PAZAR

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/3Müellif: CENGİZ KALLEKBölüme Git
    Aslı Farsça bâzâr olan kelime, sözlükte “alıcı ve satıcıların ticaret için belli zamanlarda toplandıkları üstü açık kamu alanı” mânasına gelir. Anlam …
  • 2/3Müellif: CENGİZ TOMARBölüme Git
    Selçuklu Dönemi. Bağdat pazarlarının Büyük Selçuklular devrinde canlılığını kaybettiği anlaşılmaktadır. 485’teki (1092) yangında Bağdat’ta demirciler …
  • 3/3Müellif: TAHSİN ÖZCANBölüme Git
    Osmanlı Dönemi. Pazar kelimesi hem alışveriş yapmayı hem de alışveriş yapılan mekânı ifade eder. Çârşû/çarşı da pazar karşılığında kullanılmaktadır. E…

Müellif:

Aslı Farsça bâzâr olan kelime, sözlükte “alıcı ve satıcıların ticaret için belli zamanlarda toplandıkları üstü açık kamu alanı” mânasına gelir. Anlam genişlemesiyle şehrin bir plana göre düzenlenmiş geleneksel iş bölgesini veya caddesini/sokağını yahut bunun belli meslek erbabınca işletilen dükkânlar kümesinin oluşturduğu kesimini ifade eder. Haftanın alışveriş maksadıyla toplanılması âdet olan gününe de pazar adı verilir. Arapça’sı “mal sevkedilen yer” mânasında sûk (çoğulu esvâk) olup Kur’an’da müşriklerin Hz. Peygamber’in pazarlarda dolaştığı, dolayısıyla diğer insanlardan farkının bulunmadığı yönündeki eleştirilerine değinilen iki yerde geçmektedir (el-Furkān 25/7, 20). Şehirlilerin günlük ihtiyaçlarını karşıladıkları küçük pazarlara Arapça’da süveyka, Farsça’da bâzârce, Türkçe’de pazarcık denir. Yılın belli dönemlerinde kurulan, özellikle uzak mesafelerden getirilen malların alınıp satıldığı büyük pazarlar için Türkçe’de Grekçe asıllı panayır, Arapça’da yine sûk kullanılır. İtalyanca’dan Türkçe’ye geçen piyasa kelimesi de en geniş anlamıyla pazarı ifade eder. Pazarlarda satış yapanlara pazarcı ve bezirgân (bâzârgân) adı verilir. Pazarın düzeninden sorumlu kişiye pazarbaşı denilir. İki pazar sokağının kesişmesiyle oluşan dört yol ağzına çarşı (Far. çâr sû [dört taraf]) ve Arapça’da murabba‘ adı verilir. Tarihte özellikle takas ekonomisinden para ekonomisine geçildikten sonra pazarlar canlanmıştır. Sanayi devrimiyle birlikte pazar ve piyasa kelimeleri serbest rekabet şartlarında mal, hizmet ve iş gücü arz ve talebinin buluştuğu en geniş alanı belirtmek üzere kullanılmaya başlanmıştır.

Pazarlar günlük, haftalık, aylık, mevsimlik ve yıllık olabilir. Mevsimlik ve özellikle haftalık pazarlar, geçimlik bir ekonomiyle kalıcı ticaret merkezleri ağı arasında bir ara aşama olarak değerlendirilmektedir (EIr., IV, 45-46). Pazarlar merkezî pazar, perakende pazarı, semt pazarı, taşra pazarı, ziyaretgâh pazarı, ordu pazarı gibi sınıflara ayrılabilir. Çoğunlukla büyük şehirlerin eski bölgelerinde ana iş merkezini oluşturan ve her gün açılan merkezî pazarın bünyesinde perakende/toptan ticaret, finans ve zanaat kesimleri sıkı bir ilişki içindedir. Perakende pazarı, çoğunlukla küçük şehirlerde esasen doğrudan tüketiciye yönelik az miktarda satışların yapıldığı geleneksel merkezî alışveriş bölgesidir. Şehirlerde ana pazarın dışında belli yerleşim biriminin günlük ihtiyaçlarını karşılayan, bazıları haftada bir iki defa kurulan küçük satış alanına semt pazarı denir. Bazı şehirlerde sur içinde semt pazarına rastlanmazdı; buralarda ana pazarın dış halkaları yerleşim birimlerinin günlük ihtiyaçlarını karşılayıcı bir işlev üstlenirdi. Şehir kapılarının dışında veya çevredeki önemli bir yolun yakınında açılan taşra pazarı kırsal kesim için semt pazarı işlevi gördüğü gibi köylüler/bedevîlerle şehirlileri de buluştururdu. Bunun örnekleri Dımaşk (Meydân), Bağdat (Hark), Halep (Sûkubenkuse), Kayrevan (Tûnis kapısında), Kandehar (doğu kapısında) ve Şîraz’da (güneybatı kapısında) bulunurdu. Taşra pazarlarında basit hanlar vardı; buralarda aracılar satın aldıkları dayanıklı tarım ürünlerini depolar, şehre inen çiftçiler yük hayvanları ve arabalarını bırakır, bazan da celepler topladıkları hayvanları barındırırdı. Ordu pazarı ise özellikle askerî birliklerin ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla karargâhların yakınında düzenli şekilde veya sefer güzergâhları üzerinde geçici olarak kurulurdu (meselâ bk. Ahmed b. Hâlid es-Selâvî, II, 39; Bosworth, s. 119).

Câhiliye Devri Arabistan Pazar ve Panayırları. Kur’an’da Allah ile insanlar arasındaki ilişkilerin sık sık ticarî terminolojiyle ifade edilmesi, İslâm’ın doğuşunda Mekke’de câri olan “pazar” ekonomisinin ve ticaret ağırlıklı hayat tarzının bir yansıması sayılabilir (meselâ bk. el-Bakara 2/16; et-Tevbe 9/111; es-Saf 61/10). Mekke şehri, çevresinde panayırların düzenlendiği önemli bir ticaret merkeziydi. “Kıraç bir vadi” olan Mekke’nin (İbrâhîm 14/37) ekonomisi o derece dışa bağımlıydı ki ticaret kervanları şehir pazarına indiği zaman törenlerle karşılanırdı (Müslim, “Cumʿa”, 36-38). Câhiliye döneminde Kureyş kabilesi Kur’an’da atıfta bulunulduğu üzere (Kureyş 106/1-4) yazın Suriye’ye, kışın Yemen’e düzenlenen ticaret seferlerinin güzergâhı üzerindeki kabilelerin yanı sıra Sâsânî ve Bizans imparatorlukları ile ticarî antlaşmalar (îlâf) yapmıştı. Bunun da katkısıyla Arabistan yarımadasında özellikle hac mevsiminde panayırlar peş peşe kuruluyordu. Buralarda ticarî, toplumsal ve kültürel etkinlikler gerçekleştirilir, mallar takas edilir, hısımlıklar kurulur, antlaşmalar yapılır, ihtilâflar çözüme kavuşturulurdu. Panayır yeri olarak genellikle yolların kesiştiği tarafsız bölgelerdeki uzun görüş mesafesine sahip alanlar seçilirdi. Bütün düşmanlıkların askıya alındığı haram aylar uygulaması kan davalarının ticareti kösteklememesi ve panayırlara rağbetin artması bakımından özel bir önem taşımaktaydı (bk. HARAM AYLAR). Doğu panayır hattı Necran’dan Uman’a, oradan Basra körfezinin batı sahilinden geçerek Irak’a kadar uzanır ve Şam’ın (Suriye) kırsal kesiminde son bulurdu. Batı hattı Yemen’den başlayıp Hicaz üzerinden Şam’a ulaşırdı. Yarımadadaki transit ticaret zamanla Yemenliler’den Hicazlılar’a geçti. Panayırların en meşhuru, neredeyse bütün Arap kabilelerinin katıldığı ve uzak mesafelerden çeşitli malların getirildiği Ukâz’dı. Arabistan’da hac mevsimindekiler dışında da panayırlar kurulurdu. Mekke’nin içinde ise Hazvere pazarı gibi bazı pazarlar mevcuttu. Mevsimlik panayırlar İslâm devletinin hâkimiyeti altında önemini yitirip birer birer ortadan kalkmıştır. Zira Mezopotamya’nın fethiyle birlikte doğu ile doğrudan bağlantı kurulduğu ve yarımada sınırlarının dışına taşan İslâm ülkesinde iç güvenlik sağlandığı için bunlara ihtiyaç kalmamıştır. Câhiliye döneminde Medine’deki pazarlar şehrin batı tarafında güneyden kuzeye doğru sırasıyla Asabe’deki Sefâsif, Abdullah b. Übeyy’in kalesinin bulunduğu Müzâhim, Buthân vadisi köprüsü civarındaki Kaynukā‘ ve Zübâle semtlerinde oluşturulurdu. Müzâhim pazarı Abdullah b. Übeyy’in, Kaynukā‘ ve Zübâle pazarları ise yahudilerin hâkimiyeti altındaydı. Yahudi kabilesi Benî Kaynukā‘ın Medine’nin geneline hitap eden pazarı cuma günü kurulurdu.

Medine Pazarı. Mevcut Medine pazarlarının hâkimi olan müşrik ve yahudi tüccarları faaliyetlerini ya kendi dinlerine ya da Câhiliye âdetlerine göre yürütüyordu. İslâm’ın yasakladığı işlemlerin yapıldığı bu ortamlarda müslümanların kendi pazar hükümlerini uygulaması ve karşılıklı güven ortamını sağlaması mümkün değildi. Ayrıca şehirde gayri müslimlerle yapılan ticaret daha çok onların lehineydi. İslâmî esasların uygulandığı bir pazar kurmak isteyen Hz. Peygamber, Nebît ve Benî Kaynukā‘ pazarı gibi yerleri dolaşmış ve bunların müslümanlara uygun olmadığını belirtmiştir. Benî Kaynukā‘ pazarının yakınındaki Bakī‘ ez-Zübeyr’de bir çadır kurup burayı pazar yeri olarak seçen Resûlullah’ın teşebbüsünü yahudilerin ileri gelenlerinden Kâ‘b b. Eşref çadırın iplerini kesmek suretiyle sabote etmiş, bunun üzerine Hz. Peygamber Benî Sâide bölgesindeki bir alanı tahsis etmiştir. Bu pazar Mescid-i Nebevî’nin yakınında Buthân vadisinde, Medine’nin giriş çıkış yolları üzerinde ve şehrin tamamına hizmet verebilecek bir konumda bulunuyordu. Resûlullah yeni pazar için bazı kurallar koymuştu: Pazar vergisi alınmayacak ve sabit yerler edinilmeyecekti. Câhiliye pazarlarının çoğunda bir çeşit pazar vergisi toplanıyordu. Yeni pazarda vergi alınmaması ilkesi muhtemelen, Ukâz, Mecenne ve Zülmecâz panayırlarına giderek halkı İslâm’a çağıran Resûl-i Ekrem’in (el-Müsned, III, 322, 339, 492) Ukâz’da gözlemlediği vergi muafiyeti uygulamasını benimsediğini göstermektedir. Vergi muafiyetinin Hulefâ-yi Râşidîn devrinde de sürdürüldüğü anlaşılmaktadır. Bununla birlikte kolaylık sağlaması sebebiyle diğer vergiler pazar yerinde toplanırdı; nitekim Hz. Ömer ve Osman uşûru Medine pazarında tahsil ettirirdi. Bazı kaynaklara göre İslâm tarihinde pazar vergisi ilk defa Ziyâd b. Ebîh’in Basra valiliği sırasında uygulanmıştır (İbn Ebû Şeybe, IV, 488; VII, 248).

Pazar yerlerinin sahiplenilmemesi kuralı, adaletin gözetilmesi yanında sabah erkenden tezgâh kurulmasına izin vermek suretiyle tembellik göstermeden işe başlanmasını özendirmek, böylece piyasaya canlılık kazandırmak gibi gayelere mâtuf olsa gerektir. Hz. Peygamber bu yasağın ihlâline yönelik bazı girişimleri önleyerek imtiyazlı bir sınıfın türemesini engellemiştir. Sonraki dönemlerde sabit yerler edinmeme kuralını ihlâl teşebbüsleri olmuşsa da Hulefâ-yi Râşidîn bunlara karşı aynı kararlı tutumu sergilemiştir (bazı uygulamaları için bk. Cengiz Kallek, Asr-ı Saâdet’te Yönetim, s. 196). İslâm hukukçularına göre umumun pazar yerlerinden yararlanma hakkı ibâha niteliğinde olup kamu hukukuyla ilgilidir. Satıcıların bunlar üzerindeki hakları milk-i intifâ kapsamına girer. Umumi yollar, meydanlar, pazar yerleri gibi herkesin yararlandığı kamu mekânları devletin tasarrufu ve denetimi altındadır (bk. İKTÂ; MAL). Açık pazarlarda mallarını günübirlik sergileyenlerden ücret alınmayacağı kanaati hâkimdir (Belâzürî, s. 448; Kudâme b. Ca‘fer, s. 208; Mâverdî, s. 246; Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ, s. 226). Ebû Yûsuf, pazar sokaklarında inşa edilen ruhsatsız dükkân ve binaların yıktırılması veya kiraya tâbi tutulmasını devlet başkanının takdirine bırakmaktadır. Kamuya ait haraç arazisi üzerinde özel sektör tarafından inşa edilecek ruhsatlı dükkân ve binalardan bir kira alınabileceğini söylemekte, ancak bunun işletmecilerin ödeme gücünü aşmamasını önermektedir.

Asr-ı saâdet’teki pazarlarda gıda ürünleri, hayvanlar, köleler ve diğer mallar için ayrı yerler tahsis edilmiştir. Bu düzenlemede intizamın yanı sıra sağlık kurallarının gözetilmiş olması muhtemeldir. Hisbeyle ilgili kitaplarda her meslek zümresi için müstakil pazarlar ayrılması önerilir. Ayrıca ürünlerinin hazırlanmasında ateşten yararlanan fırıncı, lokantacı ve demirci gibi esnafın kolay tutuşan malların satıcılarından belli bir uzaklıkta konuşlanması tavsiye edilir. Pazar yerlerinin topografik düzenine, özellikle de aynı tür malları üreten/satan dükkânların müstakil bölümlerde toplanmasına ilişkin görüşler erken dönem müslüman şehir planlamacılığı ilkelerini yansıtmaktadır. Hisbe yazarları dükkân sahiplerinin pazar sokaklarını işgal etmelerinin, kirletmelerinin, gelip geçenlere zarar verecek atıklar akıtmalarının yasaklanması yönünde uyarılarda bulunmaktadır (meselâ bk. Celâleddin eş-Şeyzerî, s. 14; İbn Bessâm el-Muhtesib, s. 328).

Pazardaki işlemlerin toplumsal açıdan uyumlu, dinî kurallara ve örfe uygun biçimde yapılması gerekir. Âdil bir piyasa oluşturmayı amaçlayan Resûl-i Ekrem münâbeze, mülâmese, tasriye, neceş gibi bilinmezlik veya hile içeren Câhiliye akid türlerini, faizli muameleleri, karaborsacılığı, şehirlinin köylü adına simsarlığını, taşralı üreticilerin pazarlara ulaşmadan karşılanarak ellerindeki malların ucuza kapatılmasını açıklık ve rıza ilkesiyle bağdaşmadığı, haksız kazanca veya taraflar arasında çekişmeye yol açtığı için yasaklamıştır. Medine pazarında kadınların başta parfümeri olmak üzere çeşitli ürünler sattıkları ve Resûlullah’ın pazarların denetimi için tayin ettiği muhtesipler arasında yer aldıkları bilinmektedir.

Arabistan Yarımadasındaki Diğer Pazarlar. Mekke ve Medine, müslümanlar nazarındaki kutsallıkları yanında ticaret yollarının üzerinde bulunmaları, çevredeki bedevîlerin ve küçük yerleşim birimlerinin ihtiyaçlarını karşılamaları gibi sebeplerle hac mevsiminde iyice hareketlenen canlı pazarlara sahipti. Bunların düzenini ve sundukları ürünlerin çeşitliliğini özellikle hacıların ihtiyaçları belirlerdi. III. (IX.) yüzyılda Mekke pazarlarının en önemlilerinden biri Safâ ile Merve arasındaki alana paralel biçimde güney-kuzey istikametinde uzanırdı. Ramazan bayramında burada çadırlar kurulur, dükkânlar geceleri aydınlatılır ve sabaha kadar eğlenilirdi. Meyvecilik ve dericiliğiyle ünlü Tâif şehrinin pazarları başta Mekke olmak üzere civardaki şehirlerin ihtiyaçlarını karşılardı. Mekke güzergâhındaki Cidde pazarları özellikle hac mevsiminde çok canlıydı. Yarımadanın batı sahilinin antreposu durumundaki Câr Limanı’ndakiler de benzer özelliklere sahipti. Bir yerin başşehir olması pazarlarının gelişmesinde önemli rol oynardı. Nitekim Zebîd, III. (IX.) yüzyılın başlarında Yemen Ziyâdî Emirliği’nin merkezi olunca pazarları gelişmişti. Şehirde kumaş pazarı gibi dâimî pazarlar yanında Va‘d gibi sadece cuma günleri kurulan ve özellikle çevre köylere, vahalara hizmet verenleri de vardı. Aynı yüzyılın ikinci yarısında Yemâme bölgesinde Ühaydır hânedanının merkezi konumuna gelen Hadrame şehrinin pazarı da meşhurdu. San‘a, Ya‘furîler’in merkezi olunca Yemen’den ve bölge dışından getirilen çeşitli malların satıldığı canlı pazarlarıyla şöhrete kavuştu. Hanların yanı sıra dokumacılık ve bağlı zanaatların icra edildiği pek çok iş yeri bulunuyordu. Sa‘de, III. (IX.) yüzyılın sonlarından itibaren Ressîler’in başşehri haline geldiğinde gelişmeye başlayan pazarları Yemen’dekilerin en önemlileri arasına girdi. Kara ve deniz ticaret yolları üzerindeki konumları bazı şehirlerin pazarlarına rağbeti önemli ölçüde arttırıyordu. Meselâ III. (IX.) yüzyılda Basra körfezindeki stratejik önemi sebebiyle ticaret gemilerinin uğradığı, birçok malın satıldığı Suhâr ve Maskat’ın (Uman) pazarları büyük gelişme gösterdi. Doğu Afrika ile Hint ve Çin arasındaki deniz ticaretinin ana üssü konumundaki Aden’dekiler ise bunların hepsinden daha canlı ve zengindi. Bir bölgedeki doğal kaynaklar da civardaki pazarları hareketlendirirdi. Meselâ Basra körfezinin doğu yakasındaki Ukayr, Katîf, Dârîn, Üvâl ve Kâzime’nin pazarları özellikle inci avcılığı ile bağlantıları sebebiyle canlılık kazanmıştı. Hac güzergâhları üzerindeki bazı yerleşim birimlerinde hac ve umre kafilelerinin ihtiyaçlarının karşılandığı pazarlar kurulurdu. Nibâc, Karyeteyn, Sa‘lebiye, Dariye, Teymâ, Vâdilkurâ ve Feyd bunlardan bazılarıdır. Hemdânî, hac yolundaki konaklama yerlerinin en önemlilerinden olan Felec pazarında 260 kuyu ve 400 dükkânın varlığını kaydetmekte ve Tihâme pazarlarının en büyüklerinden olup haftada bir kurulan Cüreyb’de yaklaşık 10.000 kişinin toplandığını tahmin etmektedir (Ṣıfatü Cezîreti’l-ʿArab, s. 114, 305-306; ayrıca bk. Nâsır-ı Hüsrev, s. 141). III-IV. (IX-X.) yüzyıllarda Arabistan pazarları genellikle şehrin merkezinde cuma camiinin çevresinde veya önemli mahallelerinde kurulurdu. Bazı Yemâme pazarları özel bir surla korunurdu. Felec pazarı 30 arşın yüksekliğinde bir sur ve hendekle çevrili olup demir kapıları vardı. Şehir dışındaki Feyd pazarı da surla çevriliydi. Yemâme’de ayrıca su başlarında özellikle bedevîlere hitap eden yerel pazarlar kurulurdu.

