REİS

Ortaçağ’da bazı İslâm devletlerinde şehirleri yöneten görevlilere verilen unvan.

Müellif:

Sözlükte “başkan, lider” anlamına gelen reîs kelimesi, İslâm medeniyeti tarihinde terim olarak IV. (X.) yüzyıldan VI. (XII.) yüzyıla kadar genellikle bugünkü belediye başkanı (reîsü’l-beled) ve vali karşılığında kullanılmıştır. Reislerin daha çok Büveyhîler, Fâtımîler, Selçuklular ve Eyyûbîler’in hâkimiyeti altındaki bölgelerde görev yaptıkları, Suriye’deki şehirlerde idarî işler yanında hisbe ve şurta teşkilâtının ifa ettiği çarşı ve pazarların kontrolü, emniyet ve huzurun sağlanması gibi hizmetlerle de yükümlü tutuldukları görülmektedir. Reislerin aynı zamanda vezir olarak tayin edildiği Dımaşk’ta Benî Kilâb’a mensup Sûfîoğulları 1096-1154 yılları arasında reislik makamını ellerinde tutmuşlardır. Bu aileden Ebü’z-Zevvâd Müferric, belâgat ve kitâbet konusunda yeterli olmadığı halde sadece kendisine duyulan güven sebebiyle vezir tayin edilmiş, vezirlik ve reisliği birlikte yürütmüş, ancak XII. yüzyılın ikinci yarısından sonra reislikle vezirlik görevi aynı kişiye verilmemiştir. Halep’te reîsülahdâslar (milis kuvvetlerinin lideri) aynı zamanda reîsülbeled olarak görev yapmıştır. Dımaşk’taki Sûfî ve Temîmî aileleri reislik görevini veraset yoluyla üstlendikleri halde Halep’te reisliğin bu yolla intikal etmediği görülmektedir. Benî Bedî‘ ailesine mensup bazı kişiler reislik ve vezirlik görevlerini birlikte yürütmüşlerse de iki daire birleştirilmeyip ayrı ayrı çalışmıştır. IV-V. (X-XI.) yüzyıllarda Horasan ve Mâverâünnehir gibi bölgelerde reisler hem devletin hem de halkın temsilcisi olarak görev yaparlardı. Bunlar bulundukları şehirlerin meşhur ve önemli simalarıydı. Reisler Büveyhîler ve Selçuklular döneminde Şîraz ve Rey’de, Sâmânîler devrinde Buhara’da önemli siyasî faaliyetlerde bulunmuşlardır. Nîşâbur şehrinde Mîkâlîler ailesine mensup reisler Sâmânîler ve Gazneliler zamanında önemli diplomatik görevler üstlenmişlerdir. Dımaşk ve Mısır’daki idarî görevlerini nesiller boyu sürdüren Kalânisî ailesi halk tarafından seviliyordu. 548’de (1153-54) Dımaşk’ta karışıklıkların çıkması üzerine şehrin reisliğine getirilen İbnü’l-Kalânisî’nin yeğeni Ebû Gālib Radıyyüddin Abdülmün‘im, akrabalarını yanına alarak şehri dolaşıp halkı ve askerleri yatıştırmış, şehirde huzur ve sükûnu sağlamıştır. Ailenin VIII. (XIV.) yüzyılda bile Dımaşk’ın idaresinde söz sahibi olduğu bilinmektedir.

Reisler bu göreve eşrafın kararı ile, veraset yoluyla veya tayinle gelirdi. Her üç halde de reisliğin siyasî iktidarca onaylanması şarttı. Büyük Selçuklular zamanında reisler merkezî hükümet tarafından tayin ediliyordu. Nizâmülmülk, Ebû Ali Hasan el-Menîî’yi Nîşâbur’a reis olarak tayin etmişti. Selçuklu sultanları VI. (XII.) yüzyılda da büyük şehirlere reis tayin etmeye devam etmiştir. VI. (XII.) yüzyılın ikinci yarısından itibaren Selçuklular’ın önemli şehirlere sultanın bir temsilcisi sıfatıyla şahne tayin etmeleriyle birlikte reislerin fonksiyonu ve itibarı giderek azalmaya başlamıştır. Dolayısıyla bu yüzyıldan itibaren kaynaklarda reislerden nâdiren bahsedilmektedir.

