PÎR ALİ AKSARÂYÎ

(ö. 945/1539)

Bayramî Melâmîliği’ne mensup sûfî.

Müellif:

Müridlerinden Abdurrahman el-Askerî şeyhinin 945’te (1539) altmış üç yaşında öldüğünü kaydeder (Erünsal, s. 200). Bu bilgiden hareketle onun 882 (1477) yılında doğduğu söylenebilir. Kaynaklarda Aksaray’da dünyaya geldiği belirtilir. Abdülbaki Gölpınarlı, Aksaray’da bulunan türbesindeki mezar kitâbesine dayanarak asıl adının Bahâeddin Ali olduğunu yazarsa da (Melâmîlik ve Melâmîler, s. 45) Bayramî Melâmîliği’ne dair kaynaklarda adı Alâeddin Ali şeklinde kaydedilmiştir. Abdurrahman el-Askerî onun halk arasında Sultan Pîr Ali diye tanındığını belirtir (Erünsal, s. 200). Bayramî Melâmîliği geleneğinde Ömer Dede Sikkînî ve Bünyâmin Ayâşî’den sonra kutbiyyet makamına geçtiği kabul edilen Pîr Ali Aksarâyî’nin gençlik yılları ve mürşidi Bünyâmin Ayâşî’ye nasıl intisap ettiği konusunda bilgi yoktur.

Kaynaklarda onun İbrâhim b. Edhem’i kastederek, “Benim devrimde yaşamış olsaydı hükümdarlığı terketmesine izin vermezdim, sadık bir müridin dünya saltanatını terketmesi gerekmez” ve, “Cennetin dört ırmağı benim hânemde mevcuttur” dediği, ayrıca mehdîlik davası güttüğü gerekçesiyle Kanûnî Sultan Süleyman’a şikâyet edildiği belirtilir. Rivayete göre durumu tahkik etmek için bir heyet gönderilmiş, fakat bir sonuç alınamamış, Kanûnî Sultan Süleyman İran seferine çıktığında konuyla bizzat ilgilenmiş ve tebdilikıyafet Pîr Ali Aksarâyî’yi ziyaret etmiş, sohbet sırasında kendisinden zuhur eden bazı olağan üstü hadiseler sonunda onun büyük bir velî olduğunu anlayarak kendisini İstanbul’a davet etmiş, bunu kabul etmeyince oğlu İsmâil Ma‘şûkī’yi göndermesini istemiştir (Sarı Abdullah Efendi, s. 246-249; La‘lîzâde, vr. 133b-134b; Müstakimzâde, vr. 10b-11b).

Bu görüşmenin ardından İsmâil Ma‘şûkī’yi İstanbul’a gönderen Pîr Ali Aksarâyî’nin altı ay kadar sonra vefat ettiği kaydedilir. Atâî ve Müstakimzâde onun ölüm tarihini 934 (1528) olarak verirler. Abdülbaki Gölpınarlı mezar kitâbesinde yer alan “es-saîd eş-şehîd” ibaresinden hareketle mehdîlik iddiasıyla şehid edildiğini ifade etmekte (Melâmîlik ve Melâmîler, s. 45), Ahmet Yaşar Ocak da bu görüşe katılmaktadır (Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler, s. 271-272). Ancak Abdurrahman el-Askerî’nin Mir’âtü’l-ışk’ında onun ölüm tarihi ve ölüm şekli şüpheye mahal bırakmayacak açıklıkta ortaya konulmuştur. Buna göre Pîr Ali Aksarâyî, 26 Şâban 945 (17 Ocak 1539) tarihinde Kayseri’de halifelerinden Dedemzâde Hacı Hayreddin’in evinde vefat etmiş, cenazesi vasiyeti üzerine Aksaray’a götürülerek türbesinin bulunduğu yere defnedilmiştir (Erünsal, s. 200).

Kendisinden bahseden eserlerde yer alan ifadelerden Pîr Ali Aksarâyî’nin geniş bir nüfuza sahip olduğu ve ona çok sayıda kişinin intisap ettiği anlaşılmaktadır. Dünyevî meseleler konusunda kendisine danışmak için hıristiyan ahaliden gelenlerin varlığı şöhretinin oldukça geniş bir çevreye yayıldığını göstermektedir. Mir’âtü’l-ışk’ta onun feyiz ve tasarrufundan etrafında bulunan herkesin istifade ettiği belirtilmektedir. Melâmî geleneğinde “hakîkat-i Muhammediyye”nin vârisi ve keramet sahibi bir şahsiyet olarak nitelendirilen Pîr Ali Aksarâyî’nin (Sarı Abdullah Efendi, s. 246; Müstakimzâde, vr. 10b) son derece güçlü bir cezbeye sahip olduğu ve bazan günlerce kendinden geçmiş bir halde kaldığı ifade edilmektedir (Erünsal, s. 187-188). Vahdet-i vücûd onun tasavvuf anlayışının temelini oluşturur. Ona göre insân-ı kâmil gerçek evliyadır, insân-ı kâmile muhabbet ise zâta muhabbettir (a.g.e., s. 198).

