ŞEMSEDDİN ZİYÂ BEY

(1882-1925)

Türk mûsikisi bestekârı.

Müellif:

12 Ekim 1882 tarihinde İstanbul Vefa’da doğdu. Babası devlet adamı, bestekâr ve tarihçi Çorluluzâde Mahmud Celâleddin Paşa, annesi Leylâ Hanım’dır. İlk ve orta öğreniminin ardından girdiği Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’nden mezun oldu; ayrıca aldığı özel derslerle kendini yetiştirdi. 1898’de Ertuğrul Süvari Hassa Alayı kadrosundan II. Abdülhamid’in oğlu Abdülkadir Efendi’nin maiyetine verildi. Bir yıl sonra babasının ölümü üzerine ağabeyi Sâlih Münir Paşa’nın yanında kaldı. Beş yıl Abdülkadir Efendi’nin emir subaylığını yaptıktan sonra mülâzım-ı evvel rütbesiyle hünkâr emir subaylığına getirildi. Bir süre sonra saraydan ve askerlik mesleğinden ayrılarak Ticaret ve Nâfia Nezâreti’nde çalıştı. Meşrutiyet öncesinde bu kurumdaki görevi mektupçu ikinci muavinliğiydi. Meşrutiyet’in ardından aynı nezârette Ticaret Müdüriyeti ikinci mümeyyizi oldu. 2 Ekim 1896’da beşinci rütbe, 2 Ekim 1903’te ikinci rütbe Mecîdî, 15 Aralık 1901’de ûlâ sânîsi ve 31 Aralık 1905’te ûlâ, 26 Mart 1898’de dördüncü rütbe, 7 Ocak 1903’te üçüncü rütbe, 14 Ekim 1907’de ikinci rütbe Osmânî nişanlarıyla taltif edildi. Devlet kademesindeki son görevi İstanbul vilâyeti mektupçuluğudur. Şemseddin Ziyâ Bey vefatında Beşiktaş’ta Yahyâ Efendi Dergâhı hazîresindeki aile mezarlığına defnedildi. Eski Dışişleri bakanı ve Washington büyükelçilerinden Melih Esenbel onun üç oğlundan biridir.

Dönemin önde gelen mûsikişinaslarından olan Şemseddin Ziyâ Bey özellikle bestekârlığıyla şöhret bulmuştur. Babasının konağındaki mûsiki toplantılarıyla büyümüş ve ilk mûsiki bilgilerini babasından almıştır. Onun ölümünden sonra Tanbûrî Cemil Bey’den tambur ve kemençe öğrenmiştir. Babası gibi ünlü bir sâzende olmamasına rağmen bestelediği şarkılarla Türk mûsikisinin büyük şarkı bestekârları arasında anılmıştır. İlk eserlerinde babasının üslûbu sezilmekle birlikte zamanla kendi şarkı üslûbunu geliştirmiştir. Fransızca, Arapça ve Farsça bilen, nazik ve romantik bir kişiliğe sahip olan Şemseddin Ziyâ Bey mûsiki çalışmalarında iyi bir lavta icrâcısı olan eşi Fatma İsmet Hanım’ın yardımlarını görmüştür. Onun pek çok eserini Fatma İsmet Hanım’ın notaya aldığı söylenir. Şemseddin Ziyâ Bey felsefe ve tarihle de ilgilenmiş, zengin bir edebiyat ve şiir birikimine sahip olmuş, şarkılarından çoğunun güftesini kendisi yazmıştır. Gerek teknik gerekse melodik yapı bakımından başarılı sayılan eserlerinde içli bir lirizm, mizacındaki karamsarlığın etkisiyle de hafif bir hüzün dikkati çeker. Şemseddin Ziyâ Bey, aşırı hassas kişiliği ve bu sahadaki titizliği sebebiyle başarılı kompozisyonlarına rağmen velûd bir bestekâr olamamıştır.

Şemseddin Ziyâ Bey’in günümüze ulaşan bir Anadolu Türk Marşı ve elli iki şarkıdan ibaret eserlerinin listesini Yılmaz Öztuna yayımlamıştır (BTMA, II, 343-344). Besteleri arasında sengin semâi usulünde, “Ey gonca açıl, zevkini sür fasl-ı bahârın” mısraıyla başlayan sûzidil şarkısı (bazı repertuvarlarda şedaraban olarak kayıtlıdır), bu formun en başarılı eserleri arasında sayılır. Ayrıca, “Kim görse seni aşkına hasr-ı emel eyler” ve, “Ne bahtımdır ne yâr-i bî-amandır” mısralarıyla başlayan hicaz, “Güvenme hüsnüne bu çağın geçer” mısraıyla başlayan kürdîli-hicazkâr; “Şu güzele bir bakın, bakışı nur saçıyor” mısraıyla başlayan mâhur; “Ey hâb-ı nâza kanmayan nergis, uyan kat câna can” mısraıyla başlayan şehnaz ve, “Şu salkım söğüdün altı dâimâ” mısraıyla başlayan uşşak şarkıları onun çok sevilen eserlerindendir.

BİBLİYOGRAFYA
Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye Salnâmesi (1320), s. 324-325; (1323), s. 418-419; (1324), s. 462-463; (1325), s. 462-463; (1326), s. 468-469; (1329), s. 381; İbnülemin, Hoş Sadâ, s. 271; Baki Süha Ediboğlu, Ünlü Türk Bestekârları, İstanbul 1962, s. 157-165; Vural Sözer, Müzik ve Müzisyenler Ansiklopedisi, İstanbul 1964, s. 405-406; Mustafa Rona, 20. Yüzyıl Türk Musikisi, İstanbul 1970, s. 244-246; Sadun Aksüt, Türk Musikîsinin 100 Bestekârı, İstanbul 1993, s. 275-276; Özalp, Türk Mûsikîsi Tarihi, II, 194-196; Öztuna, BTMA, II, 342-344.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 38. cildinde, 527 numaralı sayfada yer almıştır.