SEKKÂKÎ, Ebû Ya‘kūb

Ebû Ya‘kūb Sirâcüddîn Yûsuf b. Ebî Bekr (b.) Muhammed b. Alî el-Hârizmî es-Sekkâkî (ö. 626/1229)

Arap belâgatında çığır açmış dil bilimi âlimi.

Müellif:

554 veya 555 (1159 veya 1160) yılında Hârizm’de doğdu. Hayatının ilk döneminde metal oyma ve işleme sanatıyla meşgul olduğundan “Sekkâkî” nisbesiyle anılmıştır. Ayrıca kendisinin veya atalarından birinin saban demiri imali, demirden para kalıpları ve kilit yapımı gibi zanaatları icra etmesi sebebiyle bu nisbeyi aldığı ileri sürülmüştür (Hânsârî, VIII, 220). Sekkâkî’nin bir Türk ailesine mensup olarak Hârizm’de doğması ve Hârizm halkından olması dolayısıyla Nîşâbur, Irak yahut Yemen’de bir yer olan Sekkâke’ye nisbeti uzak bir ihtimal kabul edilmiştir.

Çağdaşı Yâkūt el-Hamevî’nin, Sekkâkî’nin başta kelâm ile fıkıh olmak üzere Arap dili ve edebiyatı, meânî, beyan, aruz ve şiir gibi çeşitli ilimlerde uzman, kervanların namını yaydığı asrın üstünlerinden biri olduğunu söylemesi (Muʿcemü’l-üdebâʾ, XX, 59) onun çağında şöhreti her tarafa yayılmış bir âlim kabul edildiğini gösterse de Moğol istilâsının karışık dönemlerinde yaşamış olması hayatının karanlıkta kalması, hikâye ve efsane kabilinden bazı anekdotların biyografisinde yer alması neticesini doğurmuş olmalıdır. Otuz yaşlarında iken ağırlığı çok az olan (1 kırat) kilitli bir hokka yaparak hediye etmek üzere zamanın hükümdarının (muhtemelen Hârizmşah Sultanı Alâeddin Tekiş) huzuruna çıktığı sırada âlimlere daha fazla itibar edildiğini görerek âlim olmaya karar verdi. Bu anekdot, Sekkâkî’den iki asır önce yaşamış olan Şâfiî fakihi Abdullah b. Ahmed el-Kaffâl (kilitçi) el-Mervezî’nin biyografisinde de yer almaktadır. Hocaları arasında hepsi de Hanefî mezhebine mensup Sedîdüddin el-Hayyâtî, Mahmûd b. Ubeydullah el-Hârisî ve Muhammed b. Abdülkerîm et-Türkistânî’nin adları geçmektedir. Dil ilimlerinde kendisinden faydalandığı ve saygıyla söz ettiği Hâtimî’nin nisbesi dışında kimliğine dair bilgi yoktur.

Kelâm ve özellikle Mu‘tezile kelâmı, felsefe, dil felsefesi, mantık, fıkıh ve usulü, Arap dili, belâgat, edebiyat ve şiir alanlarında uzman olan Sekkâkî’den Ḳunyetü’l-münye adlı Hanefî fıkıh kitabının yazarı Muhtâr b. Mahmûd ez-Zâhidî kelâm öğrendi. Usulde Mu‘tezilî, fürû‘da Hanefî olan Sekkâkî’nin kendisi gibi Türk, Hanefî ve Mu‘tezilî olan Zemahşerî ile irtibatında Sedîdüddin el-Hayyâtî aracılık yaptı. Sekkâkî’nin sihir, tılsım, astroloji, yıldıznâme, cin teshiri ilmi, gezegenleri çağırma, simya, gök cisimleriyle arzın hassaları ilmi gibi esrarlı ilimlerde (ilm-i ledün) şöhret sahibi olduğu kaydedilir. Hârizm, Mâverâünnehir, Belh, Bedahşan, Kâşgar ve civarına hâkim olan Cengiz Han’ın oğlu Çağatay Han, Sekkâkî’yi özellikle bu alandaki şöhretini duyarak sarayına nedim ve danışman olarak aldı. Onun Çağatay Han ile olan münasebetleri bazı kaynaklarda anekdot niteliğinde anlatılır. Başta Vezir Kutbüddin Habeş Amîd olmak üzere saray ve devlet erkânının Sekkâkî’nin Çağatay Han katındaki itibarını kıskanmaları yüzünden ortaya çıkan mücadeleler neticesinde hapse atıldı; burada üç yıl kaldıktan sonra Receb 626’da (Haziran 1229) vefat etti (Handmîr, III, 80-81; Leknevî, s. 231-232; Hânsârî, VIII, 220-222; Tebrîzî, III, 42).

