SAHİH

Sağlam kabul edilmesi için gerekli şartları taşıyan ve dinî konularda delil olarak kullanılan hadis, bu hadisleri toplayan kitap türü.

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/2Müellif: MEHMET EFENDİOĞLUBölüme Git
    Sözlükte “sıhhatli ve sağlam” anlamına gelen sahîh kelimesi, terim olarak adâlet ve zabt sahibi râvilerin kendileri gibi adâlet ve zabt sahibi râviler…
  • 2/2Müellif: MEHMET EFENDİOĞLUBölüme Git
    Sahih Hadisleri Toplayan Kitaplar. Hicretin ilk asrında bazı sahâbîler ve tâbiîler tarafından yazılarak ve ezberlenerek korunan hadisler II. (VIII.) y…

Müellif:

Sözlükte “sıhhatli ve sağlam” anlamına gelen sahîh kelimesi, terim olarak adâlet ve zabt sahibi râvilerin kendileri gibi adâlet ve zabt sahibi râvilerden muttasıl bir senedle rivayet ettikleri şâz ve muallel olmayan hadisi ifade eder. Sahih kelimesi ceyyid, müstakim, sâbit, nebîl, sâlih ve mahfûz ile birlikte hadis çeşitleri arasında en üstün derecede bulunan hadisin adı olmuştur. Terim “sahîhun” (sahihtir) şeklinde kullanıldığı gibi zaman içinde sahih olmamaya işaret etmek üzere “lâ yesıhhu, lem yesıhha, leyse bi-sahîhin” (sahih değildir) şeklinde de kullanılmıştır.

I. yüzyılın ortalarında (623 başları) hadis uydurma faaliyetlerinin başlamasından sonra muhaddisler, hadislerin sahihlerini sahih olmayanlarından ayırmak için bir yandan sened tetkiki yaparken diğer yandan sağlam hadislere sahih kelimesi veya bu anlama gelen çeşitli ifadelerle işaret etmişlerdir. Tâbiîlerden Rebî‘ b. Heysem’in hadislerin bir kısmının gün ışığı gibi aydınlık olup sıhhatlerinin hemen anlaşıldığını, bir kısmının ise gece karanlığına benzediğini söylemesi (Fesevî, II, 564), İbrâhim en-Nehaî’nin hadisi dinledikten sonra amel edilecek kısmını (sahihini) alıp geri kalanını terkedeceğini belirtmesi (a.g.e., II, 607), sahih hadisi araştırma faaliyetinin I. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başladığını göstermektedir. Süfyân es-Sevrî’nin hadisi amel etmek, araştırmak veya uydurma olup olmadığını anlamak için aldığını söylemesi, Mâlik b. Enes’in hadisin sahihi ile sakīmini iyi bildiğini ve sadece sahih olanını rivayet ettiğini bildirmesi (Zehebî, VIII, 73, 95), Abdullah b. Mübârek’in hadisin sahihini sakīminden ayırmak amacıyla çalışmak gerektiğini ifade etmesi (a.g.e., VIII, 403), Abdurrahman b. Mehdî’ye hadislerin sahihini sakīminden nasıl ayırdığının sorulması (İbn Receb, I, 199) gibi hususlar, sahih teriminin II. (VIII.) yüzyıl boyunca kullanıldığını ve sahih hadisleri araştırmaya önem verildiğini ortaya koymaktadır. Ancak sahih hadiste bulunması gereken şartlardan ilk defa İmam Şâfiî söz etmiş, hadisi rivayet eden kişinin dindar ve güvenilir olması, doğrulukla tanınması, rivayet ettiğini iyi bilmesi, hadisin lafızlarında yapılacak değişikliğin sebep olacağı anlam kaymalarını farkedebilmesi, bunun farkına varacak seviyede değilse hadisi lafızla rivayet etmesi gerektiğini söylemiştir. Ayrıca râvi ezberden rivayet ediyorsa hâfızası sağlam, kitaptan rivayet ediyorsa yazdığını iyi muhafaza eden biri olmalı, güvenilir râvilerin Hz. Peygamber’den rivayet ettiklerine muhalefet etmemeli, işitmediği hadisleri naklederek tedlîs yapmamalı, kendisinden önceki râviler de aynı şekilde rivayet ederek hadis Resûl-i Ekrem’e veya ondan sonraki tabakalara kesintisiz biçimde ulaşmalıdır (er-Risâle, s. 369-372). Haber-i vâhidin delil sayılabilmesi için gerekli görülen bu şartların lafızları farklı olsa da hadisi sahih kılan şartlarla aynı olduğu yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. III. (IX.) yüzyılda Abdullah b. Zübeyr el-Humeydî, Zühlî ve Hattâbî hadisin sahih kabul edilebilmesi için senedinin muttasıl, râvilerinin güvenilir olması gerektiğini söylemişler (Hattâbî, I, 6; Hatîb el-Bağdâdî, I, 93, 103), Yahyâ b. Maîn, Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî de sahih terimini sıkça kullanmışlardır.

