap ovası, onun aşağısında sulama çalışmalarından önce çöl yapısı gösteren Sind ovası, daha güneyde çorak ve ıssız bir kıyıda geniş bir delta ovası yer alır. Güneydoğuda Hindistan sınırı boyunca Tar çölü uzanır.
Ülkenin doğusu coğrafya literatüründe “Pencap tipi” adı verilen yazları yağışlı muson ikliminin, batısı kışları yağışlı karasal iklimin (veya bozulmuş Akdeniz iklimi) etkisi altındadır. Güney kesimindeki alçak düzlüklerde ise tropikal iklim görülür. Pakistan genelde kurak bir ülkedir. Yıldan yıla büyük değişiklikler gösteren yağış miktarı ovalarda 150 mm. dolayındayken dağlarda 1500 milimetreye kadar çıkar. Bu iklim şartlarına bağlı olarak bitki örtüsü çok fakirdir. Toprakların yalnızca % 4,6’sını kaplayan ormanlar kuzeydeki dağların yamaçlarında yer alır. İndus nehrinin batısında ise bozkırlar uzanır. Başlıca akarsu ülkenin can damarı olan İndus’tur. Ülkeyi boydan boya geçerek Uman denizine dökülen bu nehrin üzerinde sulama ve enerji amaçlı birçok baraj kurulmuştur, ayrıca nehirden ulaşım amacıyla da faydalanılır.
2003’te dünyanın altıncı kalabalık ülkesi olan Pakistan yüksek doğum oranı (% 2,08) sebebiyle son derece genç bir nüfus yapısına sahiptir ve bu şartlar altında insan sayısının yüksek oranlarda artarak 2025 yılında 300 milyona yaklaşacağı tahmin edilmektedir. Nüfusu teşkil eden değişik etnik unsurlar içinde en kalabalık olanlar Pencâbîler’dir (% 60); onlardan sonra Sindliler (% 11), Peştular (% 9), Urduca konuşan halklar (% 6,3), Jatlar (% 6) ve Belûcîler (% 2,6) gelir. Resmî dil Urduca olmakla birlikte İngilizce de yaygın biçimde konuşulur ve ikinci resmî dil kabul edilir. Nüfusun % 97’ye yakın bölümü müslümandır; hıristiyanlar ve Hindular küçük azınlıkları oluşturur. Kilometrekareye 191 kişinin düştüğü ülkede nüfus dağılımının sulamalı tarımla yakın ilişkisi vardır; en kalabalık kesimler sulak Pencap bölgesiyle Peşâver ve Ravalpindi çevreleridir. Kuzeydeki dağlık alanlarla Belûcistan ve doğudaki çöllük alanlar ise ülkenin en seyrek nüfuslu bölgeleridir.
Pakistan genelde bir tarım ülkesidir. Tarım alanlarının büyük bir bölümünü oluşturan İndus nehrinin suladığı ovalarda daha çok çeltik, pamuk ve buğday yetiştirilir; diğer önemli tarım ürünleri tütün, şeker kamışı, turunçgiller ve hurmadır. Ekonomide tarımdan sonra hayvancılık önemli yer tutar. Ancak kişi başına düşen hayvan sayısının yüksekliğine rağmen besicilik yöntemlerinin geriliği sebebiyle süt ve et üretimi düşüktür. Hayvancılık aynı zamanda geleneksel halı, kilim dokumacılığına ve deri sanayiine temel teşkil eder. Kıyı balıkçılığı oldukça gelişmiştir. Yer altı kaynakları zengin sayılır. Petrol ve kömür madenciliğinin önemsizliğine karşılık doğal gaz üretimi son yıllarda hızlı bir gelişme göstermiştir. Büyük bölümü Belûcistan-Pencap sınır bölgesinden elde edilen doğal gaz boru hatlarıyla sanayi merkezlerine taşınır. Ülke topraklarından ayrıca büyük çapta kireç taşı, kromit, alçı ve düşük nitelikli demir cevheri çıkarılır.
Sanayi gelişme aşamasındadır ve önemli ölçüde tarım ürünlerinin işlenmesine dayanır. Bunların başında, büyük şehirlerdeki modern fabrikaların yanı sıra küçük yerleşme merkezlerindeki tezgâhlarla da yürütülen dokumacılık ve şeker üretimi gelir (özellikle Peşâver bölgesinde). Son yıllarda ara ve yatırım mallarına da yönelen sanayi tesislerinin çoğu Karaçi Limanı ile Sind ve Pencap bölgelerindeki şehirlerde toplanmıştır. Daha çok Amerika Birleşik Devletleri, Japonya, İngiltere, Almanya, Malezya ve Körfez ülkeleriyle yapılan dış ticarette en fazla pamuk, pirinç, tekstil ürünleri, halı, kilim, deri ve balık satılır; petrol, gıda ürünleri, gübre ve kimyasal maddelerle demir çelik, otomobil ve çeşitli makineler satın alınır. İhracattaki artışa rağmen dış ticaret bilançosu açık vermektedir (ihracat ithalâtın % 80 kadarını karşılar). Ancak yabancı ülkelerde çalışan işçilerin gönderdikleri dövizler bu açığın kapatılmasına katkıda bulunmaktadır.
En gelişmiş ulaşım sektörü karayollarıdır. Karaçi’den çıkan ana karayolları ve demiryolları Lahor ve Ravalpindi üzerinden Peşâver’e ulaşır. 1978’de Pakistan’ın kuzeyini Çin’e bağlayan “dostluk otoyolu” açılmıştır. Ülke içi hava ulaşımı çok gelişmiş olup en işlek havaalanları Karaçi, Lahor, Ravalpindi ve Peşâver’dedir; Karaçi aynı zamanda başlıca liman şehridir. Ülke, Ekim 2005’te kuzey bölgelerini büyük oranda tahrip eden bir deprem felâketi yaşamış, 100.000’den fazla insan ölürken 3 milyon civarında kişi evsiz kalmıştır.
BİBLİYOGRAFYA
Ahmet Ardel, Klimatoloji, İstanbul 1973, s. 355, 359.
a.mlf., “Pâkistan”, İA, IX, 499-503.
İbrahim Atalay, Kıtalar ve Ülkeler Coğrafyası, İzmir 1999, s. 179-182.
Ramazan Özey, Dünya ve Ülkeler Coğrafyası, İstanbul 2000, s. 28.
The World Almanac and Book of Facts 2004, New York 2004, s. 825.
İbrahim Güner – Mustafa Ertürk, Kıtalar ve Ülkeler Coğrafyası, Ankara 2005, s. 238-241.
Sarah Ansari, “Pākistān”, EI2 (Fr.), VIII, 246-250.
“Pakistan”, Gelişim Büyük Coğrafya Ansiklopedisi, İstanbul 1981, VIII, 2137-2164.
“Pakistan”, Bertelsmann: Bugünkü Dünyamız Atlas Ansiklopedi, Gütersloh 1993, III, 78-81.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2007 yılında İstanbul’da basılan 34. cildinde, 146-147 numaralı sayfalarda yer almıştır.