Sekkâkî, Miftâḥu’l-ʿulûm adlı eseriyle Arap belâgatında yeni bir çığır açmış ve dönüm noktasını belirlemiştir. Aslında sarf, nahiv ve belâgat (meânî, beyan) olmak üzere üç bölümden meydana gelen eserde “edep ilimleri” adını verdiği ve birbiriyle bağlantılı gördüğü on iki ilimden söz etmiştir. Yâkūt el-Hamevî’nin de Miftâḥu’l-ʿulûm’da tesbit ettiği bu ilimler sonraki âlimler ve edipler arasında alet ilimleri diye tanınmıştır. Bunlar sarf, iştikak, nahiv, istidlâl (mantık), had (mantık), meânî, beyan, bedî‘, aruz, kafiye, nazım ve nesir olup Kur’an’ın anlaşılmasında ve diğer ilimlere ait meselelerin çözümünde anahtar vazifesi gördüğü için Sekkâkî eserine bu adı vermiştir. Onun asıl şöhreti Miftâḥu’l-ʿulûm’un belâgata dair üçüncü bölümünden kaynaklanmaktadır. Daha önce edebî zevke ve duyguya dayalı bir sanat olarak kabul edilen belâgata ilk defa Sekkâkî kelâm, felsefe ve mantığın akılcı yöntemini ve bilimsel üslûbu uygulayarak onu ilmî bir disiplin haline getirmiştir. Artık belâgat zevkten çok mantıkî tanım ve taksimlerin egemen olduğu bir ilim özelliği kazanmıştır. Aynı zamanda bu, belâgatı edebî tenkide dönüştürme eylemi olarak da algılanmıştır. Sekkâkî’yi buna sevkeden âmil, belâgatı sırf tadılan ancak anlatılamayan bir şey olmaktan çıkarıp başkalarına da anlatılabilir bir ilim olarak görmesidir. Bunun da yolu belâgat konularının mantıkî tanım ve taksimlerle belirli kurallara dayandırılmasıdır. Uzakdoğu’da, Fars ve Turan toprakları kültür mirasında felsefe ve akılcı yöntemin (rasyonalizm) hâkimiyeti kadimdir. Özellikle bunun VI ve VII. (XII ve XIII.) yüzyıllarda revaçta olması sonucunda Sekkâkî’nin bundan etkilenerek eserini telif etmesi ve bu suretle çağının ihtiyacına cevap vermesi tabii görülmelidir. Sekkâkî belâgatı ilmîleştirirken onda zevk ve hissin otoritesini inkâr etmemiş, yer yer zevk melekesi kazanılmadan ortaya konan tanım, taksim ve kuralların beklenen faydayı sağlamayacağını ifade etmiştir. Olaya bu açıdan bakıldığında bazı çağdaş Arap yazarların, “Sekkâkî Arap belâgatını mantıkî tanım ve taksimlerle kuru ve cansız kaideler yığını halinde dondurmuştur” şeklindeki eleştirilerinin bir iddiadan ibaret olduğu ortaya çıkar. Nitekim İbn Haldûn, tedrîcî şekilde tekâmül eden belâgat konu ve meselelerini Sekkâkî’nin ayıklamalar yapmak, bölümlerini belirleyip sıraya koymak suretiyle ince ve kapsamlı bir özet ortaya koymasını Arap belâgatının tarihinde tekâmülün bir sonucu ve gereği olarak görmektedir (Muḳaddime, s. 552).