Farklı dönemlerde yaşayan âlimler sahih hadiste şu beş şartın bulunması gerektiğini ifade etmiştir: 1. Râviler adâlet sahibi yani müslüman, akıl-bâliğ, takvâ ve mürüvvet sahibi olmalıdır. Mürüvvet, râvinin saygın bir kişiliği bulunması ve kişiliğine zarar verecek davranışlardan uzak durması demektir. Hali ve kimliği bilinmediği için adâleti hakkında söz söylenemeyen kimselerin rivayetleri böylece sahih hadisin dışında tutulmuş olacaktır. 2. Râviler zabt sahibi olmalıdır. Râvinin dalgın olmaması, ezberden rivayet ediyorsa hadisi kusursuz bir şekilde ezberlemesi, kitaptan rivayet ediyorsa kitabını dikkatle yazması ve kontrol edip koruması, mâna ile rivayet ediyorsa hadis metninde değiştirdiği kelimelerin mânalarını iyi bilmesi ve bunları kullanırken hadisin mânasında herhangi bir değişikliğe yol açmaması gerekir. Böylece çok hata yapan, unutkan ve dalgın olan kimselerin rivayetleri sahihin dışında kalır. 3. Sened muttasıl olmalıdır. Senedin ilk râvisinden son râvisine kadar herhangi bir yerinde kopukluk bulunmamalıdır. Her râvi kendinden önceki râvi ile buluşup görüşmüş ve hadisi ondan almış olmalıdır. Bu şart ile senedi muttasıl olmayan muallak, münkatı‘, mu‘dal ve müdelles gibi hadis çeşitleri sahih hadisin dışında kalmış olmaktadır. 4. Hadis şâz olmamalıdır. Güvenilir râvinin kendisinden daha güvenilir râviye muhalif olarak rivayet ettiği hadis şâz olacağı için bu durumda daha güvenilir olan râvinin rivayeti sahih kabul edilir. 5. Hadis muallel olmamalıdır. Muallel, ilk bakışta sahih görünmekle birlikte konunun uzmanları tarafından incelendiğinde gizli bir kusuru ve illeti bulunan hadistir. Böyle bir hadis bu kusurun ortaya çıkmasıyla sahih olma vasfını kaybeder. Bu beş şartın bir hadiste bulunup bulunmadığı hususunda ortaya çıkan görüş ayrılıkları o hadisin sıhhati konusunda da farklı kanaatlere sebep olmaktadır. Zira bazı muhaddislerin âdil kabul ettiği bir râvi başka bir muhaddis tarafından cerhedilmişse o râvi üzerindeki görüş ayrılığı rivayet ettiği hadisin sahih veya zayıf kabul edilmesine yol açmaktadır.

Hadislerin sıhhati konusundaki görüş ayrılıklarının bir sebebi de sıhhat için aranan beş şartın bazı âlimler tarafından yeterli bulunmayıp ilâve şartlar ileri sürülmesi veya beş şarttan bir kısmının gereksiz görülmesidir. Nitekim Ebû Hanîfe’nin hadisin kıyasla çelişmesi halinde râvisinin fakih olmasını şart koştuğu nakledilir. Mu‘tezile’den Ebû Ali el-Cübbâî ile Ebü’l-Hüseyin el-Basrî ve Mu‘tezile’ye meylettiği söylenen İbrâhim b. İsmâil b. Uleyye, rivayetle şehâdetin aynı şey olduğunu ileri sürerek hadisin adâlet ve zabt sahibi en az iki râvisinin bulunması gerektiğini söylemişler, rivayetinde tek kalan sika râvinin hadisinin kabul edilemeyeceğini belirtmişlerdir (Tâhir el-Cezâirî, s. 69-70). Hâkim en-Nîsâbûrî’den de bu yolda bir görüş nakledilir (Maʿrifetü ʿulûmi’l-ḥadîs̱, s. 62). Buhârî, hadisin sahih olabilmesi için râvilerin mutlaka görüşmüş olmaları gerektiğini şart koşarken Müslim aynı dönemde yaşamış olmalarını yeterli bulmaktadır. Sahih hadisi “senedi muttasıl, râvileri âdil olan hadis” diye tanımlayan Hattâbî bu iki şartı yeterli görmektedir (Meʿâlimü’s-Sünen, I, 6). Abdülkerîm b. Muhammed es-Sem‘ânî hadisin sahih olması için sika râvilerden rivayet edilmesini yeterli bulmaz, bunun yanında râvisinin hadis peşinde koşan, ilim meclislerinde çokça hadis dinleyen ve hadis müzakeresiyle tanınan biri olması gerektiğini söyler. Bunların dışında mâna ile rivayet eden râvinin hadisin anlamını iyi bilmesi, hadisi rivayet ettikten sonra ona aykırı şekilde amel etmemiş olması gerektiği de ileri sürülmüştür (Tecrid Tercemesi, I, 203-206). Ancak bu şartları eleştiren hadis âlimleri de vardır.