Yeni Oluşturulan Garnizon Şehirlerinin ve Başşehirlerin Pazarları. Hz. Ömer devrinde Irak ve Mısır’ın fethinden sonra yeni kurulacak Basra, Kûfe ve Fustat gibi garnizon şehirleri için seçilen bölgelerin merkezinde cami ve genellikle pazara mahsus bir yer belirlendikten sonra çevresi parsellenerek yapılaşmaya açılmıştı. Ortadaki alanın etrafı da hendekle çevrilmişti. Bu şehirlerden Basra, Utbe b. Gazvân tarafından askerî üs olarak kurulduğunda önce cami yeri belirlenmiş, ancak bir pazar alanı tahsis edilmemişti. Daha sonra Muâviye’nin Basra valisi Abdullah b. Âmir, Ümmü Abdullah Kanalı’nın kenarındaki bazı evleri satın alıp yıktırarak yeni bir pazar yeri açtırmıştı; burası daha sonra onun adıyla (Sûku Abdillâh) anıldı. Halefi Ziyâd b. Ebîh halkı sabit pazar kurmaya özendirmiş, iş adamlarına da dükkânlarının cephesini kafeslerle kapatmalarını emretmişti. Zamanla yerleşim alanı içinde kalan Abdullah’ın pazarı artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayamayınca Vali Bilâl b. Ebû Bürde tarafından kazdırılan Nehrübilâl Kanalı’nın kenarına taşındı. Onun döneminde diğer pazarlar da şehrin daha uygun bölgelerine nakledildi ve bir ticaret merkezi olarak Basra’nın önemine katkıda bulundu. Basra’nın ilk pazarlarının çoğu çevresi işaretlenmiş açık alanlar üzerinde açılmış olup kalıcı dükkânlar III. (IX.) yüzyıla doğru ortaya çıkmıştı. I-II. (VII-VIII.) yüzyıllar boyunca özel malların satıldığı Basra pazarları müstakil bir alan veya yol üzerinde kurulmuştu; sepiciler pazarı, deve pazarı, saman pazarı, kilitçiler pazarı gibi. Basra’nın 3 mil batısındaki kervan durağı Mirbed’de yer alan büyük panayırda şehirliler ve bedevîler hayvan alım satımı için toplanır, yarışma yapan şairleri ve güncel meseleler üzerinde konuşan hatipleri dinlerdi. Bu pazar IV. (X.) yüzyılın sonlarına doğru gerilemeye başlamıştır. III-IV. (IX-X.) yüzyıllarda Ma‘kıl ve İbn Ömer kanallarının birleştiği yerde züccaciye, tarak, kumaş, un, balık, meyve ve sebze gibi ürünlerin satıldığı büyük pazar kurulmuştu; burada marangoz ve terzilerin de dükkânları vardı. Feyl Kanalı boyunca uzanan yerleşim biriminde sahil pazarından başka un, pirinç, hurma, et, sirke gibi malların satıldığı erzak pazarı da bulunurdu. Ayrıca sarraflar, kuyumcular ve köle tâcirleri için de müstakil pazarlar vardı. Basra’nın yabancılarla ticareti tarihî Übülle Limanı aracılığıyla yapılırdı. Burası Ziyâd b. Ebîh tarafından kazdırılan bir kanalla garnizon şehrine bağlanmıştı. 443 (1051) yılında Übülle’de mâmur pazarların ve kervansarayların olduğu bildirilmektedir. Übülle-Basra Kanalı’nda iki şehir arasında mal taşıyan pek çok sandal vardı.

Basra’dan kısa bir süre sonra kurulan Kûfe daha planlı bir şehirdi. Kûfe’de Hz. Ömer’in emriyle kasır ve caminin yanında Künâse adı verilen alan pazar yeri olarak ayrılmıştı. Burası ticaretin yanı sıra ilmî tartışmaların yapıldığı, şiir ve mûsiki faaliyetlerinin yürütüldüğü bir kültür merkezi durumundaydı. Kûfe’yi başşehir edinen Hz. Ali’nin, “Müslümanların pazar yeri musallâları gibidir, erken gelen tuttuğu yerde o gün ayrılıncaya kadar hak sahibidir” dediği rivayet edilmektedir. Aynı yaklaşımı Vali Mugīre b. Şu‘be de benimsemiştir, ancak halefi Ziyâd b. Ebîh pazarcıların tuttukları yerlerde kalmalarına izin vermiştir (Belâzürî, s. 299-300). Süyûtî’nin bir rivayetinden Hz. Ali devrinde Kûfe pazarında kapıları kilitlenebilen dükkânların varlığı anlaşılmaktadır (Târîḫu’l-ḫulefâʾ, s. 204). Emevî Halifesi Hişâm b. Abdülmelik’in valisi Hâlid b. Abdullah el-Kasrî, Kûfe’de yeni pazarlar kurdurdu; hasır gölgelikli yapıların yerine iki sıra kemerli dükkânlar yaptırılarak tâcirlere kiraya verildi ve geliri orduya tahsis edildi. Bu, daha sonra kurulan Bağdat ve Kayrevan gibi şehirlerin pazarlarına örnek oldu. Bir rivayete göre esnaf ve zanaatkârlar Kûfe Camii’nin yanındaki açık alanda iş yaparlardı. Massignon’a göre III-IV. (IX-X.) yüzyıllarda Kûfe pazarında verrâklar ulucaminin kıble tarafında bulunuyor, yanıbaşındaki diğer zanaatkârlar arasında hurmacılar, sabuncular, bakkallar yer alıyordu. Bunlara halıcılar, kumaşçılar, çırpıcılar, kasaplar, zahireciler, kavutçular ve tüccarla onlara komşu sarraf ve kuyumcular da eklenebilir (Opera Minora, III, 50-51). Abbâsîler devrinde epey bir süre bu canlılığını devam ettiren Kûfe pazarları zamanla geriledi. Makdisî şehrin dışındaki Künâse mahallesini harap durumda gördüğünü belirtir (Aḥsenü’t-teḳāsîm, s. 117). İbn Battûta, ziyaret ettiği Kûfe’nin Musul ve Bağdat ile Mekke arasında bir kervan konaklama yeri konumuna düştüğünü, bedevî saldırıları sebebiyle ticaret merkezinin yıkıldığını kaydeder (er-Riḥle, I, 238).

Amr b. Âs, Fustat’ta ulucaminin (Amr b. Âs Câmii) yakınında Hz. Ömer adına bir arazi tahsis etmişti; ancak halife Mısır’da toprağının bulunmasını hoş karşılamayıp orasının pazar yeri olarak kullanılmasını istedi. Bunun üzerine Dârülbirke adıyla anılan bu yer köle pazarı haline getirildi. Amr b. Âs, Nil’in doğu yakasında ulucaminin civarında başka pazarlar da açtırdı. Emevî Halifesi I. Mervân, Fustat’ta üzeri kapalı bir pazar inşa ettirdi. Emevîler döneminde Amr b. Âs Camii’nin kuzeyinde Verdân ve Berberî pazarı, batısında Hemmâm pazarı kuruldu.

Hz. Ömer, Kudüs’ün fethinin ardından şehrin en yukarısındaki kumaş pazarında ve batısında bulunan dükkânlar dizisinin hıristiyanlara ait olduğunu öğrenince bunların arasındaki kurşun kubbeli büyük pazarın da müslümanlara tahsisini istemişti. Bu pazarlar Mescid-i Aksâ’nın Halîl Kapısı civarındaki üç Roma pazarı olmalıdır. Dımaşk’ın fethinden sonra Roma dönemine ait ana cadde pazar olarak varlığını korumuş, diğer pazarlar Bağdat örnek alınarak tasarlanmıştır.

Haccâc tarafından kurulan Vâsıt’ın pazarları güzel planlanmış ve ihtimamla düzenlenmişti; her mesleğe müstakil yerler tahsis edilmiş, farklı zanaat ve ticaret erbabı birbirinden ayrılmıştı. Her tüccar zümresinin kendi sarrafı vardı. Pazar iki geniş bölümden oluşuyordu. Sağ taraftan Derbülharrâzîn’e kadarki bölümde zahireciler, kumaşçılar, sarraflar ve attarlar, kıble istikametinden çarıkçılar sokağına doğru bakkallar ve manavlar yerleşmişti. Çarıkçılar, gündelikçi amele ve zanaatkârlar Dicle kıyısına doğru pazarın sol tarafında toplanmıştı. Tüccardan bir çeşit vergi veya kira alınıyordu. İyâs b. Muâviye, Vâsıt pazarına muhtesip tayin edilmişti.

Bağdat’ın kurulduğu yerde fetihten önce Bâdûreyâ adlı bir köy vardı. Medâin’e bir günlük mesafede olup Sâsânîler’in himayesinde her yılbaşında açılan panayırına Medâin ve Sevâd bölgelerinden gelen tüccarların Irak’tan toplanan haraç malları kadar ürün getirdiği bu köye Çinli tüccarların bile uğradığı rivayet edilir (İbnü’l-Fakīh, s. 27). Başşehir olmadan önce de burada aylık panayırlar kurulurdu. Abbâsî Halifesi Mansûr tarafından inşa ettirilen Bağdat’ta önceleri “yuvarlak şehir”in (el-medînetü’l-müdevvere) iç alanında yer alan bazı pazarlar, en dıştaki büyük surun dört taçkapısından iç sura doğru uzanan sıra kemerli geçitlere kaydırıldı. 157 (773) yılında Muhtesip Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Abdullah’ın Şîa ile iş birliği yaparak bir isyan başlatması üzerine pazarlar sıra kemerli geçitlerden yuvarlak şehrin dışına çıkarılarak Câhiliye devrinden beri bir ticaret merkezi olan Kerh’e, Kûfe ve Basra kapıları arasında Serât’tan Îsâ Kanalı’na doğru yayılan alana taşındı. Oradaki düzenleme, benzer malların aynı cadde ve sokak üzerinde sıralanmış dükkânlarda satılması ilkesinden hareketle yapıldı. Ebû Ca‘fer el-Mansûr, Kerh’in ana iş merkezinin Dicle’nin batı yakasında kurulmasını emretti, burada inşa ettirdiği dükkânlar tüccarlara kiralandı. Daha sonra pazar alanı dar gelmeye başlayınca kendi imkânlarıyla dükkân yapanlardan daha düşük kira alındı. Mehdî-Billâh da Dicle’nin doğu yakasındaki Rusâfe bölgesinde Huld Sarayı’nın karşısına düşen Bâbüttâk ile Bâbüşşaîr’de ve batı yakasındaki Medînetü’l-müdevvere’nin kuzeyinde kalan Harbiye kesiminde yeni pazarlar açtırdı. Derbülesâkife, Derbüzzeyt ve Derbülâc’da bulunan Sûkudârilbittîh de (meyve hali) Kerh’in içine nakledildi. Onun devrinde buralardaki dükkânlardan kira alındı ve yeni vergiler tahsil edildi. Silâhhâneden sorumlu görevliye nisbetle Kasruvaddâh adıyla anılan yerde her çeşit malın satıldığı pazarlar bulunurdu; bunlar arasında verrâkların 100’den fazla dükkânı vardı. İbnü’l-Cevzî, kendi zamanında Bağdat’taki büyük verrâklar çarşısını âlim ve şairler meclisi olarak niteler (Menâḳıbü Baġdâd, s. 26). Ayrıca şehirde, kalabalık nüfusa hizmet veren 600’ü aşkın kavutçu vardı. Bağdat pazarlarındaki tüccar Orta Asya’dan ve Uzakdoğu’dan ithalât yapardı. Teng Hânedanı devrinden Sung Hânedanı devrine kadar geçen sürede Çin’e giden İranlı ve Arap tüccarların sayısı gittikçe arttı. Bu sırada Bağdat’ta ipekli kumaş, porselen, çay ve ham ipek gibi Çin malları için özel pazarlar kuruldu. Doğu Bağdat’taki beş sokağın arasında kalan Sûkuhudayr’da Çin porselenleri satılırdı. Câhiz, Irak pazarlarında satılan ithal ürünlerinin bir listesini vermektedir (et-Tabaṣṣur, s. 25-34). III. (IX.) yüzyılda Bağdat’ın her iki yakasındaki pazarlardan ve Reha’l-bıtrîḳ adıyla bilinen değirmenlerden toplanan vergiler yıllık 12 milyon dirhemi buluyordu.

Mu‘tasım-Billâh’ın inşa ettirdiği Sâmerrâ’da Bağdat pazarları örnek alındı. Saray ve kamu binaları yapıldıktan sonra ulucaminin yeri belirlendi ve onun etrafına pazarlar kuruldu. Mısır, Basra, Kûfe ve diğer bölgelerden çeşitli meslek erbabının iskân edildiği her semte müstakil pazarlar yapıldı; geniş bir hat üzerindeki dükkânlarda imalâthanelerde türlü ürünler satılmaya başlandı. Bağdat, Vâsıt, Basra, Musul gibi şehirlerle Sâmerrâ arasında yoğun bir nehir trafiği kuruldu. Sâmerrâ’nın kuzeyindeki Dûr semtine bazı zümreler yerleştirilerek mescidler, hamamlar ve her mahalleye küçük pazarlar, kasaplar, zahireciler ve diğer tüketim maddeleri satıcıları için dükkânlar inşa edildi. Mu‘tasım-Billâh’ın Türk kumandanı Eşnâs ve kuvvetlerinin yerleşmesi için Batı Sâmerrâ’da iktâ ettiği Kerh’te de cami ve pazarlar kuruldu. Mütevekkil-Alellah’ın eski Sâmerrâ’nın dışında kurdurduğu Hizâm b. Gālib bölgesinde emniyet merkezi, hapishane, köle pazarı, halka ait evler, esnaf zümrelerini barındıran iki taraflı dükkânlar ve imalâthanelerin bulunduğu pazar caddesi ve cami vardı. Pazarın müstakil bir bölümünde şerbetçi, çorbacı gibi esnaf bulunurdu. Sâmerrâ’da toplanan pazar vergileri ve kiralar yıllık 10 milyon dirheme ulaşıyordu.

Arap Dünyası: Genel Değerlendirme. Müslümanlar İslâm yurdunun tamamını kapsayan bir tür ortak pazar kurmuşlardı. Bizans dönemindeki ekonomik durgunluğun ardından müslümanlarca ele geçirilen bazı bölgeler canlı bir ticaret alanı haline gelmiştir. Henry Pirenne’nin İslâm fetihlerinden sonra Akdeniz ticaretinin öldüğü yolundaki iddiası yalnız Avrupalılar açısından doğrudur; zira daha İslâm’ın ilk dönemlerinde bazı sahâbîler Akdeniz’de ticarî gemiler işletmeye başlamıştı. Arap dünyasında büyük şehirlerin varlığı, Ortadoğu’nun bir ucundan öbür ucuna uzanan ve kervanlarla birbirine bağlanan pazarlar zincirine dayalıydı. Büyük pazarların iki temel özelliği vardı. Bunlar halkın ihtiyaçlarının karşılanması için getirilen ürünlerin toplandığı yerlerdi ve bölgedeki küçük pazarlar ağının toptan satış merkezleriydi. İslâm pazarları, iç ve dış ticaretin yanı sıra kırsal ve kentsel hizmetlerin organizasyonu ve finansmanına da büyük yatırım ve katkı sağlamıştır. Ayrıca devletin ve iktâ sahiplerinin aynî vergi olarak topladıkları malları sattıkları veya başka ihtiyaç maddeleriyle değiştirdikleri, köylülerin nakdî vergilerini ödemek üzere ihtiyaç fazlası mallarını paraya çevirdikleri yerlerdi. Düzenlerinin, ürünlerinin ve mensuplarının benzerlik taşıması İslâm pazarlarının toplum hayatında oynadığı istikrarlı rolün delilidir. Halkın mübadele ihtiyacını karşılamak veya bir vakfa gelir sağlamak için bunların etrafında kurulanların dışında bir semtte kendiliğinden ortaya çıkan pazarlar da vardı. Camiyle pazarın şehrin merkezinde ve iç içe yer alması İslâm’da dünya ile âhiretin uyum içinde yürüdüğünü gösterir. Belki de bu yaklaşımın etkisiyle pazarlarda ilim halkaları düzenlenmiştir (meselâ bk. İbn Asâkir, XII, 267). Pazar yerinin yapısal özelliği işlevsel ihtiyaçlara, şehir planlaması ve mimarlık bilgisine, mevcut inşaat malzemesine, iklim şartlarına, bölgenin ürünlerine ve talebe göre şekillenirdi. Pazarların yeni kentsel gelişmelere tepkisi, her birinin şehir ekonomisindeki rolü ve konumuna bağlı olarak ilden ile farklılık gösterirdi.