II. TARİH
Ülkenin 1947’den önceki tarihi genelde Hindistan ile ortaktır (bk. HİNDİSTAN). Bölgede bağımsız bir devletin kurulması XX. yüzyılın ilk yarısında yaşanan tarihî ve siyasî gelişmelerin sonucudur. Hindistan’ın tamamen sömürge haline getirilmesiyle neticelenen 1857 Büyük Hint Ayaklanması’ndan sonra İngilizler bu olaydan öncelikle müslümanları sorumlu tutmuşlardı. Böylece bir zamanlar hâkim bulundukları topraklarda bütün siyasal, kültürel ve ekonomik haklarını kaybeden müslümanlar belli bir içe kapanış döneminin ardından kendi durumları ve ülke meseleleriyle daha aktif biçimde ilgilenmek üzere siyasî faaliyetlere yöneldiler. Hindistan Kongre Partisi’ni (Indian National Congresse) bir Hindu partisi saydıkları için 1906’da Hindistan Müslümanları Birliği’ni (All India Muslim League) kurdular. I. Dünya Savaşı ve sonrasında İngiltere’nin kendilerine verdiği, Osmanlı Devleti’nin ve hilâfetin geleceğiyle ilgili taahhütleri yerine getirmemesi sebebiyle ülkede İngiliz sömürgeciliğine karşı tavır alan Hindular’la ortak hareket etmeye başladılar (bk. HİNDİSTAN HİLÂFET HAREKETİ). Ancak 1924’te hilâfetin ilgası üzerine bu birliktelik bozuldu. Buna karşılık bağımsızlık arayışları yoğunlaştı. 1928’de Hindistan Kongre Partisi’nin açıkladığı anayasa taslağı müslümanlarla Hindular arasında bağımsızlıkla ilgili derin görüş ayrılıklarını gündeme getirdi; bu sebeple müslümanlar da kendi taslaklarını hazırladılar. Müslümanların tezi Hindistan Kongre Partisi’nin teklif ettiği eşit haklara sahip Hindistan vatandaşlığı fikrinin Hindu çoğunluğun bulunduğu bir sistemde işlemesinin mümkün olamayacağı, bunun yerine nüfus yoğunluğuna dayalı özerk bölgelerin kurulması gerektiği şeklindeydi. Bu tartışmalar arasında 29 Aralık 1930’da Muhammed İkbal, Hindistan’ın kuzeybatısında ve doğusunda iki bölgeden oluşacak ayrı bir müslüman devleti fikrini ortaya attı. Mevlânâ Muhammed Ali, Muhammed Ali Cinnah gibi toplum önderleri de bu fikrin savunucuları arasında yer aldı. Baskı altında kalan İngiliz hükümeti Hindistan’ın geleceği konusunda taraflar arasında görüşmeler başlattıysa da bundan bir sonuç alınamadı. 1935’te çıkarılan Hindistan İdare Kanunu, İngilizler’in ülkeden ayrılmaya niyetli olmadıkları yönünde yorumlanınca hem Hindular’dan hem müslümanlardan tepkiler geldi. 1937’de yapılan seçimlerde Hindistan Müslümanları Birliği umduğunu bulamadı ve hükümeti Kongre Partisi kurdu. Bu arada giderek yoğunlaşan bağımsızlık talepleri aynı zamanda Hindu-müslüman toplumsal ilişkilerini de gerginleştirdi ve ülkenin pek çok yerinde çatışmalar baş gösterdi.
II. Dünya Savaşı’nda Hindistan’ın sağlayacağı katkılar karşılığında bağımsızlık isteyen Kongre Partisi’nin bu talebinin reddi üzerine istifa etmesiyle müslümanlar için yeni bir dönem başladı. 1940’ta Lahor’da yapılan Hindistan Müslümanları Birliği toplantısında ilk defa müstakil bir İslâm ülkesi olarak Pakistan adı ortaya atıldı ve müslümanların çoğunlukta bulunduğu bölgelerin bağımsız bir devlet çatısı altında birleştirilmesi fikri tartışıldı. Çavdherî Rahmet Ali gibi Cambridge’de öğrenim gören bir grup öğrencinin formülleştirdiği “temiz ülke” anlamına gelen “Pâkistan” ismi müstakbel ülkenin eyaletlerinin adları olacak Pencap, Afgan (Kuzeybatı Serhad eyaleti), Keşmir ve Sind kelimelerinin baş harfleriyle Belûcistan’ın son ekinden meydana getirilmişti. Kongre Partisi bu durumun ülkenin parçalanması anlamına geleceği görüşüyle uzun süre direndi. Ancak gerek yoğunlaşan toplumsal çatışmalar gerekse herhangi bir bölge halkının kendi isteği dışında bağımsız Hindistan’da yaşamaya zorlanamayacağı anlayışıyla nihayet razı oldu. 1945’te yapılan seçimlerde Hindistan Müslümanları Birliği’nin parlamentoda müslümanlara ayrılan 495 sandalyeden 467’sini kazanması bağımsız devlet fikrinin büyük bir çoğunlukla benimsenmiş olduğunu gösterdi. II. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’de iktidara gelen İşçi Partisi kamuoyunun baskısı yüzünden Hindistan’dan çekilme sürecini başlattı. İngilizler’in üzerinde durduğu federal yapı çözümünün Hindular’ca ancak geçici bir süre için kabul edilebilir görülmesi, müslümanların Hindular’ın çoğunlukta bulunduğu bir ülkede gelecekleri hakkındaki endişelerini arttırdı ve kalıcı çözümün bağımsız devletler olduğu fikrinde ısrar edilmesine yol açtı. Bu arada şiddetini arttıran toplumsal çatışmalar ve katliamlar tarafları bu çözümün bir an evvel hayata geçirilmesi hususunda ikna etti. Genel Vali Lord Mountbatten 3 Haziran 1947’de İngiltere’nin çekilmesiyle Hindistan’ın doğusunu ve batısını içine alan iki bölgeli bir devlet (Doğu ve Batı Pakistan) halinde Pakistan Devleti’nin kurulmasını öngören planını açıkladı. Buna göre Sind, Belûcistan ve Kuzeybatı Serhad eyaleti tamamen, Bengal ve Pencap nüfus yoğunluğu esasına göre Pakistan’a katılıyordu. Bu plan Hindu ve müslümanlarca kabul edildi; 18 Temmuz 1947’de İngiliz Parlamentosu durumu onayladı ve plan 14 Ağustos 1947’de fiilen uygulamaya konuldu.