Hâkim en-Nîsâbûrî sahih hadisleri on sınıfa ayırmakta, bunlardan beşinin müttefekun aleyh, beşinin de muhtelefün fîh sahih olduğunu belirtmektedir. Ona göre müttefekun aleyh sahih olanların en üstünü, senedinde yer alan râvilerin her tabakasında güvenilir en az iki râvi tarafından rivayet edilen hadistir. Daha sonra sırasıyla sahâbî râvisi tek olan, güvenilir tâbiî râvisi tek olan, tâbiîden sonraki tabakalarda sika râvisi bire düşen ve râvinin babası ve dedesi yoluyla kendisine ulaşıp sadece bu yolla bilinen hadisler gelir. Muhtelefün fîh sahih olanlar ise mürsel hadisler, güvenilir müdellis râvilerin, “Falandan işittim” demek suretiyle hadisi duyarak aldığını açıkça belirtmeden rivayet ettikleri hadisler, birçok güvenilir râvi tarafından müsned olarak nakledildikleri halde bir sikanın mürsel olarak rivayet ettiği hadisler, hâfız olmayan ve hadis konusunda uzman sayılmayan güvenilir kimselerin rivayet ettikleri hadisler ve sözüne güvenilir bid‘at ehlinin rivayet ettikleri hadislerdir (a.g.e., I, 206-208; ayrıca bk. İbnü’s-Salâh, s. 14).

Bir başka açıdan sahih hadis “sahîh li-zâtihî” ve “sahîh li-gayrihî” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Sıhhat için gerekli bütün şartların kendisinde toplandığı hadise sahîh li-zâtihî denir. Adâlet vasfına sahip olduğu halde zabt açısından bazı eksiklikleri bulunan râvinin rivayet ettiği hadis, zabtı tam olan bir başka râvi tarafından rivayet edilip desteklenmek suretiyle sahih derecesine yükselirse buna sahîh li-gayrihî denir ki bu tür hadisin kaynaklarda pek çok örneği bulunmaktadır. Meselâ Tirmizî tarafından Ebû Küreyb > Abde b. Süleyman > Muhammed b. Amr > Ebû Seleme > Ebû Hüreyre > Hz. Peygamber tarikiyle tahriç edilen, “Ümmetime zorluk verecek olmasaydım onlara her namazla birlikte diş fırçalamayı emrederdim” meâlindeki hadisin (“Ṭahâret”, 18) senedinde yer alan Muhammed b. Amr’ın hâfıza bakımından zayıf olduğu nakledilmektedir. Bundan dolayı hadis sahih olmaktan çıkıp hasen mertebesine düşmüş, ancak aynı hadis, senedlerinde Muhammed b. Amr’ın yer almadığı tamamı adâlet ve zabt sahibi farklı râvilerden oluşan birer senedle Buhârî ve Müslim tarafından da tahriç edilmiş (Buhârî, “Cumʿa”, 8; Müslim, “Ṭahâret”, 42), böylece Muhammed b. Amr’ın hata yapmış olma ihtimali ortadan kalkmış ve Tirmizî’nin naklettiği hadis sahîh li-gayrihî derecesine yükselmiştir.

Sahih hadis kitaplarındaki rivayetlerin sıhhat derecesi aynı değildir. Muhaddisler bunları, Buhârî ve Müslim tarafından rivayet edilmesini esas alarak en güvenilir olandan başlamak üzere yedi dereceye ayırmışlardır. 1. Buhârî ve Müslim’in ortaklaşa el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’lerine aldıkları hadisler (müttefekun aleyh). 2. Buhârî’nin yalnız başına rivayet ettiği hadisler. 3. Müslim’in yalnız başına rivayet ettiği hadisler. 4. Kitaplarına almamış olsalar da Buhârî ve Müslim’in şartlarına uygun olan hadisler. 5. Yalnız Buhârî’nin şartlarına uygun olan hadisler. 6. Yalnız Müslim’in şartlarına uygun olan hadisler. 7. Buhârî ve Müslim dışındaki hadis uzmanlarının sahih kabul ettiği hadisler.

Sahih hadisin yukarıda sayılan beş şartından râvileri ilgilendiren adâlet ve zabt vasıflarının her râvide aynı seviyede bulunması mümkün değildir. Özellikle zabt açısından râviler arasında farklılıklar görülebilir. Zabt yönü itibariyle daha düşük mertebede kalan râviler, zayıf derecesine düşmese bile rivayet ettikleri hadisler adâlet ve zabtı tam olan râvilerin hadisleriyle aynı seviyede değildir. Hadis âlimleri râvilerin bu yönünü göz önüne alarak senedleri değerlendirmişler, adâlet ve zabt bakımından en yüksek derecede olan râvilerin meydana getirdiği isnadlara “esahhu’l-esânîd” adını vererek en sahih hadislerin bu yolla ulaştığını belirtmişlerdir. Yahyâ b. Maîn’e göre A‘meş > Nehaî > Alkame > Abdullah b. Mes‘ûd > Hz. Peygamber; Ahmed b. Hanbel’e göre Zührî > Sâlim b. Abdullah > Abdullah b. Ömer > Ömer b. Hattâb > Hz. Peygamber; Buhârî’ye göre Mâlik b. Enes > Nâfi‘ > Abdullah b. Ömer > Hz. Peygamber senediyle gelen rivayetler en sahih hadislerdir. Bunlardan başka ulaştığı sahâbîye ve yaygınlaştığı beldeye göre en sahih kabul edilen senedler de vardır (bk. İSNAD).

