SÂFÎ MUSTAFA EFENDİ

(ö. 1025/1616)

Osmanlı tarihçisi.

Müellif:

Hayatı hakkındaki bilgiler daha ziyade kendi eserindeki kayıtlara dayanır. Atâî de onun kısa bir biyografisini verir. Buna göre Makedonya’nın Kesriye kasabası civarında Hurpişte’de doğdu. Ailesi askerî zümreye mensup olup bu bölgede zeâmet sahibiydi. Daha sonra bu zeâmet hissesi kendisine intikal etti. Bu arada medrese tahsili görerek Kâtibzâde Zeynî Efendi’den mülâzım oldu. Bir süre müderrislikte bulunduğu belirtilirse de hangi medreselerde görev yaptığına dair bilgi yoktur. Kendi ifadesine göre zeâmet tasarruf ederken müteferrikalıkla Kanije’nin fethiyle sonuçlanacak sefere katıldı (1009/1600). Kale alındığında camiye çevrilen binada ilk cuma namazını kıldırıp hutbe okudu. Ardından bir müddet Bursa’da bulundu. Önce Gemlik’te, daha sonra İstanbul’da Cerrahpaşa Camii’nde imamlık yaptı (1010/1601). İmamlık görevi sırasında sesinin güzelliğiyle şöhrete ulaştı. I. Ahmed kendisine sunulan, Âsafî’nin Timurlu Şâhruh’a takdim ettiği manzum Celâl ü Cemâl adlı eserinin Türkçe’ye tercümesini isteyince Hâfız Ahmed Paşa bu iş için Sâfî’yi tavsiye etti. Sâfî bir yıl kadar çalışıp tercümeyi tamamladı (12 Receb 1017 / 22 Ekim 1608). Eserin hâtimesinde sarayda bir görev alma isteğinde bulundu. I. Ahmed tercümeyi çok beğenince 1017 Ramazanı başlarında (Aralık 1608 ortaları) padişah imamlığına getirildi. Bu görevi dolayısıyla sürekli padişahın yanında bulundu. İlmî bir rütbesi olmadığı için önde gelen ulemâ arasına giremediğini padişaha hissettirince ilmî bir rütbe verileceği sözünü aldı. Bununla ilgili rivayete göre Sultan Ahmed Camii’nin temel atma merasimi sırasında (8 Şevval 1018 / 4 Ocak 1610) ulemâ içinde yer almayıp bir köşede yalnız başına duruşu padişahın dikkatini çekmiş, durumu soran padişaha ilmî bir pâyesi olmadığından ulemâ arasına giremediği söylenmiş, padişah da ona yüksek bir rütbe vaadinde bulunmuştur. Nitekim az sonra kendisine önce Edirne kadılığı pâyesi tekaütlüğü verildi, ardından 1024 Recebinde (Ağustos 1615) Anadolu kazaskerliği pâyesini aldı; ayrıca imamlık tahsisatına zam yapıldı. Sâfî 1025 Zilhiccesinde (Aralık 1616) vefat etti. Atâî onu iyi huylu, her ilme âşina biri olarak niteler, inşâsının orta halli ve şiirlerinin sade olduğunu yazar. Bir başka kaynak onu çok iyi bir münşî diye tanıtır. Tasavvufa meylettiği ve Nakşibendî tarikatına girdiği bilinmektedir.

