RİSÂLETÜ’t-TEVHÎD

Muhammed Abduh’un (ö. 1905) akaide dair eseri.

Müellif:

Kitabın aslı, Muhammed Abduh’un 1886 yılında Beyrut’ta sürgünde iken Sultâniye Medresesi’nde okuttuğu akaid derslerinde kardeşi Hammûde Bek Abduh’un tuttuğu notlardan oluşur. 1889’da Kahire’ye dönen müellif eseri yeniden gözden geçirmiş, bazı ilâve ve çıkarmalar yaparak bastırmıştır (Bulak 1315). Eserin mukaddimesinde, (müteahhir) Selef metodunun benimsendiği, kelâmcıların tartışmalarına girilmediği ve itikadî mezhepler arasındaki görüş farklılıklarına değinilmediği ifade edilir. Bir girişle iki bölümden meydana gelen eserin “Mukaddimeler” başlığını taşıyan girişinde tevhid ilmi tarif edildikten sonra önceki dinlerde de inanç konuları üzerinde durulduğu, fakat akla rol verilmediği, hatta çok defa aklın ilkelerine, netice ve hükümlerine dinin düşman kılındığı, inanç alanında çeşitli te’viller, düşünceyi zorlayan mûcizeler ve hayal ürünü açıklamalar yapıldığı belirtilir. Buna karşılık Kur’an, dinin mahiyet ve gerçekliği hususunda sadece vahyin yanı sıra akla da önem vermiş, evrenin kuruluş ve işleyişine sıklıkla temas etmiş, tabiat kanunlarının yanı sıra geçmiş ümmetlerden beri süregelen sosyal kanunları da zikretmiş, ayrıca ilâhî kudret ve irade ile insan iradesinin sınırlarını birbirinden ayırmıştır. Girişte daha sonra Asr-ı saâdet’le ilk iki halife döneminin ardından ortaya çıkan meselelere temas edilerek Havâric ve Şîa’nın zuhur ettiği ifade edilmiş, fetihlerin genişlemesiyle İslâm’a dışarıdan olumlu ve olumsuz yönelişlerin vuku bulduğu belirtilmiştir. Bu arada müslümanlar arasında imanın tarifi, kebîre, kader, Kur’an’ın yaratılmış olup olmadığı, akıl-nakil ilişkisi gibi tartışma konularının zuhuruna, Eş‘arî’nin Sünnî kelâmını tesis edişine, diğer taraftan felsefenin belli çevrelerde kendini kabul ettirmesine değinilir. Gazzâlî ile birlikte felsefenin kelâm kitaplarına girdiği, kelâm âlimlerinin felsefeyi eleştirmede ileri gidip kaleme aldıkları eserlere felsefe bahislerini doldurdukları, bu sebeple dış görünüş açısından kelâmla felsefenin tek ilim gibi görülmeye başlandığı ileri sürülür. Nihayet bilgisizliğin baskın gelmesi sonucu ilimle din arasında anlaşmazlığın bulunduğu yönünde bir anlayışın ortaya çıktığı belirtilir. İslâmiyet’in inanç alanında farklılıkların değil birlik ve âhengin dini olduğu, naklin temel rükün, aklın ise yardımcı konumda bulunduğu, bunun dışındaki iddiaların şeytanın dürtüsü ve sultanların arzusu olduğu şeklindeki değerlendirmeyle giriş sona erer.

Risâletü’t-tevḥîd’in birinci bölümü tevhid ilminin ilâhiyyât meselelerine ayrılmıştır. Burada önce bilginin konusunu teşkil edebilecek şeylerin (ma‘lûm) müstahîl, mümkin ve vâcip olmak üzere üçe ayrıldığı, müstahîlin gerçekte varlığı söz konusu olmadığından “ma‘lûm” kavramı içinde ancak mecaz olarak düşünülebileceği belirtilir. Ardından İslâm filozoflarının düşünce sistemine paralel şekilde mümkin ile vâcibin konumu incelenip mevcudiyeti kendinden olan bir yaratıcının (vâcib li-zâtihî) varlığı ispat edilir. Daha sonra selbî-tenzîhî sıfatlardan kıdem ve bekā, sübûtî sıfatlar grubu içinde hayat, ilim, irade, kudret ve ihtiyar sıfatları işlenir, tenzîhî sıfatlardan kabul edilen vahdâniyyet incelenir. Bu sıfatların naslarda yer aldığı ve akıl açısından gerekli görüldüğü belirtilir. Buna aklın tek başına keşfedemeyeceği, ancak nassın haber vermesiyle muhal görmeyip benimsediği kelâm sıfatı eklenir ve bütün bu sıfatların mahiyetine nüfuz etmenin mümkün olmadığına dikkat çekilir. “Allah’ın fiilleri” başlığı altında Mu‘tezile tarafından ileri sürülen “vücûb ale’llah” veya “aslah” telakkisine değinilir, nihaî hükümde farklılık bulunmadığı için bu konuda yapılan tartışmaların gereksiz olduğu ifade edilir. Ardından “kulların fiilleri” başlığı altında kader meselesi ve hüsün-kubuh mevzuu işlenir.