Bölünmenin ardından iki taraflı büyük bir göç hareketi başladı. Bu arada yoğun toplumsal çatışmalar ve katliamlar meydana geldi. Bu süreçte çoğunluğu müslüman olan 250.000’den fazla insan hayatını kaybetti. Hindistan’da kalan müslümanların kitlesel akınıyla 10 milyon civarında göç alan Pakistan’ın bir devlet olarak durumu Hindistan’a göre daha ağırdı. Hindistan’ın ülkenin idarî geleneğiyle kurumlarını, maddî zenginliklerini ve kaynaklarını devralmasına mukabil her şeyi yeni baştan oluşturmak durumunda kalan Pakistan’ın aynı zamanda birbiriyle toprak bağı bulunmayan iki bölgeli bir yapıdan meydana gelmesi, milyonlarca göçmenin yol açtığı sıkıntılar, bölgesel, etnik ve kültürel farklılıkların ortaya çıkardığı zorluklar ve çatışmalar Pakistan’ı ilk günden bekleyen tehlikelerdi. Ayrılma planına göre ülkede bulunan sayıları 500 civarındaki nizamlık, nevvâblık, racalık, prenslik ve sultanlık gibi özerk yönetimler Hindistan ve Pakistan’dan diledikleriyle birleşmekte serbesttiler. Bunların büyük çoğunluğu Hindistan’da kalmayı tercih ederken Cûnâgerh Pakistan’ı seçmiş (fakat üç ay sonra Hint askerleri tarafından işgal edildi), Cammû-Keşmir ise Pakistan’la bir ön anlaşma yaparak kararını daha sonra vereceğini bildirmişti. Ancak Hindistan’ın 1948’de bu bölgeyi de işgali iki ülke arasında günümüze kadar süren Keşmir anlaşmazlığını ve savaşları başlattı. Birleşmiş Milletler’in müdahalesi sonucunda sağlanan ilk ateşkesin ardından Keşmir, Pakistan ile Hindistan arasında fiilen ikiye ayrıldı; fakat büyük kısmında Hindistan’in işgali sürdü. Pakistan tarafında kalan bölge ise Âzad Keşmir adıyla daha sonra idarî yapıya dahil edildi.
Bağımsız Pakistan’ın ilk genel valisi (devlet başkanı) sıfatıyla bütün gelişmelerde rol alan Muhammed Ali Cinnah’ın önderliğinde kurulan Pakistan’ın ilk başbakanlığına Liyâkat Ali Han getirildi (1947-1951). Yeni anayasa hazırlanıncaya kadar 1935 tarihli Hindistan İdare Kanunu’nun bazı değişikliklerle uygulamada kalması kararlaştırıldı ve federal bir yönetim biçimi benimsendi. Cinnah’ın 1948’de vefatının ardından ülkede siyasî istikrarsızlık ve karışıklıklar dönemi başladı. Başbakan Liyâkat Ali Han Ekim 1951’de bir suikast sonucu öldürüldü. Cinnah’tan sonra devlet başkanlığına seçilen Gulâm Muhammed Han, Bengalli Hoca Nâzımüddin’i başbakanlığa getirdiyse de Keşmir krizinin ardından yaşanan ve hazırlanacak anayasanın dinî karakteri üzerinde yoğunlaşan tartışmalar, Hoca Nâzımüddin’in başbakanlıktan alınarak yerine Muhammed Ali Bugra’nın görevlendirilmesine yol açtı. Bir müddet sonra devlet başkanının yetkilerini azaltmayı planlayan kurucu meclis Gulâm Muhammed Han tarafından dağıtılarak yeni bir kurucu meclis oluşturuldu. Fakat Gulâm Muhammed 1955’te yerini Tümgeneral İskender Mirza’ya bırakmak zorunda kaldı. İskender Mirza’nın başbakanlığa getirdiği Çavdheri Muhammed Ali döneminde Pakistan’ın bir İslâm cumhuriyeti olmasını öngören anayasa yürürlüğe konuldu (Şubat 1956). Buna göre devlet başkanının yetkileri azaltılıyor, Doğu ve Batı Pakistan’ın millî mecliste eşit sandalyeye sahip olacağı ve her ikisinin kendi hükümetlerinin bulunacağı bir yönetim modeli benimseniyordu. Eylül 1956’da Çavdheri Muhammed Ali başbakanlıktan çekildi ve yeni hükümeti kuran Hüseyin Şehid Sühreverdî zamanında Doğu Pakistan Meclisi özerklik kararı aldı. Yaşanan belirsizliklerin ardından İskender Mirza, Ekim 1958’de anayasayı yürürlükten kaldırıp meclisi ve siyasî partileri kapatarak sıkıyönetim ilân etti. Fakat başbakanlığa getirdiği General Eyyûb Han bir müddet sonra onu devirerek devlet başkanlığını da üstlendi. Eyyûb Han’ın on yıl kadar süren yönetimi sırasında temel özgürlükler ve siyasal faaliyetler kısıtlandı; pek çok makama askerî kişiler tayin edildi. Oluşan tepkiler ve Hindistan’a karşı girişilen başarısız bir savaşın ardından gelen baskılar sonucunda Eyyûb Han görevini Mart 1969’da Ağa Muhammed Yahyâ Han’a bırakmak durumunda kaldı. Aralık 1970’te yapılan seçimlerden güçlü çıkan Avamî Birlik Partisi ve Pakistan Halk Partisi’nin gerek Doğu Pakistan’ın özerkliği meselesini halletmekte, gerekse Meclis’in öngörülen sürede yeni bir anayasa hazırlamadaki başarısızlıkları üzerine Yahyâ Han Mart 1971’de meclisi süresiz kapattı. Bu arada Doğu Pakistan’da başlayan genel greve Batı Pakistan askerleri tarafından sert bir şekilde müdahale edilince iç savaş çıktı. Hindistan’ın da savaşa karışmasıyla Doğu Pakistan Aralık 1971’de Bengladeş adıyla bağımsızlığını ilân etti. Bunun üzerine Yahyâ Han çekilmek zorunda kaldı (1972).