Pazar müslüman şehir hayatında bireysel işlemlerin, ticaretin ve haberleşmenin odağı olup İslâm şehrinde içtimaî ve ticarî faaliyetler yerleşim birimlerinin mahremiyetinden soyutlanmaya çalışılmıştır. Yeni kurulan şehirlerde hükümet konağı ve ulucaminin yer aldığı merkezden sur kapısına doğru uzanan bazı caddelerin tek veya her iki kenarında sıralanmış çeşitli meslek gruplarının benzer nitelikteki dükkânlarından ve imalâthanelerinden oluşan pazarlar önemli işlevler görürdü. Bir cadde, sokak veya hat boyunca uzanan pazarlardan başka şehirde kaysâriyye (bedesten), han (kervansaray), funduk (saray-han), vekâle, rab‘ gibi isimlerle anılan tek veya birkaç katlı ticarethaneler bulunurdu. Ticaret yolları üzerindeki menzillerde kurulan -bu grup çoğunlukla ribât özelliği arzeder- han ve kervansaraylar, geniş bir coğrafyaya dağılan İslâm şehirleri arasında günümüzdeki dinlenme tesisleri kadar önemli işlevler görürdü. Bunların zamanla etraflarında gelişen yerleşim birimlerinin merkezinde kaldıkları olurdu. Toptan ticaretle uğraşan tüccar genellikle mallarını funduk (Mağrib, Tunus), han (Türkiye ve Suriye), vekâle (Mısır, Tunus), semsere (Yemen) ve saraylara (İran, Afganistan) indirerek aracılara ya da perakendecilere satardı.

Pazar bölümleri merkezden çevreye doğru çok defa ekonomik güçlerce belirlenen bir düzene tâbiydi. Şehir içinde pazarların ve pazar bünyesinde dükkânların konumuna göre kıymetlerinin değişmesinde müşteriler önemli rol oynardı. Yoğun müşteriye sahip ana caddelerde ağırlıklı olarak perakendeciler konuşlanır, trafiği daha seyrek olan ara cadde ve sokaklarda ise zanaatkârlar yerleşirdi. Dolayısıyla cami, köprü, iskele ve sur kapılarının yakınındaki yerler pazarın revaçta olan kesimleriydi. Toptancılar nisbeten sakin caddelerde ve kalabalıktan uzak hanlarda bulunurdu. Pazarlar ya meslek veya müşteri odaklı olarak düzenlenirdi. Belli meslek erbabının bir yere kümelenmesinde muhtemelen din, ırk ve hemşerilik bağı da rol oynardı. Meselâ kuyumculuk ve sarraflık genellikle yahudi ve hıristiyanların tekelindeydi. Bilhassa dışarıdan gelen yabancı tüccarların yoğun olduğu pazarlarda sarraflara ihtiyaç artardı. Pazarın camiye en yakın kısmında sahaflar, mücellitler, attarlar, şekerlemeciler, kandilciler/mumcular, dericiler, terlikçiler, kürkçüler, mücevheratçılar, sarraflar, kuyumcular gibi meslek erbabı toplanmıştı. Kadınlara mahsus malların sunulduğu bölüm de bunların yakınında bulunurdu; burada kadın giyimi, parfümeri ve oyuncaklar satılırdı. Kullandıkları ocaklar dolayısıyla yangınlara yol açabildikleri ve gürültüye sebebiyet verdikleri için bakırcı, demirci, marangoz/doğramacı gibi meslek erbabı şehrin kenar mahallelerine yerleştirilirdi. Kale kapısı civarında ise saraçlar ve silâhçılar konuşlanırdı. Taşradan kolayca ulaşılabilecek kesimlerde köylü, bedevî, göçer, kervancı kitlesine hitap eden keçe, urgan, kepenek, çadır, koşum takımı, heybe, kap kacak gibi şeylerin satıldığı pazarlar kurulurdu. Kırsal kesimin ürünleri ya şehrin kenar semtlerindeki açık pazarlarda veya -özellikle çabuk bozulan ürünleri- seyyar satıcılarca sokaklarda satılırdı. Ayrıca çırpıcılar, boyacılar, sepiciler, sepetçiler, çömlekçiler, meyve toptancıları, celepler, kasaplar, barutçular, inşaat malzemecileri gibi çevreyi kirleten veya güvenlik riski taşıyanların yanı sıra geniş sergi alanlarına ya da akarsu kaynaklarına ihtiyaç duyan bazı meslekler şehir dışını mekân tutardı (meselâ bk. İbnü’l-Cevzî, s. 28).

Belli meslek gruplarına ait dükkân ve imalâthanelerin pazarın bir kısmında kümeleşmesinde birbirlerinin ürün, fiyat, çalışma günü ve saatlerini gözetim altında tutabilme isteğinin de rolü olabilir. Fakat bunlar 1100 yıllarında Kahire’de olduğu gibi karışık bir şekilde de bulunabilirdi. Çeşitli mesleklere mahsus dükkân ve imalâthanelerin birbirinden ayrılması imar planından, tüccar ve zanaatkârların girişiminden veya mülk sahiplerinin yönlendirmesinden kaynaklanabilirdi. Belli ürünlerin pazarlardaki perakendecileriyle toptancıları genelde sıkı komşuluk içindeydi. Muhtemelen bu yakınlık öncelikle perakendecinin toptancıdan sık sık mal alma zorunluluğundan kaynaklanırdı. Ayrıca pazarda çoğunlukla numuneye bakılarak sipariş yapılmazdı; perakendeci malı gidip bizzat görmek ve mümkünse aldığının hemen hepsini kendisi götürmek isterdi. Aynı şekilde zanaatkârlar da çok defa sadece mâmullerinin perakendecilerine değil ham maddeye ve araç gereç tedarikçilerine de yakın konumda bulunurdu. Mekânsal yakınlık sadece perakendeciye hızlı mal tedariki imkânı vermekle kalmaz, çoğunlukla zanaatkâra ham madde ve avans sunarak imalât sürecinin basamaklarını organize eden toptancıya da avantaj sağlardı. Tamamlayıcı ürünlerin perakendecilerinin birbirine yakınlığı tüketiciye kolaylık getirdiği gibi imalât kesiminin yan sanayii ile yakınlığı da zanaatkârın zaman ve nakliyat maliyetini düşürürdü. Taşra pazarları günün en işlek saatlerinde yüklü hayvanların giriş çıkış yapabileceği, köylü ve şehirlilerin toplanacağı genişlikte açık alanlardı. Bunlara Dımaşk’taki pazar pazarı, Bağdat’ta Nehrimuallâ’nın kenarındaki salı pazarı, Musul’daki çarşamba pazarı, Fas ve Merakeş’teki perşembe pazarı örnek gösterilebilir.

Pazarlarda ticaret ve imalât sektörü genellikle öz sermaye ile dönen küçük veya orta ölçekli aile girişimlerinden müteşekkildi; bu sebeple iş bölümü ve uzmanlaşma ileri düzeyde olup dikey entegrasyon nâdirdi. Mudârebe türü ortaklıklar çok yaygın sayılmazdı. Dolayısıyla veresiye/taksitli satışlar öz sermayeyi bağladığı ve batak hesap riski doğurduğu için peşine nisbetle yüksek fiyatlandırmayı kaçınılmaz kılardı. Bir çeşit ziraî avansı ifade eden selem de aynı gerekçeyle gelecek mevsime ait ürününün düşük fiyattan kapatılmasını gerektirirdi. İmalât sanayii büyük eyalet merkezlerinin pazarlarında vasatın üzerinde bir önemi haizdi. Bununla birlikte mütevazi bir geçimlik kazanmaya rıza gösteren zanaatkârların işçiliklerini ürettikleri sanat eserlerine yansıtmak için gösterdikleri gayret Avrupalı imalât yöntemleriyle asla ulaşılamayacak şaheserlerin ortaya çıkmasına imkân verirdi (Kramers, I, 110).

Günlük temel ihtiyaç maddeleri çoğunlukla merkezî pazarlardaki perakendecilerde satışa sunulurken veya seyyar satıcılarca müşterilerin ayağına getirilirken dayanıklı lüks tüketim malları daha dış halkalarda arzedilirdi. Dayanıksız tüketim mallarının satıldığı açık pazarlar genelde havanın serinlediği, mesailerin sona erdiği ve malların kalanının elden çıkarılması için fiyatların düşürüldüğü ikindi ile akşam arasında daha da canlanırdı. Kıymetli kumaş ve pahalı giysilerin satış yerleri genelde pazarın en değerli yerlerinde ana girişin yakınında yoğunlaşırdı. Tekstil satış yerleri pazarlarda alt gruplara (meselâ kadın örtüleri, erkek üst giyimi, örme ürünler) ayrışmıştı. Bu sınıflaşmayı lonca uygulaması da etkilemiş görünmektedir (bk. ESNAF; LONCA). Muhtemelen yüksek vergilendirme, hırsızları celbetme, gösteriler ve ayaklanmalar sırasında yağmalanma gibi riskleri sebebiyle büyük envantere sahip geniş dükkânlara (vitrinlere) pek rastlanmazdı.

Barış yoluyla gerçekleştirilen bazı fetihler sırasında varılan antlaşmalarda gayri müslimlerin İslâm pazarlarında dinî gösteri yapmalarını yasaklayan maddelere rastlanmaktadır (meselâ bk. İbn Kayyim el-Cevziyye, III, 1159). Pazarlarda genellikle müslümanlar ve gayri müslimler barış ve uyum içinde iş yapardı, ancak özel şartların kışkırttığı bazı istisnalar da olabilirdi. Meselâ XI. (XVII.) yüzyılda Fas’ta yerli tâcirler, İslâmiyet’i kabul etmiş yahudilere diğer müslümanlardan farklı muamele uygulayarak onları pazarlara sokmamıştı; Meyyâre’nin Naṣîḥatü’l-muġterrîn adlı eseri bu ayırımcılığa reddiye olarak yazılmıştır.

Pazarlar iş gücünün arzına da aracılık ederdi. Nitekim Musul’un sur içi meydanındaki çarşamba pazarında çevre yörelerden gelerek iş arayan tarım işçileri toplanırdı. Toptancı, perakendeci, işportacı gibi satıcılar ve imalâtçılarla bunların yamakları ve müşteriler dışında kapancı/kantarcı/kileci, saka, çığırtkan (dellâl, çerçi), simsar, nakliyeci, hamal gibi hizmet sektörü mensupları da pazarların ayrılmaz unsurlarıydı. Özellikle şehir merkezindeki ana pazarın dar sokaklarında nakliyat eşekler ve hamallar vasıtasıyla yapılırdı. Câhiz, Bağdat’ın Kerh Kapısı’nda kiralık eşeklerin bulunduğunu bildirir (el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 69-70). Nâsır-ı Hüsrev, Fâtımîler devrindeki Fustat pazarlarına ulaşımın, sayıları 50.000’i bulduğu söylenen kiralık eşeklerle yapıldığını ilginç bir bilgi olarak aktarır (Sefernâme, s. 105). Bağdat ve Basra gibi nehir trafiğine açık şehirlerde kiralık kayıklar vardı.

Pazarlar çeşitli vesilelerle yapılan kutlamaların da odağını oluştururdu. Meselâ Fâtımîler devrinde çeşitli münasebetlerle caddeler/sokaklar ve pazarlardaki binalar kandillerle aydınlatılır, kaysâriyyeler süslenirdi, böylece halk geceleri de alışveriş yapabilirdi. Pazarcıların özellikle esnaf teşkilâtları aracılığı ile bir toplumsal dayanışma içinde bulunduğu, bu kurumların bünyesindeki yardımlaşma sandıklarının zorda kalan mensuplarına önemli destekler sağladığı bilinmektedir. Nitekim bazı İslâm hukukçuları, kasıtsız cinayet işleyen pazarcının âkılesinin mensubu bulunduğu pazar ehli olduğuna hükmetmiştir (Minhâcî, II, 214).

İran ve Afganistan Pazarları. İran’da uzun mesafeli ticaret, toptan ve perakende satışın yanı sıra para işlemlerinin de yapıldığı alan ve binaların birleşimine “bâzâr” adı verilirdi. Avlulu küçük yapılar veya etrafında perakendeci dükkânlarının sıralandığı üzeri kapalı dehlizlere “tîmçe” denirdi. İran pazarı, içinde meydan, cami, medrese, türbe, hamam ve diğer kamu binalarının da bulunduğu dükkân, pasaj ve hanlardan (saray) oluşan bir kompleksti. Eski İran’da her iki tarafında imalâthanelerin yer aldığı sokaklar vardı. Ancak dükkânlar, kervansaraylar ve diğer iş yerleriyle kuşatılmış sokaklar kombinasyonu, İslâm medeniyetinin müslüman beldeler arasındaki uzun mesafeli ticaretin yoğunlaştığı 1000 yılına doğru ortaya çıkan bir ürünü gibi görünmektedir.

Cuma camii bazan pazarın yanıbaşında veya içinde konuşlanırdı; ancak Yezd ve Kirmanşah’ta (şimdiki Bâhterân) olduğu gibi bunun istisnalarına da rastlanırdı. İstahr’ın birçok sütunun yer aldığı geniş meydanını ve Pulvâr nehri üzerindeki köprüyü öven Makdisî, daha önce bir ateş mâbedi olan Suriye üslûbundaki caminin etrafında çarşı kurulduğunu söyler (Aḥsenü’ṭ-ṭeḳāsîm, s. 436). Ticaretin merkezindeki çarşı genellikle tuğladan mâmul tonozlarla kaplıydı; dış kolları ise ya tamamen açık ya da ahşap veya sazdan sundurmalarla örtülüydü. Pazar sokaklarının her iki kenarında 2-3 m. genişliğinde tek katlı perakendeci dükkânları ve imalâthaneler sıralanırdı; bunlar aynı meslek erbabının kümelendiği arastalardı. Pazarda konut yoktu; böylece geceleri, tatillerde ve esnafın protestoları sırasında kapatılabilirdi. Küçük şehirlerin pazarları birkaç yüz, büyüklerinki ise birkaç bin dükkândan oluşabilirdi.

Eskiden özellikle uluslararası ticaretin önem arzettiği büyük şehirlerde geniş iç avlulu hanlar/saraylar pazarların bir parçasıydı. Avlunun etrafında tek veya çift katlı toptancı odaları bulunurdu; alt katta daha çok depolar, bazan dükkân ve imalâthaneler de yer alırdı. Çoğunlukla dükkânlardan oluşan tîmçelerin eşlik ettiği kervansaraylar pazarın ana bölümlerine açılırdı. Mallar kalabalık dar sokak aralarından hamallar veya yük hayvanlarıyla taşınırdı. Eskiden kervan ve yolcuların barındığı büyük kervansarayların çoğu şehirlerin dışında konuşlanır ve pazarlarla mekânsal bağlantısı bulunmazdı. Pazarda özellikle değerli malların satıldığı dükkânları içeren bir kaysâriyye de yer alırdı.

Eski şehrin içindeki pazar yeri muhtelif yapısal özellikler taşırdı. Şehristan ve ribât olmak üzere iç ve dış kesimlere ayrılan Orta Asya şehirlerinde pazar ve kervansaraylar genellikle kapılardan birinde kurulurdu ve Hîve’deki gibi ana pazar hanına “tîm” adı verilirdi. Buhara gibi diğer bazı örneklerde şehristanın başlıca pazarını birbirini dik kesen iki ana caddenin oluşturduğu çarşı ile bu dört yol boyunca uzanan dükkânlar teşkil ederdi. Herat, Kandehar ve Taş Kurgan’dakiler gibi bazı Afganistan pazarları da çarşı modeline uygundu. Büyük kapalı pazarlar genellikle boylu boyunca tonozlarla örtülüydü. Buhara ve Taş Kurgan’da olduğu üzere bazan çarşı görkemli bir kubbeye sahip olurdu. Afgan şehirlerinin geleneksel ana arterlerini teşkil eden örtüsüz pazar sokakları komşu Hint şehirlerindeki pazar yapılarını andırırdı.

İran’da pazarın yeri bazı durumlarda Orta Asya modeline göre tanzim edilmişti. VIII. (XIV.) yüzyılda Yezd’de şehir merkezinin etrafına çekilen surun kapılarından birinin dışında yeni bir pazar kompleksi gelişmeye başlamıştı. Diğer taraftan Tahran, Tebriz, Şîraz, Kirmanşah, Meşhed vb. büyük şehirlerde görüldüğü gibi birçok İran pazarı dış surların içinde oluşmuştu. Şîraz, Kirmanşah ve Kâşân’da, İsfahan ve Tahran’ın ticaret merkezlerinde olduğu üzere pazarların çoğu doğrusal bir ana hattın sağına soluna serpiştirilmiş küçük kollar ve hanlar dizisi şeklindeydi. Tebriz’deki gibi diğer pazarlar ise birkaç ana paralel hattan ve onları kesen nisbeten küçük bağlantılardan oluşan dikdörtgenimsi bir yapıdaydı.

