RAD‘

Çocuğun, annesi ya da başka bir kadın tarafından emzirilmesi anlamında fıkıh terimi.

Müellif:

Sözlükte “süt emmek; emzirmek” anlamlarındaki radâ‘ (rıdâ‘) kelimesi terim olarak “bir kadının sütünün emzirme yoluyla ya da başka bir şekilde içilip yutulması” demektir. Sütanneye murdı‘, murdıa, süt verilen çocuğa radî‘, sütanne tutan kimseye müstardı‘, süt akrabalığına karâbetü’r-radâ‘ denir. Radâ‘ kökünden türeyen kelimeler Kur’ân-ı Kerîm’de on bir yerde geçmekte (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “rḍʿa” md.), hadislerde de yaygın bir biçimde kullanılmaktadır (Wensinck, el-Muʿcem, “rḍʿa” md.). Emzirmeyle ilgili temel hükümler Kur’an ve Sünnet’te belirlenmiş, bunların ictihadlarla genişletilerek ele alındığı fıkıh eserlerinde çocuğu emzirme yükümlülüğü konusu nafaka, hidâne, icâre bölümlerinde, emzirmenin evlilik engeli oluşturması radâ‘ bölümünde incelenmiştir.

Çocuğun gelişimi için insan sütünün hayatî bir öneme sahip olduğu insanlık tarihi boyunca kabul edilegelmiştir. Türkler’de sütün bu yöndeki etkisi sebebiyle “süt hakkı” ve “süt sevinci” gibi tabirler kullanılmıştır. İslâm’dan önce Arap ve İran kültürlerinde bebeklerin tutulan bir sütanne tarafından emzirilmesi geleneği yaygındı. Özellikle şehir halkı daha sağlıklı ve güçlü yetişmeleri için çocuklarını bedevî ailelerine verirlerdi. Hz. Peygamber’in de aynı şekilde bir sütanne tarafından emzirildiği bilinmektedir. Bu tür uygulamalar taraflar arasında bir yakınlık kurulmasını sağlamıştır. Ancak süt hısımlığının bir evlilik engeli oluşturması İslâm dinine has bir hükümdür (J. Chelhod, kaynak göstermeden Câhiliye döneminde de böyle bir kural bulunduğunu söyler, EI2 [İng.], VIII, 362). Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta süt hısımlığı bulunmamaktadır. Kilise hukukunda vaftiz evlâdı ile vaftiz anne ve babası arasında meydana geldiği kabul edilen evlenme yasağı ise mânevî yakınlık sebebine dayanmaktadır. Resûl-i Ekrem’in açıklamalarından (Müsned, I, 432; Ebû Dâvûd, “Nikâḥ”, 8) İslâm’da süt akrabalığının evlenme engeli sayılmasının, modern tıp tarafından da ortaya konmuş bulunan insan sütünün çocuğun büyüme ve gelişmesindeki eşsiz rolle ve çocukla onu emziren arasında oluşan duygusal bağla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Günümüze kadar bütün fıkıh âlimleri ve İslâm dünyasında yapılmış aile kanunlarının tamamı süt akrabalığından doğan evlenme yasağını kabul etmiştir. 17 Şubat 1926 tarihli Türk Medenî Kanunu’nda (md. 92, 112) süt akrabaları arasındaki evliliğin mutlak butlânla bâtıl olacağı hükmü benimsenmişken henüz yürürlüğe girmeden yapılan bir değişiklikle bu hüküm metinden çıkarılmıştır (4 Nisan ve 8 Mayıs 1926 tarihli Resmî Gazete’ler; Feyzioğlu, s. 98; ayrıca bk. Fındıkoğlu, III, 181).