Eserin ikinci bölümü nübüvvet hakkındadır. Müellif, bir önceki kısmın sonunda insanın mutlu olabilmesi için uyması gereken kuralları kendisinden öğreneceği bir otoriteye muhtaç bulunduğunu ifade etmişti. İkinci bölümün başında bu otoritenin peygamber olduğunu belirtir. Burada nübüvvet makamının konumu, mûcize ile sihir vb. maharetler hakkında kısaca bilgi verildikten sonra toplumların peygamberliğe olan ihtiyacı ele alınmış, konuya insandaki ebediyet duygusu ve hemcinsleriyle beraber yaşama zarureti açısından yaklaşılmıştır. Daha sonra vahiy tanımlanmış, vahiy olayının akıl açısından mümkün olduğunun ispatına çalışılmış, vahiy ve risâletin insanlık tarihi boyunca fiilen gerçekleştiği anlatılmıştır. Ardından peygamberlerin görevleri, onların insanlığın mutluluğa erişmesi yolunda icra ettikleri fonksiyonlar hakkında veciz açıklamalar yapılmıştır. Tarih boyunca toplumlar arasında barışın tesis edilemediği, çeşitli dinlerin mensupları, hatta aynı dinin sâlikleri arasında çatışma ve düşmanlıkların bulunduğu yolundaki karşı görüşe ise şöyle cevap verilmiştir: Sözü edilen anlaşmazlıklar peygamberlerin vefatından ve etkilerinin zayıflamasından sonra dini doğru anlayamayan, imanla sevgiyi birleştiremeyenler arasında zuhur etmiştir. Her peygamber hitap ettiği topluma mutlaka hayır getirmiştir. Öte yandan hiçbir düşünür ve ıslahatçının halk kitleleri üzerinde peygamberler kadar etkili olamadığı gerçeği hatırlatılmıştır. Bu bölümün Hz. Muhammed’in risâletine ayrılan ve eserin üçte birinden fazla bir hacmi kaplayan kısmında Câhiliye dönemine, Resûlullah’ın ailesi, peygamber olarak şahsiyeti, tevhid dinine daveti ve başarısına yer verilmiştir. Kur’an’ın i‘câzı, ilâhî mesajların toplamı olarak İslâm dini, tarih boyunca insan türündeki gelişmeye paralel biçimde dinin gelişerek son şeklini İslâm ile alması ve bu dinin büyük bir hızla yayılması konularına yapılan bakışlar da Hz. Peygamber’in nübüvvetinin ispatı niteliğindedir. Ardından müslüman toplumların zaman içinde gerilemesi gerçeği dile getirilir ve ilk yücelişle sonraki düşüşlerin oluşturduğu tezat sorgulanır.

Risâletü’t-tevḥîd’in son bahsi “Hz. Peygamber’in getirip tebliğ ettiği hususları tasdik etme” başlığını taşır. Usûl-i selâsenin üçüncüsünü oluşturan sem‘iyyât konularının ele alındığı bu kısımda Resûl-i Ekrem’den tevâtür yoluyla gelen ba‘s, cennet, cehennem, hesap vb. haberleri tasdik etmenin gerekliliği ifade edilir. Ancak Allah’ın yüceliğiyle bağdaşmayan, O’nu yaratılmışlara benzetme ihtimali taşıyan bir tasdik söz konusu ise buna delil olarak gösterilen mütevâtir haberler ya zâhirî mânanın kastedilmediğine inanılarak irdelenmeden benimsenir veya makbul karînelere dayanılarak te’vil edilir. Kitap, rü’yetullaha ve kerametin vukuuna kısaca değinildikten sonra “hâtime” başlığı altında, iman edip sâlih amel işleyenlerin eninde sonunda muzaffer olacağını müjdeleyen ve tevhid inancını vurgulayan âyetlerle sona erer (en-Nûr 24/55; el-Cin 72/13-28).

