SAYGI

Müellif:

Sözlükte “riayet edilmesi, yerine getirilmesi gereken, ihlâli yasak olan; ödev, hak” anlamındaki hürmet ve aynı kökten olup “korkmak, çekinmek”, mânasına gelen ihtirâm kelimeleri Türkçe’de saygı kavramını ifade etmek üzere kullanılmaktadır. Dinî ve ahlâkî metinlerde gerek kutsala gerekse yüksek şahsiyetlere ve makamlara karşı gösterilmesi gereken saygı ta‘zîm, tevkīr, ta‘zîr, tebcîl, tefhîm, heybet, mehâbet gibi kelimelerle anlatılmaktadır (Lisânü’l-ʿArab, “bcl”, “fḫm”, “ḥrm”, “ʿaẓm”, “hyb”, “vḳr” md.leri; Kāmus Tercümesi, I, 288; II, 28, 145; III, 138, 425, 517). İbn Hazm halkın âlimlere karşı duyduğu saygıyı mehâbet ve tebcîl kelimeleriyle ifade eder (el-Aḫlâḳ, s. 21). Ayrıca “korkma, çekinme” gibi anlamlara gelen havf, haşyet, takvâ kelimeleri de tasavvuf ve ahlâk literatüründe patolojik anlamda değil ahlâkî mânada korkuyu, yani Allah’ın buyruklarına saygıyı ifade etmektedir. Nitekim Gazzâlî, havf kelimesini hub (sevgi) kavramının karşıtı diye düşünenler olduğunu belirttikten sonra şöyle der: “Bu görüş doğru değildir; aksine, tıpkı ilâhî güzelliğin idrakinin zorunlu biçimde sevgiyi meydana getirmesi gibi ilâhî azametin idraki de kaçınılmaz şekilde heybet duygusu uyandırır.” Ayrıca Allah’ı sevenler arasında özel yeri bulunanların korkularının sevgi makamında korku olduğunu söyleyerek bu anlamdaki korkuyu sevginin delili sayar (İḥyâʾ, IV, 335-336).

Kur’ân-ı Kerîm’de ta‘zîm, ta‘zîr, tevkīr, takvâ, huşû, havf gibi kavramlar geniş anlamda Allah’a saygı için kullanılmaktadır. Feth sûresinde geçen (48/9) ta‘zîr ve tevkīr kavramları tefsirlerde “Allah’a saygı ve O’nu yüceltme” diye açıklanmıştır (meselâ bk. Taberî, XXVI, 74-75; Şevkânî, V, 55). Özellikle takvâ kavramı, geçtiği hemen her âyette “Allah’a saygı ve O’nun koyduğu kuralları ihlâl etmekten sakınma” anlamını içermektedir. Takvânın tâzim ile anlam ilişkisini gösteren en dikkat çekici iki örnek Hac sûresinin 30-33. âyetlerinde yer almaktadır. Bu âyetlerde Allah’ın koyduğu kanunlara, O’nun yüklediği ödevlere tâzim gösterilmesi, putlara tapmaktan kaçınılması, yalancı şahitlikten sakınılması, tevhide bağlı kalınması ve Allah’ın şiârlarına (İslâm’ın özelliği sayılan temel ilke ve kurallar) tâzim gösterilmesi gerektiğine işaret edildikten sonra, “Bunlar kalplerin takvâsındandır” buyurulur. Şevkânî bu ifadeye dayanarak tâzimin takvâdan doğduğunu söylemiştir (Fetḥu’l-ḳadîr, III, 509).

Bu kavramlar hadislerde de saygıyı ifade edecek şekilde geçmekte, Hac sûresinin 30. âyetindeki “Allah’ın koyduğu kanunlara, ödevlere (hurumâtillâh) tâzim gösterme” ifadesi hadislerde de yer almaktadır (meselâ bk. Müsned, IV, 329, 330; Buhârî, “Şürûṭ”, 15; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 158). Âşûrâ günüyle ilgili bir hadiste belirtildiğine göre (Buhârî, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 52; Müslim, “Ṣıyâm”, 127; Ebû Dâvûd, “Ṣavm”, 63, 64), Allah’ın Firavun’a karşı Mûsâ’ya ve İsrâiloğulları’na yardım ettiği gün olması dolayısıyla bu güne saygı için Medine yahudilerinin âşûrâ gününde oruç tuttuğunu öğrenen Hz. Peygamber, “Biz Mûsâ’ya sizden daha yakınız” demiş ve müslümanların da âşûrâ orucu tutmasını öğütlemiştir. Bir sahâbî Hz. Âişe ile bir sohbetten bahsederken, “Namazı devam ettirmek ve ona saygı göstermek üzerine konuştuk” der (Buhârî, “Eẕân”, 39). Resûl-i Ekrem’in, “Küçüklerimize şefkat, büyüklerimize saygı göstermeyenler bizden değildir” meâlindeki sözleri (Müsned, I, 257; II, 207; Tirmizî, “Birr”, 15), İslâm ahlâkının ve toplum terbiyesinin en veciz kurallarından biri olarak bütün ahlâk kaynaklarında yer almıştır. Dârimî’nin es-Sünen’inde mukaddimenin 37. babı “Âlimlere Saygı” başlığını taşımakta, 40. bab başlığında da Hz. Peygamber’in hadislerine gösterilmesi gereken saygı tâzim ve tevkīr kavramlarıyla ifade edilmektedir.