Hadis âlimleri, hadisin metninde şâz ve illetin bulunabileceğini dikkate alarak ve sadece senedin sıhhatini kastederek bir hadis hakkında “hadîsün sahîhun” demek yerine “sahîhu’l-isnâd” tabirini kullanırlar. Hem senedin hem metnin sahih olduğuna işaret etmek istediklerinde ise “hâzâ hadîsün sahîhun” derler. Bu tabir “sahîhu’l-isnâd” ifadesinden daha kapsamlıdır. Bir hadis hakkında muhaddislerin “esahhu şey’in fi’l-bâbi kezâ” (bu hususta en sahih hadis budur) demeleri o hadisin sahih olduğu anlamına gelmez. Zayıf olması imkânı bulunan bir hadis hakkında bu ifadeyi kullanmakla o konuda en makbul hadisin o hadis olduğu belirtilmiş olur.

Hadisçiler, fukaha ve usul âlimleri sahih hadisin dinî konularda delil olduğu ve onunla amel etmenin vâcip sayıldığı hususunda görüş birliğine varmıştır. Böyle bir hadisin râvisinin tek olması ile tevâtür derecesine ulaşmayan iki veya üç kişi olması arasında fark yoktur. Mütevâtir olmayan sahih hadisle itikadî meselelerin ispatı ve onunla amel edilmesi konusunda farklı görüşler ortaya atılmıştır. Âlimlerin çoğu, inanç konularının ancak âyet ve mütevâtir hadis gibi kesin bilgi ifade eden delillerle sabit olacağı görüşünü benimsemiş, İbn Hazm ile diğer bazı âlimler, sahih hadisin de kesin ilim ifade ettiğini ve inanç konularında delil kabul edilerek hükmüyle amel edilmesi gerektiğini söylemişlerdir (Nûreddin Itr, s. 244-245).

Abdülkerîm İsmâil Sabâh, el-Ḥadîs̱ü’ṣ-ṣaḥîḥ ve menhecü ʿulemâʾi’l-müslimîn fi’t-taṣḥîḥ adlı eserinde (Rabat 1405) müslüman âlimlerin hadislerin sıhhatini belirlemede takip ettiği metodu incelemiş, Hamza Abdullah el-Melîbârî, el-Muvâzene beyne’l-müteḳaddimîn ve’l-müteʾaḫḫirîn fî taṣḥîḥi’l-eḥâdîs̱ ve taʿlîlihâ isimli çalışmasında (Mekke 1416/1995; Beyrut 1422/2001) ilk dönem muhaddisleriyle daha sonraki âlimlerin ve günümüzde yaşayan bazı kimselerin sahih hadis anlayışlarını karşılaştırmıştır. Hüseyin Çakır, Hadisçilere ve Fıkıhçılara Göre Sahih Hadisin Tanımı ve Şartları adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır (1997, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü). Abdüssamed el-Âkil, “el-Ḥadîs̱ü’ş-şaḥîḥ ve es̱eruhû fi’t-teşrîʿ” adıyla bir makale yazmıştır (Mecelletü Dâri’l-Ḥadîs̱i’l-Ḥaseniyye, II [Rabat 1401/1981], s. 185-194). Mehmet Bilen’in kaleme aldığı “Sahih Hadisin Tanımı Üzerine” başlıklı makale (Dicle Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, I [Diyarbakır 1999], s. 247-260) ile Mehmet Emin Özafşar’ın “Sahih Hadis Kavramı Üzerine Bir Çözümleme” adlı tebliğinde (İslâmî Araştırmalar Dergisi, XIX/1 [Ankara 2006], s. 107-110) muhaddislerin sahih hadis tesbitinde sadece senede baktıkları, metinle ilgilenmedikleri ileri sürülmüş, Mehmet Emin Özafşar’ın iddiaları Abdullah Aydınlı tarafından “Sahih Hadis Kavramı Üzerine Bir Çözümleme Başlıklı