REBÎA b. EBÛ ABDURRAHMAN

Ebû Osmân (Ebû Abdirrahmân) Rebîa b. Ebî Abdirrahmân el-Medenî et-Teymî (ö. 136/753 [?])

Muhaddis ve fakih, tâbiî.

Müellif:

Kendisinden hadis öğrendiği sahâbî Sâib b. Yezîd’in 82 (701) yılında vefat ettiği dikkate alınarak Medine’de 70 (689) yılı civarında doğduğu söylenebilir. Kureyş’in bir kolu olan Teym kabilesinden Münkediroğulları’nın mevlâsı idi. Babasının adının Ferruh olmasından Fars asıllı olduğu anlaşılmaktadır. Annesi kendisine hamileyken Horasan’a gazâya giden babasının Rebîa yirmi yedi yaşında iken geri döndüğündeki karşılaşmalarına dair birçok kaynakta yer alan bir hikâyeyi Zehebî tenkit ederek asılsız bulur, ancak içinde yer alan bazı ayrıntıların meydana gelmiş olabileceğini ifade eder (Aʿlâmü’n-nübelâʾ, VI, 93-95). Enes b. Mâlik ve Sâib b. Yezîd gibi sahâbîlerle ve Saîd b. Müseyyeb, Kāsım b. Muhammed b. Ebû Bekir, Sâlim b. Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Dînâr, Atâ b. Ebû Rebâh, Saîd b. Cübeyr, Abdurrahman b. Ebû Leylâ, İbn Ebû Müleyke, Süleyman b. Yesâr, Atâ b. Yesâr, Vehb b. Münebbih, Mekhûl b. Ebû Müslim eş-Şâmî gibi tâbiîn büyüklerine yetişen Rebîa onlardan rivayette bulundu. Kendisinden İmam Mâlik, Süfyân es-Sevrî, Evzâî, Leys b. Sa‘d, Şu‘be b. Haccâc, Hammâd b. Seleme, Yahyâ b. Saîd el-Ensârî, kıraat imamı Nâfi‘ b. Abdurrahman, İbn İshak, İbnü’l-Mübârek, İbnü’l-Münkedir, Süfyân b. Uyeyne gibi pek çok âlim hadis rivayet etti. İbn Sa‘d, on iki imamdan Muhammed el-Bâkır ve Ca‘fer es-Sâdık’ın da onun Mescid-i Nebevî’deki ders halkasına katıldıklarını kaydeder. Emevî Halifesi Velîd b. Yezîd’in fetva sorduğu Medine âlimleri arasında yer alması ve Abbâsî Halifesi Ebü’l-Abbas es-Seffâh tarafından görevlendirilmek üzere Enbâr’a davet edilmesi her iki hânedanla da iyi geçindiğini göstermektedir. Seffâh’ın kadılık teklifini, ayrıca hediyesini kabul etmeyip Irak’ta kaldığı süre içinde hadis rivayet etmedi ve fetva vermedi. Resmî bir görev aldığı bilinmemekle birlikte bazı âlimlerle beraber Medine kadısının muhakeme meclisinde hazır bulunurdu. Enbâr’da yahut dönüşünden sonra Medine’de 136 (753) yılında vefat etti. Irak’a gidişinin Ebû Ca‘fer el-Mansûr döneminde olduğu da rivayet edilmekte ve ölüm tarihi için 130, 133, 135 ve 142 (759) yılları da verilmektedir.

Hadis ve fıkıh alanındaki birikimiyle geç dönem tâbiîn neslinin önde gelen müctehid fakihleri arasında yer alan Rebîa, ehl-i hadîsin kalesi olarak görülen Medine’de yaşamasına rağmen ehl-i re’y ekolüne intisap etmiş ve bu ekolün önde gelen ilk temsilcilerinden biri kabul edilmiştir. İmam Mâlik, onun Sâlim b. Abdullah ve Kāsım b. Muhammed’den sonra Ebü’z-Zinâd ile birlikte Medine’de yaşayan en büyük âlim olduğunu ifade etmiştir. Re’y konusundaki derin vukufu sebebiyle “Rebîatü’r-re’y” diye meşhur olan Rebîa re’yin dindeki önemini, “Nasıl ki Allah kitap indirdiği halde sünnete bir yer ayırmışsa Hz. Peygamber de sünnet vazettiği halde re’ye bir yer ayırmıştır” sözleriyle dile getirmiştir. Re’y metoduna başvurmanın kendisine hadis rivayetinin sorumluluğundan daha kolay geldiğini söylemiş, bin kişinin bin kişiden rivayet ettiğinin bir kişinin bir kişiden rivayet ettiğinden daha hayırlı olduğunu ve tek kişinin rivayetinin sünnetin elden çıkmasına sebep olacağını belirterek toplumda yerleşen dinî kuralların delil olma açısından gücüne vurgu yapmıştır.