Yahyâ Han’ın yerine geçen Pakistan Halk Partisi Başkanı Zülfikar Ali Butto ilk defa ülkede sol politikaları gündeme getirdi; Nisan 1973’te kabul edilen yeni anayasa ile de başbakan olarak elinde geniş yetkiler topladı. Mart 1977’deki seçimlerde Butto başarılı olmasına rağmen, Millî Cephe adıyla birlikte hareket eden muhalefetin seçimlerde usulsüzlük yapıldığını öne sürmesinin ardından yaşanan karışıklıklar sırasında Genelkurmay Başkanı Muhammed Ziyâülhak idareye el koydu (Temmuz 1977). Butto’yu tutuklatan Ziyâülhak cumhurbaşkanlığını ilân etti ve yönetimin İslâmîleşmesi sürecini başlattı. Butto bir muhalif milletvekilini öldürtmek suçundan Nisan 1979’da idam edildi. Ziyâülhak ülkede siyasal faaliyetleri yasakladı ve seçimleri süresiz erteledi. Aynı dönemde Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgaliyle Pakistan Afgan direnişinin merkezi oldu ve birkaç milyon Afgan mülteciyi barındırdı; ayrıca bu süreçte hem Amerika Birleşik Devletleri hem de İslâm ülkelerinin geniş desteğini aldı. Ziyâülhakk’ın Aralık 1984’te halkoyuna sunduğu İslâmlaşma programı büyük çoğunlukla kabul edildi. Ertesi yıl sıkıyönetim kaldırıldı ve siyasî partiler faaliyetlerine başladı. Ziyâülhak Ağustos 1988’de şüpheli bir uçak kazasında öldü. Devlet başkanlığı görevini üstlenen Gulâm İshak Han’ın kurdurduğu geçici hükümet tarafından aynı yılın kasım ayında yapılan seçimlerden Zülfikar Ali Butto’nun kızı Benâzir Butto’nun başkanlığındaki Pakistan Halk Partisi en büyük parti olarak çıktı ve Butto bağımsız milletvekillerinin desteğiyle hükümeti kurdu; ancak Eylül 1990’da yolsuzluklara karıştığı gerekçesiyle Cumhurbaşkanı Gulâm İshak Han tarafindan görevden alındı. 24 Ekim 1990’da gerçekleştirilen seçimlerden sonra kurulan Nevâz Şerif hükümeti 16 Temmuz 1993’te Cumhurbaşkanı Gulâm İshak Han ile birlikte istifa etti. 6 Ekim 1993’te yapılan erken genel seçimlerde yine Pakistan Halk Partisi birinci parti oldu ve Benâzir Butto bağımsızlarla iş birliği yaparak hükümeti devraldı. Cumhurbaşkanlığına ise önce geçici olarak Vesîm Seccâd, 14 Kasım 1993’te de Fâruk Ahmed Legārî seçildi. Fakat çok geçmeden Benâzir Butto yine yolsuzluklara karıştığı gerekçesiyle cumhurbaşkanı tarafından görevden alındı. 3 Şubat 1997 tarihinde yapılan erken seçimleri Nevâz Şerîf’in liderliğindeki Pakistan Müslüman Birliği kazandı. Ekim 1999’da General Pervez Müşerref bir darbe ile yönetime el koydu, 2001’de de devlet başkanı Refik Tarar’ın istifasının ardından kendini devlet başkanı ilân etti. Daha sonra vatana ihanet ve yolsuzluklarla suçlanan Nevâz Şerîf, Suudi Arabistan’a sürgüne yollandı. Ekim 2002’de gerçekleştirilen genel seçimler sonucunda Pakistan Müslüman Birliği’nden Zaferullah Han Cemâlî başbakan oldu. Ancak Haziran 2004’te onun istifası üzerine yerini geçici olarak aynı partinin lideri Çavdheri Şücâat Hüseyin devraldı; ardından 27 Ağustos 2004’te millî meclis Şevket Aziz’i başbakanlığa getirdi.
BİBLİYOGRAFYA
Khalid Bin Sayeed, Pakistan: The Formative Phase, Karachi 1960.
Chaudri Khaliquzzaman, Pathway to Pakistan, London 1963.
H. V. Hodson, The Great Divide: Britain, India, Pakistan, London 1969.
Foundations of Pakistan: All-India Muslim League Documents (ed. Syed Sharifuddin Pirzada), Karachi 1969, I-II.
M. A. Aziz, A History of Pakistan, Lahore 1979.
Shan Muhammad, The Indian Muslims: A Documentary Records, New Delhi 1980.
Quaid-i-Azam Mohammad Ali Jinnah Papers (ed. Zawwar Husain Zaidi), Islamabad 1993-2006, I-XII.
Hamid Yusuf, Pakistan: A Study of Political Developments 1947-97, Lahore 1999.
M. Rafique Afzal, Pakistan: History and Politics, 1947-1971, Oxford 2002.
Mahmood Safdar, Pakistan: Political Roots and Development, 1947-1999, Karachi 2002.
I. Talbot, Pakistan: A Modern History, London 2005.
Pervez Musharraf, In the Line of Fire: A Memoir, New York 2006.
Pakistan 2005 (ed. Ch. H. Kennedy – C. Botteron), Oxford 2006.
Sarah Ansari, “Pākistān”, EI2 (İng.), VIII, 241-244.
Syed Sajjad Husain, “Bengladeş”, DİA, V, 445.
Rekin Ertem, “Cinnah”, a.e., VIII, 16-18.
Azmi Özcan, “Hindistan”, a.e., XVIII, 75-81.
Saiyid Athar Abbas Rizvi, “Keşmir”, a.e., XXV, 326.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2007 yılında İstanbul’da basılan 34. cildinde, 147-149 numaralı sayfalarda yer almıştır.
III. KÜLTÜR ve MEDENİYET
Pakistan’da İslâm ve İslâmî Kurumlar. Pakistan’ın egemenliği altındaki topraklara ilk İslâm akınları Hulefâ-yi Râşidîn devrinde başlamış, ancak Emevîler’den Velîd b. Abdülmelik devrinde Muhammed b. Kāsım es-Sekafî tarafından bölgenin bir kısmı fethedilebilmiştir (91/710). Bölgenin İslâmlaşmasında en büyük pay Gazneliler’e ait olmakla birlikte diğer Türk devletlerinin de büyük çaba gösterdiği bilinmektedir. Hücvîrî, Muînüddin Çiştî, Bahâeddin Zekeriyyâ Mültânî, Nizâmeddin Evliyâ gibi mutasavvıflar bu yörenin İslâmlaşmasında önemli rol oynamıştır.
Müslümanların Hindular’la aynı toprakları paylaşmasının gelecek nesiller için ciddi bir tehlike oluşturduğunu söyleyen ve bunların birbirinden ayrılmasını isteyen Muhammed İkbal, müslüman bir devlet kurulması düşüncesini 1930 yılında İlâhâbâd’da yapılan Hindistan Müslümanlar Birliği toplantısında açıkça ifade etti; yönetim biçimi olarak liberal ve esnek bir İslâm devleti önerisinde bulundu. Pakistan’ın kurucusu ve ilk genel valisi olan Muhammed Ali Cinnah da büyük ölçüde İkbal gibi düşünmekteydi. Pakistan’da İslâmlaşmanın ilk adımı olarak anayasa çalışmaları Temmuz 1947’de seçilen kurucu meclisle başladı. Meclisin hazırladığı 7 Mart 1949 tarihli Hedefler Kararnâmesi’nde Pakistan’ın bir İslâm devleti olacağı, anayasanın da İslâmî esaslara göre hazırlanacağı ifade ediliyor ve İslâmî prensiplere sık sık atıfta bulunuluyordu. Bir süre anayasa yerine geçen bu kararnâmede devletin hukuk sistemi ve yönetimiyle ilgili somut taahhütler yoktu. Anayasa çalışmaları sırasında aralarında Seyyid Süleyman Nedvî ve Muhammed Hamîdullah’ın da bulunduğu beş kişiden oluşan İslâmî Öğretiler Kurulu oluşturuldu (1950). Ancak bu kurulun hazırladığı raporlar yöneticiler ve kurucu meclis tarafından yeterince dikkate alınmadı. Kurucu meclisin hazırlayıp 7 Eylül 1950’de genel kurula sunduğu ilk anayasa taslağı tepkiler ve protestolar sonunda geri çekildi. Bunun üzerine Başbakan Liyâkat Ali Han, farklı ekollere mensup otuz üç âlimi İslâmî bir anayasa taslağı hazırlamakla görevlendirdi. Bunlar 21-24 Ocak 1951 günlerinde bir araya gelerek yirmi iki madde üzerinde görüş birliğine vardı. Ancak ne bu taslak ne de 1952 ve 1954’te hazırlanan taslaklar kanunlaşabildi.