Bildirinin Müzakeresi” adlı makalesinde (a.g.e., XIX/1 [Ankara 2006], s. 113-115) reddedilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “ṣḥḥ” md.; , s. 369-372; Fesevî, el-Maʿrife ve’t-târîḫ, II, 564, 607; İbn Ebû Hâtim, el-Cerḥ ve’t-taʿdîl, II, 29-30; Hattâbî, Meʿâlimü’s-Sünen (nşr. Abdüsselâm Abdüşşâfî Muhammed), Beyrut 1411/1991, I, 6; Hâkim en-Nîsâbûrî, Maʿrifetü ʿulûmi’l-ḥadîs̱ (nşr. Muazzam Hüseyin), Haydarâbâd 1935 → Medine-Beyrut 1397/1977, s. 58-62; Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye (nşr. İbrâhim b. Mustafa Âlü Bahbah ed-Dimyâtî), Kahire 1423/2003, I, 93, 102-103; İbnü’s-Salâh, ʿUlûmü’l-ḥadîs̱ (nşr. Nûreddin Itr), Dımaşk 1406/1986, s. 11-17; Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, VIII, 73, 95, 403; İbn Receb, Şerḥu ʿİleli’t-Tirmiẕî (nşr. Nûreddin Itr), Dımaşk 1398/1978, I, 199; İbn Hacer el-Askalânî, Nüzhetü’n-naẓar fî tavżîḥi Nuḫbeti’l-fiker (nşr. Nûreddin Itr), Dımaşk 1413/1992, s. 54-62; a.mlf., en-Nüket ʿalâ Kitâbi İbni’ṣ-Ṣalâḥ (nşr. Rebî‘ b. Hâdî Umeyr), Riyad 1408/1988, I, 59-67; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Beyrut 1409/1989, I, 63-88; Emîr es-San‘ânî, Tavżîḥu’l-efkâr (nşr. Salâh b. Muhammed b. Uveyza), Beyrut 1417/1997, I, 15-41; Leknevî, Ẓaferü’l-emânî (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1416, s. 105-115; a.mlf., el-Ecvibetü’l-fâżıla (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Halep 1384/1964, s. 149-159; Cemâleddin el-Kāsımî, Ḳavâʿidü’t-taḥdîs̱ (nşr. M. Behcet el-Baytâr), Beyrut 1414/1993, s. 81-104; Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhü’n-naẓar, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), s. 69-85; Tecrid Tercemesi, I, 200-215; Nûreddin Itr, Menhecü’n-naḳd fî ʿulûmi’l-ḥadîs̱, Dımaşk 1401/1981, s. 241-263; Subhî es-Sâlih, Hadîs İlimleri ve Hadîs Istılahları (trc. M. Yaşar Kandemir), Ankara 1981, s. 119-128; Haldûn el-Ahdeb, Esbâbü iḫtilâfi’l-muḥaddis̱în, Cidde 1407/1987, II, 595-612; Ahmet Yücel, Hadîs Istılahlarının Doğuşu ve Gelişimi, İstanbul 1996, s. 157-159, 162-163; M. Edîb Sâlih, Lemeḥât fî uṣûli’l-ḥadîs̱, Beyrut 1418/1997, s. 108-120; Emîre bint Ali b. Abdullah es-Sâidî, el-Ḳavâʿid ve’l-mesâʾili’l-ḥadîs̱iyyeti’l-muḫtelefi fîhâ beyne’l-muḥaddis̱în ve baʿżi’l-uṣûliyyîn, Riyad 1421, s. 137-150; Hamza Abdullah el-Melîbârî, el-Muvâzene beyne’l-müteḳaddimîn ve’l-müteʾaḫḫirîn fî taṣḥîḥi’l-eḥâdîs̱ ve taʿlîlihâ, Beyrut 1422/2001, s. 9-68; a.mlf., ʿUlûmü’l-ḥadîs̱ fî ḍavʾi taṭbîḳāti’l-muḥaddis̱îne’n-nuḳḳād, Beyrut 1423/2003, s. 41-136; İsmail L. Çakan, Hadis Usûlü, İstanbul 2006, s. 122-127; G. H. A. Juynboll, “Ṣaḥīḥ”, EI2 (İng.), VIII, 835-836.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2008 yılında İstanbul’da basılan 35. cildinde, 523-525 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