İbnü’n-Nedîm, Rebîa’nın Ebû Hanîfe’den ilim öğrendiğini, ancak ondan önce vefat ettiğini kaydederken bazı ricâl kitaplarında Ebû Hanîfe’nin Rebîa’nın söylediklerini anlamakta zorlandığı rivayetine yer verilerek Rebîa daha yüksek bir mevkide gösterilir. Mâlikî mezhebinin kurucusu İmam Mâlik fıkhı Rebîa’dan öğrendiği için esas itibariyle onun fıkhî birikimi bu mezhep içerisinde etkisini sürdürmüştür. Nitekim Derâverdî, İmam Mâlik’in el-Muvaṭṭaʾda, “Şehrimizde kendilerine yetiştiğim insanlar böyle yapardı” ifadesiyle Rebîa’yı ve İbn Hürmüz’ü kastettiğini belirtmiştir (Ebû Hayseme Züheyr b. Harb, II, 284). Bununla birlikte Mâlik, onun öğrencilerinden iken geçmiş bazı uygulamalara muhalefetinden dolayı Medine ulemâsının ağır eleştirisine mâruz kalması üzerine hocasını terketmiş ve onun ders halkasına katılanların çoğu Mâlik’in meclisine gitmeye başlamıştır. Daha hayatta iken Rebîa’nın ictihadlarının kadılar tarafından dikkate alındığı bilinmektedir. 170-174 (786-790) yılları arasında Mısır kadılığı yapan Ebü’t-Tâhir Abdülmelik b. Muhammed el-Hazmî el-Ensârî’nin, aralarında Rebîa’nın da bulunduğu Medine ulemâsının ictihadlarına göre hüküm verdiği kaydedilmektedir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî de el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye’de fıkhî bir konuda Rebîa’nın görüşünü tercih etmiştir.

Yahyâ b. Saîd el-Ensârî, Rebîa’dan daha zeki birini görmediğini, Basra Kadısı Sevvâr b. Abdullah el-Anberî, Hasan-ı Basrî ve İbn Sîrîn dahil Rebîa’dan daha bilgilisini tanımadığını, İbnü’l-Mâcişûn sünneti Rebîa’dan daha iyi bilen birine rastlamadığını, Ubeydullah b. Ömer de onun zor meseleleri halleden dönemin en büyük âlimi olduğunu ifade etmiştir. Hocası Kāsım b. Muhammed, kendisine sorulan soruların cevabını Kur’an ve Sünnet’te bulamadığı zaman Rebîa’ya veya Sâlim’e sorulmasını tavsiye ederdi. Leys b. Sa‘d ise İmam Mâlik’e gönderdiği mektupta görüşüne katılmasa bile Rebîa’nın sağlam bir muhakeme gücüne, beliğ bir lisana ve ahlâkî erdemlere sahip çok iyi bir kimse olduğunu söylemiştir (Fesevî, I, 690). Mâlik, Rebîa öldükten sonra fıkhın tadı kalmadığını, Ahmed b. Hanbel de sika bir râvi olmakla birlikte Ebü’z-Zinâd’ın daha âlim sayıldığını belirtmiştir. Sika bir râvi olduğu hususunda ittifak edilmekle birlikte İbn Sa‘d ve Yahyâ b. Maîn gibi muhaddisler, çok hadis rivayet ettiği halde re’y metoduna başvurması sebebiyle hadisçilerin ondan çekindiğini kaydetmiş, Süfyân b. Uyeyne de onun hadisi sağlam rivayet edemediğini söylemiştir. Rivayet ettiği hadisler Kütüb-i Sitte’de, el-Muvaṭṭaʾda ve Müsned gibi hadis kaynaklarında yer almaktadır. Rebîa’nın naklettiği hadislerin en önemlilerinden biri Enes b. Mâlik’ten aktardığı Hz. Peygamber’in hilye-i şerîfidir (Buhârî, “Menâḳıb”, 20; “Libâs”, 66).

Kelâm tartışmalarının yeni şekillenmeye başladığı bir dönemde yaşayan Rebîa’nın bu konudaki bazı meselelerle ilgili kanaatleri bilinmektedir. Meselâ müteşâbih âyetleri te’vilsiz kabul etmek gerektiğini, rahmânın arşa istivâ ettiği hakkındaki âyetle (Tâhâ 20/5) ilgili bir soruya cevap olarak Allah’ın nasıl istivâ ettiğinin akılla bilinemeyeceğini, Hz. Peygamber’in görevinin tebliğ etmek ve ümmetin görevinin de uymak olduğunu söylemiştir. Kader tartışmalarına katılanları eleştirmiş, Gaylân ed-Dımaşkī ile Allah’ın kötülükleri dilemesi konusunu tartışmıştır (Ebû Nuaym, III, 260). Hitabeti güçlü bir kimse olarak bilinen Rebîa bazan etrafındakileri bıktıracak kadar uzun konuşmayı severdi; öyle ki hocası Kāsım b. Muhammed’in meclisine gelenler meclisi Rebîa’nın yönettiğini sanırdı. İlmi her faziletin aracı saymış, halkın âlimlerin emirlerini tutup yasakladıklarından vazgeçmeleri gerektiğini, bilgisiz kimselere fetva sorulmaya başlandığı için İslâm’a büyük zarar verildiğini söylemiş, zühdün başının helâl mal biriktirip hak ettiği yere harcanması, sabrın nihaî mertebesinin de musibete uğrayan kişinin musibet öncesi gündeki gibi davranması olduğunu belirtmiştir.