Öte yandan reislerin memleketleri dışındaki şehirlere tayin edildiği, Horasan’ın Sebzevâr şehri reisi Hamza’nın XII. yüzyılın ikinci yarısında Tebriz ve Merâga’da reislik yaptığı, birçok reisin dinî ilimlerde temayüz ettiği hatta “fakih” unvanıyla anıldığı görülmektedir. İsfahan’da reislik yapan Hucendîoğulları ile Buhara’daki Burhanoğulları aslında birer ulemâ ailesiydi.

Birçok yerde reisler sadece şehrin değil o şehrin bulunduğu yörenin de reisleri sayılırdı. Halkını düşmanlara ve zalim idarecilere karşı koruması reislerin en önemli göreviydi. Bu amaçla yöre halkından asker toplama yetkileri vardı. Dımaşk reisi Emînüddevle Ebû Muhammed İbnü’s-Sûfî 488 (1095) yılında şehrin savunmasıyla meşgul olmuştu. Halk tarafından sevilmeyen, yol kesen, soygunculuk yapan, cinayet işleyen ve kötü insanlarla iş birliği yapan reislerin de bulunduğu, ancak bunların uzun süre bu görevde kalamadığı belirtilmektedir. Yol yapmak, kanal açmak, surları onarmak gibi imar faaliyetleri de reislerin görevleri arasındaydı.

Reisler genellikle zengin kişilerdi. Nitekim Hemedan reisi Seyyid Ebû Hâşim ile Nesâ reisi İmâdüddin Hamza devrin en zenginleriydi. Nesâ reisinin yaptırdığı külliyede fakihler, sûfîler, Ehl-i beyt mensupları ve yolcular için ayrı binalar vardı; bu külliye Moğol istilâsının ilk zamanlarında da faaliyetini sürdürmüştür. Nizâmülmülk Siyâsetnâme’sinde reisin evinin kapısının misafirlere, yolculara, ilim adamlarına daima açık olması, Tanrı’nın kullarına hizmet etmesi, elinden geldiği kadar sadaka vermesi gerektiğini söyler. Reislerin yaptıkları hizmetler karşılığında devletten ne şekilde ücret aldıkları konusunda yeterli bilgi yoktur. Muhtemelen kendilerine bir yerin gelirinin tahsis edildiği, ayrıca halkın da vergi ödediği söylenebilir.

Kaynaklarda reislik kurumuyla ilgili bazı ayrıntılı bilgilere rastlanmaktadır. Tuğrul Bey’in 454 (1062) yılında Azerbaycan’daki Hoy şehrine geldiğinde halktan kendisine tâbi olup vergi vermelerini istediği, olumsuz cevap alması üzerine Reis Yûsuf ile yeğeni Mûsâ’yı tutuklayıp Ömer b. Sahtkān’ı reis yaptığı; Berkyaruk’un Rey’de tahta oturduğunda Rey reisi Ebû Müslim’in değerli taşlarla süslenmiş altın bir tacı sultanın başına koyduğu; reis Ebû Müslim’in Hasan Sabbâh’a çok iyi davranan Nizâmülmülk’ü uyardığı ve tutuklanması için seferber olduğu; Irak Selçuklu Sultanı Arslanşah b. Tuğrul’un Hemedan reisi Fahrüddevle’nin kız kardeşi Sitti Fatma Hatun ile evlendiği (Cemâziyelevvel 571 / Kasım-Aralık 1175) ve bir süre Seyyidler’in sarayında oturduğu; 617 (1220) yılında Hemedan’a yaklaşan Moğollar’ı şehrin Seyyidler ailesinden olan reisinin hediyelerle karşıladığı, bundan memnun kalan Moğollar’ın buraya bir şahne tayin edip geri döndükleri, bir süre sonra Moğollar’ın yeniden hediye istemeleri üzerine reisin karşı koyacak güçleri olmadığını belirterek Moğollar’ın isteklerinin yerine getirilmesini halka tavsiye ettiği, ancak halkın reise ağır sözler söyleyip savaşmaya karar verdiği; 622 (1225) yılında Tebriz’de reis ve şehrin ileri gelenlerinin toplanıp isyana kalkıştıkları, durumu öğrenen Celâleddin Hârizmşah’ın onları yakalatıp reisi öldürttüğü bu tür bilgiler arasında zikredilebilir.

