RİSÂLE

Edebî mektuplar ve belli konularda küçük hacimli eserler için kullanılan terim.

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/3Müellif: RAHMİ ERBölüme Git
    Sözlükte “göndermek” anlamındaki irsâl kelimesinden isim olan risâle (risâlet, çoğulu resâil) “sözlü veya yazılı mesaj iletme” mânasında “elçilik” dem…
  • 2/3Müellif: MEHMET KANARBölüme Git
    FARS EDEBİYATI. Risâlenin tarihi İran’da İslâm öncesi dönemlere kadar uzanır. İbnü’n-Nedîm el-Fihrist’inde Maniheizm’e dair yetmiş beş risâleden bahse…
  • 3/3Müellif: MUSTAFA İSMET UZUNBölüme Git
    TÜRK EDEBİYATI. Sözlüklerde “bir konuya, bir ilme ve fenne dair muhtasar eser” diye tanımlanan risâleyi Kâtib Çelebi, “bir meseleyi özetle ele alıp in…

Müellif:

Sözlükte “göndermek” anlamındaki irsâl kelimesinden isim olan risâle (risâlet, çoğulu resâil) “sözlü veya yazılı mesaj iletme” mânasında “elçilik” demektir. Elçinin ilettiği yazılı mesaja, ayrıca küçük kitaba da risâle denilmiştir (Kāmus Tercümesi, III, 224). Risâlenin mânası zaman içinde hitap, kitap, mektup, makale; inceleme, araştırma, monografi kelimelerini karşılayacak şekilde genişlemiştir. II. (VIII.) yüzyıldan itibaren edebî mektup, ilim, sanat, edebiyat vb. alanlarda tek bir konu üzerinde yapılan araştırma (monografi) ve makale anlamları öne çıkmıştır (krş. Tâcü’l-ʿarûs, “rsl” md.). Modern Arapça’da risâle “ilmî tez” anlamını da kazanmış olup “risâletü’d-duktora, risâletü’l-mâcester” şeklinde kullanılmaktadır. Kur’ânî bir terim olarak risâlet bir mesajın sözlü olarak ifadesi ve iletilmesidir. Kelime Kur’an’da tekil ve çoğul şekliyle on yerde geçmekte olup bunların “bilgi, mesaj veya haberi etkili biçimde ifade ederek iletme” anlamındaki tebliğ kavramıyla kullanılması, dört yerde nasihat, bir yerde kelâmla birlikte zikredilmesi risâletin “iyi, yararlı ve güzel olan mesaj” mânasına geldiğini gösterir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “rsl” md.).

Risâlenin “yazılı mesaj, yazılı belge” anlamını kazanması Hişâm b. Abdülmelik’in (724-743) kâtibi Ebü’l-Alâ Sâlim b. Abdullah ile ilişkilendirilir (EI2 [İng.], VIII, 532). Sâlim’in Aristo’nun İskender’e yazdığı mektuplardan Arapça’ya yaptığı çevirinin başlığı risâle kelimesini içeriyordu (Risâletü Arisṭoṭâlîs ile’l-İskender fî siyâseti’l-müdün). Ayrıca onun 100 varaklık bir risâlesinin olduğu belirtilmektedir (İbnü’n-Nedîm, s. 131). İslâm öncesinden itibaren Araplar’da resmî yazışmaları yapmakla görevli kâtipler mevcuttu. Bu tür kâtipler Hz. Ömer zamanında kurulan divanların hesaplarını tutuyordu. Emevîler döneminde divanların sayısı beşe çıkarılmış, bunlardan sadece yazışmaları yapmakla görevli bölüme Dîvânü’l-inşâ adı verilmişti. Buralarda görevli kimselere kâtip, yaptıkları işe mükâtebe, yazılan şeylere kitap (mektup) deniyordu. Hz. Peygamber’in davet mektuplarına da kitap adı verilmiştir. Ahmed Zekî Saffet, koleksiyonundaki mektuplar için risâle terimini ilk defa Ömer b. Abdülazîz’in bir mektubu için kullanmıştır (Cemheretü resâʾili’l-ʿArab, II, 311). Kitaptan risâleye, kâtipten müteressile ve mükâtebeden teressüle geçiş sürecinde ilk değişim, Emevîler devrinde Irak Valisi Ubeydullah b. Ziyâd’ın kâtibi Amr b. Nâfi‘in, kaleme aldığı mektupları Araplar’ın daha önce alışık olmadıkları biçimde uzatmasıyla meydana gelmiştir (Şevkī Dayf, s. 106). Böylece gelişim sürecine giren mektup sanatı, son Emevî halifesi Mervân b. Muhammed’in kâtibi Abdülhamîd el-Kâtib (ö. 132/750) tarafından yeni bir biçime kavuşturulmuştur. Ebü’l-Alâ Sâlim’in kız kardeşinin kocası olan Abdülhamîd (İbnü’n-Nedîm, s. 131) risâle sanatını ondan öğrenmiştir. Mektuba hamdüsenâ bölümünü ekleyen ve mektupları daha da uzatan Abdülhamîd’in bu alanda özel bir üslûba sahip olması ve sonraki risâle yazarlarını etkilemesi sebebiyle (İbn Hallikân, III, 230), “Risâle Abdülhamîd ile başlar, İbnü’l-Amîd ile son bulur” denmiştir (Şevkī Dayf, s. 114). İbnü’n-Nedîm onun 1000 varaklık risâle koleksiyonu olduğunu söylerse de (el-Fihrist, s. 131) bunlardan günümüze çok azı ulaşmıştır (bazıları için bk. Muhammed Kürd Ali, s. 164-175; ayrıca bk. MEKTUP).