Zaman içinde mevcut yapılara yeni kollar ve kervansaraylar eklenerek pazar büyütülürdü. Ayrıca şehir genişleyince de pazarı büyürdü; bunun en güzel örnekleri, Safevî devri İsfahan’ının ve XIII-XIV. (XIX-XX.) yüzyılın başlarındaki Kaçar Tahranı’nın pazarlarıdır. Tüccarlar, valiler ve diğer devlet erkânı, gelirleri bir cami veya medreseye vakfedilmek üzere yeni pazarların kurulması için maddî kaynak sağlardı. Bu örneğe uyan Yezd pazarı VIII-IX. (XIV-XV.) yüzyıllarda Muzafferîler ve Timurlular devrinden başlayarak zamanla gelişti. Göz alıcı İran pazarlarından birine sahip İsfahan da bu gelişim sürecinin ikinci örneğidir. XI. (XVII.) yüzyılın başlarında İsfahan’ın I. Şah Abbas tarafından Safevîler’in yeni başşehri yapılmasıyla birlikte pazarı büyüdü. Ayrıca İran şehir ve kasabalarının mahallelerinde küçük semt pazarları (bâzârçe) ortaya çıkmıştır. Günlük ihtiyaç ve hizmetleri sağlayan dört beş dükkândan oluşan bâzârçe özellikle mahallenin ana sokaklarının kesiştiği dört yol ağzı civarında konuşlanmıştır. Hamam, cami ve türbelerin eşlik ettiği çoğunlukla üzeri örtülü bu teşekküller komşu yapılardan bir veya birkaçına vakfedilmiştir.

Pazar İran kültür alanı içindeki şehirlerin ticaret merkezi olmasının ötesinde dinî, siyasî ve içtimaî unsurları da içeren çok önemli bir kurum olagelmiştir. İdarî, dinî ve ticarî üç ana işlev İslâm’dan önce ve sonra İran şehrinde iç içe geçmişti. Bununla beraber İran kültür alanındaki şehirlerin özgün tasarımı Batı Asya’daki klasik durumdan kısmen farklıydı. V. (XI.) yüzyıla kadar birçok İran şehrinde pazar yeri şehristanın surlarının dışındaydı. Ancak IV. (X.) yüzyıldan sonra şehrin varoşları da surlarla çevrilmişti. Bu dönemde şehir hayatının merkezi şehristandan pazarın bulunduğu varoşlara kademeli olarak kaymıştır.

Genellikle doğrusal bir plana sahip olan pazar ana şehir kapılarıyla bağlantılı caddelerin kenarında yer alırdı. Cuma camii, hükümet sarayı (veya kale) ve pazar üçlüsü her şehrin odak noktasını teşkil ederdi. IV. (X.) yüzyıldan beri bu yapıya büyük şehirlerin hemen hepsinde rastlanırdı. Erken dönemin merkezî pazarları genellikle örtüsüzdü, ancak 372 (982) yılı civarında Semerkant’ta örtülü bir pazar vardı. İsfahan yakınındaki Yahudiye’de her iki tür de mevcuttu. Bunlar uzunluğu 1 mile kadar olan düz sokaklardı. Pazar merkezinin daha sonraki yapısı tuğla tonozlu arı kovanı biçimindeydi. Genellikle pazarın iyi bölümleri kapalı olurdu ve sadece en seçkin kısımlarında kubbe bulunurdu.

Pazarlar Kirman, Kerec, Zerend, Nîşâbur, Buhara ve Semerkant’ta en eski örneklerinde olduğu gibi meydanlara bağlanırdı. En çarpıcı örnek ise İsfahan’da yer alan dünyanın en seçkin alışveriş merkezi Nakş-i Cihân’dı (Meydân-ı Şâh). Daha az çekici olmakla birlikte bunun benzerlerine Tebriz, Şîraz, Kirmanşah gibi şehirlerde de rastlanırdı. XI. (XVII.) yüzyıl İsfahan’ında olduğu üzere şehir meydanında çoğunlukla her gün veya haftada bir açık pazarlar kurulurdu. Haftalık pazarlar İsfahan ve Culfe’deki Bâzâr-ı Köhne gibi şehrin diğer kesimlerinde de düzenlenirdi. Pazarların bir kısmı çok geniş ve kalabalıktı. Nâsır-ı Hüsrev, 444 (1052) yılında İsfahan’da içinde elli hanın (tîm) bulunduğu bir dokumacılar sokağı ve sarraf pazarlarından birinde 200 sarraf gördüğünü söyler (Sefernâme, s. 154). 1047’de (1637) Tebriz pazarında 300 saray ve 15.000 dükkân vardı. Sarayların çokluğu bir kısmının hacıların, yolcu ve kervanların konaklamasına, daha azınlıktaki bir kısmının da ticarete mahsus olduğunu göstermektedir.

Afgan sarayı kare veya dikdörtgen iç avlulu, tek kapılı bir kompleksti. Taşra şehir pazarlarında kervansarayın bir bölümü ziyaretçilere konaklama, hayvanlarına ise barınma imkânı sunan saray olarak kullanılırdı. Büyük pazarlardaki saraylar büyük ölçekli ticarethaneler olup dükkân, imalâthane ve ambarlar, nâdiren de toptancılar için iş yeri ve ardiyeler ihtiva ederdi. Bazı durumlarda üst katlar mesken olarak kullanılırdı. Saraylar çoğu zaman belli iş kollarına (meselâ Kâbil’de halı, ithal mensucat, eski giysiler ve para işlemlerine) tahsis edilirdi. Saray genelde belli bir kavme veya yöreye mensup meslek erbabınca paylaşılırdı. Özellikle Kuzey Afganistan’da muhtemelen pazar günlerinin yerel önemi dolayısıyla birçok saray vardı.

Pazarda imalât, toptancılık, perakendecilik, sarraflık, seyyar satıcılık, bölgeler ve uluslararası ticaret, geçici ikamet ve kültürel, toplumsal, siyasal, dinî faaliyetler gibi birçok etkinlik yürütülürdü. Üretim pazar ve kervansarayların içinde yoğunlaşmıştı; aynı yerde imalât, toptancılık ve pazarlamacılık birlikte yapılırdı. Aynı iktisadî güçlerce finanse edilen birçok işportacı da pazarda mal veya hizmet sunardı. Bunlar ya ürünlerini teşhir etmek için etrafta dolaşırlar ya da açık alanda tezgâh kurarlardı. Bir ürünün üretim ve satışı esnaf teşkilâtlarının gevşek denetimi altındaydı. Diğer zümreler gibi esnaf teşkilâtları da iktisadî faaliyetleri denetimleri altında tutan zengin üyeleri ve toptancı tüccar tarafından kontrol edilirdi.

Pazar aynı zamanda şehrin malî merkeziydi. Emlâk ve pahalı sanat ürünleri dışında para sadece ticarete yatırılabilirdi. Dolayısıyla İran hükümdarları ve seçkinler kervansaraylar, dükkânlar inşa ederek ya da satın alarak yahut ticarî ortaklıklar kurarak ticarî girişimlere ciddi yatırımlar yapardı (Bosworth, s. 140; Mez, s. 541; ayrıca bk. Le Strange, The Lands of the Eastern Caliphate, s. 266). Seçkinler nüfuzları sayesinde iş çevreleri üzerinde büyük etkiye sahip olan toptancılarla ortaklıklar kurardı; toptancıların bu işlevi hem iktisadî güçlerinden hem de eşrafla siyasî ilişkilerinden kaynaklanırdı. Pazarın iktisadî işlevinin diğer bir yönü de bölgeler ve uluslararası ticaretteki rolüdür. Şehir içinde üretilen malların bazan diğer bölgelere de ihracatı yapılırdı. Toptancılar dış ticaretin organizasyon ve finansmanında merkezî bir rol oynardı. Kaysâriyye ve diğer önemli saraylar bu işlemlerin merkeziydi. Hintli, Türk, Yunan, İtalyan gibi birçok milliyetten yabancı tüccar İran’ın düzenli ziyaretçileri arasındaydı. Pazarların içinde ve etrafında yer alan aşhane ve hamamlar pazarcıların ihtiyacını karşılardı. Esnaf teşkilâtlarının çalışma saatlerinden sonra toplandıkları kahvehaneleri, spor salonları ve buluşma mekânları vardı. Fakr-ı Acem gibi tarikat mensubu olan pazarcılar edebî kabiliyetlerini sunmak ve faaliyetleri izlemek için bu mekânlarda buluşurdu.

İslâm’ın ilk dönemlerinde bazı taşra pazarları sadece belli günlerde açılırdı. Meselâ Askerimükrem’de (Hûzistan) cuma, Berdea’da (Azerbaycan) pazar günleri kurulan pazarlar vardı. Genelde bölgesel ve kırsal özellik taşıyan panayırlar çoğunlukla kuruldukları ayın ismiyle anılırdı. Tarih boyunca varlıklarını sürdüren bu pazarlar alışveriş için gelen şehirli tüccar için de önem taşırdı. Bunlar birçok yönden şehir pazarlarınınkine benzer işlevlere sahipti. Zira iktisadî hedeflerinin ötesinde çeşitli kutlamalara ve toplumsal etkinliklere ev sahipliği yapardı. Deyleman’daki Pirrîm’de on beş günde bir kurulan pazara bütün bölgeden topluluklar gelir ve şenlikler düzenleyip eğlenirlerdi. Buralarda köyler arası ihtilâflarda görüşülür ve vergiler toplanırdı. Haftalık pazarlar daha çok İran’ın Hazar ovalarında, özellikle de Gîlân’ın orta düzlüğünde, Azerbaycan’ın bazı bölgelerinde veya Afganistan’ın Hindukuş dağlarının kuzey eteklerindeki yoğun nüfuslu yerlerde bulunurdu. Büyük Afgan pazarları haftanın her günü açıkken diğerleri sadece bir iki gün kurulurdu. Kuzey Afganistan’da pazar günü geleneği oldukça güçlüdür; genel uygulama pazarların pazartesi ve perşembe olmak üzere haftada iki gün kurulması yönündedir. Güney ve doğu bölgelerinde ise bu gelenek daha az yaygındır.

Pazarlar toplumsal roller de üstlenirdi. Pazarcılar arasında evlilik oranı diğer zümrelere nisbetle daha yüksekti. Pazarın toplumsal yönü özellikle esnafın camide kıldığı cemaat namazlarında tezahür ederdi. Günlük ibadetlerin yanı sıra pazarcılar haftalık dinî toplantıya da (hey’et-i mezhebî) katılırdı. Vâizlerin dinlendiği bu toplantılara her hafta farklı biri ev sahipliği yapardı. Pazarcılar muharrem şenlikleri için özel meclisler düzenlerdi. Haftalık hey’et-i mezhebî sadece dinî amaçlara hizmet etmekle kalmaz, aynı zamanda iktisadî ve siyasî meselelerin müzakere edildiği ve nikâh merasimlerinin yapıldığı bir cemiyet vazifesi görürdü. Piyasa haberleri, görüşler ve söylentiler, bu kişisel ilişkiler ağı ve aynı bireylerin hafta boyunca çeşitli toplantılara katılması sayesinde yayılırdı (Thaiss, s. 202).

Pazar aynı zamanda dinî ve ticarî bir bütündü; ticaret ve zanaat merkezi olmasının ötesinde camiyle beraber cemaatleşmenin odağı ve geleneksel şehir hayatının sosyokültürel çevresiydi. Şehrin dinî ve siyasî merkezi olan cuma camii ile pazar daima iç içeydi. Siyasî irade pazar topluluğu harekete geçirilerek ifade edilirdi. Bu ise hükümdarı desteklemekten onun iktidarına muhalefete kadar değişen şekiller alabilirdi. Topluluk bir zaferi veya siyasî olayı kutlamak için pazarı ışıklandırabileceği gibi böyle bir hadiseyi kutlamayı reddederek muhalefetini sergileyebilirdi. Pazarın tatil edilmesi gibi hükümet karşıtı daha sert eylemler de yapılabilirdi.

Sıkı sıkıya kenetlenmiş bir topluluğa sahip olan pazar tüccarın cemaat hizmetlerinden haber almasını mümkün kılardı. Bir kimsenin zekâtını ödemesi, hayır işlerine katkıda bulunması ve ulemâ ile iyi ilişkiler geliştirmesi dindarlık alâmetleriydi; dolayısıyla onun pazar topluluğu arasında saygınlığını korumasına hizmet ederdi. Ulemâ siyasî gücünü korumak için pazarcıların desteğine muhtaçtı. Ulemânın ünü ve gücü denetimi altındaki vakıfların büyüklüğü ve değerleriyle pazarcılardan ve başkalarından topladığı humusun tutarına bağlıydı. Öte yandan hükümetin keyfî ve baskıcı sultasına mâruz kalan pazarcılar ulemânın koruyuculuğuna sığınırdı. Pazarcıların dinî hassasiyeti ve gelenekçiliği, ulemâ ile ilişkileri pazarın fizikî yapısı ve içtimaî özelliği sayesinde güçlenirdi. Bu toplumsal ve ideolojik bağlar pazarcı ve âlimlere hayat tarzları ve âlem tasavvurlarında belli müşterekler kazandırdı. Neticede cami ve medreselerin pazarın malî desteğine bağımlı olması, yüzyıllardır İran şehirlerinin toplumsal hayatının ayrılmaz mekânlarını teşkil eden cami ve pazarın ittifakını besledi. Bu ikili, modern dönem öncesinde İran’da akrabalık bağları dışındaki ana sosyalleşme ağlarının odağındaydı.

Hindistan ve Pakistan. Hindistan’da pazar ve pazar yerleri için sûk, çevk/çûk/çûke (< Ar. sûk), bâzâr, bâzâr hâs, çeklâ/çüklâ, çevrâhe, ketre/kütre, mendî/mendey, derîbe, nehhâs, hât gibi kelimeler kullanılmaktadır. Genelde çevkler dört yol ağzındaki açık alanlardı. Bâzâr hâs, bâzâr kelân ve çândnî çevk büyük şehirlerin ana caddeleri üzerinde kurulan merkezî açık pazar olup içinde bir veya daha çok çevki barındırırdı. Meselâ Bâbürlü Delhisi’ndeki Çândnî Çevk, Bâzâr-ı Hânım, Çevk-i Sa‘dullah Han, Agra’daki Çevk-i Ekberâbâd, Lahor’daki Çevk Bâzâr ve Mânek Çevk bunlardandır. Bâzârlarda her türlü mal genellikle perakende satılırdı. Çevrâhe dört yol ağzı ve dolayısıyla burada kurulan açık pazar anlamında kullanılırdı. Başta tahıl olmak üzere gıda maddelerinin hem toptan hem perakende satıldığı pazarlara genc/günc/günce (< Far. genc) adı verilirdi. Toptan satış yeri olan ketre/kütre satılan mala nisbetle tanınırdı. Tahıl, bakliyat, sebze, meyve, şeker ve tuz gibi ürünlerin şehir dışından getirilip toptan satıldığı yere mendî/mendey denirdi. Özellikle banotu yapraklarının pazarlandığı kısa hat veya caddenin yahut dükkân grubunun ismi derîbe olup bunlara pânderîbe/derîbepân da denirdi. Nehhâs veya nekâsta kölelerin yanı sıra fil, at, deve, sığır, davar ve kümes hayvanlarının toptan veya perakende satışı yapılırdı. Ganj nehri gibi kutsal mekânlarda açılan, çeşitli malları toplayan ve ekonomik ilişkiler kurulmasına aracılık eden mevsimlik panayırlara mîlâ/meylâ veya çendey adı verilirdi. Sûret, Huglî, Sâtgâon ve Suvâlî gibi kıyı şehirlerinde sazdan kulübeleri de içeren bazı mevsimlik pazarlar gemilerin geliş ve dönüş tarihleri arasında düzenlenir ve işleri bitince kalıntıları ateşe verilirdi. Taşrada belli yerlerde haftada bir veya birkaç gün sabah kurulup akşama doğru kaldırılan, bizzat üreticilerce açılan sergilerde çoğunlukla gıda ve giysi, bazan da hayvan satılan açık semt pazarlarına pîte/pitte/pîth/pîthiyâ vb. adlar verilirdi, bunların küçüklerine hattî denirdi.

Hindistan’da müslümanların hâkimiyetiyle birlikte ortaya çıkan şehirleşme daha geniş ufuklu yeni pazarların kurulmasına yol açmıştır. Hint pazarlarındaki canlanmaya coğrafyacı ve gezginler tarafından dikkat çekilmiştir. Meselâ Delhi hâkimiyetinden sonra Mâlvâ’nın önemli şehirlerinden Çanderî’de büyük bir kale, 14.000 ev, 384 pazar yeri, 360 kervansaray ve çok sayıda cami vardı. Bir pazar yerinin özelliğini o yörede yaşayan halkın talebi şekillendirirdi. Büyük şehirlerde eşrafın talepleri pazarda satışa sunulan malların çeşit ve kalitesini belirlerdi. Küçük şehirler ve kasabalar halkın günlük ihtiyaçlarının tedarikine yoğunlaşırdı. Köylülerse ihtiyaçlarını pîte ve mîlâlardan karşılardı. Pazarlar bazan büyüyerek yakın şehirleri birbirine bağlardı; meselâ Agra’da gıda ve diğer ürünlerin satıldığı pazar Fetihpûr Sikri’ye kadar 12 mil boyunca yayılmıştı. Pazarlar genellikle sabah ve ikindi serinliğinde açık olup öğle sıcağında kapanırdı.

Arastaların kesişerek ortada bir çarşı (çehâr-sûk) oluşturduğu pazar düzeninin Hindistan’a Lûdîler devrinde getirildiği düşünülmektedir. Sultan İskender Lûdî’nin Agra’da böyle bir çarşı kurdurduğu bilinmektedir. Ekber Şah çarşı merkezli Bâbürlü şehir sistemini yaygınlaştırmıştır. Bâbürlüler’in 1574-1586 yılları arasındaki başşehri Fetihpûr Sikri’deki arasta bunlara örnektir. Bunun batı yönüne dönüldüğünde sağda kalan yakasının, önleri boylu boyunca taraçayla örtülü dikdörtgen şeklinde 175 dükkândan oluştuğu anlaşılmaktadır. Arasta çarşı oluşturacak şekilde bir başka arasta tarafından kesilirdi. Delhi’deki arastanın benzer özellikler taşıdığı, Lahor’da da kale içinde böyle bir ahşap arastanın bulunduğu bilinmektedir. Bâbürlüler, pazar yerinin etkin bir şekilde kullanımına yönelik bazı düzenlemeler yapmıştır; meselâ inişli çıkışlı yüzey tesviye edilerek daha fazla kullanım alanı ve burada yapılacak törenler için uzak görüş mesafesi sağlanmaya çalışılmıştır.