Ocak 1955’te oluşturulan yeni kurucu meclis dördüncü anayasa taslağına yeni bir şekil verdi. Taslak 23 Mart 1956 tarihinde Pakistan’ın ilk anayasası olarak kabul edildi. Bu anayasada devletin adı Pakistan İslâm Cumhuriyeti olarak belirtiliyor ve anayasanın giriş bölümünde Pakistan müslümanlarının İslâm’ın emir ve öğretilerini uygulamaları isteniyordu. 1956 anayasası 7 Ekim 1958’de General Eyyûb Han tarafından yürürlükten kaldırıldı. Yerine konulan askerî darbe yasasında devletin adı Pakistan olarak değiştirildi. Eyyûb Han 23 Ekim 1961’de vakıf yasasını yürürlükten kaldırarak vakıfların emlâkini devletleştirdi. Buralardan elde edilen büyük gelirlerden bir kısmı dinî işler ve din görevlileri için ayrıldı. 8 Haziran 1962’de yürürlüğe giren yeni anayasada Pakistan “demokratik devlet” olarak tanımlanıyor, tavsiye niteliğinde karar alacak olan İslâm Düşüncesi Konseyi kurulması öneriliyor, ayrıca İslâmî ilimler alanında araştırmalar yapmak üzere bir müessese oluşturulması isteniyordu (Afzal Iqbal, s. 79-80).
Yahyâ Han, 1962 anayasasını 24 Mart 1969’da yürürlükten kaldırıp askerî yönetimi iş başına getirdi ve geçici bazı kanunlar çıkardı. 1971’de Bengladeş’in Pakistan’dan ayrılmasından sonra 1972’de geçici anayasa devreye sokuldu. 10 Nisan 1973’te kabul edilen ve Pakistan’ı İslâm cumhuriyeti olarak tanımlayan yeni anayasa 14 Ağustos 1973’te yürürlüğe girdi. Anayasanın 2. maddesinde devletin resmî dininin İslâm, resmî dilinin Urduca olduğu belirtiliyordu. Anayasada kanunların İslâmî emir ve yasaklara uygun olması gerektiği vurgulanıyor, ayrıca zekât, vakıflar ve camiler için kurumlar ve organizasyonlar oluşturulması gereği ifade ediliyordu.
Pakistan Halk Partisi Başkanı Zülfikar Ali Butto’nun ilk seçimlerden sonra üstlendiği başbakanlık yıllarında (1971-1977) bazı İslâmî değerler öne çıkarılmaya çalışıldıysa da bunlar göstermelik olarak algılandı ve toplumu tatmin etmedi. Butto döneminde bir yandan ülkede İslâm sosyalizmi projesi uygulanmaya çalışılırken öte yandan genel olarak İslâm’ın Pakistan’daki merkezî konumuna vurgu yapılıyordu. Butto, 31 Mart 1972’de yayımladığı bildirgeyle vatandaşlarına Pakistan’ın en büyük ve en güçlü İslâm devleti olması için yoğun çaba göstermeleri yönünde çağrıda bulundu.
Devlet sisteminin sosyalizme doğru kaydırılmasından rahatsız olan Genelkurmay Başkanı Ziyâülhak askerî bir darbeyle iktidarı ele geçirmesinin (1977) ardından İslâm’ın toplumda daha fazla etkin olması için çalışmalar başlattı. 1980’de yeni anayasayı yürürlüğe koydu. 27 Mayıs 1980 tarihinde İslâmâbâd’da Federal Şer‘î Mahkeme kuruldu. Ülkede Urdu diline önem verildi. İlk, orta ve yüksek öğretime çeşitli seviyelerde dinî dersler konuldu, mevcut olanlar arttırıldı. Ziyâülhak, Başbakan Muhammed Han Cüneco’yu demokratikleşme adına İslâmî kanunları uygulamamak ve İslâmlaşma’yı yavaşlatmakla suçlayarak Mayıs 1988’de görevden aldı. 29 Mayıs 1988’de meclisi feshetti ve 15 Haziran 1988’de Şeriat Kanunu’nu uygulamaya koydu. Bu kanunla İslâm hukuku Pakistan’ın üst hukuku ve hukuk kaynağı ilân edildi.
Pakistan’ın kuruluşundan itibaren yürütülen İslâmlaştırma faaliyetleri âlimlerin toplumun ihtiyaç duyduğu konuları merkeze almak ve İslâm’ın temel kaynaklarından hareket etmek yerine dar bakış açılarını kabul ettirmeye çalışmaları sebebiyle başarıya ulaşamamıştır. İngilizler’in Hint alt kıtasında hâkim güç olmasından sonra ortaya çıkan fikir akımları ve dinî cemaatler Pakistan Devleti’nin kuruluşunun ardından varlığını sürdürdü. Cemaat mensuplarından bir kısmı, özellikle devletin kuruluş sürecinde anayasanın İslâm’a uygun olması için yoğun çalışmalar yaptı. Bunlardan bazıları, Kādiyânîlik düşüncesini benimseyen yöneticilerin etkin olduğu hükümetler tarafından kamu düzenini bozdukları gerekçesiyle yargılandı ve ölüm cezası dahil çeşitli ağır cezalara çarptırıldı. Mevdûdî, Muhammed Ahmed Kādirî ve Emîn Ahsen Islâhî bunlar arasında zikredilebilir. Pakistan’da toplum üzerinde etkin olan İslâmî cemaatler arasında en eskisi Ehl-i hadîs grubudur. Bugün de varlığını sürdüren bu grubun toplum üzerindeki gücü fazla değildir. Pakistan’da en etkin grup Hanefî mezhebine sıkı sıkıya bağlı, tasavvufî neşveye sahip Diyûbendî cemaatidir (bk. DÂRÜLULÛM; MEDRESE [Hint Alt Kıtası]). Şeyhülhind Mahmud Hasan Diyûbendî’nin öğrencilerinden Şebbîr Ahmed Osmânî’nin Pakistan’ın kurulmasından sonra tesis ettiği Cem‘iyyet-i Ulemâ-i İslâm, 1919’da İngilizler’e karşı yürütülen siyasî faaliyetleri organize etmek için kurulan Cem‘iyyet-i Ulemâ-i Hind’in Pakistan kolu gibidir. Mevlânâ Fazlurrahman’ın liderliğindeki grup son zamanlarda etkin bir siyasî çizgi takip etmektedir.
Kurucusu Ahmed Rızâ Han Birelvî sebebiyle Birelvî cemaati diye anılan, fakat kendilerini Cemâat-i Ehl-i Sünnet olarak adlandıran hareket, ilmî faaliyetler ve entelektüel yapı itibariyle Diyûbendî cemaatinin seviyesine ulaşamamıştır. Cemaat mensupları, 1948 yılında Cem‘iyyet-i Ulemâ-i Pakistan adıyla oluşturdukları parti vasıtasıyla siyasî faaliyette bulunmakta ve seçimlere katılmaktadır (bk. MEDRESE [Hint Alt Kıtası]; RIZÂ HAN BİRELVÎ). Mevdûdî’nin önderliğinde Pakistan’ın kuruluşundan önce örgütlenen Cemâat-i İslâmî ülkedeki en etkin dinî gruplardan biridir (bk. CEMÂAT-i İSLÂMÎ). Muhammed İlyas Kandehlevî tarafından 1926 yılında Delhi’de tesis edilen Cemâat-i Teblîğ mensupları her yıl çeşitli ülkelerde geniş katılımlı toplantılar yaparak faaliyetlerini sürdürmektedir (bk. CEMÂAT-i TEBLÎĞ). Cemâat-i İslâmî’den ayrıldıktan sonra 1958’de Tanzîm-i İslâmî adıyla bir grup oluşturan Islâhî hareketin yönetimini 1966’da İsrâr Ahmed’e bıraktı. Bu grup halen İsrâr Ahmed başkanlığında faaliyetlerini sürdürmektedir. Dinî konularda Kur’an’ı tek hareket noktası kabul eden Ehl-i Kur’ân’ın (Kur’âniyyûn) çeşitli organizasyonları ve grupları vardır. İnâyetullah Han Meşrikī’nin 1931 yılında kurduğu Haksâr hareketinin de Pakistan’ın dinî-siyasî tarihinde önemli bir yeri bulunmaktadır.