Risâle kelimesinin kişiler arasındaki yazışmalara ad olmasından başka zaman içinde ilk örneklerinin mektup formunda olması sebebiyle monografi tarzı eserlere de bu isim verilmiştir. İlk defa, Mervân b. Hakem’in soyundan gelen halifeler döneminde bilginin aktarımı risâle formunda gerçekleşmiştir. İslâm’ın ilk yıllarındaki olaylarla ilgili olarak bilgi edinmek isteyen Abdülmelik b. Mervân dönemin ünlü fakihlerinden Urve b. Zübeyr’e mektup yazmış, o da istenen bilgileri risâle (mektup) yoluyla kendisine ulaştırmıştır (Taberî, I, 1180-1181, 1284-1288, 1634-1636, 1770). Mektupla bilgi aktarımı yazara çeşitli kolaylıklar sağladığı ve esere bir sohbet havası kattığı için daha sonraki zamanlarda da benimsenmiştir. Söz konusu kolaylıklardan biri, katı ve yerleşik kuralların izin vermeyeceği bazı şahsî görüşleri daha rahat ifade edebilme imkânıydı. Zira ilmî ölçülere göre aktarılan bilginin bir dayanağa oturtulması gerekiyordu, mektup formunda yazılan monografilerde ise bu zorunluluk yoktu. Bu sebeple bireysel düşüncelerin ve kabullenilmiş değer yargılarıyla çelişen fikirlerin ifade edilmesi için risâle formuna başvuruluyordu. İlk Abbâsî halifeleri dönemindeki dinî, askerî, içtimaî, siyasî ve malî kurumların en mükemmel analiz ve eleştirilerinden biri olan İbnü’l-Mukaffa‘ın eseri Risâletü’ṣ-ṣaḥâbe başlığını taşır (Muhammed Kürd Ali, s. 120-131). Eser Risâletü’s-siyâse ve er-Risâletü’l-Hâşimiyye olarak da anılır. Câhiz’in felsefe, kozmoloji, astroloji, sihir ve müzik gibi konulara dair Risâletü’t-terbîʿ ve’t-tedvîr’i ile İbn Zeydûn’un Vezir İbn Abdûs’a hitaben sevgilisi Vellâde’nin ağzından yazdığı er-Risâletü’l-hezliyye’si, cinler âlemine gerçekleştirilen bir seyahat çerçevesinde Ebü’l-Alâ el-Maarrî’nin dinî ve felsefî problemleri özgün bir yaklaşımla ele aldığı Risâletü’l-ġufrân’ı, İbn Şüheyd’in aynı yöntem içinde edebî problemleri çağdaşlarının anlayışlarından farklı bir görüş açısıyla işlediği Risâletü’t-tevâbiʿ ve’z-zevâbiʿi klasik Arap edebiyatının şaheserleri olarak değerlendirilir.

Başta inanç, felsefe, dil ve edebiyat problemleri olmak üzere risâle Arap kültürünün hemen bütün alanlarında görülmektedir. Pek çok eser arasında Câhiz’in risâleleri teolojik, sosyal, siyasal ve edebî problemler gibi çok geniş bir alanı kapsamaktadır. Teolojik alanda ortaya konan risâlelerin en eskileri Hasan-ı Basrî ve Gaylân ed-Dımaşkī gibi önemli kişilere atfedilen eserlerdir. Hasan-ı Basrî’nin Risâle fî fażli Mekke’si ile Risâle ilâ ʿAbdilmelik b. Mervân fi’l-ḳader’i ve dönemin âlim ve yöneticilerine yazdığı bazı mektupları günümüze ulaşmıştır (Ahmed Zekî Saffet, II, 233-234, 324-334). Kaderiyye fırkasının doğuşunu hazırlayanlardan biri sayılan Gaylân’ın Emevîler’e karşı siyasî muhalefet mesajları taşıyan bazı mektuplar yazdığı (Watt, s. 104) ve 2000 varakı aşan bir risâleler koleksiyonu bıraktığı kaydedilir (İbnü’n-Nedîm, s. 131). Louis Massignon, “Gaylâniyyât” diye adlandırılan bu koleksiyonun Hasan-ı Basrî’ye atfedilen risâlelerle karışmış olabileceğini düşünmektedir (Watt, s. 104). Onun bazı mektupları günümüze kadar gelmiştir (İbn Asâkir, IV, 287). Çoğu tâbiîn nesline mensup olan bu yazarlar risâle formunu teolojik düşüncelerini kolaylıkla anlatabilmek için seçmiştir. Şâfiî’nin fıkıh usulüne dair eseri er-Risâle adını taşımaktadır. Daha sonra gelenler de risâle formunu kendi görüşlerini ifade etmek için benimsemişlerdir. Bu alanda ortaya konan pek çok monografi arasında, Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’nin Selef’in birleştiği inanç ilkelerine dair Demirkapı halkına gönderdiği mektup olan Risâle ilâ Ehli’s̱-S̱eġr’i (Kıvâmüddin Burslan tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. DİFM, sy. 7 [1928], s. 154-176; sy. 8, s. 50-59), İbn Ebû Zeyd’in Mâlikî fıkhına dair er-Risâle’si (nşr. Hâdî Hammû – Muhammed Ebü’l-Ecfân, Beyrut 1406/1986) ve Abdülkerîm el-Kuşeyrî’nin er-Risâletü’l-Ḳuşeyriyye’si (Bulak 1284) örnek olarak zikredilebilir. Mu‘tezile düşünürlerinden Ebû Hâşim el-Cübbâî’nin el-Baġdâdiyyât ve el-ʿAskeriyyât adlarını taşıyan koleksiyonları risâlenin gönderildiği kişinin ve ikamet yerinin adından oluşan bir başlık taşır. Kādî Abdülcebbâr’ın er-Râziyyât ve el-Ḫârizmiyyât’ı da bu niteliktedir. İbn Teymiyye’nin Mecmûʿatü’r-resâʾili’l-kübrâ’sında (Kahire 1385) genel yapıya ilâveten soru soran kişinin adı, sorunun başlığı ve risâleye daha gerçekçi bir görüntü veren diğer hususlar kaydedilmiştir.