Hindistan’da pazar mimarisinde ulaşılan ilginç bir aşama da üç çatallı düzenlemeydi (benzerlerine Afganistan’da da rastlanırdı). Cihangir, Lahor’da üç kolun şehrin farklı yönlerinden aynı noktaya doğru uzandığı böyle bir pazarın ve onunla bağlantılı bir caminin inşası için 2 milyon rupee tahsis etmişti. Bu pazarın her bir kolundaki 270 dükkândan aylık toplam 2500 rupee kira geliri elde edilirdi. XIX. yüzyılda Agra Hisarı’nın Delhi Kapısı önünde üç çatallı bir pazar vardı. Delhi’deki benzerinde de Mendî-i Gülfürûşân, Mümtâzgenc ve Gârî-bennânân bölümleri bulunurdu.

Delhi şehrinin kapılarından bazılarında belli malların satıldığı pazarlar (meselâ Pâlam Kapısı’nda köle, Bedâûnî Kapısı’nda tahıl gibi) kurulurdu. Bâbürlü Hükümdarı Şah Cihan’ın kızı Cihanârâ Begüm, 1640 yılında Delhi’de Lahorî Kapısı’nın önünde inşa ettirdiği üç bölümlü pazara Çândnî Çevk adını vermişti. Lahorî Kapısı’ndan Çevk Kûtvâlî’ye kadarki Urdû Bâzâr adlı bölüm saray halkının, askerlerin, hizmetçilerin ve çevredeki diğer insanların ihtiyaçlarını karşılardı. Sekizgen biçimli Çevk Kûtvâlî’den ayrılan ve Cevherî ya da Eşrefî Bâzâr denen bir başka bölüm batı tarafındaki ikinci bir çevk ile buluşurdu. Yine sekizgen olan bu çevkin ortasında büyük bir havuz vardı. Bu havuzdan itibaren Fetihpûrî Mescidi’ne kadarki bölüme Fetihpûrî Bâzâr adı verilirdi.

Kalenin Ekberâbâdî Kapısı’ndan şehrin aynı adı taşıyan kapısına kadar kuzey-güney doğrultusunda uzanan yaklaşık 1 km. uzunluğunda 888 dükkâna sahip bir başka pazar bulunurdu. 1650’de Nevvâb Ekberâbâdî Begüm tarafından kurulan bu pazarın arasından Bihişt nehrinin bir kolu akardı. Pazarın başında bir cami, onun yanında bir saray ve yolun karşı tarafında bir hamam inşa edildi. Muhammed Şah devrinde Rûşenüddevle kanalın her iki yakasını birer sıra kandille ışıklandırdı. Önceleri kurucusuna nisbetle Ekberâbâdî Bâzâr adıyla anılan bu yer daha sonra Feyz Bâzâr diye tanındı. Sa‘dullah Han kalenin Ekberâbâdî Kapısı’nın hemen dışında Hâs/Hânım Bâzâr ve Çevk Sa‘dullah Han adlı iki pazar kurdurdu. Delhi’deki kayda değer öbür yerler Çûrî Bâzâr, Cevherî Bâzâr ve Raca Bâzâr idi. Mescid-i Ekberî Mahal önündeki cuma pazarı sahaflık, kitâbet, edebiyat ve resim işlerine mahsustu. Ulemâ nâdir kitaplar için burayı sık sık ziyaret ederdi. Delhi pazarlarındaki “kahvehane”ler hararetli fikrî müzakerelere sahne olurdu.

Ekber Şah zamanında şehir planına katılan bir başka öğe de kare şeklindeki ketrelerdir. Bunlar diğer bazı İslâm ülkelerindeki hanlara benzer. Nurcihan Begüm’ün, mallarını ketrelerde depolayan tüccara müdahale edilmemesini emreden “nişan”ından da anlaşılacağı üzere bunlar malların depolandığı veya toptan satışının yapıldığı tek kapılı korunaklı binalardır. Bâbürlüler devrinde kurucularına, çeşitli mesleklere ve mallara nisbetle anılan birçok ketre vardı. Muhtemelen, Ahmedâbâd’daki ketreparçanın gelişiminde gözlendiği üzere ketreler başlangıçta kurucularının hisarları veya mâlikânelerinin içinde ya da kenarında özellikle onların ihtiyaçlarını karşılayan birkaç dükkândan ibaretken genişleyerek büyük pazarlara dönüşmüştür. Ketrelerin ortaya çıkışı Delhi, Lahor, Agra, Sûret, Reşîdâbâd, Benâres gibi şehirlerde toptan alım satımları gerçekleştirmeye yetecek kadar ticarî sermaye ve talebin varlığını göstermektedir.

Mendîler satılan temel mala, bulunduğu mahalle, kurucusuna ve nâdiren belli bir mesleğe nisbetle anılırdı. Hemen her şehir veya kasabada bir galle mendî bulunurdu; Sûret, Lahor, Kambay ve Şîrpûr’dakiler meşhurdu. Bu ketre ve mendîler nitelikleri ve yapılarındaki bazı değişikliklere rağmen günümüze kadar varlıklarını korumuştur. Afganistan’da da küçük pazarlar çoğunlukla sadece tahıl, meyve ve sebzelere mahsus müstakil mendîlere sahipken büyük pazarlarda et, pirinç, kereste, çıra, meyve gibi ürünlerin satıldığı mendîler vardı.

Zamanla çok yaygınlaşan derîbepânlara hemen her şehirde rastlanmaya başlanmış, bazıları müstakil bir semte dönüşmüş, denetimi ve vergi tahsili için bir kûtvâlin idaresine verilmişti. Meselâ Ahmedâbâd’daki derîbepânın yıllık vergi geliri 2850 rupee civarındaydı.

Agra, Patna ve Lahor’daki nehhâsların hanları vardı. Her sabah açılan Agra imâret-i nehhâsında deve, at ve öküz gibi hayvanların yanı sıra çadır ve pamuklu ürünler vb. satılırdı. Lahor’daki nehhâs sırlı çinilerle kaplı süslü kapıları olan bir kamu binasında faaliyet gösterirdi. Fetihpûr Sikri’deki Çevgân Bâğ’ın yakınında da böyle bir nehhâs vardı. Ahmedâbâd’daki nehhâs bir pîth ile birlikte müstakil bir mahal oluştururdu. Delhi’de ise birden fazla nehhâs olduğu anlaşılmaktadır.

Lûdî Sultanlığı ve Ekber Şah öncesi Bâbürlü devirlerinde pazar anlamında genc kelimesine rastlanmamıştır. Şah Cihan döneminde Agra’daki Tac Mahal’in etrafında kurulan Tac Genc tahılın yanı sıra İngilizler’in aradığı kumaşların satıldığı ana pazarlardan biriydi. Agra ve Delhi gibi bazı şehirler tek bir ürünün satıldığı birden fazla gence sahipti. Şah genc veya genc-i serkârî adıyla anılan “sultan genci” anlamındaki ana pazar hâlisaya dahil olup resmî görevliler ya da vergi tahsildarlarınca denetlenirdi. Agra gibi üretken şehirlerin farklı kesimlerinde câgirdârlar tarafından ikinci derecede gencler oluşturulmuştu. Ancak câgîrdar başka bir yere tayin edildiğinde pazarı geriler veya yeni câgîrdara nisbetle anılmaya başlar ya da başka semtte yenisi kurulursa tamamen âtıl kalabilirdi. Câgîrdarlar gencin denetimi ve vergi tahsili için kendi temsilcilerini görevlendirirdi. Hümâyun her türlü malın kayıklar üzerinde satıldığı bir cihâz-ı sûkî tesis ettirmişti. Bâbürlüler devrinde sarayda mînâ bâzârları kurulurdu. Şölen özelliği taşıyan bu yerlerde eşrafın hanımları tezgâh açar, hükümdar da hanım sultanların eşliğinde buralardan alışveriş yapardı.

Pazarlarda belli bir ücret karşılığı ölçüm yapan kileci veya kantarcılar bulunurdu. Bu iş mukātaa usulüyle ihale edilirdi. Hemen her pazarda fiyatları iyi bilen dellâl yahut mukīm ücret karşılığında malların pazarlanmasına aracılık ederdi. Buna karşılık yıllık kazançlarının bir kısmını hükümete pîşkeş olarak öderlerdi. Bunlar kendilerine çalışma izni veren kûtvâle göreve başlarken tarafsızlık senedi, çalıştıkları süre boyunca günlük satış işlemleri, fiyatlar vb.ni içeren yevmiye defterleri sunardı. Tarafsızlık teminatına rağmen bazı büyük tüccarın çıkarını köylü, zanaatkâr ve yabancılar aleyhine korudukları yönünde şikâyetlere sıkça rastlanmaktadır. Temizlik işçileri hizmetlerine karşılık pazarcılardan aldıkları ücretten vergi öderlerdi. Ancak bu vergi Evrengzîb devrinde kaldırılmıştır.

Günümüz ölçüleriyle değerlendirildiğinde İslâm ülkelerinde ne ilkel ne endüstriyel ne de modern piyasa ekonomisinin, bunların hepsinden farklı olarak bir klasik “pazar” ekonomisinin hâkimiyetinden söz edilebilir. Farklılık işleyiş süreçlerinden ziyade bunları düzenli bir bütüne dönüştüren ilkeler ve yöntemlerdedir. Pazarın özel karakterini ve genel ilgi alanını belirleyen bu ilkeler arasında fayda esaslı dengeler bilgi akışından daha önemsiz görünmektedir. Bunun yanı sıra standart üretimin yokluğu pazarlığı kaçınılmaz kılardı. Dolayısıyla pazarlarda sunulan malların kalitesine göre şirketlerden çok bireylerin itibarı artar veya zedelenirdi. İslâm ülkelerinin şehir içinde şehir konumundaki klasik pazarları işgaller, âfetler, modernizasyon, yabancı endüstri ürünlerinin istilâsı, yerli sanayiin gelişmesi gibi sebeplerle yavaş yavaş yok olmuş, hâlâ varlığını sürdürebilenler ise daha çok turistlere hediyelik eşya satan dükkânlar topluluğuna dönüşmüştür.

BİBLİYOGRAFYA
H. H. Wilson, A Glossary of Judicial and Revenue Terms, İslamabad 1985, s. 32, 33, 68, 69, 100, 105, 106, 126, 165, 203, 269, 328, 339, 364, 415; İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1409/1989, IV, 488; VII, 248; el-Müsned, III, 322, 339, 492; Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ (nşr. Abdülgaffâr Süleyman el-Bündârî – Seyyid Kisrevî Hasan), Beyrut 1411/1991, III, 65; VI, 151; VII, 50; Câhiz, et-Tabaṣṣur (nşr. Hasan Hüsnî Abdülvehhâb), Beyrut 1414/1994, s. 25-34; a.mlf., el-Beyân ve’t-tebyîn (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1395/1975, I, 69-70; İbn Abdülhakem, Fütûḥu Mıṣr (Torrey), s. 92, 100, 111, 113, 120, 230; Fâkihî, Aḫbâru Mekke (nşr. Abdülmelik b. Abdullah b. Dehîş), Mekke 1407/1986-87, I, 187-192; Belâzürî, Fütûḥu’l-büldân (ed. M. J. de Goeje), Leiden 1866, s. 217, 246, 286, 295, 299-300, 448; İbnü’l-Fakīh, Baġdâd: Medînetü’s-selâm (nşr. Sâlih Ahmed el-Alî), Bağdad-Paris 1977, s. 27, 28-29, 37-38, 59-60; Behşel, Târîḫu Vâsıṭ (nşr. K. Avvâd), Beyrut 1406/1986, s. 39, 84; Ya‘kūbî, Kitâbü’l-Büldân, s. 241-242, 244-248, 253-254, 258-264, 311, 330-331; İbn Rüste, el-Aʿlâḳu’n-nefîse, s. 112; Kudâme b. Ca‘fer, el-Ḫarâc (Zebîdî), s. 208; Hemdânî, Ṣıfatü Cezîreti’l-ʿArab (nşr. Muhammed b. Ali el-Ekva‘ el-Hivâlî), Riyad 1397/1977, s. 114, 305-306; Ḥudûdü’l-ʿâlem (Minorsky), s. 113, 136; Makdisî, Aḥsenü’t-teḳāsîm, s. 116-123, 138, 413, 434, 436; Mâverdî, el-Aḥkâmü’s-sulṭâniyye (nşr. Ahmed Mübârek el-Bağdâdî), Kahire-Küveyt 1409/1989, s. 246; Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ, el-Aḥkâmü’s-sulṭâniyye (nşr. M. Hâmid el-Fıkī), Beyrut 1403/1983, s. 212-213, 220, 226; Hatîb, Târîḫu Baġdâd, I, 25-26, 69, 78-81, 86-88, 93-97, 114-115; Nâsır-ı Hüsrev, Sefernâme (trc. Yahyâ el-Haşşâb), Beyrut 1983, s. 102-103, 105, 121-123, 127, 141, 154; İbn Asâkir, Târîḫu Dımaşḳ (Amrî), XII, 267; Celâleddin eş-Şeyzerî, Nihâyetü’r-rütbe fî ṭalebi’l-ḥisbe (nşr. Seyyid el-Bâz el-Arînî), Kahire 1365/1946, s. 11-12, 14; İbnü’l-Cevzî, Menâḳıbü Baġdâd (nşr. M. Behcet el-Eserî), Bağdad 1342, s. 26, 28; Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), I, 77; III, 283-285; IV, 448; V, 98; İbn Bessâm el-Muhtesib, Nihâyetü’r-rütbe fî ṭalebi’l-ḥisbe (Fi’t-Türâs̱i’l-iḳtiṣâdî el-İslâmî içinde), Beyrut 1990, s. 326-328; İbn Kayyim el-Cevziyye, Aḥkâmü ehli’z-zimme (nşr. Ebû Berâ’ Yûsuf b. Ahmed el-Bekrî – Ebû Ahmed Şâkir b. Tevfîk el-Ârûrî), Demmâm-Beyrut 1418/1997, III, 1159; İbn Battûta, er-Riḥle (nşr. Ali Muntasır el-Kettânî), Beyrut 1405/1985, I, 238; Makrîzî, el-Ḫıṭaṭ, I, 103; II, 94-107; Minhâcî, Cevâhirü’l-ʿuḳūd, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), II, 214; Semhûdî, Vefâʾü’l-vefâ bi-aḫbâri dâri’l-Muṣṭafâ, Kahire 1326, I, 539-544, 548; II, 3, 106, 264; , s. 204; Pietro della Valle, The Travels of Sig. Pietro della Valle, A Noble Roman, into East-India and Arabia Deserta, London 1665, s. 378; Ahmed b. Hâlid es-Selâvî, el-İstiḳsâ li-aḫbâri düveli’l-Maġribi’l-aḳsâ (nşr. Ca‘fer en-Nâsırî – Muhammed en-Nâsırî), Dârülbeyzâ 1418/1997, II, 39; III, 35, 48, 79, 109, 110, 127, 157; IV, 90; VII, 118; Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, Bulûġu’l-ereb (nşr. M. Behcet el-Eserî), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), I, 264-270; Guy le Strange, Baghdad during the Abbasid Caliphate, London 1924, s. 12, 26, 92, 101, 378; a.mlf., The Lands of the Eastern Caliphate, London 1966, tür.yer.; J. H. Kramers, “Oriental Bazaar”, Analecta Orientalia, Leiden 1954, I, 108-112; D. Potter, “The Bazar Merchant”, Social Forces in the Middle East (ed. S. N. Fisher), Ithaca 1955, s. 99-115; G. E. von Grunebaum, Islam: Essays in the Nature and Growth of a Cultural Tradition, London 1955, s. 141, 145-148; Saîd el-Efgānî, Esvâḳu’l-ʿArab, Dımaşk 1379/1960; A. K. S. Lambton, “The Merchant in Medieval Islam”, A Locust’s Leg (ed. W. B. Henning – E. Yarshater), London 1962, s. 121-130; L. Massignon, Opera Minora (nşr. Y. Moubarac), Beirut 1963, III, 35-93; Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal, VII, 365-384; S. D. Goitein, Studies in Islamic History and Institutions, Leiden 1968, s. 111-125; S. M. Stern, “The Constitution of the Islamic City”, The Islamic City (ed. A. H. Hourani – S. M. Stern), Oxford 1970, s. 36-47; J. Lassner, “The Caliph’s Personal Domain: The City Plan of Baghdad Re-Examined”, a.e., s. 103-118; a.mlf., The Topography of Baghdad in the Early Middle Ages, Detroit 1970, s. 60-62, 78-102, 172-188; G. Thaiss, “The Bazaar as a Case Study of Religion and Social Change”, Iran Faces the Seventies (ed. E. Yarshater), New York 1971, s. 189-216; C. E. Bosworth, The Ghaznavids: Their Empire in Afghanistan and Eastern Iran: 994-1040, Beirut 1973, s. 119, 140; R. Brunschvig, “Coup d’oeil sur l’histoire des foires à travers l’Islam”, Etudes d’Islamologie (ed. Abdel Magid Turki), Paris 1976, s. 113-144; H. Gaube, Iranian Cities, New York 1979, tür.yer.; a.mlf., “Sūḳ”, EI2 (İng.), IX, 796; Abdel Aziz Duri, “Governmental Institutions”, The Islamic City (ed. R. B. Serjeant), Paris 1980, s. 53-55; N. Elisséeff, “Physical Lay-out”, a.e., s. 99, 102; P. Chalmeta, “Markets”, a.e., s. 104-113; M. E. Bonine, “Shops and Shopkeepers: Dynamics of an Iranian Provincial Bazaar”, Modern Iran: The Dialectics of Continuity and Change (ed. M. E. Bonine – N. R. Keddie), Albany 1981, s. 233-258; C. T. Thomson, “Petty Traders in Iran”, a.e., s. 259-268; M. Dayal, Rediscovering Delhi, New Delhi 1982, s. 28, 42-49; Nûra bint Abdülmelik b. İbrâhim Âli’ş-Şeyh, el-Ḥayâtü’l-ictimâʿiyye ve’l-iḳtiṣâdiyye fi’l-Medîneti’l-münevvere fî ṣadri’l-İslâm, Cidde 1403/1983, s. 143-159; F. Bernier, Travels in the Mogul Empire, A.D. 1656-1668 (trc. A. Constable), New Delhi 1983, s. 245, 249 vd.; M. P. Singh, Town, Market, Mint and Port in the Mughal Empire: 1556-1707, New Delhi 1985, s. 18-19, 138-168; Abdülazîz b. İbrâhim el-Ömerî, el-Ḥıref ve’ṣ-ṣınâʿât fi’l-Ḥicâz fî ʿaṣri’r-Resûl, Riyad 1405/1985, s. 141-195; Hichem Djait, al-Kūfa: Naissance de la Ville Islamique, Paris 1986, s. 274-280; K. Iizuka, “The Structure of Urban Space in Indo-Muslim Cities”, Historic Cities of Asia (ed. M. A. J. Beg), Kuala Lumpur 1986, s. 271-304; A. L. Udovitch, “The Constitution of the Traditional Islamic Marketplace: Islamic Law and the Social Context of Exchange”, Patterns of Modernity: Beyond the West (ed. S. Eisenstadt), New York 1987, II, 150-171; Ca‘fer Murtazâ el-Hüseynî el-Âmilî, es-Sûḳ fî ẓılli’d-devleti’l-İslâmiyye, Lübnan 1408/1988, s. 23-36; Gāzî İnâye, Ḍavâbiṭü tanẓîmi’l-iḳtiṣâd fi’s-sûḳi’l-İslâmî, Beyrut 1412/1992; V. Sehhâb, Îlâfü Ḳureyş riḥlete’ş-şitâʾ ve’ṣ-ṣayf, Beyrut 1992, s. 185-408; Cengiz Kallek, Hz. Peygamber Döneminde Devlet ve Piyasa, İstanbul 1992; a.mlf., Asr-ı Saâdet’te Yönetim-Piyasa İlişkisi, İstanbul 1997; Stephen P. Blake, Shahjahanabad: The Sovereign City in Mughal India, 1639-1739, New Delhi 1993, s. 36, 42-43, 55-57, 58, 65, 104-121; W. M. Weiss, The Bazaar: Markets and Merchants of the Islamic World, London 1998; Adam Mez, Onuncu Yüzyılda İslâm Medeniyeti: İslâm’ın Rönesansı (trc. Salih Şaban), İstanbul 2000, s. 469, 540-542; B. O’Kane, “The Timurid Bazar and the Origin of the Domed Tim”, Historians in Cairo: Essays in Honor of George Scanlon (ed. J. Edwards), Cairo 2002, s. 17-28; Saîd el-Kahtânî, Ticâretü’l-Cezîreti’l-ʿArabiyye ḫilâle’l-ḳarneyni’s̱-s̱âlis̱ ve’r-râbiʿ li’l-hicre, Riyad 1424, s. 147-211; M. J. Kister, “The Market of the Prophet”, JESHO, IX (1965), s. 275-276; E. Wirth, “Strukturwandlungen und Entwicklungstendenzen der Stadt”, Erdkunde, XXII, Bonn 1968, s. 101-128; a.mlf., “Zum Problem des Bazars (sūq, çarşı)”, Isl., LI (1974), s. 203-260; LII (1975), s. 6-46; Hamdân Abdülmecîd el-Kübeysî, “Esvâḳu’l-ʿArab ḳable’l-İslâm”, al-Mustansiriya Literary Review, IV, Bağdad 1978-79, s. 81-113; A. J. Naji – Y. N. Ali, “The Suqs of Basrah: Commercial Organization and Activity in a Medieval Islamic City”, JESHO, XXIV/3 (1981), s. 298-309; M. Lecker, “On the Markets of Medina (Yathrib) in Pre-Islamic and Early Islamic Times”, Jerusalem Studies in Arabic and Islam, VIII/2, Jerusalem 1986, s. 133-147; K. K. Mohammed, “Bāzārs in Mughal India: An Essay in Architectural Study and Interpretation”, IC, LXIII/3 (1989), s. 60-76; Magdy Tewfik, “The Architectural Originality of the Arab Traditional Souk”, Ekistics, LIX/354-355, Cambridge 1992, s. 230-234; Sami A. Hanna, “The Bazaar in the Culture and Civilization of the World of Islam”, Islamic University, I/2, London 1994, s. 49-68; A. R. Momin, “The Bāzār in Islamic Civilization: An Anthropological Perspective”, HI, XIX/3 (1996), s. 35-42; H. Kindermann, “Sûk”, İA, XI, 6; Th. Bianquis – P. Guichard, “Sūḳ”, EI2 (İng.), IX, 786-789; P. Guichard, “Sūḳ”, a.e., IX, 789-791; K. A. Nizami, “Sūḳ”, a.e., IX, 800-801; M. A. J. Beg, “Sūḳ”, a.e. Suppl., s. 756-759; Dihhudâ, Luġatnâme (Muîn), III, 3520-3524; Michael E. Bonine, “Bāzār”, EIr., IV, 20-25; Willem Floor, “Bāzār”, a.e., IV, 26-29; Ahmad Ashraf, “Bāzār”, a.e., IV, 30-43; E. F. Grötzbach, “Bāzār”, a.e., IV, 44-45; Marcel Bazin, “Bāzār”, a.e., IV, 45-51.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2007 yılında İstanbul’da basılan 34. cildinde, 194-203 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