Eser, klasik kelâm ilminin başlangıçtan itibaren mezhepler arası tartışmalara ve felsefe kültürüne fazlasıyla yer vermesi sebebiyle XIX. yüzyıldan itibaren âlimleri tatmin edemediği bir dönemde kaleme alınmıştır. Müellifin akla yer vermenin yanında müteahhir Selefiyye çizgisinde nakle de bağlı kalması sebebiyle eser büyük kabul görmüştür. Risâlede ilâhiyyât bahisleri klasik muhteva içinde fakat farklı plan ve anlatımla işlenmiş, dini dışlayan sekülerizmin etkili bulunduğu bir dönemde nübüvvet konusu oldukça tatminkâr biçimde incelenmiştir. İnsana has bilgi vasıtalarının ötesinde bulunan âhiret (sem‘iyyât) bahislerine yöntem açısından çok kısa değinilmiştir. Ders takrirlerinden oluşan eser, müellif tarafından tashih edilmesine rağmen Muhammed Mahmûd eş-Şinkītî tarafından yer yer eleştirilmiş, bu eleştirilerin bir kısmını müellif de kabul etmiştir (Risâletü’t-tevḥîd, s. 53). M. Reşîd Rızâ da risâlenin şerh niteliğindeki neşrinde bazı düzeltmeler yapmıştır. Bunu müellifin Türkmen asıllı olmasıyla açıklamak mümkündür. Duncan Black Macdonald’ın işaret ettiği gibi Risâletü’t-tevḥîd’in müellifi bu eserini Mâtürîdî ile paralel bir düşünce içinde belki de onun tesiri altında kaleme almıştır (DİA, XXVIII, 156).

Başta Mısır ulemâsı olmak üzere fikir adamları arasında geniş yankı uyandıran Risâletü’t-tevḥîd’den en çok etkilenen kişi Abduh’un öğrencisi M. Reşîd Rızâ olmuştur. Yine onun öğrencisi olan Ferîd Vecdî, Ezher şeyhlerinden Muhammed Mustafa el-Merâgī, Mustafa Abdürrâzık ve Mahmûd Şeltût da eseri takdir edenler arasında yer alır. Özellikle Mustafa Abdürrâzık’ın 1917’de kurulan Kahire Halk Üniversitesi’nde verdiği konferanslardan oluşan Muḥammed ʿAbduh adlı eseri (Kahire 1946) bunun açık bir örneğidir. Mehmed Âkif Ersoy yanında Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlürreşâd çevresinde yer alan diğer âlimlerin ve İslâmcı aydınların da eserden etkilendikleri anlaşılmaktadır. Aynı etkiyi Bosna-Hersek’teki Hüseyin Cozo ve Ahmed İsmailoviç gibi şahsiyetlerin araştırmalarında da görmek mümkündür. Bu eserinde akla yaptığı vurgu ve farklı yorumları sebebiyle Muhammed Abduh bazı şarkiyatçılar tarafından yeni Mu‘tezile akımının temsilcisi olarak kabul edilmiştir. Ancak müellifin Mu‘tezile’ye yönelttiği eleştiriler dışında bir bütün olarak düşüncesi göz önüne alındığında böyle bir değerlendirmenin doğru olmadığı anlaşılır (krş. Caspar, IV [1957], s. 141-202; Detlev, VIII/4 [1969], s. 319-347; Hildebrandt, XLII/2 [2002], s. 258-262).