Felsefe alanında risâle türündeki telifler ilk dönemlerden itibaren başlamıştır. İlk İslâm filozofu Ya‘kūb b. İshak el-Kindî, sisteminin en önemli yönlerini Resâʾilü’l-Kindî el-felsefiyye adlı eserinde ortaya koymuş (nşr. M. A. Ebû Rîde, I-II, Kahire 1950-1953), Ebû Bekir er-Râzî de risâle türünü kendi düşüncelerini ifade aracı olarak kullanmıştır. III. (IX.) yüzyılda risâle, diğer alanlarda olduğu gibi felsefe alanında da monografi yazarlarınca seçilen bir telif şekli haline gelmiştir. Zaman zaman risâle yerine “makale” kelimesi kullanılmıştır. Nitekim İbn Sînâ’nın Risâletü’l-ḳuve’l-insâniyye ve idrâkihâ adlı eseri Maḳāle fi’l-ḳuve’l-insâniyye adıyla da bilinir. Tıp, matematik, eczacılık vb. alanlarda yüzlerce bilimsel eserin telifinde bu yapı seçilmiştir. Resâʾilü İḫvâni’ṣ-ṣafâ en önemli risâle tarzı olan monografi koleksiyonlarından birini teşkil eder. Endülüslü filozof İbn Bâcce’nin felsefî eserlerinin çoğu risâle şeklindedir (Resâʾilü İbn Bâcce, nşr. Mâcid Fahrî, Beyrut 1968). Makale adıyla da pek çok incelemesi bulunan İbn Rüşd’ün (EI2 [İng.], VIII, 534) Aristo’nun eserlerine yazdığı kısa yorumlar Resâʾilü İbn Rüşd adını taşımaktadır (Haydarâbâd 1947). Bazı monografi risâleleri oldukça hacimlidir. Meselâ İbn Ebû Zeyd’in Mâlikî fıkhına dair er-Risâle’si, Ebû Hayyân et-Tevhîdî’nin Risâletü’ṣ-ṣadaḳa ve’ṣ-ṣadîḳ’ı (İstanbul 1301) hayli uzundur. Halife Me’mûn döneminde iki dost olan müslüman Abdullah b. İsmâil el-Hâşimî ile hıristiyan Abdülmesîh b. İshak el-Kindî’nin birbirlerini kendi dinlerine davet eden risâleleri 270 ve 233 sayfadan oluşmaktadır.

Risâle, geleneksel edebî kategorilerden herhangi birine dahil edilip isimlendirme imkânı bulunmayan çalışmalar için de genel başlık vazifesi görmüştür. İbn Fadlân’ın Riḥle’sinin asıl adı Risâletü İbn Faḍlân’dır. İbn Tufeyl’in günümüzde bir hikâye, bir roman gibi görülen Ḥay b. Yaḳẓân’ının tam adı Risâletü Ḥay b. Yaḳẓân’dır. Ayrıca risâle ile makāmeyi, makale ile makāmeyi birbirinin yerine kullanan müellifler de olmuştur. İbn Hamdûn, et-Teẕkire’sinde Bedîüzzamân el-Hemedânî’nin Maḳāmât’ına resâil adını vermiş, Kâtib Çelebi de Süyûtî’nin bazı makāmelerini risâle olarak nitelemiştir.

BİBLİYOGRAFYA
Kāmus Tercümesi, III, 224; Taberî, Târîḫ (de Goeje), I, 1180-1181, 1284-1288, 1634-1636, 1770; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 131; Kādî Abdülcebbâr, Şerḥu’l-Uṣûli’l-ḫamse (nşr. Abdülkerîm Osman), Kahire 1967, s. 21-23; İbn Asâkir, Târîḫu Dımaşḳ (Şihâbî), IV, 287; İbn Hallikân, Vefeyât, III, 230; Kalkaşendî, Ṣubḥu’l-aʿşâ, Kahire, ts. (el-Müessesetü’l-Mısriyyetü’l-âmme), II, 192-339; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 476; Muhammed Kürd Ali, Resâʾilü’l-büleġāʾ, Kahire 1913, s. 120-131, 164-175, 217-230; Şevkī Dayf, el-Fen ve meẕâhibüh fi’n-nes̱ri’l-ʿArabî, Kahire 1960, s. 106, 114; Hüseyin Nassâr, Neşʾetü’l-kitâbeti’l-fenniyye, Kahire 1966, tür.yer.; Ch. Pellat, The Life and Works of Jāḥiẓ (trc. D. M. Hawke), London 1967, s. 14-26; Tâhâ Hüseyin, Min târîḫi’l-edebi’l-ʿArabî, Beyrut 1971, II, 444-447; Ahmed Zekî Safvet, Cemheretü resâʾili’l-ʿArab fî ʿuṣûri’l-ʿArabiyyeti’z-zâhire, Beyrut, ts. (el-Mektebetü’l-ilmiyye), I-IV, tür.yer.; Zekî Mübârek, en-Nes̱rü’l-fennî fi’l-ḳarni’r-râbiʿ, Kahire 1352/1934, I, 105-112; W. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. Ethem Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, s. 104; Mustafa ez-Zebbâh, Fünûnü’n-nes̱ri’l-edebî bi’l-Endelüs fî ẓılli’l-Murâbıṭîn, Beyrut-Dârülbeyzâ 1987, tür.yer.; A. Arazi – H. Ben Shammay, “Risāla”, EI2 (İng.), VIII, 532-539.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2008 yılında İstanbul’da basılan 35. cildinde, 112-113 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

FARS EDEBİYATI. Risâlenin tarihi İran’da İslâm öncesi dönemlere kadar uzanır. İbnü’n-Nedîm el-Fihrist’inde Maniheizm’e dair yetmiş beş risâleden bahseder. Şehir coğrafyasıyla ilgili Risâle-i Şetristânhâ-yi Îrân, Risâle-i Mâdigân Çetreng, Çetrengnâmek, Şaṭrancnâme, Risâle-i Genc-i Şâyegân, Risâle-i Pendnâme-i Büzürgmihr Buhtekân, Risâle-i Enderj-i Ḫüsrev Guvâtân bunlardan birkaçıdır.