Eserleri. Sâfî’nin en meşhur çalışması Zübdetü’t-tevârîh’tir. I. Ahmed’in emri üzerine kaleme alınan eser onun dönemini ihtiva eder. İki cilt olarak düzenlenen kitabın giriş kısmında Zübdetü’t-tevârîh adını verdiği eserini imamlığı sırasında padişahın emriyle telife başladığını, gördüğü iltifattan dolayı I. Ahmed’in menkıbelerini ve devrinin olaylarını kaleme alarak padişaha karşı duyduğu şükran hislerini ifade ettiğini yazar. Eserin I. cildi Receb 1018 (Ekim 1609), Şâban 1019 (Kasım 1610) ve Şevval 1020 (Aralık 1611) tarihlerinde müsvedde halinde kaleme alınmış, II. cilde 1024 (1615) yılı başlarında başlanmıştır. Bunların dışında bir III. cildi daha yazma isteğini belirtmişse de bu kısmı kaleme alıp almadığı bilinmemektedir. Kitabın ilk cildi I. Ahmed’in cülûsu, kılıç kuşanması, ilk cuma namazına çıkışıyla başlar ve padişahın mânevî ve fizikî hususiyetlerini içine alır. Burada onun şeriata, adalete riayeti, dindarlığı, mâbed inşası, Kâbe’nin tamiri, hazırcevaplığı, şiire meyli, tevazuu, ok atma ve ata binmede hüneri menkıbevî tarzda anlatılır. Cildin son kısımlarında padişahın ecdadının gazâları özetlenir. Burada Osman Bey’den itibaren I. Ahmed’in tahta cülûsuna kadar olaylar hulâsa edilmiştir. II. cilt, 1012-1023 (1603-1614) yıllarını kapsayan kronolojik sırayla düzenlenmiş bir vekāyi‘nâme özelliği gösterir. Avusturya ve İran savaşları, Celâlî takibi, eşkıyalık olayları, İstanbul ve saray hadiseleri, padişahın Bursa ve Edirne seyahatleri, İran’la barış imzalanması gibi konuları içine alır. İlk cilt daha çok şifahî bilgilerden oluşur. Başlıca râvileri arasında Vezir Mustafa Paşa, Dâvud Paşa, Halil Paşa, Anadolu Kazaskeri Karaçelebizâde Mahmud Efendi, Kadı Vildanzâde Ahmed, Cerrahzâde Mehmed, Dârüssaâde Ağası Mustafa Ağa ve diğer saray görevlileri sayılabilir. II. cilt müellifin şahidi olduğu hadiseleri ihtiva eder. Ağır sayılabilecek bir üslûpla kaleme alınan eseri Kâtib Çelebi’den itibaren daha sonraki tarihçiler kaynak olarak kullanmıştır. Kitabın başlıca nüshaları Beyazıt Devlet (Veliyyüddin Efendi, nr. 2428, 2429) ve Topkapı Sarayı Müzesi (Revan Köşkü, nr. 1304) kütüphanelerinde mevcut olup İ. Hakkı Çuhadar tarafından yayımlanmıştır (I-II, Ankara 2003). Sâfî’nin diğer eserleri içinde Vesîletü’l-vüsûl ilâ mahabbeti’r-Resûl adlı bir siyer kitabı (TSMK, Revan Köşkü, nr. 1994/2), Câmî risâlelerinden birinin şerhi (Nuruosmaniye Ktp., nr. 49948) ve 3500 sahâbenin biyografisini toplayan İbn Abdülberr’in el-İstîʿâb adlı eserinin kısmî tercümesi zikredilebilir. Bu son eseri I. Ahmed’in emriyle tercümeye başlayıp “ḥâ” harfine kadar getirmiştir (Nuruosmaniye Ktp., nr. 723). Celâl ü Cemâl tercümesi Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndedir (Revan Köşkü, nr. 1304, vr. 160b-228b).

BİBLİYOGRAFYA
Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 589; Kâtib Çelebi, Fezleke, I, 382; Osmanlı Müellifleri, I, 347-348; Blochet, Catalogue, I, 373; Babinger (Üçok), s. 161-162; Bekir Kütükoğlu, “Sâfî’nin Zübdetü’t-tevârîhi”, Vekayi‘nüvis: Makaleler, İstanbul 1994, s. 17-23; Orhan Şaik Gökyay, “Zübdetü’t-tevârih”, TT, sy. 9 (1984), s. 66-71.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2008 yılında İstanbul’da basılan 35. cildinde, 471-472 numaralı sayfalarda yer almıştır.