Pakistan müslüman nüfusunun yaklaşık dörtte biri Şiî’dir; Ca‘ferîler en geniş Şiî grubunu oluşturur. Ülkede bulunan İran kültür merkezleri bu kesimle koordineli hizmet vermektedir. Ca‘ferî cemaatinin Tahrîk-i Nifâz-ı Fıkh-ı Ca‘ferî adlı bir siyasî partisi ve bazı medreseleri vardır. Daha çok Karaçi bölgesinde etkin olan İsmâilîler sayıları az olmakla birlikte malî güç ve teşkilâtlanma bakımından ülkede söz sahibidir. Anayasanın İslâm dışı azınlık ilân ettiği Kādiyânîler ülkenin çeşitli şehirlerine yayılmıştır. Çiştiyye ve Kādiriyye Pakistan’da en yaygın tarikatlardır.
Eğitim ve Öğretim. Pakistan’da 2006 yılı itibariyle okuma yazma oranı % 55-60 kadardır. Üniversite mezunlarının oranı ise % 3’tür. Eğitimde kadınların oranları erkeklere göre daha düşüktür. Üniversiteler arasında sadece Uluslararası İslâm Üniversitesi’nde kızlar için ayrı kampüs bulunmaktadır. Ülkede 100’den fazla devlet ve özel sektör üniversitesi, ayrıca İngiliz eğitim sistemine göre lise sonrası öğrenim veren birçok kolej vardır. Pakistan’ın en eski yüksek öğretim kurumu 1864’te Lahor’da açılan Government College’dır. Binlerce öğrencisi olan kolej 2002 yılında Government College University adını almıştır. 1882’de kurulan Pencap Üniversitesi ülkenin en büyük eğitim kurumu olup 350.000’den fazla öğrenci barındırmaktadır. 1 Ekim 1913’te Peşâver’de açılan Islamia College günümüzde Peşâver Üniversitesi’ne bağlı olarak hizmet vermektedir. Pakistan Devleti’nin kuruluşundan sonra sırasıyla Sind (1947), Peşâver (1950), Karaçi (1950) üniversiteleri açılmış, bunları Lahor’daki Mühendislik ve Teknoloji (1961), İslâmâbâd’daki Kāid-i A’zam (1965), Allâme İkbal Açık Öğretim (1974), Milletlerarası İslâm (1980) üniversiteleri, Âzad Cammû-Keşmir Üniversitesi (1980), Özel Ağa Han Üniversitesi (Karaçi, 1983), Lahor Yönetim Bilimleri Üniversitesi (1986), Bilim ve Teknoloji Millî Üniversitesi (Ravalpindi, 1991), özel Bahria (Karaçi, İslâmâbâd, 2001) ve Milletlerarası Refah (İslâmâbâd, 2002) üniversiteleri takip etmiştir. Yüksek öğrenimi düzenlemek için kurulan University Grants Commission, Pervîz Müşerref döneminde Higher Education Commission (HEC) adını almış ve geniş yetkilerle donatılmıştır. Devletin kuruluşu sırasında Urduca’nın millî dil olması ve eğitimin bu dille yapılması öngörülmüş, ancak bu tam olarak hayata geçirilememiştir. On beş kadar dil ve lehçenin konuşulduğu günümüz Pakistan’ında halkın büyük bir çoğunluğu ana dilleri olmamasına rağmen Urduca’yı konuşmaktadır. İngilizce ortak anlaşma dili olarak varlığını her zaman korumuştur. Pakistan Dil Kurumu (Muktedire Kavmî Zübân), Urduca’nın etkin olması için kapsamlı çalışmalar yapmaktadır. Ana dilleri Pencâbî, Sindî, Peştu, Belûcî ve Keşmîrî olanlar Urduca ve İngilizce öğrenmekte, giderek ana dillerinden kopmakta, sadece İngilizce öğrenim görenlerde ise bir kültürel yabancılaşma ortaya çıkmaktadır. Urduca ve İngilizce’nin yanında diğer dillere yönelik herhangi bir engelleme söz konusu olmamakta, devlet televizyon ve radyolarında mahallî dillerde de yayım yapılmaktadır.
Din Eğitimi ve İslâm Araştırmaları. Pakistan’da ilk ve orta öğretim ders müfredatı içerisinde din dersleri de yer almakta, üniversitelerde seçmeli veya zorunlu kategorilerde bazı dinî dersler bulunmaktadır. Bütün eğitim kurumlarında Arapça özendirilmekte ve ders olarak okutulmaktadır. Dinî eğitim daha çok cemaatlerin kontrolündeki medreselerle üniversitelerin İslâm araştırmaları fakültelerinde yapılmaktadır. İngilizler’in Hint alt kıtasına hâkim olmasından sonra medreselerin sayısında ve müfredatında önemli değişmeler olmuştur. Bugün medreselerde 600.000’den fazla öğrencinin öğrenim gördüğü tahmin edilmektedir. Medrese mezunları devletin açtığı imtihanlarda başarılı oldukları takdirde lisans diploması almaktadır. Ancak Lahor Yüksek Mahkemesi’nin ve Yargıtay’ın 2005 yılında medrese mezunlarının lise diplomasının denkliğini kabul etmemesi ciddi bir sıkıntı doğurmuştur. Amerika’daki 11 Eylül olayından ve Londra’daki 7 Temmuz 2005 patlamalarının ardından medreseler üzerinde baskı uygulanmaya başlamıştır. Bu baskıları azaltmak için kurulan İttihâd-ı Tanzîm-i Medâris-i Dîniyye medreselerin haklarını savunmaya çalışmaktadır. Pakistan üniversitelerinin büyük bir kısmında İslâm araştırmaları bölümleri bulunmaktadır. Bunlar arasında Pencap, Karaçi, Peşâver, Bahâvelpûr İslâm ve İslâmâbâd’daki Allâme İkbal Açık Öğretim üniversiteleri zikredilebilir. Özellikle İslâmâbâd’daki Milletlerarası İslâm Üniversitesi, İslâmî ilimlerin en köklü biçimde öğretildiği eğitim kurumudur. Anayasa gereği kurulan Islamic Research Institute bu üniversiteye bağlıdır. Yedi fakültesi bulunan üniversitenin öğrenim dili Arapça ve İngilizce’dir. Ülkede İslâm araştırmaları yapan bağımsız kurumlar da vardır. Karaçi’deki The Islamic Research Academy, Islamic Culture and Research Centre, Islamic Documentation and Information Centre; Haydarâbâd-Sind’deki Şah Veliyyullah Akademisi; İslâmâbâd’daki National Hijra Council; Lahor’daki İdâre-i Sekāfet-i İslâmiyye, Islamic Research Academy, Birleşik Arap Emirlikleri Emîri Şeyh Zâyid b. Sultan en-Neheyân tarafından Pencap, Karaçi ve Peşâver üniversitelerinde 1985 yılında kurdurulan Sheikh Zayed Islamic Institute/Centre bu kurumlardan bazılarıdır. 1962 anayasası ile oluşturulan Islamic Research Institute’nün, adı Muhammad Hamîdullah Library olarak değiştirilen kütüphanesi bir araştırma kütüphanesi olup 1998’de hükümet tarafından National Library of Islamic Research olarak ilân edilmiştir. Lahor’da bulunan Pencap Üniversitesi Kütüphanesi, Pencap Halk Kütüphanesi, Kāid-i A’zam Kütüphanesi, İslâmâbâd’daki Pakistan Millî Kütüphanesi, Karaçi’deki Karachi Central Library ülkedeki diğer büyük kütüphanelerdir. İslâmâbâd’daki Pak-Iran Centre of Persian Studies adlı merkezin de yazma ve matbu eserler bakımından zengin bir kütüphanesi mevcuttur.