İslâmî devirde risâle yazımına önem verilmiş ve çeşitli alanlarda binlerce risâle kaleme alınmıştır. Kelâm sahasındaki risâleler arasında İbn Sînâ’nın Miʿrâcnâme’si, Nâsır-ı Hüsrev’in Güşâyiş ü Rehâyiş’i Ömer Hayyâm’ın Risâle der ʿİlm-i Külliyyât, Risâle fi’l-vücûd ve Silsile-i Tertîb’i (Risâle fî Külliyyâti’l-vücûd), Şehâbeddin Sühreverdî el-Maktûl’ün Ṣafîr-i Sîmurġ ve Mûnisü’l-uşşâḳ’ı, Seyyid Burhâneddin Muhakkık-ı Tirmizî’nin Risâle-i Maʿârif’i, Necmeddîn-i Dâye’nin Risâle-i ʿIşḳ u ʿAḳl’ı, Nasîrüddîn-i Tûsî’nin Risâle-i Âġāz u Encâm’ı, Sa‘dî-i Şîrâzî’nin Risâle-i ʿAḳl u ʿAşḳ’ı ve Reşîdüddin Fazlullah-ı Hemedânî’nin kelâmın yanı sıra diğer dinî ve tasavvufî içerikli risâleleri sayılabilir. Bunlara İbn Sînâ, Fahreddin er-Râzî, Nasîrüddîn-i Tûsî, Efdalüddîn-i Kâşânî, Kutbüddin er-Râzî’nin çalışmaları başta olmak üzere İslâm felsefesi alanında yazılan çok sayıda risâleyi de eklemek gerekir. Şiî dünyasında fıkhî konularla ilgili olarak yazılan birçok risâle yanında merci-i taklîd seviyesindeki âlimler de bu özelliklerini “risâle-i ahkâm, risâle-i amelî” denilen ve fıkhın ana konularını özet halinde içeren birer fetva kitabı neşrederek ilân ederler.

Tasavvufî alanda yazılan risâleler de oldukça kabarık bir yekün tutar. Bunlar arasında Hâce Abdullah-ı Ensârî’nin Risâle-i Mufaṣṣala ber Fuṣûl-i Çihl ü Dû der Taṣavvuf, Ṣad Meydân, Kenzü’s-sâlikîn, Maḥabbetnâme ve Vâridât’ı, Ahmed el-Gazzâlî’nin Risâletü’l-ʿaşḳıyye’si, Efdalüddîn-i Kâşânî’nin Muṣannefât-ı Efḍalüddîn Muḥammed Merâḳī-i Kâşânî adıyla toplu olarak basılan risâleleri, Fahreddîn-i Irâkī’nin Lemaʿât’ı, Nasîrüddîn-i Tûsî’nin tasavvufî sülûkten bahseden Risâle-i Evṣâfü’l-eşrâf’ı, Alâüddevle-i Simnânî’nin Muṣannefât adıyla bir arada basılan risâleleri, Seyyid Ali Hemedânî’nin Risâle-i Menâmiyye, Fütüvvetnâme, Âdâb-i Sofre gibi eserleri sayılabilir. Bunların yanında Hâce Muhammed Pârsâ, Sâyinüddin Türke, Ni‘metullāh-ı Velî, Abdurrahman-ı Câmî gibi edip ve şairlerin tasavvufla ilgili birçok risâlesi vardır. Hâce Muhammed Dihdâr-ı Şîrâzî’nin Risâle-i Iṣṭılâḥât-ı Ṣûfiyân’ını da burada zikretmek gerekir.

Nasîrüddîn-i Tûsî’nin Şerḥ-i Fetḥ-i Baġdâd be Dest-i Hülâgû’su, Atâ Melik el-Cüveynî’nin Tesliyetü’l-iḫvân’ı, yazarı bilinmeyen, Feridun Nafiz Uzluk tarafından tıpkıbasımı yapılan (Ankara 1952) Risâle-i Târîḫ-i Âl-i Selcûḳ, Mecdülmülk Hâc Muhammed Hân-i Sînekî’nin Kaçar Hükümdarı Nâsırüddin Şah’ın saltanatından bahsettiği Risâle-i Mecdiyye’si (Keşfü’l-ġarâʾib) tarih sahasında telif edilmiş risâlelerden bazılarıdır.

Şeyh Ali Hazîn’in Risâle-i Feresnâme’si, Şeyh Muhammed b. Ebû Tâlib Zâhidî-i Gîlânî’nin Risâle-i Ḥavâssü’l-ḥayevân’ı, İbn Sînâ’nın Risâle-i Nabz’ı, Şerefeddin Bâfkī’nin Risâle der Ḥıfz-ı Ṣıḥḥa’sı, Alâeddin Sebzevârî’nin Risâle der Muʿâlecet-i Beden’i, Mesîhuddin Gîlânî’nin Risâle der Teşrîḥ-i Beden’i veterinerlik ve tıp alanında yazılan çok sayıda risâle arasında yer alır. Ali Kuşçu’nun Risâle fi’l-heyʾe ve Risâle fi’l-ḥisâb’ı, Mîrim Çelebi’nin Risâle der Rubʿ-i Müceyyeb’i, Gıyâseddin Kâşî’nin Risâle der Şerḥ-i Âlât-ı Raṣad’ı, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Eyyûb Taberî’nin Risâle-i İstiḫrâc ve Risâle-i Şeş Faṣl’ı, Nasîrüddîn-i Tûsî’nin Risâle der Ḥisâb’ı ve Risâle-i Bîst Bâb der Maʿrifet-i Usṭurlâb’ı, Kutbüddîn-i Şîrâzî’nin İḫtiyârât-ı Muẓafferî’si, Yûsuf b. Ömer es-Sââtî’nin Yavuz Sultan Selim adına kaleme aldığı Risâle-i İḫtilâcât’ı astronomi ve matematik dalında yazılmış risâlelerden bazılarıdır.