Belâgatta Sekkâkî’nin temel kaynakları Abdülkāhir el-Cürcânî’nin Delâʾilü’l-iʿcâz’ı ile Esrârü’l-belâġa’sıdır. Delâʾilü’l-iʿcâz’daki konu ve meseleleri zevke dayalı edebî yorum ve analizleri atarak özetlemek, başkalarına ve kendine ait bazı görüşler eklemek, bunları uygun bölümlere ve dizime tâbi tutmak suretiyle meânî ilmini telif etmiştir. Abdülkāhir’in söz dizimindeki (nahiv) bağlama göre yapılan değişikliklerin anlam nüanslarını (semantik) ele aldığı ve buna “nazım nazariyesi” (meâni’n-nahv) adını verdiği tabirden esinlenerek meânî ilmi adını icat etmiştir. Esrârü’l-belâġa’da yer alan mesele ve konuları da aynı yöntemle özetleyip beyan ilmini telif etmiştir. Sekkâkî asıl belâgat ilimlerini meânî, beyan ve muhassinât olarak kabul etmekte Abdülkāhir ve Zemahşerî’ye uymuştur. Muhassinât adını verdiği bedî‘ ilmini aslî değil ârızî bir güzellik unsuru şeklinde belâgatın tamamlayıcısı diye görmesi eleştirilmiştir. Üç belâgat disiplini Sekkâkî ile nihaî şeklini almış, bedî‘ ilmi İbnü’n-Nâzım’ın el-Miṣbâḥ fi’ḫtiṣâri’l-Miftâḥ’ı ve Hatîb el-Kazvînî’nin Telḫîṣü’l-Miftâḥ’ı ile ilmü’l-bedî‘ adını almış ve bağımsız aslî bir belâgat disiplini olarak belâgattaki değişmez yerine oturmuştur. Aslında bu üç disiplinin hepsi de söz sanatı ve güzelliği olduğu için bağımsız ve kesin hatlarla birbirinden ayrılması eleştirilerden uzak kalmamıştır.

Sekkâkî’nin ikinci derecede kaynağı, Abdülkāhir’in söz konusu iki eserinin muhtevasını tefsirinde baştan sona uygulayan Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ıdır. Bunun yanında Fahreddin er-Râzî’nin, yine Abdülkāhir’in iki kitabının ihtisarı ile Reşîdüddin el-Vatvât’ın Ḥadâʾiḳu’s-siḥr fî deḳāʾiḳi’ş-şiʿr adlı eserinden bedî‘ ilmi türlerinin aktarılmasıyla meydana gelen Nihâyetü’l-îcâz fî dirâyeti’l-iʿcâz’ını da zikretmek gerekir. Sekkâkî, eserinde yer verdiği yirmi yedi bedîî türde Râzî’nin ve dolaylı olarak Vatvât’ın eserinden yararlanmıştır. Aslında Abdülkāhir’in anılan eserlerini kelâmî ve felsefî yöntemle ihtisar etmede Râzî’nin başlattığı eylemi Sekkâkî mantıkî tanım, taksim ve tertiplerle tamamlamış olmaktadır. Râzî’nin ihtisarı daha dağınık, uzun ve karışık iken Sekkâkî’nin telhisi daha dakik, daha öz ve kapsamlıdır. Sekkâkî ayrıca İbn Kuteybe, İbn Vehb el-Kâtib, Rummânî, İbn Fâris ve Mutarrizî’nin eserlerinden istifade etmiştir.

