SEMÛD

Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen ve Hz. Sâlih’in tebliğ faaliyetinde bulunduğu bir Arap kavmi.

Müellif:

Semûd kavmi, kökenleri Hz. İsmâil’den önceki döneme dayanan ve Arabü’l-âribe (saf Arap) diye isimlendirilen nesli kesilmiş eski Arap kabilelerinden biridir (İbn Sa‘d, I, 43). Semûd’un Arap değil bir yahudi kabilesi olduğunu ileri sürenler varsa da İslâm kaynaklarındaki yaygın görüş bunun bir Arap kavmi sayıldığı yönündedir. Kavmin menşei hakkında ise Âd kavminin devamı kabul edildiği, bu sebeple “ikinci Âd” diye bilindiği, aslen Yemenli olduğu, Himyerliler tarafından sürüldükten sonra Hicr denen bölgeye yerleştiği, Amâlika’nın devamı olduğu ya da güneyden gelip kuzeye yerleşen bir Arap topluluğu sayıldığı şeklinde farklı görüşler ileri sürülmüştür (M. Beyyûmî Mehrân, s. 265-267; Hâlid Tâhâ ed-Desûkī, VI [1976], s. 253-254). Semûd isminin kökenini kavmin atalarından Semûd b. Câsir (Âsir/Âbir/Âmir) b. İrem b. Sâm b. Nûh’a dayandıranlar olduğu gibi kavmin yaşadığı bölgede yazları suyun azaldığı, bu sebeple burada yaşayanlara “semed” (suyu az olmak) kökünden gelen Semûd isminin verildiğini söyleyenler de vardır (, “s̱md” md.; Zemahşerî, II, 116). Yaşadığı bölge konusunda da farklı görüşler ortaya konmakla birlikte genel kanaat Semûd’un Arap yarımadasının kuzeybatısında bugünkü Medine ile Şam arasındaki Vâdilkurâ denilen, sarp kayalıklarla çevrili bölgede yaşadığı ve en önemli merkezinin Hicr olduğu yönündedir. Hicaz’ın kuzeyindeki Hicr bölgesi günümüzde Medâinüsâlih olarak da isimlendirilir (bk. HİCR).

İrem ve Âd ile birlikte Semûd’a İslâm öncesi Arap şiirinde atıf yapıldığı gibi Arapça olmayan eski kaynaklarda da bu kavimden bahsedilmiştir. Milâttan önce 715 tarihli Sargon kitâbesinde Asurlular’ın hâkimiyet altına aldıkları belirtilen kavimler arasında Semûd isminin de geçtiği, Aristo (m.ö. IV. yüzyıl), Gaius Pilinius (Büyük Pliny, m.s. I. yüzyıl) ve Batlamyus (Ptolemy, m.s. II. yüzyıl) gibi Grek yazarların eserlerinde de Semûd’la ilgili bilgilerin yer aldığı nakledilmektedir. Özellikle Pilinius’un tarihinde Semûd kavminin yaşadığı belirtilen Domata ve Hegra’nın Hicr ile aynı yer olduğu görüşü bu konuda İslâm kaynaklarında yer alan bilgileri desteklemektedir (M. Beyyûmî Mehrân, s. 269-276). Ayrıca Semûd’a atfedilen kaya yazıtlarına bu bölgede dağınık biçimde günümüzde de rastlanması Hicr’in Semûd kavminin yaşadığı bölgenin adı olduğu görüşünü kuvvetlendirmektedir.

Kur’an’da yirmi bir sûrede Semûd kavminden ve kendilerine gönderilen Sâlih peygamberin tevhid mücadelesinden bahsedilmekte, ayrıca açık bir münasebet kurulmamakla birlikte benzer özellikler taşıyan ashâbü’l-Hicr’e atıf yapılmaktadır (el-Hicr 15/80). Bu konudaki kanaat âyette sözü edilen ashâbü’l-Hicr ile Semûd kavminin kastedildiği yönündedir (Zemahşerî, II, 563; Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, V, 45-46; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, V, 576). Hz. Peygamber’in Tebük Seferi’ni anlatan hadislerinde de Hicr bölgesinin Semûd toprakları diye tanımlanması (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 17; Müslim, “Zühd”, 40), o dönemde bu bölgenin Semûd kavminin yaşadığı yer olarak bilindiğini göstermektedir. Kur’an’da yer alan açıklamalardan bu kavmin Âd kavminden sonra ve Mûsâ peygamberden önceki bir dönemde yaşadığı (el-A‘râf 7/74; el-Mü’min 40/30-31), bağ ve bahçelerin, pınarların, ekinlik ve hurmalıkların bulunduğu bir yerleşime sahip olduğu (eş-Şuarâ 26/147-148), Semûdlular’ın dağlarda kayaları yontarak yaptıkları evler ve düzlüklere kurdukları saraylarla öne çıktıkları anlaşılmaktadır (el-A‘râf 7/74; el-Hicr 15/82; eş-Şuarâ 26/149; el-Fecr 89/9). Semûd kavmi mensupları, taş oymacılığı ve nakkaşlık sanatındaki maharetlerini aynı zamanda meskenlerinin dış cephelerinin nakış ve tasvirlerle süslenmesinde göstermişlerdir. Semûd kavmine ait olduğu sanılan, Hicr bölgesindeki kalıntılarda görülen nakış ve tasvirlerden bahseden yazılarda kavmin bu yönüne dikkat çekilmiştir (İbn Battûta, I, 130). Bu nakış ve tasvirlerin benzerlerinin Arap yarımadasının çeşitli yerlerinde görülmesi Semûd kavminin yaşadığı bölge konusunda farklı görüşlerin ortaya atılmasına yol açmış, Semûd’un sadece Hicr’de yaşamadığı, zamanla Arap yarımadasının diğer bölgelerine de yayılmış olabileceği görüşü ileri sürülmüştür. Kur’an’da bildirildiğine göre bu kavim, başlangıçta tevhid inancına bağlı iken daha sonra kendilerine verilen nimetlere karşı nankörlük ederek Allah’tan başka ilâhlara tapmaya ve yaşadıkları yerde bozgunculuk çıkarmaya başlamış, bunun üzerine içlerinden Sâlih onlara peygamber olarak gönderilmiştir (Hûd 11/61-62). Semûd kavmi mensupları, tek bir Allah’a kulluk etmelerini ve aşırılıkta bulunmamalarını isteyen peygamberlerini yalanlamaları, büyüklük taslamaları (el-A‘râf 7/75-76; eş-Şuarâ 26/150-152; el-Kamer 54/24), bir mûcize ve imtihan olmak üzere kayadan çıkarılan ve kendilerinin sorumluluğuna verilen dişi deveyi bütün uyarılara rağmen öldürmeleri (el-A‘râf 7/73, 77; Hûd 11/64; eş-Şuarâ 26/155-157), peygamberlerini de öldürmeye kastetmeleri yüzünden helâk edilmiştir (Hûd 11/66; en-Neml 27/49-53; eş-Şems 91/11-14; ayrıca bk. SÂLİH).