Biyografik risâleler arasında Ferîdûn-i Sipehsâlâr’ın Risâle der Aḥvâl ü Zindegânî-i Mevlânâ Celâleddîn Muḥammed-i Belḫî’si, edebî risâleler arasında Hâcû-yi Kirmânî’nin Münâẓara-i Şems ü Seḥâb’ı, muamma konusunda Abdurrahman-ı Câmî’nin Risâle-i Ṣaġīr der Muʿammâ’sı, inşâ alanında Hasan b. Abdülmü’min-i Hûî’nin Ḳavâʿidü’r-resâʾil ve ferâʾidü’l-feżâʾil’i, siyasette Sa‘dî-i Şîrâzî’nin Naṣîḥatü’l-mülûk’ü, tefsirde Molla Sadrâ’nın Mefâtîḥu’l-ġayb adı altında toplu olarak basılan risâleleri, sosyal konularda Ubeyd-i Zâkânî’nin Aḫlâḳu’l-eşrâf, Rîşnâme, Ṣad Pend ve Risâle-i Dilgüşâ gibi risâleleri örnek olarak gösterilebilir.

Gazneliler döneminde yazılan risâlelerde kısa ve sade cümleler kurulmasına önem verilmiş, ancak Selçuklular’dan itibaren Farsça’ya giren Arapça kelimelerin sayısı hızla artmaya başlamıştır. Bunda İslâmî bilimler, felsefe, mantık, tarih ve edebiyatla ilgili terminolojinin büyük tesiri olmuştur. Secili ve sanatlı nesirle yazılan ve soyut kavramlarla doldurulan risâleler ancak eğitim derecesi yüksek sınıfa mensup insanlara hitap ediyordu.

Safevîler ve Kaçarlar devrinde Şîa âlimleri dinin esaslarına, fıkha ve hadise dair risâleleri Kur’an ve Sünnet’in dili olması sebebiyle Arapça kaleme alıyor ve dönemin modası kabul edilen tumturaklı, edebî sanatlarla dolu bir üslûp kullanıyorlardı. Nitekim Muhammed Bâkır el-Meclisî, Feyz-i Kâşânî, Ahsâî gibi âlimler risâlelerini Arapça kaleme almıştır. Ancak Şiî akîdesinin halk arasında yaygınlaşıp kökleşmesi amaçlandığından Meclisî ve Hey’etî’den sonra Şîa akîdeleri, fıkıh ve hadis ile ilgili risâleler Farsça kaleme alınmaya başlanmış ve bunun olumlu sonuçları kendini göstermiştir. Öte yandan dinî içerikli risâleler Kaçarlar devrinde İran dışında, özellikle Necef ve Kerbelâ’da telif edilirken daha sonra İran’da yazılmıştır. Farsça kaleme alınan bu risâlelerde Arapça’nın etkisi bulunsa da eski inşâ ve edebî sanatlarla süslenmiş üslûp terkedilerek halkın kolay anlayabileceği metinlerin yazılması tercih edilmiştir. Feth Ali Şah döneminden itibaren risâlelerin dil ve üslûbundaki bu değişim nesirde yenileşmeye yardımcı olmuştur. Çoğu soru-cevap tarzında düzenlenen bu risâlelerde Şiîlik, fıkıh ve hadisin yanı sıra Sünnîlik, Bâbîlik, Bahâîlik, Şeyhîlik ve Hıristiyanlığın reddi konuları işlenmiştir. Kaçarlar devrinde yazılan önemli risâleleri arasında, Feth Ali Şah’ın yenilikçi vezirlerinden Kāimmakām-ı Ferâhânî’nin 1803’te başlayan ve yıllarca süren İran-Rus savaşları dolayısıyla cihad bilincini uyandırmak için kaleme aldığı, Cihâdiyye-i Kebîr adıyla bilinen Risâle-i Aḥkâmü’l-cihâd ve Esbâbü’r-reşâd ile bunun özeti olan Risâle-i Cihâdiyye-i Saġīr sayılabilir.

BİBLİYOGRAFYA
Ethé, Târîḫ-i Edebiyyât, tür.yer.; Nefîsî, Târîḫ-i Naẓm u Nes̱r, I-II, tür.yer.; Rypka, HIL, s. 462, 464, 465, 466, 467, ayrıca bk. tür.yer.; Bahâr, Sebkşinâsî, Tahran 1349 hş./1970, I-III, tür.yer.; Yahyâ Âryanpûr, Ez Ṣabâ tâ Nîmâ, Tahran 1350 hş./1971, I-II, tür.yer.; Rızâzâde-i Şafak, Târîḫ-i Edebiyyât-ı Îrân, Şîraz 1352 hş./1973, tür.yer.; Zebîhullah Safâ, Muḫtaṣarî der Târîḫ-i Taḥavvül-i Naẓm u Nes̱r-i Pârsî, Tahran 1353 hş./1974, tür.yer.; Muhammed İsti‘lâmî, Berresî-yi Edebiyyât-ı İmrûz-i Îrân, Tahran 2535 şş.; a.e.: Bugünkü İran Edebiyatı Hakkında Bir İnceleme (trc. Mehmet Kanar), Ankara 1981, tür.yer.; Muhammed Emîn Riyâhî, Osmanlı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı (trc. Mehmet Kanar), İstanbul 1995, tür.yer.; Dihhudâ, Luġatnâme (Muîn), VII, 10585; Munibur Rahman, “Risāla; 2. In Persian”, EI2 (İng.), VIII, 539-544; Hamîde-i Hüccetî, “Risâle”, Ferhengnâme-i Edebî-i Fârsî (nşr. Hasan Enûşe), Tahran 1376 hş., II, 630-634; Mehmet Kanar, “İran [Modern İran Edebiyatı]”, DİA, XXII, 424-427.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2008 yılında İstanbul’da basılan 35. cildinde, 113-114 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

