ŞERH

İslâm dünyasında bir eserin daha geniş biçimde açıklanması amacıyla yazılmış kitapları ifade eden bir telif türü.

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/6Müellif: SEDAT ŞENSOYBölüme Git
    Sözlükte şerh “eti kesmek; bir şeyi genişletip yaymak; sözün kapalı kısımlarını açıklayıp anlaşılır hale getirmek” demektir (Lisânü’l-ʿArab, “şrḥ” md….
  • 2/6Müellif: ABDULHAMİT BİRIŞIKBölüme Git
    TEFSİR. Tefsir ilminin telif türleri içerisinde Kur’ân-ı Kerîm tefsirleri, Kur’an tarihleri, Kur’an ilimlerini ele alan çalışmalar ve kıraat tarihine …
  • 3/6Müellif: MEHMET EFENDİOĞLUBölüme Git
    HADİS. Hadis terimi olarak şerh, “bir hadisin veya bir hadis kitabında yer alan rivayetlerin kelime ve kavramlarını açıklamak, anlaşılması zor yerleri…
  • 4/6Müellif: EYYÜP SAİD KAYABölüme Git
    FIKIH. Bir fıkıh eserini başka bir fıkıh eserinin teşkil ettiği zeminde yazma faaliyetine ve bu faaliyet sonucunda ortaya çıkan ürüne şerh adı verilmi…
  • 5/6Müellif: MUSTAFA SİNANOĞLUBölüme Git
    KELÂM. II-III. (VIII-IX.) yüzyıllarda yaşayan Mu‘tezile, Havâric ve Şîa’ya mensup âlimlere bazı akaid risâleleri nisbet edilmekte, Sünnî akaide zemin …
  • 6/6Müellif: ÖMÜR CEYLANBölüme Git
    TÜRK EDEBİYATI. Osmanlı coğrafyasında Türkçe ile birlikte Arapça ve Farsça da kullanıldığından bu alanda kaleme alınmış şerhler çok dillidir. Arapça’d…

Müellif:

Sözlükte şerh “eti kesmek; bir şeyi genişletip yaymak; sözün kapalı kısımlarını açıklayıp anlaşılır hale getirmek” demektir (Lisânü’l-ʿArab, “şrḥ” md.; el-Muʿcemü’l-vasîṭ, s. 477). Literatürde sonuncu mânadan hareketle sözlü veya yazılı olarak bir konuda yapılan açıklamalara şerh denmiş, böylece ilimler tarihinde şerh bir telif türü şeklinde ortaya çıkmıştır. Şerhler bir ilim dalında meşhur olmuş genellikle muhtasar metinler üzerine kaleme alınan, bunlardaki kapalı ifadelerin açıklandığı, eksik bırakılan hususların tamamlandığı, hatalara işaret edildiği ve örneklerin çoğaltıldığı eserlerdir. Ancak Sîbeveyhi’nin el-Kitâb’ı, Müberred’in el-Muḳteḍab’ı ve İbnü’s-Serrâc’ın el-Uṣûl’ü gibi geniş hacimli eserler hakkında da önemleri, kapalı veya anlaşılmayan kısımlarının bulunması dolayısıyla şerhler yazılmıştır. Şerh müellifleri genellikle metin müelliflerinden farklı kişiler olmakla birlikte bazı metin yazarlarının kendi eserlerini şerhettiği de olmuştur. İbn Mâlik et-Tâî’nin Teshîlü’l-Fevâʾid ve tekmîlü’l-Maḳāṣıd adlı eseriyle İbn Hişâm en-Nahvî’nin Şüẕûrü’ẕ-ẕeheb ve Ḳaṭrü’n-nedâ isimli kitaplarına yazdıkları şerhler bunlardan bazılarıdır. Öte yandan şerh üzerine şerhler de kaleme alınmıştır. Ancak genelde şerhlere dair yapılan açıklama, eleştiri ve ilâve tarzı notlardan oluşan eserler hâşiye, hâşiyelere dair yazılan notlar ise ta‘lik/ta‘lîkāt diye adlandırılmıştır. Şerhler umumiyetle bir eserin bütününü açıklamak amacıyla kaleme alınır. Fakat Mübârek b. Fâhır’ın Şerḥu Ḫuṭbeti Edebi’l-kâtib (İbn Kuteybe), Fîrûzâbâdî’nin Nuġbetü (Buġyetü)’r-reşşâf min ḫuṭbeti’l-Keşşâf (Zemahşerî) adlı eserleri gibi yalnız önemli görülen mukaddimeleri şerhedilen eserler de bulunmaktadır (DİA, XXXI, 116). Yine bazı eserlerde geçen şevâhid hakkında yazılmış çok sayıda şerh mevcuttur. Abdülkādir el-Bağdâdî’nin Ḫizânetü’l-edeb’i, Radıyyüddin el-Esterâbâdî’nin İbnü’l-Hâcib’e ait el-Kâfiye’ye yazdığı şerhte yer alan şâhid beyitleri açıklamak için kaleme alınmıştır.