Çocuğun hakkı olması bakımından radâ‘. Fakihler sütanneye verme gibi başka seçenek bulamadığı takdirde annenin çocuğunu emzirmesinin bir görev (vâcip) olduğu, annenin hastalığı, çocuğun annesinin memesini almaması gibi durumlarda sütanne tutulması gerektiği, sütannenin ücretinin babaya ait olduğu hususunda hemfikirdir. Çağdaş yazarlarca günümüz şartlarında bebek mamalarının da bir alternatif sayıldığı düşünülmektedir. Normal şartlarda ve evlilik devam ederken, aynı şekilde talâk iddeti içinde annenin çocuğunu emzirmesinin hukukî bir yükümlülük olup olmadığı, dolayısıyla eşinden nafaka dışında emzirme ücreti isteyip isteyemeyeceği tartışma konusu olmuştur. Zâhirîler’e göre bu anne için hukukî bir görevdir, ücret talep edemez. Hanefî mezhebinde de hukukî yaptırım söz konusu olmasa da dinî/ahlâkî bir görev olduğu için anne ayrıca emzirme ücreti isteyemez. Şâfiî ve Hanbelî mezhepleri, çocuğun annesinin sütünden başkasını kabul etmemesi gibi bir zaruret bulunmadıkça annenin çocuğunu emzirmeyebileceği ve emzirme ücreti talep edebileceği kanaatindedir. Bu konuda o günkü uygulamayı esas alan Mâlikî mezhebinde ise kural olarak emzirme karşılığında annenin ücret isteyemeyeceği, ancak eşraftan olan kadınlar çocuklarını emzirmekle yükümlü olmadıklarından bunu gönüllü olarak yaptıkları takdirde karşılığında ücret alabilecekleri hükmü benimsenmiştir. Talâk iddeti sona eren veya ölüm iddeti içinde bulunan kadın çocuğunu emzirme karşılığında çocuğun babasından veya babasının mirasçılarından nafaka talep edebilir.

Evlenme engeli olması bakımından radâ‘. Süt hısımlığı sadece, belirli yakınlar arasında evlenme engeli oluşturur; mirasçılık, nafaka yükümlülüğü, şahitlik yasağı gibi hükümler doğurmaz. Kur’ân-ı Kerîm’de sütanne ve sütkızkardeşle evlenme yasaklanmıştır (en-Nisâ 4/23). “Nesep sebebiyle haram olanlar emzirme sebebiyle de haram olur” hadisi (Buhârî, “Şehâdât”, 7; Müslim, “Raḍâʿ”, 9), emzirme yoluyla meydana gelecek evlenme yasağının soy bağı sebebiyle evlenme yasağındaki yakınlık derecesi esas alınarak belirleneceğini açıklamıştır. Aşağıda açıklanacak şartlar çerçevesinde süt hısımlığının gerçekleşmesi durumunda emzirilen çocukla onu emziren sütanne ve hısımları arasında evlenme yasağı oluşur. Sütannenin kocası sütannenin emzirdiği çocuğun sütbabası olur ve aralarında süt hısımlığı doğar. Fıkıhta “lebenü’l-fahl meselesi” olarak bilinen bu konuda dört mezhep aynı görüşte olmakla birlikte ilk dönemde bazı tartışmalar olmuştur. Fakihlerin büyük çoğunluğuna göre süt hısımlığı dolayısıyla şu kimselerle evlenilmez: a) Süt yönünden usul (sütanne, sütbaba, sütnineler, sütdedeler). b) Süt yönünden fürû (sütçocuklar, süttorunlar). c) Sütanne ve sütbabanın gerek nesep gerekse süt hısımlığı yoluyla fürûu. Baba bir sütkardeşler de buna dahildir. Meselâ bir kimsenin iki karısından biri bir erkek çocuğu, diğeri bir kız çocuğu emzirse bunlar baba bir sütkardeş olduklarından birbirleriyle evlenemezler. d) Sütdede ve sütninenin çocukları (süthala, sütamca, sütteyze, sütdayı). e) Eşin süt usulü (eşin sütannesi, sütbabası, sütnineleri, sütdedeleri). f) Eşin süt fürûu (eşin sütçocukları, süttorunları). g) Süt usulün eşleri (sütannenin, sütbabanın, sütdedelerin, sütninelerin eşleri). h) Süt fürûun eşleri (sütçocukların, süttorunların eşleri). Süt hısımı olan iki kadından biri erkek kabul edildiğinde diğeriyle evlenmesi mümkün değilse bu ikisi aynı anda bir nikâh altında tutulamaz. Takıyyüddin İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye’ye göre ise süt hısımlarının sıhrî hısımları, yani e, f, g ve h şıklarında zikredilenler süt hısımı sayılmadığı gibi süt hısımı olan iki kadının aynı anda bir nikâh altında tutulması da câizdir.