İbnü’n-Nedîm, Rebîa’nın herhangi bir eserini bilmediğini kaydederken III. (IX.) yüzyılda Rebîa’ya ait bir fıkıh eserinden fukahanın istifade ettiğini belirten Fuat Sezgin, Abdullah b. Vehb’in el-Muvaṭṭtaʾı ile el-Müdevvene’de bu eserden doğrudan iktibasta bulunulduğunu, hatta İmam Mâlik’in Rebîa’dan gelen rivayetlerle birlikte onun pek çok görüşünü ihtiva eden el-Muvaṭṭaʾ adlı eserinde o kitabı kullanmış olduğunu ileri sürer. Rebîa’nın fıkhî görüşlerine özellikle Mâlikî kaynakları ile Muhammed b. Nasr el-Mervezî ve Zekeriyyâ b. Yahyâ es-Sâcî’nin eserleri gibi klasik dönem hilâfiyat literatüründe yer verilmiştir (bir kısım fıkhî görüşleri için bk. İbn Abdülber en-Nemerî, XXX, 69 [fihrist]). Taberânî, Ḥadîs̱ü Rebîʿa adıyla onun rivayet ettiği hadisleri bir araya getiren bir derleme yapmıştır (Zehebî, Teẕkiretü’l-ḥuffâẓ, III, 914).

BİBLİYOGRAFYA
 , s. 450; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt: el-Mütemmim, s. 320-324; Ebû Hayseme Züheyr b. Harb, et-Târîḫu’l-kebîr (nşr. Salâh b. Fethî Helel), Kahire 1424/2004, II, 265, 282-286; Buhârî, et-Târîḫu’l-kebîr, II, 286-287; Fesevî, el-Maʿrife ve’t-târîḫ, I, 660, 668-673, 690; IV, 104-105 (fihrist); İbn Kuteybe, el-Maʿârif (Ukkâşe), s. 462, 496; Ebû Zür‘a ed-Dımaşkī, Târîḫ (nşr. Şükrullah b. Ni‘metullah el-Kūcânî), Dımaşk 1980, I, 147, 150, 153, 412-413, 423, 427-428, 508, 637, 641; Vekî‘, Aḫbârü’l-ḳuḍât, III, 83, 242; Ebü’l-Arab, el-Miḥan (nşr. Yahyâ Vehîb el-Cübûrî), Beyrut 1408/1988, s. 311-312, 381-382, 454; Kindî, el-Vülât ve’l-ḳuḍât (Guest), s. 383, 452; İbn Hibbân, es̱-S̱iḳāt, IV, 231-232; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 256; Ebû Nuaym, Ḥilye, III, 259-266; Hatîb, Târîḫu Baġdâd, VIII, 420-427; İbn Abdülber en-Nemerî, el-İstiẕkâr (nşr. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî), Kahire 1414/1993, XXVII, 365; XXX, 69 (fihrist); Şîrâzî, Ṭabaḳātü’l-fuḳahâʾ, s. 37-38; Kādî İyâz, Tertîbü’l-medârik, III, 65 (fihrist); Sem‘ânî, el-Ensâb, VI, 63-66; İbn Hallikân, Vefeyât, II, 288-290; Mizzî, Tehẕîbü’l-Kemâl, IX, 123-130; Zehebî, Teẕkiretü’l-ḥuffâẓ, I, 157-158; III, 914; a.mlf., Aʿlâmü’n-nübelâʾ, VI, 89-96; İbn Hacer, Tehẕîbü’t-Tehẕîb, III, 258-259; Bedreddin el-Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire 1348, II, 81-82; I. Goldziher, Muslim Studies (trc. C. R. Barber – S. M. Stern), London 1971, II, 82-83; J. Schacht, The Origins of Muhammadan Jurisprudence, Oxford 1975, s. 54-55, 114-115, 247-248; Sezgin, GAS (Ar.), I/3, s. 23-24.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2007 yılında İstanbul’da basılan 34. cildinde, 499-500 numaralı sayfalarda yer almıştır.