Sahih Hadisleri Toplayan Kitaplar. Hicretin ilk asrında bazı sahâbîler ve tâbiîler tarafından yazılarak ve ezberlenerek korunan hadisler II. (VIII.) yüzyılın ilk yarısından itibaren derlenip tedvin edilmeye, ardından belli konulara göre tasnif edilmeye başlanmış, böylece cüz, risâle ve kitap gibi çalışmalar ortaya çıkmıştır. Bu dönemde muhaddisler sadece sahih hadisleri bir araya getirmeyi düşünmemiş, bazı eserlerde zayıf râvilerin rivayetlerine de yer verilmiş, bununla da söz konusu rivayetlerin zayıf olup olmadığının tesbiti amaçlanmıştır. III. (IX.) yüzyılın başlarından itibaren hadisler sahih ve zayıf oluşlarına göre ayrılmaya, sahih hadisler müstakil kitaplarda toplanmaya başlanmıştır. Sahih hadislerin ilk defa bir araya getirildiği eserler Buhârî ile Müslim’in el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’leridir. İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu bu iki eseri en güvenilir hadis kitabı saymış ve bunlara Ṣaḥîḥayn adını vermiştir.

Bu iki eserden sonra IV (X) ve V. (XI.) yüzyıllarda muteber kaynaklar araştırılıp değerlendirilmiş, Ebû Dâvûd ve Nesâî’nin es-Sünen’leriyle Tirmizî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i bunlara eklenmiş, ihtiva ettikleri hadislerin genellikle sahih olduğu kabul edilerek bu beş kitaba el-Uṣûlü’l-ḫamse adı verilmiştir. İbnü’l-Kayserânî, el-Uṣûlü’l-ḫamse’ye bu eserlerde yer almayan 1000 kadar rivayeti ihtiva eden İbn Mâce’nin es-Sünen’ini ilâve etmiş, böylece Kütüb-i Sitte tabiri ortaya çıkmıştır. Kütüb-i Sitte’ye el-Uṣûlü’s-sitte veya eṣ-Ṣıḥâḥu’s-sitte adı da verilmiştir. Ṣaḥîḥayn dışında kalan ve Kütüb-i Erbaʿa diye bilinen dört süneni Ṣaḥîḥayn’dan ayıran en belirgin fark, bu eserlerin zayıf râviler tarafından rivayet edilen bazı hadisleri de ihtiva etmesidir. Bu eserlerdeki hadislerin bir kısmının sıhhat şartlarını taşımadığı bizzat musannifleri tarafından belirtilmiştir. Hadis âlimleri arasında İbn Mâce’nin es-Sünen’i yerine İmam Mâlik’in el-Muvaṭṭaʾını ve Abdullah b. Abdurrahman ed-Dârimî’nin es-Sünen’ini Kütüb-i Sitte’nin altıncı kitabı olmaya daha uygun görenler de vardır. Sahih hadisleri bir araya getirmek maksadıyla kaleme alınmış olan İbn Huzeyme’nin eṣ-Ṣaḥîḥ’i, İbn Hibbân el-Büstî’nin el-Müsnedü’ṣ-ṣaḥîḥ’i ve Hâkim en-Nîsâbûrî’nin el-Müstedrek ʿale’ṣ-Ṣaḥîḥayn’ı, sahih hadis tesbitinde müellifleri tarafından gereken titizlik gösterilmediği gerekçesiyle Kütüb-i Erbaʿa’dan sonra zikredilmiştir. Sahih hadislere ayrılan veya çok sahih hadis ihtiva eden eserler şöylece sıralanabilir:

1. Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i. Buhârî bu eserini derlediği 600.000 rivayetin sahih olanlarından seçip üzerinde yaklaşık on altı yıl çalışarak meydana getirmiş ve Yahyâ b. Maîn, Ali b. Medînî, Ahmed b. Hanbel gibi hadis otoritelerinin incelemesine sunarak onların onayını almıştır. İbnü’s-Salâh’a göre eserde mükerrerleriyle birlikte 7275, tekrarsız 4000 hadis yer almaktadır. Buhârî, kendi hocalarından itibaren sahâbî râviye varıncaya kadar güvenilir muhaddisler tarafından şâz ve illetli olmayarak muttasıl senedle nakledilen hadisleri kitabına almış, birbirinden hadis nakledenlerin en az bir defa görüştüklerinin bilinmesini şart koşmuştur. Bizzat kendisinden 90.000 kişinin dinlediği el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ bu özellikleri sebebiyle İslâm dünyasında Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en sahih kitap kabul edilmiştir. Dârekutnî gibi bazı müellifler, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’teki yaklaşık 110 hadisin senedine teknik açıdan bazı eleştiriler yöneltmiş, İbn Hacer el-Askalânî tenkit edilen râvi ve rivayetlerin hepsini savunmuş, eleştirilerin sağlam esaslara dayanmadığını belirtmiştir (Hedyü’s-sârî, s. 501-542).

2. Müslim’in el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i. Müslim bu eserini derlediği 300.000 rivayetin arasından on beş yıl süren bir çalışma sonunda meydana getirmiş ve hocası Buhârî’nin telif metodundan etkilenmiştir. Müslim de eserini devrin meşhur muhaddisi Ebû Zür‘a er-Râzî’ye inceletip onayını almıştır. Bir hadisin sıhhat şartlarını taşıması için Saîd b. Mansûr, Yahyâ b. Maîn, Osman b. Ebû Şeybe ve Ahmed b. Hanbel gibi muhaddislerin o hadisin sıhhati üzerinde ittifak etmesini yeterli gören Müslim, râvilerin güvenilirliği ve senedin ittisali konusunda titiz davranmakla birlikte senedde yer alan hoca ile talebenin aynı asırda yaşamış olmasını yeterli görmüştür. Son yıllarda yapılan neşirlerde Müslim’in el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’inde mükerrerleriyle birlikte 7581, tekrarsız 3033 rivayet bulunduğu tesbit edilmiştir. Müslim’in el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i bazı âlimler tarafından Buhârî’nin eserine tercih edilmişse de bu tercih ihtiva ettiği hadislerin daha sahih olmasından değil hadis tekrarına yer vermemesi ve hocalarının henüz hayatta olduğu bir dönemde kaleme alınmış olması gibi usulle ilgili sebeplere dayanmaktadır.

3. Ebû Dâvûd’un es-Sünen’i. Ebû Dâvûd bu eserini 500.000 civarındaki rivayetten yirmi yılda 4800’ünü seçerek meydana getirmiş, senedinde kopukluk bulunmayan ve râvilerinin zayıflığı hakkında görüş birliği edilmeyen hadisleri kitabına almıştır. Eserdeki bazı rivayetlerin zayıf olduğuna bizzat Ebû Dâvûd işaret etmiş, bir kısmının zayıflığı başka âlimlerin araştırmalarıyla ortaya çıkmış, bununla birlikte eserde âlimlerin terkinde icmâ ettiği hiçbir hadise rastlanmamıştır. Ahkâm hadislerini derlemede diğerlerinden daha başarılı olan, konularla ilgili farklı rivayetleri, hadislerdeki ihtilâfları ve ziyadeleri veren Ebû Dâvûd sahih hadis bulamadığı konularda zayıf hadisleri de almış ve bu tür rivayetleri fakihlerin kıyasına tercih etmiştir.