Risâletü’t-tevḥîd’in ilk baskısı müellifi hayatta iken yapılmış (Bulak 1315), hemen ardından M. Reşîd Rızâ yer yer şerh, yorum, dil ve ifade düzeltmeleri taşıyan neşrini gerçekleştirmiştir (Kahire 1316, 1324). Bu neşir defalarca basılmış, ticarî baskılarının yanı sıra diğer bazı âlimler tarafından da yayımlanmıştır. Bessâm Abdülvehhâb el-Câbî, M. Reşîd Rızâ’nın yaptığı çeşitli baskılardaki tashihlerini de içeren yeni bir neşir gerçekleştirmiştir (Beyrut 1421/2001). Mehmed Âkif Ersoy risâlenin bir kısmını tercüme ederek Sebîlürreşâd mecmuasında yayımlamış (XIV/348, s. 77-78; XIV/349, s. 86; XIV/352, s. 110, İstanbul 1333-1334), Hüseyin Mazhar da eserin başından itibaren nübüvvetin vukuu kısmına kadar olan bölümünü Türkçe’ye çevirip aynı mecmuada neşretmiştir (XV/388-389, s. 419-422, 430-434; XVI/391-401, s. 3-4, 19-20, 35-36, 50-51, 66-67, 83-84, 99-101; XVI/404-411, s. 143-144, 147-148, 162-164, 183-185; XVI/414-415, s. 218-220). Sabri Hizmetli baş tarafına koyduğu uzun bir girişle birlikte risâleyi Türkçe’ye çevirmiştir (Ankara 1986). Mustafa Abdürrâzık, Fransız asıllı arkadaşı Bernard Michel ile birlikte eseri Fransızca’ya tercüme etmiş, tercümenin başına hocası Abduh’u tanıtan bir önsöz koymuştur (Paris 1925). Söz konusu önsöz Sabina Berberović (Izetbegović) tarafından Fransızca’dan Boşnakça’ya çevrilmiştir (Islamska Misao, V/54 [Sarajevo 1983], s. 16-43). Kitap, Ishaq Musa’ad ve Kenneth Cragg tarafından The Theology of Unity adıyla İngilizce’ye tercüme edilmiştir (London 1966). Muharrem Omerdiç risâleyi Risale et-Tewhid-Rasprava o Islamskom Monoteizmu adıyla Boşnakça’ya çevrilmiştir (Sarajevo 1989).

BİBLİYOGRAFYA
Muhammed Abduh, Risâletü’t-tevḥîd (nşr. M. Reşîd Rızâ – Bessâm Abdülvehhâb el-Câbî), Beyrut 1421/2001, s. 53, ayrıca bk. tür.yer.; Reşîd Rızâ, Târîḫu’l-üstâẕi’l-imâm eş-Şeyḫ Muḥammed ʿAbduh, Kahire 1344-50/1925-31, tür.yer.; Osman Emîn, Râʾidü’l-fikri’l-Mıṣrî: el-İmâm Muḥammed ʿAbduh, Kahire 1955, tür.yer.; a.mlf., “Risâletü’t-tevḥîd li-Muḥammed ʿAbduh”, Tİ, II, 761-779; J. J. G. Jansen, “I Suspect that my Friend Abdu (…) was in Reality an Agnostic”, Acta Orientalia Neerlandica (ed. P. W. Pestman), Leiden 1971, s. 71-74; M. Abdülmün‘im Hafâcî, el-Ezher fî elf ʿâm, Beyrut-Kahire 1408/1988, II, 13-26; III, 305-316; M. M. Sharif, “Muhammed ‘Abduhu i njegova škola”, Historija islamske filozofije, Zagreb 1988, II, 460-475; R. Caspar, “Un aspect de la pensée musulmane moderne: le renouveau du mo’tazilisme”, MIDEO, IV (1957), s. 141-202; Husein Dozo, “Šejh Muhammed Abduhu”, Glasnik VIS, XXVIII/11-12 (1965), s. 413-416; Khalid Detlev, “Some Aspects of Neo-Mu’tazilism”, IS, VIII/4 (1969), s. 319-347; Osman Keskioğlu, “Muhammed Abduh”, AÜİFD, XVIII (1970), s. 109-136; Muharem Omerdić, “Muhammed Abduhu i Njegov Doprinos Akaidologiji”, Islamska Misao, II/23, Sarajevo 1980, s. 39-43; III/27 (1981), s. 15-21; III/28, s. 18-25; III/29, s. 13-18; III/30 (1981), s. 22-26; a.mlf., “Mislilac Koga Užasava Naše Doba-Muhamed Abduhu, Risale-i Tevhid-Rasprava o Islamskom Monoteizmu”, a.e., XI/131 (1989), s. 52; D. B. Macdonald – [Ahmed Ateş], “Mâtürîdî”, İA, VII, 406; J. Schacht, “Muḥammad ʿAbduh”, EI2 (İng.), VII, 418-420; Bekir Topaloğlu, “Mâtürîdî”, DİA, XXVIII, 156.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2008 yılında İstanbul’da basılan 35. cildinde, 131-133 numaralı sayfalarda yer almıştır.