Mir’âtü’l-ışk’ta Pîr Ali’nin tasavvuf anlayışında şeriatın çok önemli bir yeri olduğu ve bu çizginin dışına taşmaya izin vermediği ısrarla vurgulanır. Kendisi çevresindekileri bu konuda sık sık uyarmış, “Erenler, şeriatın dışında olan bizden değildir dediler, bu fakir dahi böyle deriz, şeriatın dışına çıkanı iki gözümün biri dahi olsa çıkarırım, tarikime ilhad karıştığını istemem” diyerek (a.g.e., s. 112, 194) bu konudaki hassasiyetini ortaya koymuştur. Muhabbet ve sohbete çok önem vermiş, sohbetlerinde sık sık aşkı işlemiştir. Ona göre benimsedikleri yol aşk yoludur ve bu aşkın serçeşmesi Hz. Ali’dir (a.g.e., s. 193). Sohbetlerinde tasavvufî eğitimde edebin rolünü sıkça dile getiren Pîr Ali’ye göre dervişliğin temeli edeptir. Edebe ulaşmanın yolu ise hoş olmayan fiillerden, nefsin kötülüklerinden kaçınmak ve fâni olan bu dünyaya iltifat etmemektir (a.g.e., s. 78). Dervişlik yokluk, hiçlik, tevazu ve meskenettir. Bu hasletlere benlik duygusunu, kibir ve kini gönülden atmakla sahip olunur (a.g.e., s. 88). Pîr Ali Aksarâyî, melâmet yolunun gereği olarak dervişlerinin taç ve hırka giymelerine izin vermemiş, onların birer sanata sahip olarak halk içinde çalışmalarını istemiş, tekke ve hankah kurmayı da kabul etmemiştir (a.g.e., s. 196). Bizzat kendisinin çiftçilikle meşgul olduğu bilinmektedir.

Bayramî Melâmî silsilesi Pîr Ali Aksarâyî’den sonra oğlu İsmâil Ma‘şûkī ile devam etmiştir. Silsilesi, İsmâil Ma‘şûkī’den sonra kutbiyyet makamına geçen Ahmed Sârbân’ın mensuplarından Şeyh Gazanfer’e ulaşan Emîr Osman, İsmâil Ma‘şûkī’nin kutbiyyetinden söz etmeksizin silsilede Pîr Ali’den sonra Sârbân Ahmed’in ismini verir (Tarîkatnâme, vr. 32a-b). 939 (1532-33) yılında İstanbul’a gönderdiği Baba Hasan, Nebî Sûfî, İstanbul’da Bozdoğan Kemeri altında tekkesi olan damadı Yâkub Helvâî, Şeyh Ahmed, Kayseri’de bulunan Ahî Baba, Mehmed Abdal ve Dedemzâde Hacı Hayreddin, Nalıncı Mehmed Dede, Pîr Ali’nin Mir’âtü’l-ışk’ta adı geçen dervişleri arasında sayılabilir.

BİBLİYOGRAFYA
İsmail E. Erünsal, XV-XVI. Asır Bayrâmî-Melâmîliği’nin Kaynaklarından Abdurrahman el-Askerî’nin Mir’âtü’l-Işk’ı, Ankara 2003, tür.yer.; Hâşimî Emîr Osman Efendi, Tarîkatnâme, Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 758/1, vr. 32a-b; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 65; Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü’l-fuâd, İstanbul 1288, s. 246-249; La‘lîzâde Abdülbâki, Menâkıb-ı Melâmiyye-i Bayrâmiyye (Sergüzeşt), Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2456, vr. 133b-134b; Müstakimzâde, Risâle-i Melâmiyye-i Şettâriyye, İÜ Ktp., İbnülemin, nr. 3357, vr. 10b-13b; Tomar-Melâmîlik, s. 50-52; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ (haz. Mehmet Akkuş – Ali Yılmaz), İstanbul 2006, II, 471; Mehmet Ali Ayni, Hacı Bayrâm-ı Velî, İstanbul 1343, s. 117-118; Abdülbaki [Gölpınarlı], Melâmîlik ve Melâmîler, İstanbul 1931, s. 43-46; Konyalı, Niğde Aksaray Tarihi, II, 1484-1490; Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15-17. Yüzyıllar), İstanbul 1998, s. 270-289; Reşat Öngören, Osmanlılar’da Tasavvuf, İstanbul 2000, s. 170-174; “Alâettin Ali [Aksarayî]”, TA, I, 406; “Melâmiyye”, DİA, XXIX, 30.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2007 yılında İstanbul’da basılan 34. cildinde, 273-274 numaralı sayfalarda yer almıştır.