Edebiyat. Hint alt kıtası, barındırdığı ırklar ve diller sebebiyle edebiyat alanında büyük bir zenginliğe sahiptir. Bengal, Asam, Bihâr, Tamil, Gucerât, Kerelâ, Dekken, Leknev, Delhi, Racistan, Keşmir, Sind, Belûcistan, Pencap bölgelerinin özgün edebiyatları vardır. Hint alt kıtasında 1947’den önce müslümanlar gayri müslimlerle birlikte yaşıyor ve karşılıklı etkileşim içinde bulunuyordu. Pakistan’ın kurulması ile başlayan göçlerde geniş müslüman kitleleri Hint alt kıtasından göç ederek başta Sind bölgesi olmak üzere Pakistan’a yerleştiler. Böylece zengin bölgesel kültür ve edebî ürünler de Pakistan’a intikal etti. Pakistan edebiyatında bu renkliliği bugün de görmek mümkündür. Bilhassa Muhammed İkbal ile zirveye ulaşan İslâmî edebiyat sonraki dönemlerde na‘t geleneğiyle devam etmiştir. Serbest konularda dinî literatür bir hayli zengindir. Hikâye, roman, hâtıra, biyografi türünden edebiyat ürünlerine halkın rağbeti fazladır. Edebî eserlerde toplum içindeki zengin-fakir ilişkileri, evlenme, siyasî kargaşanın toplumsal etkileri, göçün getirdiği problemler, ayrışma öncesi toplumsal hayatın hikâyesi gibi konular yer alır. Bazı yazarlar, İslâm adına kurulan bir devlet olmasına rağmen Pakistan yönetiminde ve yeni toplumda ortaya çıkan çarpıklıklara vurgu yapar. Özellikle Butto zamanında sayıları bir hayli artan sosyalist düşünceli yazarların ortaya koydukları ürünlerde maddeci bir bakış açısı görülür. Seccâd Zahîr, İhtişâm Hüseyin, Mümtâz Hüseyin bu edebiyatçılar arasında sayılabilir. Düşünce bakımından orta yolu tutan edebiyatçılar arasında Âl-i Ahmed Server başta gelir. Kelîmüddin Ahmed, Selâhaddin Ahmed, Muhyiddin Zor, Vekār Azîm de bu grup içinde mütalaa edilir. Dinî ve millî içerikli Batı tarzı roman türünün öncüsü aynı zamanda bir Kur’an tercümesi de bulunan Mevlevî Nezîr Ahmed’dir (ö. 1912). Asıl adı Dhanpat Rai Srivastava olan ve Preym Çend (Prem Chand) diye bilinen romancı hem Hint hem Urdu dillerinde roman ve hikâyeciliğin zirvesindedir. Müslüman olmamasına rağmen romanlarında toplumun ıslahı konularını öne çıkarır. Şefîkurrahmân, Müstansır Hüseyin Tarar, Saâdet Hasan Manto, Gulâm Abbas, Ahmed Nedîm Kāsımî, Ârif Abdülmetîn, Mes‘ûd Eşher, İntizâr Hüseyin, Münîr Niyâzî, Zafer İkbal, Hatice Mestûr, Mecîd Emced, Pervîn Şâkir, Ahmed Faraz, Eşfak Ahmed, Mümtaz Müftî, Muhammed Münşâ Yâd, Hâlide Hüseyin, Kudretullah Şihâb, Mazharü’l-İslâm, Yûnus Câvid şiir, hikâye ve roman alanlarındaki eserleriyle Urdu edebiyatı ve mahallî edebiyatlarda anılmaya değer isimlerdendir. Keşmir asıllı bir aileden gelen Saâdet Hasan Manto’nun bunlar arasında ayrı bir yeri vardır. Daha çok toplumsal meselelere yer verdiği hikâyelerinden oluşan yirmi iki kitabı, yedi radyo tiyatrosu derlemesi, bir romanı, makalelerini içeren üç kitabı vardır. “Kol do” (aç onu) ve “Tendâ Göşt” (soğuk et) adlı hikâyeleri çok meşhurdur. Feyz Ahmed Feyz ilk dinî eğitiminden sonra daha çok Batı tarzı okullarda yetişmiş ve hayatı boyunca edebiyatla meşgul olmuş bir şairdir. Şiir bakımından Gālib Mirza Esedullah ve Muhammed İkbal ile birlikte anılır. Çok sayıda ödül almış ve Nobel edebiyat ödülüne aday gösterilmiştir. Müslümanlığı kabul ederek edebiyat ve toplumsal faaliyetlerle meşgul olan İngiliz eşinin onun üzerinde belirgin bir etkisi vardır. Feyz’in özellikle Naḳş-ı Feryâdî (1943), Deste Ṣabâ (1952) ve Zindan Nâme (1956) adlı şiir kitapları önemlidir. Pakistan millî marşının bestecisi olan Ebü’l-Eser Hâfız Calenderî şiir ve edebiyat alanında da önemli bir şahsiyettir.