Selçuklu Dönemi. Bağdat pazarlarının Büyük Selçuklular devrinde canlılığını kaybettiği anlaşılmaktadır. 485’teki (1092) yangında Bağdat’ta demirciler çarşısı ile sarraflar çarşısı yanmış ve pek çok kişi ölmüştü. Diğer bir yangında da baharat çarşısı başta olmak üzere Bağdat çarşısının büyük kısmı harap olmuştu (512/1118). Bağdat’ın topografyası hakkında bilgi veren kaynaklarda VI. (XII.) yüzyılda ulucami etrafında büyük çarşıların yanı sıra Sûkulasâkife, Sûkuttayr, Sûkussayârife’den bahsedilir. Aynı yüzyılda İbn Cübeyr, Harbiye çarşısı ve etrafındaki meskûn bölgenin yıkıldığını, tabiplerin, hastalarını Bağdat’ın batısındaki Basra Kapısı yakınlarında Sûkulmâristan’da tedavi ettiklerini belirtir (er-Riḥle, s. 201).

Irak’ın önemli ticaret merkezlerinden olan Basra’da ise çarşılar Selçuklular zamanında canlılığını korumaktaydı. Bu dönemde Basra’yı ziyaret eden Nâsır-ı Hüsrev çarşıdaki dükkânların farklı saatlerde açıldığını, Sûkulhuzâa’da sabah, Sûkuosman’da öğle ve Sûkulkaddâhîn’de akşam pazarlarının kurulduğunu, bu pazarlarda herkesin parasını sarrafa emanet edip bir makbuz alarak alışveriş yaptığını söyler (Sefernâme, s. 140). İbn Cübeyr, Irak’ın önemli şehirlerinden Kûfe’nin büyük kısmının harap vaziyette olduğunu belirtir (er-Riḥle, s. 187); bu dönemde şehirdeki pazarların canlılığını yitirdiği anlaşılmaktadır. VIII. (XIV.) yüzyılda Kûfe’nin ticaret merkezi bedevî saldırıları sonucu yıkılmış, şehir sadece ticaret kervanlarının uğrak yeri konumuna düşmüştü (İbn Battûta, s. 219). Bununla birlikte yakınındaki Necef dinî konumu sebebiyle canlı bir pazara ve nüfus yoğunluğuna sahipti. Şehrin temiz ve güzel bir pazarı olduğunu söyleyen İbn Battûta bakkallar, aşçılar, fırıncılar, terziler ve attarlar çarşısından ve kaysâriyyelerden bahsetmektedir (a.g.e., s. 176).

Büyük Selçuklular devrinde Horasan, Hârizm ve Mâverâünnehir’de çok sayıda pazar bulunmaktaydı. Büyük Selçuklu Devleti’nin başşehri Merv’de sebze, meyve ve ekmek satan çarşılarla ulucaminin yakınında tahıl pazarı mevcuttu. Nîşâbur ve Herat gibi şehirlerde saraçların, ıtriyat, ip ve köle tâcirlerinin faaliyet gösterdiği özel sokaklar vardı. Selçukluklar çarpışmalar esnasında harap olan İran şehirlerini yeniden inşa etmişler ve buralarda ticarî hayatın gelişmesi için çalışmışlardır. Tuğrul Bey, İsfahan’ı zaptettikten sonra (443/1051) şehirden üç yıl boyunca vergi alınmamasını emretmişti. Selçuklular tarafından ele geçirilmesinin hemen ardından İsfahan’a gelen Nâsır-ı Hüsrev, şehrin sarraflar çarşısında 200 sarraf gördüğünü ve Kû-Tırâz mahallesinde elli kervansaray ve bu kervansaraylarda pek çok tüccarın bulunduğunu söyler (Sefernâme, s. 150-151).

IV (X) ve V. (XI.) yüzyıllarda ticaret yollarının uzağında kalan Bizans hâkimiyetindeki Anadolu ticarî açıdan oldukça sönük bir devir geçirmişse de Anadolu Selçukluları’nın bu faaliyetlere verdiği önem sayesinde VI. (XII.) yüzyıldan itibaren ticaret gelişmeye başladı. Ticarî açıdan önem taşıyan sahil şehirleri fethedilerek imar edildi ve şehirler arasında bir kervansaray ağı kuruldu. Bu dönemde Anadolu’da çok sayıda kervansaray ve hanın bulunması Selçuklular’ın ticarete verdiği önemi göstermektedir. VII. (XIII.) yüzyıl başlarında Konya’da eski çarşı ve yeni çarşı bulunmaktaydı. Eski çarşı 586’da (1190) Haçlılar tarafından yıkılmasının ardından tekrar canlandırıldı, şehrin gelişmesiyle birlikte yanına bir çarşı daha açıldı. Alâeddin Camii’nin yakınında olduğu için Sûkulcâmi‘ diye adlandırılan eski çarşının yanı sıra kaynaklarda şehrin batı surlarının dışında Sûkulgurebâ ile Tîz pazarından bahsedilmektedir. Bu iki çarşıda birçok zanaat ve ticaret erbabının dükkânı vardı. Ayrıca attar, at, buğday, kasap, kuyumcu, şekerci, pamukçu ve odun pazarları mevcuttu. VII. (XIII.) yüzyılda yeni pazarın yanında bir çarşı daha kuruldu. Anadolu Selçukluları döneminde bölgenin en önemli köle pazarı Sivas’ta bulunuyordu. Karadeniz’in kuzeyinden getirilen köleler Sivas pazarında satıldıktan sonra Suriye ve Mısır’a götürülüyordu. Bunun dışında halı ve dokuma pazarı mevcuttu.

Selçuklular döneminde Sivas’ta Necmeddin Candar, Tâceddin Mahmud, Nizâmeddin Hurşid hanları ile Büyük Han ve Kapan Hanı gibi hanlar vardı. Ticaret maksadıyla şehirde bir koloni oluşturan Cenevizliler uzun süre Kemâleddin hanında kalmıştı. Hanlar sadece tüccarların konakladığı mekânlar olmayıp aynı zamanda alışveriş yapılan yerlerdi ve bazılarında çok sayıda dükkân bulunuyordu. Altun-aba, Demre Hatun, Karatay, Nizâmiye, Pirinççiler ve Şekerciler hanları Konya çarşısındaki başlıca hanlardır. Şehir içerisindeki pazar ve çarşıların yanı sıra şehir kapılarında da açık pazarlar kuruluyordu. Göçebe Türkmenler’in hayvan ürünlerini satıp karşılığında mâmül madde aldıkları bu pazarlara “sûkutterâkime” adı verilirdi. Şehirlerin dışında da pazarların kurulduğu bilinmektedir. VI (XII) ve VII. (XIII.) yüzyıllarda Kayseri yakınlarındaki Pazarören’de her yıl bahar aylarında kurulan ve kırk gün süren Yabanlu pazarı bu tür bir pazardı. Ülke içinden ve dışından gelen tâcirler için fuar niteliğindeki bu pazarda özellikle köle, at, kumaş, deri ve kürk satılırdı. Tâcirlerin önemli kabul edilen Yabanlu pazarına katılabilmek için büyük gayret gösterdikleri belirtilmektedir.

Önceleri pazar yeri olarak kullanılan bazı mahallerin etrafına zaman içerisinde dükkân ve hanlar inşa edilerek şehir haline dönüştüğü görülmektedir. Mardin’in güneyindeki Koçhisar (Kızıltepe) bir pazar yeri iken Artuklular zamanında burası bir şehir haline geldi. Kırşehir yakınlarındaki Ziyaret pazarı da etrafında hanların kurulmasıyla bir kasaba ve İlhanlılar devrinde önemli bir ticaret merkezi oldu. Anadolu’da pazardan kasaba haline dönüşen yerler arasında Ilgın’ı da zikretmek gerekir. Amasya yakınlarındaki Azine pazarı ile Sivas yakınlarındaki Pazar pazarı Anadolu’da kurulan panayırların en meşhurlarıdır. Pazar esnafı ve zanaatkârlar kendi aralarında hiyerarşik bir düzene sahipti ve Ahîlik özellikle VII. (XIII.) yüzyılda pazar esnafı arasında yaygınlaşmıştı.

İlhanlılar. İlhanlı hükümdarlarının ticareti desteklemesi İlhanlı şehirlerine ve özellikle başşehir Tebriz’e büyük bir ticarî canlılık kazandırmıştı. İlhanlılar ve Timurlular döneminde bölgeye gelen seyyahların Tebriz pazarlarından övgüyle söz ettikleri görülmektedir. IX. (XV.) yüzyıl başlarında Tebriz’i ziyaret eden Don Ruy Gonzáles de Clavijo şehrin geniş meydanlarında içerisinde dükkânların yer aldığı kervansaraylar bulunduğunu, çarşılarda her türlü eşyanın satıldığını anlatır (Anadolu, Orta Asya ve Timur, s. 97). Gāzân Han zamanında pazarlarda fiyatların sınırlandırılması yoluna gidildiği bilinmektedir. Gāzân Han ve Olcaytu Han pazarlarda devletten ayrı olarak vergi alan çetelerle mücadele etmiştir. Bu dönemde Kâzerûn ve Merv’de meyve, Bâdgīs’te fıstık, Bağdat yakınlarındaki Kerh’te kâğıt, ipek ve elbise, Hârizm’de köle ve hayvan pazarları kurulmaktaydı.

Fâtımîler. Fâtımîler döneminde Mısır, Abbâsî hilâfetinin merkezi Bağdat’taki siyasî istikrarsızlık sebebiyle ticarî açıdan önem kazanmış, Irak ve Körfez bölgelerinden yapılan göçler neticesinde Fustat ve İskenderiye gibi şehirlerin nüfusu artmıştı. IV. (X.) yüzyıl sonlarında Fustat’ı ziyaret eden Makdisî, Amr b. Âs Camii etrafındaki çarşıların İslâm dünyasının hiçbir yerinde bulunmadığını kaydeder (Aḥsenü’t-teḳāsîm, s. 197-199). Ondan yaklaşık yarım asır sonra Mısır’a giden ve Kahire çarşıları hakkında ayrıntılı bilgi veren Nâsır-ı Hüsrev, Amr b. Âs Camii’nin kuzeyinde yer alan çarşıda fildişi, kaplumbağa kabuğu, cam eşyalar gibi nâdir malların satıldığını, pazar esnafının dürüst olduğunu, hile yapan tüccarların bir deveye bindirilip halka teşhir edildiğini anlatır (Sefernâme, s. 82-87). Fâtımîler devrinde kurulan pazarlar arasında Sûkuşşemmâîn ve Sûkubeynelkasreyn gibi büyük çarşılar bulunmaktaydı. İbn Dokmak ve Makrîzî’nin Kahire çarşılarıyla ilgili olarak kaydettiği bilgilerden Fâtımîler döneminde kuruluşundan itibaren Kahire pazarlarının meslek esasına göre teşekkül ettiği ve esnafın arîf adı verilen liderlerinin olduğu anlaşılmaktadır (el-İntiṣâr, s. 32-34, 37-41; el-Ḥıṭaṭ, II, 94-107). Aynı devirde uluslararası ticaretin başlıca merkezlerinden Dimyat ve Fustat ile İskenderiye arasında yoğun bir ticaret sirkülasyonu vardı. Fustat’ta yabancı tüccarların kaldığı hanlar bulunmaktaydı. Şehirde bütün tüccarların “vekîlü’t-tüccâr” adı verilen bayileri mevcuttu. Fâtımî Veziri Me’mûn el-Batâihî, 516 (1122) yılında Irak ve Suriye’den gelen tüccarlar için dârü’l-vikâleyi yaptırdı. Fâtımîler döneminde başta Ezher Camii olmak üzere birçok dinî kuruma vakfedilmiş dükkânlar ve pazarlar vardı.

Eyyûbîler. Eyyübîler devrinde Haçlılar’la yoğun biçimde mücadele edilirken iç ve dış ticaretin canlılığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Bu dönemde İskenderiye, Kahire, Kūs ve Ayzâb gibi şehirlerde büyük çarşılar, kaysâriyyeler ve hanlar mevcuttu. Musul, Nusaybin, Sincar, Düneysir, Harran, Rakka, Halep, Humus ve Dımaşk’ta ticaret kervanları için han ve kervansaraylar inşa edilmişti. Pazarlar Dımaşk’ta Emeviyye Camii’nin çevresinde yoğunlaşmıştı. İbn Cübeyr Musul, Halep ve Dımaşk gibi şehirlerde kapalı çarşılar bulunduğunu söyler (er-Riḥle, bk. İndeks). Eyyûbîler döneminde Kahire’de inşa edilen çarşıların büyük bir kısmı Memlükler döneminde de canlılığını korumuştur.