TÜRK EDEBİYATI. Sözlüklerde “bir konuya, bir ilme ve fenne dair muhtasar eser” diye tanımlanan risâleyi Kâtib Çelebi, “bir meseleyi özetle ele alıp inceleyen ve o konudaki neticeyi ortaya koyan kısa metin” şeklinde tarif eder (Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 840). Kelime Türkçe’de belirli aralıklarla yayımlanan gazete ve dergi mânasına da (risâle-i mevkūte) kullanılmıştır. XX. yüzyıl başlarında İstanbul’da aylık olarak neşredilen Risâle-i Fenn-i Baytarî, Risâle-i Mevkūte-i Bahriyye, Risâle-i Mevkūte-i Harbiyye gibi dergiler yanında on beş günde bir çıkan Risâle-i Mûsîkıyye adlı bir mecmua da yayımlanıyordu. Osmanlılar’da hacmi küçük ilmî eserlerin yaygın bir şekilde risâle olarak adlandırıldığı görülmekte, bu durum kütüphane kataloglarında rağbet gören bir uygulama olarak günümüzde de sürmektedir. Buna karşılık “süreli yayın” anlamı zamanla ortadan kalkmıştır. Müelliflerin genellikle bir tek meseleye dair düşüncelerini ifade etmek için “risâle-i mahsûsa” adı verilen çalışmalar kaleme aldıkları bilinmektedir. Ancak zamanla birden fazla konuya yer veren daha hacimli risâleler de ortaya çıkmıştır. Osmanlı kültüründe ilk dönemlerden başlayarak çeşitli konularda kaleme alınmış bu türdeki eserlerden çok zengin bir birikim oluşmuştur (bu çalışmalarla ilgili bir liste için bk. a.g.e., I, 840-910; Îżâḥu’l-meknûn, II, 432-439; Osmanlı müelliflerinin risâleye verdikleri önem ve kaleme aldıkları eserlerin çokluğu hakkında, Ahmed Remzi Dede tarafından hazırlanarak Bursalı Mehmed Tâhir Bey’in Osmanlı Müellifleri’ne ilâve edilmiş bulunan “Miftâhü’l-kütüb” kısmındaki liste de yeterli bir fikir vermektedir; III, 61-69).

Yazma eser kütüphanelerinin en zengin bölümlerinden birini risâleler ve bunların bir araya getirilmeleriyle oluşturulan mecmûatü’r-resâiller teşkil etmektedir. Ancak tanınmış kişilere ait olanların dışındaki risâlelerin birçoğunun henüz bütünüyle literatüre girmediğini söylemek mümkündür. Kataloglarda bir tek kitap gibi gösterilen bazı çalışmaların aslında çeşitli risâlelerden meydana geldiği ve sadece ilk risâlenin adına bakılarak kayda geçirildiği bilinmektedir. Vakıf kütüphanelerinin katalogları sayılabilecek kitap listeleri ve defterlerinde risâleler hakkındaki ilk bilgiye, Kanûnî Sultan Süleyman devrinde 959 (1552) yılında hazırlandığı anlaşılan “Defterü’l-kütüb”ün başındaki “Kānûnü’d-defter ve şevâzzihî” (kitap katalogu hazırlamanın kuralları ve bunların istisnaları) başlığını taşıyan bölümde rastlanmaktadır. Burada, birden fazla risâle ihtiva eden yazmaların (mecmûatü’r-resâil) müellif ve muhteva itibariyle en muteber risâlenin ait olduğu konu başlığına göre tasnif edilmesi esası getirilmiştir. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında kurulan Nuruosmaniye Kütüphanesi’nin katalogunda konu başlıkları belirlenirken mecmûatü’r-resâiller ilk defa ayrı bir bölümde toplanmıştır. Üsküdar Selimiye Nakşibendî Dergâhı’ndaki kütüphanenin 1836’da hazırlanan katalogunda da mecmualar müstakil bir bölümde toplandığı gibi her birinin içindeki risâleler muhtevalarına göre ayrı ayrı kaydedilmiştir. Devr-i Hamîdî defterlerinde bu usul gelişerek devam etmiştir. Fehmi Ethem Karatay’ın hazırladığı Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu’nda risâle ve mecmualar “Mütenevvi Risaleler Mecmuaları” başlığı altında verilmektedir (İstanbul 1961, II, 307-364).