Süt hısımlığının oluşabilmesi için belirli şartların gerçekleşmesi gerekir. Hanefî ve Mâlikîler’e göre bir kadının sütünü -az veya çok- bir defa emmekle süt hısımlığı oluşur. Farklı zamanlarda ve en az beş defa emme olmadan süt hısımlığının oluşmayacağı kanaatini taşıyan Şâfiî ve Hanbelîler, bu görüşleri için beş defa emmenin evlilik engeli teşkil edeceğini ifade eden hadisi delil gösterirler (Müslim, “Raḍâʿ”, 25; Ebû Dâvûd, “Nikâḥ”, 10; Tirmizî, “Raḍâʿ”, 3). Zâhirîler, “Bir veya iki defa süt emmek mahremiyet doğurmaz” hadisini esas alarak (Müslim, “Raḍâʿ”, 17-23; Ebû Dâvûd, “Nikâḥ”, 10) süt hısımlığının oluşabilmesi için en az üç defa emmenin gerektiğini belirtmişlerdir. Ebû Hanîfe’ye ve Hanbelîler’e göre kadın sütünün su, ilâç veya başka bir madde ile karıştırılarak verilmesi durumunda -karışımda süt oranı daha fazla olsa bile- süt hısımlığı oluşmaz; Ebû Yûsuf ve Muhammed ile Mâlikîler’e göre süt oranı fazla ise hısımlık oluşur. Şâfiîler’de sütün su ile karıştırılması durumunda sütün oranı değil miktarı dikkate alınır; beş emişte içilen süt miktarına ulaşırsa hısımlık meydana gelir. Hanefîler’e göre anne sütü başka bir şeyle birlikte pişirilirse miktarı ne olursa olsun asıl olan yemek olduğu için süt hısımlığı oluşmaz. Buna karşılık Şâfiîler’e göre sütün peynir veya ekmek yapılarak çocuğa yedirilmesi durumunda da süt hısımlığı oluşur. Anne sütünün hayvan sütüne karıştırılması halinde anne sütü çoğunlukta ise dört mezhebe göre sütanne ile çocuk arasında süt hısımlığı oluşur. Hanefî ve Mâlikîler eşitlik halinde de hısımlığın oluştuğu kanaatindedir. İki kadının sütü karıştırılarak bir çocuğa verilirse Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhepleriyle bazı Hanefîler’e göre her iki kadınla da hısımlık meydana gelir. Bazı Hanefîler’e göre ise sütlerin miktarının eşit olması halinde her iki kadınla hısımlık oluşur; miktarların farklı olması durumunda sütün çoğu hangi kadına aitse onunla çocuk arasında süt hısımlığı meydana gelir. Çağımızda anne sütünün öneminin daha iyi anlaşılması üzerine 1970’li yıllarda ortaya çıkan ve anne sütüne ihtiyaç duyan bebeklere vermek üzere farklı annelerden alınan sütlerin karıştırılıp korunduğu süt bankalarında toplanan sütlerden içen çocukla süt veren kadınlar arasında süt hısımlığının oluşup oluşmadığı İslâm âlimleri arasında tartışılmıştır. Bazı âlimler, süt bankalarında sütü veren annelerin kimlikleri ve verdikleri süt miktarı belli olmadığı için bu yolla süt hısımlığının meydana gelmeyeceğini savunur. İslâm Konferansı Teşkilâtı’na bağlı Fıkıh Akademisi’nin 22-28 Aralık 1985 tarihinde Cidde’de düzenlenen ikinci dönem toplantısında alınan kararda ise İslâm ülkelerindeki sosyal yapı içinde genellikle çocuğu doğal biçimde emziren bir sütannenin bulunabileceğine, Batı ülkelerinde de süt bankalarının giderek azaldığına dikkat çekildikten sonra farklı annelerden alınan sütlerin karışımının süt hısımlığı doğuracağı, ancak süt bankasına süt veren annelerin belirlenmesindeki güçlük sebebiyle süt hısımlarının bilinmesinin mümkün olmayacağı, bunun da aralarında evlenme yasağı bulunan kişilerin bu durumu bilmeden evlenmelerine yol açabileceği, süt bankasından süt almanın haram olduğu ve İslâm ülkelerinde süt bankası kurulmasının engellenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Bununla birlikte bazı İslâm âlimlerince zaruret durumunda süt bankasından süt alınabileceği ve süt verenlerin bilinmesi halinde taraflar arasında süt hısımlığının meydana geleceği belirtilmiştir.