4. Tirmizî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i. İhtiva ettiği hadislerin büyük bir kısmının sahih nitelikli olması ve câmi‘lerde bulunan sekiz konuyu içermesi bakımından el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ diye anılmıştır. Tirmizî eserini hocası Buhârî’nin tasnif metoduna göre hazırlayarak birçok muhaddisin incelemesine sunmuş ve hepsinin takdirini kazanmıştır. Onun hadis kabul şartlarında Ebû Dâvûd’dan daha titiz davranması sebebiyle eserini Ṣaḥîḥayn’dan sonra üçüncü sıraya yerleştirenler de olmuştur. Tirmizî de eserine zayıf hadis almakta sakınca görmemiş, ancak senedinde garîblik bulunan hadisleri genellikle konuya girerken vermiş, hadisleri zikrettikten sonra her babda önce onların sıhhat durumunu ve râvilerinin güvenilirlik derecesini belirtmiş, ardından seneddeki illetleri, hadisin diğer tariklerini ve fakihlerin görüşlerini açıklamıştır. Tirmizî hadisleri seçerken fakihlerin o hadisi delil olarak kabul etmesine özellikle dikkat etmiş, iki hadis dışında eserindeki bütün rivayetlerle amel edildiğini söylemiştir. Çeşitli sayımlara göre 3956-4051 hadis ihtiva eden eserde Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî yirmi üç uydurma rivayetin bulunduğunu iddia etmiş, Süyûtî ise buna dair risâlesinde bunların uydurma olmadığını belirtmiştir.

5. Nesâî’nin es-Sünen’i. Nesâî önce es-Sünenü’l-kübrâ adını verdiği bir eser meydana getirmiş, daha sonra bu eserdeki zayıf hadisleri ayıklayarak el-Müctebâ diye anılan es-Sünen’i ortaya koymuştur. Nesâî’nin eserine aldığı 5758 hadisin seçiminde titiz davrandığı, bu hadislerin kabulünde ağır şartlar ileri sürdüğü ve zayıf rivayetlere diğer Sünen’lerden daha az yer verdiği gerekçesiyle es-Sünen birçok âlim tarafından Ṣaḥîḥayn’dan sonra gelen kitap olarak kabul edilmiştir.

6. İbn Mâce’nin es-Sünen’i. 4341 hadis ihtiva etmekte olup bunlardan 3002’si diğer beş kitapta yer almakla birlikte İbn Mâce bu hadisleri diğerlerinden farklı tariklerle tahriç etmiştir. 1000 civarındaki hadis ise diğer beş eserde ve el-Muvaṭṭaʾda bulunmayan rivayetlerden oluşmaktadır. Sadece İbn Mâce tarafından tahriç edilen 1339 hadisten 438’i sahih, 199’u hasen, 613’ü zayıf, 99’u münker veya uydurma kabul edilmiştir. İbn Mâce’nin, eserinde güvenilmeyen rivayetlere yer verdiği halde bunların durumuna işaret etmemesi yüzünden kitabının Kütüb-i Sitte’den biri olup olmayacağı hususu tartışma konusu yapılmıştır.

7. İmam Mâlik’in el-Muvaṭṭaʾı. Hz. Peygamber’in hadisleri yanında Medine halkının uygulamasını yansıtan sahâbe görüşlerini ve tâbiîn fetvalarını toplamak maksadıyla kaleme alınmıştır. Kitap güvenilir râvilerin sahih rivayetlerinden oluştuğu için birçok âlim tarafından sahih kitaplar arasında sayılmakla birlikte içinde mürsel, münkatı‘ ve belâğ türünden rivayetlerin yer alması farklı değerlendirmelere yol açmıştır. 1720 hadis ihtiva eden kitap daha çok ahkâm hadislerine yer verdiği, İmam Mâlik’in fetva ve ictihadlarını içerdiği ve diğer hadis kitaplarından farklı bir şekilde tasnif edildiği için sahih hadis içeren eserler sıralamasında Kütüb-i Sitte’den sonraya alınmıştır.

8. İbn Huzeyme’nin es-Saḥîḥ’i. 70.000 hadis ezberlediği nakledilen İbn Huzeyme’nin bu eseri (Zehebî, XIV, 365, 372) çok hacimli bir çalışmanın muhtasarıdır. İbn Huzeyme eṣ-Ṣaḥîḥ’ini sadece sahih hadisleri bir araya getirme düşüncesiyle kaleme almış, ancak hasen hadisi sahih hadisin bir türü kabul ettiği öne sürülerek birçok âlim tarafından eleştirilmiş ve eseri Kütüb-i Sitte seviyesinde görülmemiştir. Eserin baş tarafından dörtte bir kadarı günümüze ulaşmıştır.