Toplumsal Hayat ve Halk Kültürü. Pakistan’da İslâmiyet toplumun gündelik hayatına bütün kurumlarıyla nüfuz etmiştir. Ülkede dinî vecîbeleri yerine getirme oranı oldukça yüksektir. Yüzyıllar boyunca Şiîler’le birlikte yaşayan Hint alt kıtası müslümanları arasında zaman zaman mezhep çatışmaları yaşanmakta, Hanefî ve sûfî olan Diyûbendî ve Birelvî grupları arasında, ayrıca Ehl-i hadîs ve Ehl-i Kur’ân ekolü mensupları arasında kavgalar olmaktadır. Pakistan’ın özellikle Pencap ve Sind bölgelerinde bazı Hindu gelenekleri yaygındır ve evlilik törenlerinde Hindu geleneğinin takip edildiği görülmektedir. Geniş bir nüfusun yaşadığı kırsal bölgelerde okuma yazma oranı oldukça düşüktür. Bunun en önemli sebebi, geniş toprak sahiplerinin toplumun eğitim seviyesinin yükseltilmesi için yeterli desteği vermemesidir. Toplumda geleneksel dinî mûsiki olan “kavvâli”ye rağbet fazladır. Hint müziği ve dansları yaygındır. Özellikle sinema alanında Hint etkisi daha açık olarak görünmektedir. Pakistan toplumu şiir ve edebiyatla iç içe yaşar. Salonlarda veya televizyon kanallarında haftada birkaç defa şiir yarışmaları yapılır ve halk bunları büyük bir coşkuyla izler. Hemen her toplantıda Kur’ân-ı Kerîm’den sonra Hz. Peygamber’e na‘tlar okunur. Pakistan halkının renkli kişiliği giyimlerine ve kullandıkları eşyalara da yansımaktadır. Evlerin, iş yerlerinin, ulaşım araçlarının abartılı biçimde süslenmesi bu renkli kişilikten kaynaklanmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
Abu’l-A’la Maududi, The Islamic Law and Constitution, Lahore 1960.
M. Hüseyin Tesbîhî, Kütübḫânehâ-i Pâkistân: Libraries of Pakistan, İslâmâbâd 1977.
M. Takī Osmânî, Naẓra ʿâbira ḥavle’t-taʿlîmi’l-İslâmî fî Bâkistân, Karaçi 1399/1979.
a.mlf., “The Islamization of Laws in Pakistan: The Case of Hudud Ordinances”, MW (Special Issue Pakistan), XCVI/2 (2006), s. 287-304.
Şâhid Hüseyin Rezzâkī, Pâkistânî Müselmânôn ki Rüsûm u Revâc, Lahor 1981.
Afzal Iqbal, Islamisation of Pakistan, Delhi 1984, s. 21, 59, 79-80, 84-95, 101-106.
Alamgir Hashmi, Pakistani Literature: The Contemporary English Writers, Islamabad 1987.
Seyyid İhtişâm Hüseyin, Urdû Edeb kî Tenḳīdî Târîḫ, Delhi 1988.
M. Osman – Mes‘ûd Eş‘ar, Pâkistân kî Siyâsî Cemâʿateyn, Lahor 1988, s. 703-760, 761-771, 772-811.
Müslim Seccâd – Selîm Mansûr Hâlid, Pâkistân meyn Câmiʿât kâ Kirdâr, İslâmâbâd 1990.
Serferâz Şâhid, Urdû Mizâḥiye Şâʿirî, İslâmâbâd 1991.
Mucîb Ahmed, Cemʿiyyet-i ʿUlemâ-i Pâkistân 1948-1979, İslâmâbâd 1993.
Gul Muhammad Khan, Hudood Laws in Pakistan, Lahore, ts.
Allah Bakhsh Malik, The Higher Education in Pakistan, Lahore, ts. (Maqbool Academy), s. 158-159.
Rubya Mehdi, The Islamization of the Law in Pakistan, Richmond 1994, s. 157-202.
M. Kâmil Yaşaroğlu, Pakistan’da İslâm Ceza Hukukunun Kanunlaştırılması (doktora tezi, 1996), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, tür.yer.
Mirza Hâmid Bek, Pâkistân key Şâhkâr Urdû Efsâney, İslâmâbâd 2000.
Pakistan Hindistan Öyküleri (der. ve trc. Celal Soydan), İstanbul 2001, s. 231-236.
Hâfız Takıyyüddin, Pâkistân kî Siyâsî Cemâʿateyn aôr Taḥrîkeyn, Lahor 2001, s. 309-353.
Pakistan Religious Education Institutions: An Overview, Islamabad 2002, s. 19-21.
K. M. Azam, Pakistan: Economy, Politics, Philosophy and Religion, Karachi 2002, s. 314-321.
Pakistan between Secularism and Islam (ed. Tariq Jan), Islamabad 2003, s. 79-91, 131-164.
Mazhar Muîn, Pâkistân meyn ʿArabî Zübân, Lahor 2003, s. 69-189.
Martin Lau, The Role of Islam in the Legal System of Pakistan, Leiden 2006, s. 121-130.
Ishtiaq Husain Qureshi, “The Foundations of Pakistani Culture”, MW, XLIV/1 (1954), s. 3-11.
Fazlur Rehman, “The Ideological Experience of Pakistan”, Islam and the Modern Age, II/4, New Delhi 1971, s. 1.
Ziaul Haque, “Muslim Religious Education in Indo-Pakistan”, IS, XIV/4 (1975), s. 292.
“Research Organisations in Pakistan”, Pakistan Journal of History and Culture, I/1, İslâmâbâd 1980, s. 48-52.
Riaz Hasan, “Islamization: An Analysis of Religious, Political and Social Change in Pakistan”, MES, XXI/3 (1985), s. 263-268, 275-280.
Javid Iqbal, “Islamization in Pakistan”, Journal of South Asian and Middle Eastern Studies, III/3, Villanova 1985, s. 38-52.
M. Aslam Syed, “Modernism, Traditionalism and Islamisation in Pakistan”, a.e., III/3 (1985), s. 62-84.
S. Jamal Malik, “Islamisation in Pakistan 1977-1985: The Ulama and their Places of Learning”, IS, XXVIII/1 (1989), s. 11-15, 18.
Sayyid A. S. Pirzada, “The Role of Deobandi Ulama in Pakistan’s Politics: 1947-1956”, South Asian Studies, VII/2, Lahore 1990, s. 64-81.
Khalid Nazir, “Notes and Comments Zakat and Ushr System in Pakistan”, IS, XXXV/3 (1996), s. 333-343.
C. Oesterheld, “Urdu Literature in Pakistan: A Site for Alternative Visions and Dissent”, Annual of Urdu Studies: Salnâme-i Dirâsât-i Urdû, XX, Chicago 2005, s. 79-98.
Salim Mansur Khalid – M. Fayyaz Khan, “Pakistan: The State of Education”, MW, XCVI/2 (2006), s. 312-313.
Khalid Rahman – Syed Rashad Bukhari, “Pakistan: Religious Education and Institutions”, a.e., XCVI/2 (2006), s. 332, 334-335.
Sarah Ansari, “Pākistān”, EI2 (İng.), VIII, 240-244.
Abdülhak, “Urdû”, UDMİ, II, 539-567.
“Pâkistân”, a.e., V, 362-571.
Seyyid Envârülhak, “Peştû”, a.e., V, 632-637.
M. Âsıf Han, “Pencâbî”, a.e., V, 677-684.
K. A. Nizami, “Hindistan”, DİA, XVIII, 89-91.
Ali Rıza Kadîmî – Cevâd Kerîmî, “Pâkistân”, Dânişnâme-i Cihân-ı İslâm, Tahran 1379/2000, V, 445-457.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2007 yılında İstanbul’da basılan 34. cildinde, 149-153 numaralı sayfalarda yer almıştır.