Memlükler. Memlük Devleti’nin ilk yıllarında Mısır ve Suriye hem Moğollar’ın hem de Haçlılar’ın bölgeden uzaklaştırılmasının ardından siyasî istikrara kavuştu. Bu devirde Endülüs’ten göç eden müslümanların yanı sıra Moğol istilâsının ardından Irak, İran ve Anadolu’dan göçenlerle Moğol kabilelerinden İslâm’a girerek bölgeye yerleşenler sayesinde bölgenin nüfusu arttı; Kahire, İskenderiye, Dımaşk ve Halep gibi şehirler gelişerek kalabalıklaştı. VIII. (XIV.) yüzyılda Kahire’nin nüfusunun 500.000’i aştığı, Mısır’ın nüfusunun 3 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Bu nüfus artışı ve siyasî istikrar Memlükler’in ilk döneminde Mısır ve Suriye’de ticaretin gelişmesine imkân sağladı, çarşı ve pazarlar genişleyerek sayıları çoğaldı, daha önce tek bir çarşısı bulunan küçük şehirlerde bile yeni çarşı ve pazarlar açıldı.

Bu devirde de pazarlar, Ortaçağ İslâm dünyasındaki pazarların karakteristik özelliklerinden olan ihtisas çarşıları niteliği taşımaktaydı. Her meslek ve zanaat erbabı kendi meslekleriyle anılan sokak ve mahallerde faaliyet gösteriyordu. Kahire’de ve diğer şehirlerde gıda ürünlerinin satıldığı çarşı ve pazarların büyüklüğü ve malların çeşitliliği kaynaklarda anlatılmaktadır (Makrîzî, el-Ḥıṭaṭ, II, 94-95). Kahire’deki pazarların en meşhuru olan, Eyyûbîler dönemine ait Bâbülfütûh Çarşısı muhtelif bölgelerden insanların geldiği bir toptancı hali niteliğindeydi. Fâtımîler devrinden beri faaliyette olan ve geceleri de açık tutulan Bercevân mahallesindeki çarşı ise daha ziyade Kahire’nin mahallî ihtiyaçlarını gidermeye yönelikti. Bu devirde Kahire’de Sûkuddecâcîn (tavuk pazarı) ve Dârülfâkihe’den (meyve pazarı) bahsedilmektedir. Dârülfâkihe merkezî bir konumdaydı ve Kahire ile çevresindeki diğer pazarların meyve ihtiyacı buradan karşılanmaktaydı. 740’ta (1339) inşa edilen bu çarşının etrafında zamanla perakende meyve satan dükkânlar kuruldu. Makrîzî, şeker ve tatlı satılan Sûkulhalâviyyîn’de özellikle üç aylarda ve ramazan bayramında şenlikler düzenlendiğini ve Mısır’ın her tarafından insanların bu çarşıya geldiğini belirtmektedir (a.g.e., II, 94-100).

Kahire ve Dımaşk gibi büyük şehirlerle kırsal kesimdeki küçük kentler arasında çarşı ve pazarlar açısından bazı farklar vardı. Memlük askerî sisteminde askerler silâhlarını kendileri temin ettiklerinden Kahire ve Dımaşk’ta ordunun ve yönetici zümrenin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik silâh pazarları kuruluyordu; bu pazarlar diğer şehirlerde bulunmamaktaydı. Eyyûbîler döneminde Kahire Kalesi civarında kurulan Sûkussilâh’ın önemi Memlükler devrinde daha da artmıştır. Mızrak, kılıç, ok, yay, hançer gibi silâhların satıldığı bu çarşının hemen yanında eyer ve eyer takımları satılmaktaydı. Kırsal kesimde ve küçük şehirlerde talep nisbeten daha az olduğundan buralarda haftanın belli günlerinde pazar kurulurdu. Bayram, düğün, askerî tören ve açılış gibi özel günler dolayısıyla insanların bir araya toplandığı yerlerde de geçici pazarlar oluşuyordu.

Dokuma ürünlerinin satıldığı çarşılar da müşterilerine göre farklılık arzetmekteydi. Sultan tarafından hil‘at giymesine izin verilen emirler, vezirler, kadılar gibi imtiyazlı zümrelere satış yapan çarşıların yanı sıra kullanılmış elbiselerin satıldığı çarşılar da vardı. Memlükler döneminde Kahire’de hac mevsiminde kurulan Sûkulmerhalîn’de hac yolculuğunda kullanılan develerin teçhizi için gerekli malzemeler bulunuyordu. Çarşılar zaman içerisinde değişiklikler geçirmiş, bir kısmı yok olurken değişen ihtiyaçlar yeni çarşılar ortaya çıkarmış ve bazı pazarların ismi değişmiştir. Makrîzî, VIII. (XIV.) yüzyılda Kahire’de bulunan elliden fazla çarşının çoğunun IX. (XV.) yüzyıl başlarındaki siyasî ve iktisadî istikrarsızlık sebebiyle harap olduğunu kaydeder (a.g.e., II, 94-107).

Dımaşk’ta Emeviyye Camii’nin çevresinde yoğunlaşan pazarlar Memlükler devrinde caminin güney ve batısında yapılan han ve kaysâriyyelerle gelişmiştir. Toptancılarla ipek, kürk, deri, baharat gibi lüks tüketim malzemesi satan dükkânlar bu bölgede yer almaktaydı. Dükkânların bir kısmı sur içindeki darlık sebebiyle kuzey surlarının dışına taşınmıştı. Her gün açık olan at pazarı surların batısında kuruluyordu. Zanaat ürünleri şehrin doğusundaki Bâbülferâdise kadar uzanan çarşılarda, gıda ürünleri güneye doğru Bâbülcâbiye ile Bâbüssagīr’den Gûtâ’ya kadar uzanan pazarlarda satılmaktaydı. Timur istilâsı sırasında harabe haline gelen Dımaşk çarşıları IX. (XV.) yüzyılda tekrar canlılık kazanmıştır. Dımaşk’ın sur içindeki ana çarşısında pek çok kaysâriyye bulunuyordu. Kaysâriyyelerin alt katında dükkânlar, üst katında mahzenler ve tüccarların kalabilecekleri odalar vardı. Daha ziyade gündelik ihtiyaçlara yönelik ürünlerin satıldığı 30 ile 100 dükkândan oluşan küçük çarşılar (süveyka) cami ve hamamın yanında kuruluyordu. Bunların bir örneği daha sonra gelişerek Dımaşk’ın sur dışında önemli banliyölerinden biri haline gelen Meydan semtidir.

Halep’teki çarşılar hakkında bilgi veren İbn Cübeyr, VI. (XII.) yüzyılda Halep çarşısının sur içinde Antakya Kapısı’ndan Kale’ye kadar uzandığını belirtir (er-Riḥle, s. 226-227). Halep Cuma Camii’ni çevreleyen uzun bir çarşı görünümündeki kaysâriyyede dokuma ve kullanılmış eşya satılıyordu. VII. (XIII.) yüzyılda Halep pazarları ve çarşıları güneye doğru genişlemiştir. Bunun dışında ulucaminin kuzeyine doğru sabuncular ve taş oymacıları yer almaktaydı. Bâbülcinân yakınında yiyecek satılan çarşı ve pazarlarla Bâbünnasr civarındaki küçük pazarlar fazla bir değişikliğe uğramadan bugüne gelmiştir. Memlükler döneminin sonlarında şehrin ana çarşısında ulucami yakınlarında pek çok han inşa edilmiş, daha önce ahşap olan çarşıların çatıları yangın tehlikesine karşı taştan yapılmaya başlanmıştır. Memlükler devrinde büyük şehirlerde pek çok han ve kaysâriyye inşa edilmiştir. Kahire’deki Hânu Halîlî ve Dımaşk’taki Çakmak Hanı bu döneme ait hanların en meşhurlarındandır.

Pazar esnafının şeyhu’s-sûk, arîf veya arîfü’s-sûk adı verilen reisi, eyalet ve şehir valileri tarafından pazar veya çarşının ileri gelen tüccarları arasından seçilirdi. Pazarın ticarî muameleleriyle ilgili olarak muhtesibe yardımcı olan şeyhu’s-sûk esnafın uyması gereken kuralların uygulanmasından sorumluydu. Pazarlardaki her meslek grubunun bir şeyhu’s-sûku vardı. Gerektiğinde çarşı esnafının askerî hizmete hazırlanması, bayram, kutlama gibi merasimlerde çarşıların süslenmesi ve esnafın düzene sokulmasıyla mükellef olan arîfler bu hizmetleri karşılığında bazı vergilerden muaf tutulurdu. Bunlar pazar esnafına ibadetleri öğretmek ve ifasını sağlamakla da görevliydiler. Kaynaklarda pazarlarla ilgili olarak kebîrü’t-tüccâr, tâcirükebîr ve âyanlardan da söz edilmektedir. Bu kişilerin özellikle vergiler konusunda yönetimle pazar esnafı arasında aracılık yaptığı tahmin edilmektedir. Memlükler döneminde vergilerin doğrudan devlete ödendiği pazarların yanı sıra Memlük emîrlerine iktâ edilen veya gelirleri vakıflara ayrılan pazarlar da vardı. Memlük Devleti özellikle gıda ürünlerinin satışından elde edilecek gelirleri kontrol amacıyla belirli bir ürünü satan tüccarların tek bir yerde toplanmasına önem vermekteydi. Devletin vergiler üzerindeki malî kontrolünü kolaylaştırmak üzere yapılan bu uygulamanın tüketiciler açısından da faydaları vardı. Zira aynı çarşıda benzer ürünlerin satıldığı çok sayıda dükkânın bulunması rekabete sebep oluyordu.

Pazarlar aynı zamanda sosyal hayatın merkezi konumundaydı. Kutlama ve eğlenceler halkın yoğun biçimde bulunduğu pazarlarda yapılırdı. Pazar esnafının kendi aralarında bir dayanışma içinde olduğunu gösteren örnekler mevcuttur. IX. (XV.) yüzyıl sonlarında Dımaşk’ta ipek satan esnafın Emeviyye Camii’nin önünde toplanarak kendilerine yüklenen ağır vergileri protesto ettikleri belirtilmektedir. Aynı çarşıda yer alan ve benzer ürünleri satan esnaf genellikle aynı tarikata bağlıydı ve belirli camilere gitmekteydi. Bu sebeple Dımaşk’ta pek çok cami cemaatin mesleklerinin isimleriyle anılır.

VIII. (XIV.) yüzyıl sonları ile IX. (XV.) yüzyıl başlarından itibaren Memlük ekonomisindeki bozulmaya paralel olarak pazarlarda da düzensizlikler görülmeye başlanmıştır. Bu yıllardan itibaren Kahire pazarlarının çoğu harabe haline gelmiştir. Pek çok çarşıda faaliyette olan dükkân sayısı azalmıştı. Bunun en önemli sebeplerinden biri 749’daki (1348) büyük veba salgınının ardından Kahire’de nüfusun azalması ve fiyatların yükselmesidir. Siyasî istikrarsızlığın artması ve memlüklerin Kahire’de sık sık birbirleriyle çatışmaları dükkânların kapanmasına yol açmış, maaşları ödenmeyen memlüklerin sık sık pazarları yağmalaması ve sultanların sahip oldukları malları kendi belirledikleri fiyatlarla tüccarlara satması da çarşılarda sıkıntıya sebep olmuştur.

Memlük emîrleri bazı dükkânların korunması karşılığında çeşitli imtiyazlar elde etmişlerdi. Bu dükkânlara Memlük emîrinin sembolü (renk) asılır ve tüccar bu sayede diğer Memlük emîrlerinin dükkânını yağmalamasından kurtulurdu. Sultan Barsbay bu tür himayeleri yasaklamıştır. Devlet zaman zaman fiyatlara sınırlamalar getirmekteydi. Pazarlardan alınan haftalık ve aylık vergilerin sürekli arttırılması sonucunda usulsüzlük ve hilenin yaygınlaştığı kaynaklar tarafından ifade edilmektedir. Bu dönemde çarşı ve pazarlarda seyyar satıcılık yapanlarla dükkân sahipleri arasında sık sık gerginlikler yaşandığı, dükkân sahiplerinin şikâyeti üzerine seyyar satıcılara karşı çeşitli önlemler alındığı ve kendilerine Kahire’de özel bir yer tahsis edildiği belirtilmektedir. Makrîzî pek çok dükkânın bu seyyar satıcılar yüzünden kapandığını söyler (el-Ḥıṭaṭ, II, 95).

BİBLİYOGRAFYA
Makdisî, Aḥsenü’t-teḳāsîm, s. 197-199; Nâsır-ı Hüsrev, Sefernâme (trc. Abdülvehap Tarzi), İstanbul 1950, s. 20, 21, 23, 70, 82-87, 89, 140, 145, 150-151; İbn Cübeyr, er-Riḥle, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 187, 201, 225-228; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alâiyye: Selçukname (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1996, I-II, tür.yer.; İbn Battûta, er-Riḥle, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 30, 36, 39, 176, 219; İbn Dokmak, el-İntiṣâr li-vâsıṭati ʿiḳdi’l-emṣâr, Beyrut, ts. (Dârü’l-âfâkı’l-cedîde), s. 32-34, 37-41; R. G. de Clavijo, Anadolu, Orta Asya ve Timur (trc. Ömer Rıza Doğrul), İstanbul 1993, s. 97-98, 101-102; Kalkaşendî, Ṣubḥu’l-aʿşâ (Şemseddin), V, 201; Makrîzî, el-Ḥıṭaṭ, II, 94-107; a.mlf., es-Sülûk (Ziyâde), I-IV, bk. İndeks; N. Ziadeh, Urban Life in Syria under Early Mamluks, Beyrut 1953, s. 134-140, 164-168; Spuler, İran Moğolları, s. 468-474; I. M. Lapidus, Muslim Cities in the Later Middle Ages, Cambridge 1967, s. 95-105; Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, İstanbul 1974, I, 28-36; Osman Turan, Selçuklular ve İslâmiyet, İstanbul 1980, s. 161-196, 202, 204, 205; a.mlf., Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul 1993, s. 367-368; Kāsım Abduh Kāsım, Dirâsât fî târîḫi Mıṣri’l-ictimâʿî (ʿAṣrü selâṭîni’l-Memâlîk), Kahire 1983, s. 29-61; a.mlf., “el-Esvâḳ bi-Mıṣr fî ʿaṣri selâṭîni’l-Memâlîk”, Mecelletü Külliyyeti’l-âdâb, XXXVI-XXXVII, Kahire 1981, s. 157-178; Tuncer Baykara, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Ankara 1985, s. 56-68; Faruk Sümer, Yabanlu Pazarı: Selçuklular Devrinde Milletlerarası Büyük Bir Fuar, İstanbul 1983, s. 11-24; M. Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu (nşr. Orhan F. Köprülü), İstanbul 1986, s. 106-119; Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, İstanbul 1987, s. 295-296; Kuteybe eş-Şihâbî, Esvâḳu Dımaşḳı’l-ḳadîme, Dımaşk 1990, tür.yer.; a.mlf., Muʿcemü Dımaşḳı’t-târîḫî, Dımaşk 1999, II, 18-61; M. Hayreddin el-Esedî, Aḥyâʾü Ḥaleb ve esvâḳuhâ (nşr. Abdülfettâh Revvâs Kal‘acî), Dımaşk 1990, bk. İndeks; Eymen Fuâd Seyyid, ed-Devletü’l-Fâṭımiyye fî Mıṣr, Kahire 1413/1992, s. 298-316; N. Eliseeff, “Fiziki Plan”, İslâm Şehri (trc. Elif Topçugil), İstanbul 1992, s. 121-140; P. Chalmeta, “Pazarlar”, a.e., s. 141-155; Cl. Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu (trc. Erol Üyepazarcı), İstanbul 2000, s. 114-124, 148-149; S. Grigoreviç Agacanov, Selçuklular (trc. Ekber Necef – Ahmet Annaberdiyev), İstanbul 2006, s. 225-241; E. Wirth, “Zum Problem des Bazars (sūq, çarşı). Versuch einer Begriffsbestimmung und Theorie des traditionellen Wirtschaftszentrums der orientalisch-islamischen Stadt”, Isl., LI (1974), s. 203-260; LII (1975), s. 6-46; A. Raymond, “Sūḳ”, EI2 (İng.), IX, 791-792; Sarab Atassi – J. P. Pascual, “Sūḳ”, a.e., IX, 792-795; J. C. David, “Sūḳ”, a.e., IX, 795-796; H. Ganbe, “Sūḳ”, a.e., IX, 796; M. A. J. Beg, “Sūḳ”, a.e. Suppl., s. 756-759; Michael E. Bonie, “Bāzār”, EIr., IV, 20-25; W. Floor, “Bāzār”, a.e., IV, 25-30; Ahmad Ashraf, “Bāzār”, a.e., IV, 30-44; E. F. Grötzbach, “Bāzār”, a.e., IV, 44-45; Marchel Bazin, “Bāzār”, a.e., IV, 45-50; “Bāzār”, DMBİ, XI, 114-149.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2007 yılında İstanbul’da basılan 34. cildinde, 203-206 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

Osmanlı Dönemi. Pazar kelimesi hem alışveriş yapmayı hem de alışveriş yapılan mekânı ifade eder. Çârşû/çarşı da pazar karşılığında kullanılmaktadır. Evliya Çelebi, Amasya’yı anlatırken bu iki kelimeyi “evsâf-ı çârşû-yu bâzâr” şeklinde birbirinin eş anlamlısı olarak zikreder. Arapça sûk bunlarla eş anlamlıdır. XVI. yüzyıl sonlarına kadar kaynaklarda çoğunlukla pazar kelimesi geçerken daha sonra çarşı kelimesi ön plana çıkmış ve pazar kelimesi kırsal kesimlerde mevsimlik oluşturulan alışveriş mekânları, köy ve kasabalarla şehirlerde haftanın belirli günlerinde kurulan açık alışveriş yerleri için kullanılmıştır. Çarşı ise yerleşik esnafın faaliyet gösterdiği dükkânların toplandığı yerlerle kapalı alışveriş mekânlarını ifade eder hale gelmiştir. Çarşılara mimari yapıları ve fonksiyonlarına göre kapalı çarşı, bedesten (bezzâzistan) ve arasta gibi isimler verilmiştir. Ticarî alt yapının tamamlayıcısı olan han ve kervansaraylar konaklama yeri olmalarının yanında dükkân, imalâthane, depo gibi fonksiyonlara da sahipti. Kaynaklarda sabit pazarların yanında göçebelerin yaz aylarında oluşturdukları pazarlardan da söz edilir. Bunlar kervanlar geçtikçe ihtiyaca göre kurulurdu.