Yakın zamanlara kadar bilgi sosyolojisinin öncüsü olarak İbn Haldûn bilinirken ilk defa 1945 yılında yayımladığı bir makale ile (“As-Sakkâkî on Milieu and Thought”, Journal of the American Oriental Society, LXV) Avusturyalı şarkiyatçı Gustav Edmund von Grunebaum, bu öncülüğün İbn Haldûn’dan yaklaşık iki asır önce yaşamış bulunan Sekkâkî’ye ait olduğunu söylemiştir. Sekkâkî bu konudaki özgün düşüncelerini kitabının meânî ilmi bölümünde, “Onlar bakmazlar mı deveye nasıl yaratılmış, bakmazlar mı göğe nasıl yükseltilmiş, bakmazlar mı dağlara nasıl dikilmiş, bakmazlar mı yere nasıl yayılmış?” meâlindeki âyeti (el-Gāşiye 88/17-20) oluşturan unsurlar arasındaki ilişkinin semantik analizini yaparken ortaya koymuştur. Kur’an’ın ilk muhatapları olan bedevîlerin her türlü ihtiyaçlarını karşılayan deve, develeri, davarları ve kendileri için daima yağmur bekledikleri gök, yeşil ve otlak yerlerini daima aradıkları yer, baskın ve yağmalara karşı sığındıkları dağlar, bedevînin hayal hazinesindeki imgeler yığını içinde en çok ilgili bulunduğu öğeler olduğu için bunlar hakkındaki sözü daha iyi anlayıp bilgilenecek ve bundan daha çok etkilenecektir. Şehirde yaşayan insanın hayalinde anılan unsurların imgeleri ve onlar arasında bu tür bir alâka bulunmadığından Allah’ın yaratıcı kudretini kanıtlama sadedinde bu ilâhî kelâmda sıralanan unsurların dizim ve uyumu böylesi için kusurlu ve anlamsız görünebilir (Miftâḥu’l-ʿulûm, s. 257-258). Sekkâkî, bu fikirleriyle bilgi sosyolojisinin temelini teşkil eden toplum bireylerinde ilgi ve bilginin oluşmasında çevre faktörünün tesirine dikkat çekmiştir.

Eserleri. 1. Miftâḥu’l-ʿulûm*. Sarf, nahiv ve belâgat olmak üzere üç temel bölümden oluşur. Kur’an’da ilâhî muradın anlaşılmasında ve diğer ilimlerin sorunlarının çözülmesinde anahtar vazifesi gördüğü için eserine bu adı verdiğini belirten Sekkâkî kitabında bu ilimleri incelemiştir. Eserin özellikle belâgatla ilgili üçüncü bölümü üzerinde çok sayıda şerh, ihtisar, hâşiye ve ta‘lik çalışması ortaya konmuştur (Kahire 1317, 1318, 1348, 1356; nşr. Ekrem Osman Yûsuf, Bağdat 1402/1982; nşr. Naîm Zerzûr, Beyrut 1403/1983; nşr. Abdülhamîd Hindâvî, Beyrut 1420/2000). 2. Muṣḥafü’z-zühre. Sihir, astroloji, tılsım, kehanet gibi ilimlere dairdir (Brockelmann, GAL Suppl., I, 519). Hânsârî’nin ilmü’t-tılsımâtla ilgili çok büyük ve değerli eser olarak söz ettiği kitap (Ravżâtü’l-cennât, VIII, 222) bu olmalıdır. 3. er-Risâletü’l-Velediyye (Brockelmann, GAL Suppl., I, 519). 4. Risâle ilâ tilmîẕihî Muḥammed Saçaklızâde fî ʿilmi’l-münâẓara ve ḳānûnihâ (Brockelmann, GAL, I, 356). Burada kastedilen Saçaklızâde Muhammed b. Ebû Bekir el-Mar‘aşî ise (ö. 1145/1732) tarih bakımından Sekkâkî’nin öğrencisi olması mümkün değildir. Ayrıca Mar‘aşî’nin er-Risâletü’l-Velediyye (Risâle fî âdâbi’l-baḥs̱ ve’l-münâẓara) adlı bir eseri bulunduğundan söz konusu eserin Sekkâkî’ye nisbet edilmesinde bir yanlışlığın olması kuvvetle muhtemeldir.