9. İbn Hibbân’ın el-Müsnedü’ṣ-ṣaḥîḥ’i. Rivayet yollarının çoğalması sebebiyle sahih hadisleri tesbitte ortaya çıkan zorluğu gidermek ve bu hadislerden hüküm çıkarmaya yönlendirmek amacıyla kaleme alınan eserde İbn Hibbân’ın şartlarına göre sahih kabul edilen 7500 hadis yer almış olup bunlar arasında sahih-hasen ayırımı yapılmamıştır. Sıhhat şartlarında gevşek davranıldığı gerekçesiyle eser birçok âlim tarafından tenkit edilmiş, ancak Hâkim’in el-Müstedrek’inden üstün görülmüştür. Nûreddin el-Heysemî, Mevâridü’ẓ-ẓamʾân ilâ zevâʾidi İbn Ḥibbân adlı eserinde el-Müsnedü’ṣ-ṣaḥîḥ’teki 7500 hadisi Ṣaḥîḥayn hadisleriyle mukayese ederek 4853’ünün Ṣaḥîḥayn ya da ikisinden birinin hadisleriyle aynı olduğunu tesbit etmiştir. Mevâridü’ẓ-ẓamʾân’daki 2647 hadisin sıhhati konusunda bir çalışma yapan Nâsırüddin el-Elbânî, 2304 hadisin sahih olduğunu tesbit ederek bunları Ṣaḥîḥu Mevâridi’ẓ-ẓamʾân, geri kalan 343 hadisin zayıf olduğunu belirleyerek bunları da Żaʿîfü Mevâridi’ẓ-ẓamʾân adıyla yayımlamıştır (bk. el-MÜSNEDÜ’s-SAHÎH).

10. Hâkim en-Nîsâbûrî’nin el-Müstedrek ʿale’s-Saḥîḥayn’ı. Eserde Buhârî ile Müslim’in veya sadece Buhârî’nin yahut sadece Müslim’in rivayet şartlarına uyan hadisler, her iki âlimin şartlarına uymamakla birlikte müellifin sahih kabul ettiği rivayetler, ayrıca isnadları sahih olduğu için sahih kabul edilebilecek nakiller toplanmıştır. Hadislerinin büyük çoğunluğu Buhârî ve Müslim’in sıhhat şartlarına uygun rivayetler olduğu için Ṣaḥîḥayn’ın zeyli durumundaki eser sahâbe ve tâbiîn sözleriyle birlikte 8803 rivayet içermektedir. Zehebî bu rivayetlerin sağlamlık durumunu araştırmış ve Telḫîṣü’l-Müstedrek adını verdiği eserinde sahih olmayan rivayetlere işaret etmiştir. Bu çalışma eserde pek çok sahih hadis bulunduğunu ortaya koymakla birlikte zayıf, münker, hatta mevzû rivayetlere de yer verildiği için Zehebî’nin Telḫîṣ’i dikkate alınmadan el-Müstedrek’ten faydalanmanın doğru olmayacağı belirtilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA
İbnü’l-Kayserânî, Şürûṭü’l-eʾimmeti’s-sitte (nşr. Zâhid el-Kevserî), Kahire 1357/1939; İbnü’s-Salâh, ʿUlûmü’l-ḥadîs̱ (nşr. Nûreddin Itr), Dımaşk 1406/1986, s. 17-29; Münzirî, et-Terġīb ve’t-terhîb (nşr. Mustafa M. İmâre), Kahire 1352/1933, I, 33; Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, VIII, 73, 95, 403; XIV, 365, 372; XVII, 175; İbn Hacer el-Askalânî, Nüzhetü’n-naẓar fî tavżîḥi Nuḫbeti’l-fiker (nşr. Nûreddin Itr), Dımaşk 1413/1992, s. 54-62; a.mlf., en-Nüket ʿalâ Kitâbi İbni’ṣ-Ṣalâḥ (nşr. Rebî‘ b. Hâdî Umeyr), Riyad 1408/1988, I, 276-343; a.mlf., Hedyü’s-sârî (nşr. Abdülazîz b. Bâz), Beyrut 1410/1989, s. 501-542; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Beyrut 1409/1989, I, 88-152; Emîr es-San‘ânî, Tavżîḥu’l-efkâr (nşr. Salâh b. Muhammed b. Uveyza), Beyrut 1417/1997, I, 42-143; Leknevî, el-Ecvibetü’l-fâżıla (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Halep 1384/1964, s. 66-88, 140-153; Cemâleddin el-Kāsımî, Ḳavâʿidü’t-taḥdîs̱ (nşr. M. Behcet el-Baytâr), Beyrut 1414/1993, s. 85-87; Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhü’n-naẓar, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), s. 85-158; Tecrid Tercemesi, I, 216-241, 254-264; M. Zubayr Sıddiqi, Hadîs Edebiyatı Tarihi (trc. Yusuf Ziya Kavakcı), İstanbul 1966, s. 33-34, 90-110; Nûreddin Itr, Menhecü’n-naḳd fî ʿulûmi’l-ḥadîs̱, Dımaşk 1401/1981, s. 250-263; M. Mustafa el-A‘zamî, İlk Devir Hadis Edebiyatı (trc. Hulûsi Yavuz), İstanbul 1993, s. 19-33; a.mlf., Hadis Metodolojisi ve Edebiyâtı (trc. Recep Çetintaş), İstanbul 1998, s. 133-174; M. Acâc el-Hatîb, Uṣûlü’l-ḥadîs̱, Cidde 1417/1997, s. 324-352; M. Edîb Sâlih, Lemeḥât fî uṣûli’l-ḥadîs̱, Beyrut 1418/1997, s. 117-157; M. Yaşar Kandemir, “Kütüb-i Sitte”, DİA, XXVII, 6-8.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2008 yılında İstanbul’da basılan 35. cildinde, 525-527 numaralı sayfalarda yer almıştır.