Semûd kavminin helâk ediliş biçimiyle ilgili olarak Kur’an’da, Sâlih peygamber ve ona tâbi olan küçük bir grup hariç onların şiddetli sarsıntı (recfe) (el-A‘râf 7/78), korkunç bir ses, gök gürlemesi (sayha) (Hûd 11/67; el-Hicr 15/83; el-Kamer 54/31) ve yıldırımla (sâika) (Fussılet 41/17; ez-Zâriyât 51/44) cezalandırıldıkları ve üç günün sonunda helâk oldukları belirtilmektedir. Cezalandırmayla ilgili bu açıklamaların, Semûd’un üç farklı ceza türüne değil yer sarsıntısından önce veya onunla birlikte meydana gelen ses ve ışık olgusuna işaret ettiği düşünülebilir. Recfenin çok gürültülü ve dehşet verici bir sarsıntıyı ifade etmesinden ve Hicaz’da özellikle Medâinüsâlih denilen bölgedeki volkanik arazi yapısının varlığından hareketle Semûd kavminin volkanik bir patlama sonucunda helâk olduğunu söyleyenler de vardır (Muhammed Esed, I, 288). Semûd’un cezalandırılma biçimini Sodom ve Gomore’ye benzetenler bu bakış açısını dikkate almış olmalıdır. Hz. Peygamber’in Tebük Seferi sırasında Hicr’den geçerken eskiden burada yaşayan insanların cezalandırılmış olmaları sebebiyle burada bulunan harabelere girilmemesini ve kuyularından su alınmamasını istediği rivayet edilmektedir (Buhârî, “Meġāzî”, 81; Müslim, “Zühd”, 39, 40). Başka bir rivayette ise Resûl-i Ekrem’in, yanında bulunanların bu olaydan ibret alması gerektiğini söylediği belirtilmektedir (, II, 58, 72; Müslim, “Zühd”, 38). Sâlih peygambere tâbi oldukları için helâk olmaktan kurtulan grubun Mekke’ye göç ettiği nakledilmiş, ayrıca Tâif’te ikamet eden Sakīf kabilesinin Semûd soyundan geldiği rivayet edilmiştir.


BİBLİYOGRAFYA

, II, 58, 72.

, I, 43, 54-55.

, I, 226-232.

Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. M. Abdüsselâm Şâhin), Beyrut 1423/2003, II, 115-116, 563.

Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, Kahire 1308, V, 288.

Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiʿ, Riyad, ts., IV, 238; V, 45-46.

Ebü’l-Berekât en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl (nşr. İbrâhim M. Ramazan), Beyrut 1408/1989, I, 526; II, 851.

, I, 130.

Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân (nşr. Abdurrahman el-Mar‘aşlî), Beyrut 1408/1988, V, 237, 576.

M. Beyyûmî Mehrân, Dirâsât târîḫiyye mine’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm fî bilâdi’l-ʿArab, Riyad 1400/1980, s. 265-288.

Mustafa Murâd ed-Debbâğ, el-Ḳabâʾilü’l-ʿArabiyye ve selâʾilühâ fî bilâdinâ Filisṭîn, Beyrut 1986, s. 20-24.

Muhammed Esed, Kur’an Mesajı: Meal-Tefsir (trc. Ahmet Ertürk – Cahit Koytak), İstanbul 1420/1999, I, 287-288.

Hâlid Tâhâ ed-Desûkī, “Ḳavmü Şemûd beyne rivâyâti’l-müʾerriḫîn ve muḥteviyâti’n-nuḳūş”, Mecelletü Külliyyeti’l-luġati’l-ʿArabiyye ve’l-ʿulûmi’l-ictimâʿiyye, VI, Riyad 1976, s. 251-296.

İbrâhim Yûsuf eş-Şetle, “eş-Şemûdiyyûn”, ed-Dâre, V/4, Riyad 1980, s. 184-199.

Irfan Shahîd, “T̲h̲amūd”, , X, 436.

İhsan en-Nas, “S̱emûd”, el-Mevsûʿatü’l-ʿArabiyye, Dımaşk 2003, VII, 321-322.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 36. cildinde, 500-501 numaralı sayfalarda yer almıştır.