Yılda bir kere yahut birkaç defa kurulan büyük pazarlara panayır denmiştir. Avrupa’da altı haftaya kadar devam eden panayırlara karşılık Osmanlı yönetiminde on beş günden fazla bir süreye izin verilmediği kaydedilirse de (Erdoğru, s. 2, 9) panayırların bir haftadan bir buçuk aya kadar sürdüğüne dair bilgiler de vardır (Şen, s. 9). Selçuklular döneminden itibaren Anadolu’da uluslararası nitelikte panayırların kurulduğu bilinmektedir (Sümer, s. 11 vd.). Panayırların şehir dışında teşkil edilmesi yerli esnafın korunmasını sağlıyor ve şehrin ticarî dengesinin bozulmasına meydan verilmiyordu. Çoğunlukla bahar ve yaz aylarında kurulan panayırların tarihlerinin belirlenmesinde civardaki diğer panayırlar da göz önüne alınıyordu. Bu şekilde bir organizasyonla panayırlar arasındaki ticarî ve sosyal bağların arttırılması hedeflenmekte, tâcirlerin bir panayırdan diğerine gidebilmesi için imkân oluşturulmaktaydı.

Özellikle kırsal kesimlerde ticarî faaliyetler haftalık pazarlarda yürütülürdü. Sipahiler aynî olarak aldıkları öşür vb. mahsulleri bu tür pazarlarda satarlardı. Bu pazarlarda gündelik ihtiyaçlar, ev eşyası ve özellikle dayanıksız tüketim malları bulunurdu. Kanunnâmelerde, köylülerin aynî olarak ödemekle yükümlü oldukları tahılları en yakın pazara taşıması istenmekteydi. Bazı kanunnâmelerde köylülerden bir günden fazla mesafedeki pazarlara gitmesinin talep edilemeyeceği, sipahinin en yakın pazar yerine bir başka pazara ücretsiz taşıma talebinde bulunamayacağı yönünde hükümler yer almaktadır (Barkan, s. 131, 175, 287-288, 321; Güçer, s. 57-58).

XVI. yüzyılda Anadolu’da ve Rumeli’de düzenli hafta pazarları kurulurken yüzyılın ikinci yarısında Celâlî isyanlarının yol açtığı kargaşa ve emniyetsizlik yüzünden pazarların zaman zaman tatil edildiği görülmektedir. Bundan dolayı daha çok iç ticarete yönelik pazar ve panayırların giderek zayıfladığı, pazar ve panayır şebekesinin bozulduğu, güvensizlik yanında seferler ve salgın hastalıklar gibi sebeplerle kurulamadığı dikkati çeker. XVIII ve XIX. yüzyıllarda ise hafta pazarları ile panayırların başta Rumeli olmak üzere bütün Osmanlı coğrafyasında hizmet verdiği görülmektedir. Anadolu’da kurulan panayırların daha çok yerel özellikler gösterdiği ve birbiriyle irtibatının zayıf olduğu, buna karşılık Rumeli panayırlarının daha hacimli olduğu anlaşılmaktadır. Tesalya ve Trakya’daki panayırların Avrupa’da Osmanlı toprakları dışında kurulan panayırlarla da bağlantısı vardı. XIX. yüzyılda Avrupa’daki sanayi devrimi ve kapitalizmin yükselişine paralel biçimde ortaya çıkan üretim artışının etkisiyle özellikle Balkanlar’daki panayırlar tedrîcen Avrupa mallarını dağıtan bir yapıya dönüşmüş, Tanzimat dönemi uygulamaları ile birlikte hafta pazarları ile panayırların sayısında önemli bir artış meydana gelmiştir.

Pazarlardan tahsil edilen vergiler genellikle bâc adıyla anılmaktadır. Bunun yanında duhûliye ve hurûciye, avâid resmi, gümrük rüsûmu, damga, ihtisap ve kantar vezni rüsûmu, ruhsâtiye resmi, duhan resmi gibi vergiler alınmaktaydı. Bilhassa arziye, pazarbaşılık ve resm-i dellâliyye gibi vergiler dikkat çekmektedir. Bunların yanında yerel yöneticilerin kanunsuz şekilde talep ettikleri vergiler konusunda zaman zaman uyarılarda bulunularak bu tür vergilerin tahsilini yasaklayan emirler çıkarıldığı görülmektedir. XIX. yüzyılda teşvik amacıyla vergilerin bir kısmı kaldırılırken bazılarında indirimler yapılmıştır (Şen, s. 86-99; Erdoğru, s. 15, 20). Panayırlarda da pazarbaşı görev yapmakta ve bâc-ı bâzâr, ihtisap ve kantar resmi alınmaktaydı.

Osmanlı kayıtlarına göre pazara getirilmeksizin yapılan küçük çaplı alışverişlerden vergi talep edilmezdi. Bu sebeple tahsildarlar ve mahallî idareciler malların pazarlara indirilmesine özel bir önem veriyorlardı. Köy köy dolaşıp satış yapan çerçiler ve bakkallar da vergi vermezdi, ancak pazarda tezgâh açarlarsa vergi alınırdı (resm-i sergi). Ayrıca kadınların köylerden getirip sattıkları gıda maddelerinden de bir şey alınmaz, hafta boyunca pazarda satış yapanlardan vergi talep edilirdi. Arabacılardan taşıdıkları yüke göre bâc istenirdi (Barkan, s. 301, 309, 316, 318-320). Pazar bâcının miktarı satılan mala, satıcının yerli veya taşralı oluşuna göre değişir, satılmayan maldan bâc tahsil edilmezdi. Bunun yanında yapılan antlaşmalar gereği bazı yabancı ülke tüccarlarından da bâc alınmadığı anlaşılmaktadır. Bir pazar yerinin varlığının tesbitinde bâc-ı pazar ve ihtisâbiye büyük önem taşımaktadır.

Osmanlı şehirlerinde ticarî alanlarla cami sosyal yaşamın merkezini oluşturur ve şehir dokusu buna göre şekillenirdi. Çarşılar genellikle bedestenin etrafında toplanır, çarşının ortasında veya yanında pazar yeri bulunurdu. Toptan ticaret “kapan” denilen ve un kapanı, bal kapanı, yağ kapanı gibi adlarla anılan hanlarda yapılırdı. Pazara getirilen ham maddelerin kalitesine dikkat edilir, satışında yerel esnafla üreticilerin ihtiyacının karşılanmasına öncelik verilir, artan miktar tüccarlar vasıtasıyla başka yerlere intikal ettirilirdi. Pazarın düzeni genellikle pazarbaşı ve muhtesip (ihtisap ağası) tarafından sağlanırdı. Kadıya bağlı olarak faaliyet gösteren muhtesip diğer görevlerinin yanında pazarın düzenini ve güvenliğini sağlar, ölçü tartı aletlerini kontrol eder, paraların ayar ve ağırlıklarını, malların kalitesini denetlerdi. Spekülatif işlemlerin ortaya çıkmaması için gerekli tedbirleri alır, gerektiğinde emtia fiyatları ile narhların tesbitinde görev yapar, tesbit edilen narhların uygulanması için onayı alınırdı. Ayrıca muhtesibin her ay pazarbaşıya bir fiyat listesi vermekle mükellef olduğu anlaşılmaktadır. Büyük yerlerde kurulan pazarlarda bâcın yanında pazar yerinin güvenliği ve malların kontrolü karşılığında ihtisap resmi alınırdı.

Kazalarda pazar yeri olarak kaza ve nahiye merkezleri seçilirken köylerde merkezî yerde olan, han, kervansaray, hamam gibi ihtiyaçları karşılayacak tesislerin bulunduğu yerler tercih edilirdi. Bir yerde pazar kurulması divanın iznine bağlıydı. Bu hususta halkın talebi dikkate alınır, kadının tasvibi ve merkezin onayı ile pazarın kurulması kararlaştırılır ve günü belirlenirdi. Yakın yerleşim yerlerinde kurulan pazarların da farklı günlerde olmasına ve civardaki iltizam ve vakıf gelirlerine zarar verilmemesine dikkat edilirdi. Nitekim Amasya’da Sultan II. Bayezid İmareti’ne on beş yıl boyunca yılda 6000 akçe sağlayan Şabanözü pazarının rekabet sebebiyle zarara uğraması üzerine yeni kurulan pazarın kapatılması yönünde karar alınmıştı (Faroqhi, Gel.D, özel sayı [1979], s. 47). XVIII ve XIX. yüzyıllarda “ikāme-i bâzâr” ile ilgili belgelerde pazar kurulması için ahalinin talebiyle yerleşim yerleri için en uygun alanın veya köy biriminin tesbitine önem verildiği dikkati çeker. Köylülerle göçebelerin ihtiyaçları yanında ordunun geçtiği yol güzergâhları ile kaleler, kervansaraylar ve büyük şehirlerin iâşe ihtiyacı pazar kurulacak yerlerin belirlenmesinde diğer bir etkendi (a.g.e. [1979], s. 46-47).

Osmanlı coğrafyasında pazarların sayıları hakkındaki istatistikî bilgiler tahrir kayıtlarından çıkarılabilmektedir. Bunlara göre Anadolu’da Aydın, Kütahya, Menteşe ve İçel sancaklarında 926-988 (1520-1580) yılları arasında pazar sayısının önemli ölçüde arttığı, Hamîd-ili’nde sabit kaldığı, Karahisar’da ise nisbî bir artış olduğu tesbit edilmiştir (a.g.e., [1979], s. 65). Şehirlerdeki nüfus artışı mevcut pazarların iş hacminin artmasına yol açarken kırsal kesimdeki nüfus artışının yeni pazarların kurulmasında etkin olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan özellikle vakıfların yaptığı yatırımların küçük yerleşim yerleri ve pazarlarda dükkân sayısının artışında önemli rol oynadığı görülmektedir.

Cuma camii bulunan yerlerde pazarlar özellikle cuma gününe denk getirilir, cuma vaktine kadar alışveriş yapılır ve namaz kılındıktan sonra civardan gelenler köylerine dönerlerdi. Pazarların cuma günü kurulmasının sebepleri arasında kadıların bu günlerde davalara bakması ve padişah fermanlarının kasaba ve köylerde halka duyurulması gibi hususlar sayılmaktadır. Ancak haftanın diğer günlerinde de pazar kurulabilmekteydi. Hıristiyan ve yahudilerin yaşadığı yerlerde talepleri doğrultusunda pazar için cumartesi ve pazar günlerinin belirlenmesine özen gösterilirdi (Kütükoğlu, XVI. Asırda Tavas Kazası, s. 112-113). Özellikle Tanzimat döneminde pazar günü kurulan pazarların haftanın başka günlerine alındığına dair çok sayıda örneğe rastlanır.

Pazarlar salı pazarı, çarşamba pazarı, cuma pazarı şeklinde kuruldukları günün adını aldığı gibi satılan mala göre de isimlendirilirdi. Belli bir malın satışına tahsis edilen pazarlar odun pazarı, saman pazarı, balık pazarı, koyun pazarı, at pazarı, tavuk pazarı gibi adlar alırdı. Bit pazarı (bat pazarı) tabiri eski eşyaların alınıp satıldığı yerler ve çarşılar hakkında kullanılırdı. Tahıl veya galle pazarı buğday, arpa vb. toprak mahsullerinin satıldığı pazar yerine verilen addır. Köle alım satımının yapıldığı esir pazarları için sıkı kurallar uygulanıyordu. Gayri müslimlerin esir pazarlarına girmesine müsaade edilmediği gibi bunlar müslüman köle veya câriye satın alamazdı. Ayrıca kölelerin belli yerlerin dışında satılmasına izin verilmezdi (Ḳānūnnāme-i Sulṭānī, s. 59). Bunun yanında avrat pazarı, ırgat pazarı, kadınlar pazarı, araba pazarı gibi isimler de kullanılmıştır. Daha çok küçük Anadolu şehirlerinde ve kasabalarda rastlanan avrat pazarı köylü kadınların mallarını satmaları için ayrılan pazar yerini ifade etmekteydi (Emecen, s. 76). Araba pazarlarında araba ile gelinerek satış yapılıyordu. Pazarlara çukur pazar gibi bulunduğu yerin coğrafi özelliğine göre isimlerin verildiği de olurdu. İsimleri açısından hayli çeşitli olan Edirne’deki pazarların adları şöyledir: Araba pazarı, At pazarı, Avrat pazarı, Beyazıt Han pazarı, Çingene pazarı, Dakîk pazarı, Debbâğhâne Çarşısı, Esir pazarı, Eşe Kadın pazarı, Katır Hanı pazarı, Kele pazarı, Koyun pazarı, Küçükpazar, Manyas pazarı, Meyhane pazarı, Mihalbaşı pazarı, Muradiye pazarı, Odun pazarı, Saraçhane Köprüsü pazarı, Sığır pazarı, Taşlık pazarı.

Pazar kurulan yerlerin zamanla gelişerek bir yerleşim birimi haline geldiğine ve içinde pazar kelimesinin geçtiği bir isim aldığına dair örneklere rastlanmaktadır. Kaynaklarda Pazar/Pazarlı Camii, Pazar/Pazaryeri mahallesi, Pazarköyü kasabası, Pazarlı karyesi, Pazarsuyu karyesi, Pazaryeri Çeşmesi, Pazarcık Camii, Pazarcık hamamı, Pazarcık mahallesi gibi adlara sık sık tesadüf edilmektedir. Pazarlar bugün de şehir ve kasabalarda belirli günlerde olmak üzere sürmektedir.

BİBLİYOGRAFYA
Ḳānūnnāme-i Sulṭānī ber Mūceb-i ʿÖrf-i ʿOsmānī (nşr. R. Anhegger – Halil İnalcık), Ankara 1956, s. 59-65; Âşıkpaşazâde, Târih, s. 19-20; Evliya Çelebi, Seyahatnâme (Dağlı), I-V, bk. İndeks; Süleyman Sûdî, Defter-i Muktesid, İstanbul 1307, II, 22; Abdurrahman Vefik, Tekâlif Kavâidi, İstanbul 1328, s. 32, 43, 104; Barkan, Kanunlar, bk. İndeks; Lütfi Güçer, XVI-XVII. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Hububat Meselesi ve Hububattan Alınan Vergiler, İstanbul 1964, s. 57-58; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İstanbul 1983, s. 14; a.mlf., XV ve XVI. Asırlarda İzmir Kazasının Sosyal ve İktisâdî Yapısı, İzmir 2000, s. 169-174; a.mlf., XVI. Asırda Tavas Kazasının Sosyal ve İktisâdî Yapısı, İstanbul 2002, s. 112-115; Bahaeddin Yediyıldız, Ordu Kazası Sosyal Tarihi: 1455-1613, Ankara 1985, tür.yer.; Faruk Sümer, Yabanlu Pazarı: Selçuklular Devrinde Milletlerarası Büyük Bir Fuar, İstanbul 1985, s. 11 vd.; Mustafa Cezar, Tipik Yapılariyle Osmanlı Şehirciliğinde Çarşı ve Klasik Dönem İmar Sistemi, İstanbul 1985, s. 1-38; Ziya Kazıcı, Osmanlılarda İhtisab Müessesesi, İstanbul 1987; Feridun M. Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazâsı, Ankara 1989, s. 72-78, 268-271; Suraiya Faroqhi, Osmanlı’da Kentler ve Kentliler (trc. Neyyir Kalaycıoğlu), İstanbul 1993, s. 69-73, 84, 87; a.mlf., Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı (trc. Emine Sonnur Özcan), Ankara 2006, s. 157-187; a.mlf., “16. Yüzyılda Batı ve Güney Sancaklarında Belirli Aralıklarla Kurulan Pazarlar (İçel, Hamid, Karahisar-ı Sahib, Kütahya, Aydın ve Menteşe)” (trc. Melek Eğilmez), Gel.D, 1978, özel sayı (1979), s. 39-85; Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, İstanbul 1994, tür.yer.; Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, İstanbul 1995, II, 153-159; Ömer Şen, Osmanlı Panayırları, İstanbul 1996; W. M. Weiss, The Bazaar: Markets and Merchants of the Islamic World, London 1998, tür.yer.; M. Akif Erdoğru, Ondokuzuncu Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Hafta Pazarları ve Panayırlar, İzmir 1999; Özer Küpeli, “Osmanlı Devleti’nde Panayır Organizasyonları ve Gönen Hacı İsa Panayırının Tarihine Dair”, Osmanlı, Ankara 1999, III, 490-497; Halil İnalcık, “The Hub of the City: The Bedestan of Istanbul”, IJTS, I (1980), s. 1-17; a.mlf., “Osmanlı Pamuklu Pazarı, Hindistan ve İngiltere: Pazar Rekabetinde Emek Maliyetinin Rolü”, Gel.D, 1979-80, özel sayı (1981), s. 1-65; Celal Yeniçeri, “Bâc”, DİA, IV, 411-413.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2007 yılında İstanbul’da basılan 34. cildinde, 206-208 numaralı sayfalarda yer almıştır.