Şâfiî ve Hanbelî mezhepleriyle Hanefî mezhebinde tercih edilen Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan’ın ictihadına göre süt hısımlığının oluşabilmesi için emzirilen çocuğun iki yaşından küçük olması gerekir. Bu görüşün delilleri şöyle özetlenebilir: Kur’ân-ı Kerîm’de emzirmenin süresi iki yıl olarak belirlenmiştir (el-Bakara 2/233; Lokmân 31/14). Hz. Peygamber’in, “Emzirme ancak iki yaşına kadar olur” hadisi (Dârekutnî, IV, 174) ve Hz. Ömer, İbn Mes‘ûd, İbn Abbas gibi sahâbîlerin aynı anlama gelen sözleri bu görüşü desteklemektedir (el-Muvaṭṭaʾ, “Raḍâʿ”, 14; Beyhakī, VII, 462). Ebû Hanîfe’ye göre bu süreye altı ay ve Züfer’e göre bir yıl daha ilâve edilmelidir. Mâlikîler, sütten kesilen çocuğun yemeklere alışabilmesi için iki seneye bir-iki ay daha ilâve etmek gerektiğini düşünürler. Bu süreyi “çocuk emdiği sürece” şeklinde belirsiz bırakanlar da vardır. Hz. Âişe ve Zâhirîler, yaş sınırı olmaksızın büyük bir kimsenin emzirilmesiyle de süt hısımlığının oluşabileceğini ileri sürerken şu hadise dayanmışlardır: Sehle bint Süheyl, Resûl-i Ekrem’e gelerek daha önce evlâtlığı olan Sâlim’i oğlu gibi gördüğünü, ancak evlât edinmenin yasaklanması hükmünden sonra bulûğ çağını geçmiş olan Sâlim’le tek odalık bir evde beraber kalmalarının sıkıntı oluşturduğunu söylemiş, Hz. Peygamber de ona sütünden vermesini, böylece aralarında süt hısımlığı doğacağını ifade etmiştir (el-Muvaṭṭaʾ, “Raḍâʿ”, 12; Müslim, “Raḍâʿ”, 26-31). Hz. Âişe bu hadisi genel bir hüküm olarak yorumlamışsa da Resûl-i Ekrem’in diğer zevceleri dahil büyük çoğunluk bunun özel bir izin olduğu kanaatindedir. İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye ise bunun ihtiyaç durumunda olanlar için bir ruhsat olduğunu, Sâlim’in durumunda olan herkesin bu ruhsatla amel edebileceğini ifade etmişlerdir.