Ayrıca çeşitli meslek erbabının din, mezhep, kabile ve cemaat mensuplarının başkanlarına da reis denilirdi.

BİBLİYOGRAFYA
Nerşahî, Târîḫ-i Buḫârâ (nşr. Müderris-i Razavî), Tahran 1317, s. 24; Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī, Târîḫ (nşr. Kāsım Ganî – Ali Ekber Feyyâz), Tahran 1324 hş., s. 470, 610; Nizâmülmülk, Siyâsetnâme (nşr. Abdürrahîm Halhâlî), Tahran 1310, s. 16, 19, 33; a.e. (Köymen), s. 31, 35, 50; İbnü’l-Kalânisî, Târîḫu Dımaşḳ (Amedroz), s. 132-144, 145, 224-231, 257, 261, 277, 278, 307-329; Azimî Tarihi: Selçuklular Dönemiyle İlgili Bölümler: H.430-538 (nşr. ve trc. Ali Sevim), Ankara 1988, s. 25, 30, 40, 41, 43, 45, 48, 64, 65, 66, 67; Beyhakī, Târîḫ (Behmenyâr), s. 75-269; İbn Münkız, el-İʿtibâr (nşr. Kāsım es-Sâmerrâî), Riyad 1407/1987, s. 100, 222-223; Râvendî, Râḥatü’ṣ-ṣudûr, s. 141, 163-164, 301, 342-343, 349-353, 381; a.e. (Ateş), s. 137, 159, 286, 316, 317, 322, 324, 325, 351; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, X, 214, 215, 316, 649, 661; XI, 234, 282, 311; XII, 185, 377, 380, 381, 437; Muhammed b. Ahmed en-Nesevî, Sîretü’s-Sulṭân Celâliddîn Mengübertî (nşr. Ahmed Hamdî), Kahire 1953, s. 68-69, 84, 94; Bündârî, Zübdetü’n-Nuṣra, s. 17-98, 102, 154, 162-163, 221; a.e. (Burslan), s. 100, 103, 143, 144, 152, 153, 202; İbnü’l-Adîm, Zübdetü’l-ḥaleb, s. 488, 502, 503, 532, 549-550, 562-563, 564, 581, 643, 648; Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî, Âs̱ârü’l-bilâd, Beyrut 1960, s. 465-466; Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî, Câmiʿu’t-tevârîḫ (nşr. Ahmed Ateş), Ankara 1960, s. 56, 75, 175, 179; V. V. Barthold, Turkestan down to the Mongol Invasion, London 1928, s. 326-327, 342, 353-355, 379, 430; Cl. Cahen, La Syrie du nord, Paris 1940, s. 195-196; N. Elisséeff, Nūr ad-Dīn, Damas 1967, I-III, bk. İndeks; el-Muḫtârât mine’r-resâʾil (nşr. Îrec Efşâr), Tahran 2535 şş., s. 22, 89; A. Havemann, “The Vizier and the Ra’īs in Saljuq Syria: The Struggle for Urban Self-Representation”, IJMES, XXI/2 (1998), s. 233-242; a.mlf., “Raʾīs”, EI2 (İng.), VIII, 402-403; C. E. Bosworth, “Raʾīs”, a.e., VIII, 403; Abdülkerim Özaydın, “İbnü’l-Kalânisî”, DİA, XXI, 99.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2007 yılında İstanbul’da basılan 34. cildinde, 543-544 numaralı sayfalarda yer almıştır.