Ahlâk düşüncesinde ahlâk anlayışları gayeci ahlâk ve ödev ahlâkı diye ikiye ayrılır; ödev ahlâkının temelinin ahlâk yasasına veya bu yasanın arkasındaki otoriteye saygı olduğu belirtilir. Buna göre hiçbir ödev isteyerek ve saygıyla yapılmadıkça ahlâkî bakımdan değer taşımaz. Gayeci ahlâk anlayışında ise genellikle ahlâkî fâil için ödev veya ahlâk yasasına saygı yerine güdülen gayenin değer taşıdığı, her türlü gayede bir bencil talep bulunduğu, bunun ise ahlâkî davranışın değerini düşürdüğü belirtilir (Kant, Pratik Aklın Eleştirisi, s. 84-91, 140-143; Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi, s. 5, 12-17). Buna yakın bir yaklaşım özellikle tasavvuf ahlâkında görülmekte, bu bakımdan cennete girme ve cehennemden kurtulma şeklindeki bir amacın bile ibadetlerin ve diğer olumlu davranışların değerini düşüreceği belirtilmektedir. Hücvîrî’ye göre Ebû Bekir eş-Şiblî, “Allahım! Cennet ve cehennemi senin gayb âleminin derinliklerine göm ki sana vasıtasız kulluk edilsin” demiştir (Keşfü’l-maḥcûb, II, 557). Ebû Saîd el-Harrâz’a göre kişi namaza dururken tekbir için ellerini kaldırdığında kalbinde Allah’tan başka hiçbir şey kalmayacak, O’nun ululuğu karşısında duyduğu saygıdan ötürü dünyayı da âhireti de unutacaktır (Serrâc, s. 205). Gazzâlî de cennet için amel eden kişinin midesi ve cinsel arzuları için amel ettiğini söyler. Aslında insanlar kendilerini kuşatan şeylerin kölesi olurlar. Allah’tan başka şeylerin bağından kurtulup kendilerini sadece Allah’a adayanlar ise gerçek hürriyete ulaşırlar (İḥyâʾ, IV, 375, 388-389).

Bazı âlimler, İslâm’daki bütün dinî ve ahlâkî vecîbeleri “Allah’ın emrine saygı” (et-ta‘zîm li-emrillâh) ve “Allah’ın yarattıklarına şefkat” (eş-şefakatü alâ-halkıllâh) şeklinde iki gruba ayırırlar. Meselâ Fahreddin er-Râzî, A‘râf sûresinin 85. âyetini tefsir ederken bu âyetteki yükümlülüklerden tevhid ve nübüvvetin ikrarıyla ilgili olanları Allah’ın emrine saygı, insanların mallarına zarar vermekten ve fesatçılıktan uzak durmakla ilgili olanları Allah’ın yarattıklarına şefkat çerçevesinde (Mefâtîḥu’l-ġayb, XIV, 174), Mü’min sûresinin 7. âyetinde yer alan, meleklerin dualarında rablerini hamd ile tesbih etmelerini yine Allah’ın emrine saygı, müminler için dua etmelerini Allah’ın yarattıklarına şefkat içinde değerlendirmektedir (a.g.e., XXVII, 33).

BİBLİYOGRAFYA
Wensinck, el-Muʿcem, “bcl”, “ḥrm”, “ʿazr”, “ʿaẓm”, “hyb”, “vḳr” md.leri; M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “bcl”, “ḥrm”, “ʿazr”, “ʿaẓm”, “hyb”, “vḳr” md.leri; Müsned, I, 257; II, 207; IV, 329, 330; Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XXVI, 74-75; Serrâc, el-Lümaʿ, s. 205; İbn Hazm, el-Aḫlâḳ ve’s-siyer fî müdâvâti’n-nüfûs, Beyrut 1405/1985, s. 21; Hücvîrî, Keşfü’l-maḥcûb (trc. İs‘âd Abdülhâdî Kındîl), Kahire 1395/1975, II, 557; Gazzâlî, İḥyâʾ, IV, 335-336, 375, 388-389; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XIV, 174; XXVII, 33; I. Kant, Pratik Aklın Eleştirisi (trc. I. Kuçuradi v.dğr.), Ankara 1980, s. 84-91, 140-143; a.mlf., Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi (trc. I. Kuçuradi), Ankara 1982, s. 5, 12-17; Şevkânî, Fetḥu’l-ḳadîr, Beyrut 1412/1992, III, 509; V, 55.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 36. cildinde, 211-212 numaralı sayfalarda yer almıştır.