BİBLİYOGRAFYA
Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî, Miftâḥu’l-ʿulûm (nşr. Naîm Zerzûr), Beyrut 1403/1983, s. 5-9, 257-258; Yâkūt, Muʿcemü’l-üdebâʾ, XX, 59; Kureşî, el-Cevâhirü’l-muḍıyye, Haydarâbâd 1332, II, 225-226; İbn Haldûn, Muḳaddime (nşr. Dervîş el-Cüveydî), Beyrut 1416/1996, s. 552; , s. 81-82; Süyûtî, Buġyetü’l-vuʿât, II, 364; Hândmîr, Ḥabîbü’s-siyer (nşr. M. Debîrsiyâkī), Tahran 1362 hş., III, 80-81; Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1762-1768; Leknevî, el-Fevâʾidü’l-behiyye, s. 231-232; Hânsârî, Ravżâtü’l-cennât (nşr. Esedullah İsmâiliyyân), Kum 1392/1972, VIII, 220-222; Brockelmann, GAL, I, 352-356; Suppl., I, 515-519; Tebrîzî, Reyḥânetü’l-edeb, III, 42-44; Ahmed Matlûb, el-Belâġa ʿinde’s-Sekkâkî, Bağdad 1384/1964; a.mlf., ʿAbdülḳāhir el-Cürcânî, Küveyt 1393/1973, s. 310-317; Abdülazîz Atîk, Fî Târîḫi’l-belâġati’l-ʿArabiyye, Beyrut, ts. (Dârü’n-nehdati’l-Arabiyye), s. 271-272; R. Sellheim, Materialien zur arabischen Literaturgeschichte, Wiesbaden 1976, I, 299-334; Şevkī Dayf, el-Belâġa teṭavvür ve târîḫ, Kahire 1983, s. 286-313; M. Berekât Hamdî Ebû Ali, eṣ-Ṣûretü’l-belâġıyye ʿinde Bahâʾiddîn es-Sübkî, Amman 1403/1983, s. 157-193; Abbas el-Kummî, el-Künâ ve’l-elḳāb, Beyrut 1403/1483, II, 316; III, 78-79; Bekrî Şeyh Emîn, el-Belâġatü’l-ʿArabiyye fî s̱evbihe’l-cedîd, Beyrut 1990, I, 47-48; Abbas Erhîle, el-Es̱erü’l-Arisṭiyyü fi’n-naḳd ve’l-belâġati’l-ʿArabiyye ilâ ḥudûdi’l-karni’s̱-s̱âmin el-hicrî, Dârülbeyzâ 1419/1999, s. 590-604; W. Smyth, “Some Quick Rules ut Pictura Poesis: The Rules for Simile in Miftāḥ al-ʿulūm”, Oriens, XXXIII (1992), s. 215-229; a.mlf., “The Making of a Textbook”, St.I, LXXVIII (1993), s. 99-115; a.mlf., “The Canonical Formulation of ʿIlm al-Balāghah and al-Sakkāki’s Miftāh al-ʿUlūm”, Isl., LXXII/1 (1995), s. 7-24; Mehmet Bayraktar, “İlk Bilgi Sosyoloğu Bir Türk: es-Sekkâkî”, TK, XXIV/268 (1985), s. 523-526; Ali Durusoy, “Nahiv-Mantık Tartışmaları Bağlamında Sekkâkî’nin Yeri ve Önemi”, MÜİFD, XXVII/2 (2004), s. 34-39; F. Krenkow, “Sekkâkî”, İA, X, 328-329; S. A. Bonebakker, “el-Maʿānī wa’l-bayān”, EI2 (İng.), V, 898-902; W. P. Heinrichs, “al-Sakkākī”, a.e., VIII, 893-894.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 36. cildinde, 332-334 numaralı sayfalarda yer almıştır.