Risâle zamanla gelişerek kitap telif türü haline dönüştüğünde başta hadis, fıkıh, tefsir gibi dinî ilimler olmak üzere astronomi, matematik, tıp ve mûsiki gibi fen ilimleriyle edebiyat, belâgat ve aruz gibi alanlara ait farklı konuların ele alındığı bir çeşitliliği de beraberinde getirmiştir. Osmanlı telif geleneğinde risâlelerin Arapça, Farsça, Türkçe gibi tek bir dil yanında bu dillerden ikisi veya üçüyle kaleme alındığı, sayı, konu ve muhteva itibariyle diğer müslüman toplumlarındaki gibi zengin olduğu görülmektedir. Bu eserlerin adlandırılmasında her üç dilin kullanılması yaygın olmakla birlikte Türkçe risâlelerin başlıklarında Farsça terkipler rağbettedir. İlmî ve dinî konulardaki erken devir örnekleri Arapça adlar taşıdığı gibi bu dille de yazılmışlardır. Nitekim Ali Kuşçu, Risâle fi’l-ḥisâb adıyla Farsça yazdığı bu çalışmasını esas alarak Arapça hazırladığı er-Risâletü’l-Muḥammediyye adlı eserini Fâtih Sultan Mehmed’e sunmuştur. Muslihuddin b. Sinân tarafından iki ayrı madenden yapılmış bir kabın, şeklini bozmadan bu madenlerin hangi oranlarda birleşiminden meydana getirildiğini anlatmak üzere kaleme alınan Arapça Risâle-i Eflâṭûniyye, ilmî risâlelerin Arapça yazılması geleneğini göstermesi yanında bazan adlandırmada tanınmış bir isme izâfe yolunu da ortaya koymaktadır. Fen bilimleriyle ilgili risâlelerin Türkçe olanlarına Hassa hekimbaşılarından Hayâtîzâde Mustafa Feyzi Efendi’nin beş risâleden meydana geldiği için Hamse-i Hayâtî adıyla anılan Resâilü’l-müşfiye li’l-emrâzi’l-müşkile adlı risâleleri örnek gösterilebilir. Ayrıca Kadızâde-i Rûmî, Mîrim Çelebi gibi birçok Osmanlı âlimi tabiî ve riyâzî ilimlere dair çok sayıda risâle kaleme almıştır. Burada Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi’nin risâlelerinden de söz etmek gerekir.

İlmî ve dinî konularda yazılan risâlelerin ekseriyetle mensur olmasına karşılık edebiyat ve sanata dair risâleler çoğunlukla manzum-mensur karışık olup Farsça ve Türkçe kaleme alınmıştır. Nitekim Yûnus Emre’nin nasihate dair eseri manzum olup Risâletü’n-nushiyye adını taşır. Latîfî’nin Evsâf-ı İstanbul isimli şehrengizi manzum ve mensur karışık olarak telif edilmiştir. Kalkandelenli Fakîrî’nin, devrindeki mesleklerden bahsettiği için sosyal açıdan da önemli olan Risâle-i Ta‘rîfât’ı da mesnevi şeklinde yazılmış bir şehrengizdir.

Başlangıçta Şark mûsikisi nazariyatı hakkındaki eserlerin çoğu Arapça, Farsça ve Türkçe kaleme alınmış risâlelerden oluşmaktaydı. Bu bakımdan tür içinde mûsiki risâlelerinin en erken örnekler olarak ayrı bir yeri vardır. Ya‘kūb b. İshak el-Kindî’nin risâle kelimesiyle başlayan isimler taşıyan mûsiki konusunda sekiz eseri bilinmektedir. Osmanlı müellifleri de üç dilde mûsiki risâleleri kaleme almıştır. Bunların ilki XV. yüzyılda Kırşehirli Nizâmeddin b. Yûsuf Dede’nin Farsça kaleme aldığı, fakat günümüze 873’te (1469) istinsah edilmiş Türkçe tercümelerinin ulaştığı Risâle-i Mûsîkī’dir. Bunu Ahmedoğlu Şükrullah Çelebi’nin edvar kitaplarından Türkçe’ye çevirerek hazırladığı Risâle-i Mûsîkī’si takip eder. Fethullah eş-Şirvânî’nin Fâtih Sultan Mehmed’e sunduğu Arapça Risâle fî ʿilmi’l-mûsîḳī (Mecelle fi’l-mûsîḳī), Lâdikli Mehmed Çelebi’nin yine Arapça er-Risâletü’l-fetḥiyye, Kadızâde Tirevî’nin Mûsîkî Risâlesi ve Ahîzâde Ali Çelebi’nin Farsça Risâletü’l-mûsîḳī fi’l-edvâr’ı dönemin tanınmış risâlelerindendir. XVI. yüzyıldan itibaren mûsiki nazariyatı kitaplarının isimlerinde risâle yerine daha çok “edvâr” kelimesinin kullanıldığı, güfteleri toplayan eserlerin ise genel olarak “mecmua” başlığını taşıdığı görülmektedir.

Diğer sanat dallarında kaleme alınmış az sayıdaki risâlelerden biri ebru konusunda bilgi veren, müellifi bilinmeyen Tertîb-i Risâle-i Ebrî’dir. Buna Mimar Sinan’ın yaptığı binaların listesinden ibaret olan Risâle-i Mi‘mâriyye’yi eklemek mümkündür. Lâlezârî nisbesiyle tanınan ve III. Ahmed döneminde çiçekçiler şeyhliği yapan Mehmed Efendi, iyi bir lâlenin nasıl yetiştirileceğini anlatmak üzere Risâle-i Lâle el-müsemmâ bi-Mîzâni’l-ezhâr adıyla bir eser kaleme almıştır.

