ŞÂHİD

Ferd veya garîb bir hadisin başka bir isnadla gelen rivayeti anlamında hadis terimi.

Müellif:

Sözlükte şâhid “bir olayın meydana gelişini gören kimse, tanık” anlamındadır. Tek bir isnadla gelen ferd veya garîb bir hadisin başka bir isnadla gelip gelmediğinin araştırılması (i‘tibar) sonucunda ikinci bir isnadla da geldiği belirlenirse hem bu ikinci rivayete hem de onun râvisine şâhid, böyle bir rivayeti delil olarak zikretmeye istişhâd denir. Şâhid terimiyle yakın anlamda, bazan da aynı mânada kullanılan bir diğer terim mütâbi‘dir. Bu iki terimin anlamları hakkında muhaddislerden farklı görüşler nakledilmiştir. 1. İ‘tibar neticesinde bulunan rivayetin lafzı ferd veya garîb hadisin aynı ise ona mütâbi‘, lafızları farklı olmakla birlikte anlam bakımından benzer ise şâhid adı verilir. Mütâbie “şâhid bi’l-lafz”, diğerine “şâhid bi’l-ma‘nâ” diyenler de vardır. 2. Şâhid ve mütâbi‘ eş anlamlıdır ve birbirlerinin yerine kullanılabilir. 3. Her iki rivayet aynı sahâbîden geliyorsa buna mütâbi‘, farklı sahâbîlerden geliyorsa şâhid denir. 4. İ‘tibar sonucu bulunan hadis, teferrüd eden râvinin akranı bir râvi tarafından aynı hocadan naklediliyorsa mütâbi‘, senedin kaynağına daha yakın bir hocadan naklediliyorsa şâhid adını alır. Birinciye “el-mütâbaatü’t-tâmme”, ikinciye “el-mütâbaatü’l-kāsıra” (nâkısa, gayr-ı tâmme) diyenler de vardır. Hadisin garîb veya ferd olmaktan kurtulabilmesi için şâhid durumunda olan rivayetin sahih olması şart değildir ve usulcülerin tabiriyle i‘tibara (istişhâda, mütâbaata) lâyık görülmesi yeterlidir. Fakat ileri derecede zayıf olmamalıdır; çünkü i‘tibardan maksat ferd hadisin zayıflığını gidermek değil onu ferd olmaktan (teferrüd) kurtarmaktır. Bir kişinin tek şeyhi veya tek râvisi varsa o rivayet hakkında herhangi bir yargıda bulunmadan şâhid veya mütâbiin araştırılmasına devam edilir (bk. MÜTÂBAAT).

BİBLİYOGRAFYA
İbnü’s-Salâh, ʿUlûmü’l-ḥadîs̱, Beyrut 1398/1978, s. 38-40; Irâkī, Fetḥu’l-muġīs̱, s. 90-93; İbn Hacer el-Askalânî, Nüzhetü’n-naẓar Şerḥu Nuḫbeti’l-fiker, Beyrut 1975, s. 36-37; Şemseddin es-Sehâvî, Fetḥu’l-muġīs̱ (nşr. Ali Hüseyin Ali), Beyrut 1412/1992, s. 240-245; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Kahire 1385/1966, I, 241-245; Emîr es-San‘ânî, Tavżîḥu’l-efkâr (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Medine, ts. (el-Mektebetü’s-Selefiyye), II, 11-15; Zafer Ahmed et-Tehânevî, Ḳavâʿid fî ʿulûmi’l-ḥadîs̱ (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1392/1972, s. 45-46; Cemâleddin el-Kāsımî, Ḳavâʿidü’t-taḥdîs̱, Beyrut 1399/1979, s. 128-129; Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhü’n-naẓar, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), s. 211-212; Tecrid Tercemesi, Mukaddime, I, 114-119.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 38. cildinde, 273 numaralı sayfada yer almıştır.