İki kişi arasındaki süt hısımlığı ikrar, şahit veya yazılı belge ile ispat edilebilir. Süt hısımlığının şahitle ispatı için Hanefîler’e göre en az iki erkek veya bir erkekle iki kadının şahitliği gerekir. Şâfiî hukukçularına göre dört kadının şahitliğiyle de süt hısımlığının ispatı mümkündür. Mâlikî ve Hanbelîler’e göre ise bir kadının şahitliği süt hısımlığının ispatı için yeterlidir. Fakihler evlilikten sonra eşler arasında süt hısımlığının ispatı durumunda eşlerin evliliğe devam etmesinin câiz olmayıp ayrılmaları gerektiği kanaatindedir.

BİBLİYOGRAFYA
Müsned, I, 432; Dârekutnî, es-Sünen, Kahire, ts. (Dârü’l-mehâsin), IV, 174; İbn Hazm, el-Muḥallâ (nşr. Abdülgaffâr Süleyman el-Bündârî), Beyrut 1988, X, 188, 202, 205; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ, Haydarâbâd 1353, VII, 462; Serahsî, el-Mebsûṭ, XV, 127-128; Kâsânî, Bedâʾiʿ, IV, 174; Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muġnî, Beyrut 1405, VIII, 137; İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-meʿâd, Kahire 1950, IV, 162; a.mlf., İʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Beyrut 1973, IV, 347; İbnü’l-Hümâm, Fetḥu’l-ḳadîr, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), III, 438; Şirbînî, Muġni’l-muḥtâc, III, 416; Abdurrahman Şeyhîzâde, Mecmaʿu’l-enhur, İstanbul 1991, I, 375; İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr, Beyrut 1987, II, 676; Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm (trc. Fehmî el-Hüseynî), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), I, 566; Z. Fahri Fındıkoğlu, İçtimaiyat, Hukuk Sosyolojisi, İstanbul 1958, III, 181; Feyzi Necmeddin Feyzioğlu, Aile Hukuku Dersleri, İstanbul 1971, s. 98; Mehmet Âkif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, İstanbul 1999, s. 18, 19; Yûsuf el-Kardâvî, “Fî Fıḳhi’r-raḍâʿ”, Ḥavliyyetü Külliyyeti’ş-şerîʿa ve’d-dirâsâti’l-İslâmiyye, sy. 3, Devha 1984, s. 11 vd.; a.mlf. v.dğr., “Bünûkü’l-ḥalîb”, Mecelletü Mecmaʿi’l-fıḳhi’l-İslâmî, II/1, Cidde 1407/1986, s. 385-425; Orhan Çeker, “Süt Akrabalığı”, İlim ve Sanat, sy. 31, İstanbul 1992, s. 65; Muhammed es-Selmân, “er-Raḍâʿ ve aḥkâmühû fi’l-fıḳhi’l-İslâmî”, Mecelletü’l-buḥûs̱i’l-İslâmiyye, sy. 37, Riyad 1413, s. 319 vd.; M. Fehîm el-Cündî, “Ḥükmü imtinâʿi’l-üm ʿan irżâʿi ṭıflihâ ve ḥiḍânetihî fi’l-fıḳhi’l-İslâmî”, Mecelletü Külliyyeti dâri’l-ʿulûm, sy. 28, Kahire 2000, s. 405 vd.; Ahmet Yaman, “İslâm Hukukuna Özgü Bir Kurum: Süt Akrabalığı”, Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 13, Konya 2002, s. 55 vd.; Mahmoud Omidsalar – Theresa Omidsalar, “Dāya”, EIr., VII, 164-166; J. Schacht – J. Burton – J. Chelhod, “Raḍâʿ”, EI2 (İng.), VIII, 361-362; “Raḍâʿ”, Mv.F, XXII, 238-256.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2007 yılında İstanbul’da basılan 34. cildinde, 384-386 numaralı sayfalarda yer almıştır.