Kuşeyrî’nin er-Risâle’sinden itibaren Osmanlı literatüründe tasavvufî konulara dair risâleler de kaleme alınmıştır. İsmâil Ankaravî’nin pek çok risâlesi özel adlar taşımakla beraber Risâle-i Usûl-i Tarîkat-ı Mevlânâ, Risâle-i Uyûn-i İsnâ Aşere, er-Risâletü’t-tenzîhiyye fî şe’ni’l-Mevleviyye gibi risâleleri de mevcuttur. Bu son eserin de içinde bulunduğu, kısaca “semâ ve devran risâleleri” adıyla sadece bu konuyu ele alan örnekler arasında tasavvufî pek çok risâlenin de müellifi olan Niyâzî-i Mısrî’nin Arapça Risâle fî deverâni’s-sâfiyye’sinin ayrı bir yeri vardır. Zenbilli Ali Cemâlî, Sünbül Sinan, Şeyhülislâm Ali Çelebi, Abdülahad Nûri, Kalender Efendi, İştipli Nûri Dede, Ömer Fuâdî, Safranbolulu Hacı Evhad Şeyhi Seyyid Hüseyin, Haydarzâde Fevzi Mehmed Kefevî, Şeyh Sırrı Abdülkādir ve Kadızâde Mehmed Efendi gibi şahsiyetler de semâ ve devran risâlesi kaleme almıştır. Farklı adlarla pek çok risâle yazan Müstakimzâde’nin Risâle-i Melâmiyye-i Şettâriyye’si Bayramîliğin tarihi için önemli eserlerden biri olduğu gibi Risâle-i Tâciyye’si de tarikat taçlarına dair bilgi veren, sanat bakımından da değerli bir eserdir.

Risâle türünün önemli bir kısmını Osmanlı devlet teşkilâtı hakkında kaleme alınmış siyâsetnâmeler teşkil eder. Bunların başında Sadrazam Lutfi Paşa’nın Âsafnâme’si gelir. Bu alanda tanınmış diğer bir isim Koçi Bey’dir. Onun devlet idaresinin aksayan yönlerine çare bulmak için kaleme alıp IV. Murad’a sunduğu eseri Risâle-i Koçi Bey adını taşımaktadır. Ancak Koçi Bey’in yeterince üzerinde durulmamış bir çalışması daha vardır. Koçi Bey’in, Sultan İbrâhim’in tahta geçmesinden dokuz yıl sonra onun isteğiyle bir araya getirdiği bu risâleleri padişaha ilk cülûs yılı içinde sunduğu arzlardan meydana gelmektedir. Belli bir ismi olmayan eser, devlet mekanizmasının işleyişi ve saray teşrifatıyla ilgili konulara yer vermesinden dolayı günümüzde “Teşkilât Risâlesi” diye anılmaktadır. İbrâhim Müteferrika’nın 1726’da bir matbaa açılmasının gerekliliğini anlatmak için kaleme aldığı ve Damad İbrâhim Paşa’ya takdim ettiği Vesîletü’t-tıbâa adlı risâle ise (İstanbul 1141, Vankulu Lugatı’nın başında) başka örneklerde de görüleceği gibi kelimenin bazan “lâyiha” mânasına kullanıldığını göstermektedir. Tarih risâleleri arasında önemli bir yeri olan bir diğer eser Koca Sekbanbaşı’ya ait olduğu söylenen, Nizâm-ı Cedîd’i savunma amacıyla yazılmış Hulâsatü’l-kelâm olup Koca Sekbanbaşı Risâlesi adıyla bilinmektedir. Cumhuriyet devrinde kaleme alınmış, risâle adını taşıyan eserlerin en meşhuru Said Nursi tarafından 1926-1949 yılları arasında hazırlanan Risâle-i Nûr Külliyatı’dır. Sözler, Mektûbât, Lem‘alar, Şualar adını taşıyan dört eserde toplanmış 130 parçadan oluşan bu külliyat, aynı zamanda türün mektup şeklinden gelişerek uğradığı değişiklikleri de aksettiren önemli bir örnektir.

BİBLİYOGRAFYA
İbnü’l-Müneccim, Risâle fi’l-mûsîḳā (nşr. Yûsuf Şevkī), Kahire 1976, s. 189; Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 840-910; Osmanlı Müellifleri, III, 61-69; , s. 34-35, 49, 204-205; ayrıca bk. İndeks; Îżâḥu’l-meknûn, II, 432-439; Agâh Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 1973, I, 162, 170, 197, 262, 290, 495; Özege, Katalog, IV, 1466-1483; Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi II, s. 218, 230, 234; a.mlf., “Katalog”, DİA, XXV, 25-27; Ahmet Hakkı Turabi, el-Kindî’nin Musikî Risâleleri (yüksek lisans tezi, 1996), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 38-62; a.mlf., “Kindî, Ya‘kūb b. İshak”, DİA, XXVI, 58-59; Hasan Duman, Başlangıcından Harf Devrimine Kadar Osmanlı-Türk Süreli Yayınlar ve Gazeteler Bibliyografyası ve Toplu Kataloğu, 1828-1928, Ankara 2000, II, 704-706; Hatice Aynur, Üniversitelerde Eski Türk Edebiyatı Çalışmaları, İstanbul 2005, bk. Dizin; Pakalın, III, 50; Dihhudâ, Luġatnâme (Muîn), VII, 10585; “Risâle”, TDEA, VII, 336-337; Ramazan Şeşen, “Câhiz”, DİA, VII, 22-23; Cemil Akpınar, “Fethullah eş-Şirvânî”, a.e., XII, 466; Ömer Faruk Akün, “Koçi Bey”, a.e., XXVI, 146-148; Kemal Beydilli, “Matbaa”, a.e., XXVIII, 107; Rıza Kurtuluş, “Matbaa”, a.e., XXVIII, 110; a.mlf., “Mektup”, a.e., XXIX, 16-17; Turgut Kut, “Matbaa”, a.e., XXVIII, 112; Tahsin Özcan, “Mehmed Efendi, Lâlezârî”, a.e., XXVIII, 456; Nebi Bozkurt, “Mektup”, a.e., XXIX, 13-14; İsmail Durmuş, “Mektup”, a.e., XXIX, 14-16; M. Orhan Okay, “Mektup”, a.e., XXIX, 17-18; Ahmet Yılmaz, “Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin”, a.e., XXXII, 114.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2008 yılında İstanbul’da basılan 35. cildinde, 114-116 numaralı sayfalarda yer almıştır.