Kâtib Çelebî, eser telifinin gayelerini yedi madde halinde özetlerken kapalı kalmış hususları açıklama ve eserdeki hataları düzeltme nevilerine de yer verir. Aslında her müellif eserini şerhe ihtiyaç kalmadan anlaşılması için yazdığı halde daha çok üç sebeple şerhe ihtiyaç duyulduğu görülmektedir. Birincisi eserin müellifi zekâ, kabiliyet ve birikiminin seviyesi çerçevesinde incelediği konuyu kendince yeterli bir hacimde ortaya koysa da her okuyucu aynı seviyede olmadığından eserin şerhine ihtiyaç duyulur. İkincisi başka bir ilmin alanına girmesi dolayısıyla bazı temel bilgilere yer verilmemesi, bazılarının düzenlenmesinin ihmal edilmesi veya bazı hükümlerin illetlerinin belirtilmemesidir. Üçüncü sebep eserde yoruma muhtaç veya mecazi ifadelerin kullanılmasıdır. Ayrıca bazı eserlerde görülen yanlışlık ve eksikliklerin giderilmesi de şerh yazmayı gerekli kılar (Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 35-37). Şerh yazımında, genellikle ders kitabı olarak okutulan özlü metinlerin açıklanması suretiyle eğitim faaliyetine yardım edilmesinin yanı sıra geniş ilmî tartışmaların yapılması gibi etkenler de rol oynamıştır. Bu türden şerhlerde esas alınan metnin bir problemler veya önermeler listesi şeklinde kabul edildiği görülür. Söz konusu şerhlerde metin müellifinin ne demek istediği açıklanmakta, ardından konuyla ilgili görüşler tartışılmakta, sonunda şerh yazarının düşüncelerine ve itirazlarına yer verilmektedir (Anay, VII/76 [1996], s. 13). Bu bakımdan şerhin hitap ettiği okur kitlesine bağlı olarak öğretime yönelik şerhlerin kolay bir üslûpla, doğrudan ilmî katkı ve tartışmaya yönelik şerhlerin nisbeten zor anlaşılır bir üslûpla kaleme alındığı görülür.

Şekil bakımından şerhler üç gruba ayrılır. 1. Teftâzânî’nin Şerḥu’l-Maḳāṣıd’ı ve Mahmûd b. Abdurrahman el-İsfahânî’nin Meṭâliʿu’l-enẓâr’ı gibi metnin başında “kāle” (kavlühû), şerhin başında “ekūlü” ifadelerinin yer aldığı şerhler. Bu şerhlerde metin bazan tamamen, bazan da şerh içinde geçtiği için kısmen verilir. 2. İbn Hacer el-Askalânî ve Kirmânî’nin Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i üzerine yazdıkları şerhlerde görüldüğü gibi “kavlühû” ifadesiyle metnin sadece şerhe konu olan bölümünün verildiği çalışmalar. Bu tür şerhlerde bazan metnin tamamı hâmişte, sayfa başında veya satır aralarında verilir. 3. Metin ve şerhin birbirine katıldığı şerhler. Müteahhir dönemdeki şerhlerin çoğu bu şekildedir. Bu türden eserlerin yazma nüshalarında metne mim (metin) veya sâd (nass) harfleriyle, şerhe de şîn harfiyle işaret edilebilir. Bazan da metin, üzerine konulan çizgiyle şerhten ayırt edilir. Ancak bunların yanlışa ve karıştırmaya çok müsait olduğu belirtilir (Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 37). Bu tür eserlerde metinle şerhin birbirinden ayrılması için sonraki dönemlerde metnin parantez içine yazılması, metin ve şerhlerin farklı karakterdeki harflerle dizilmesi gibi yöntemlere başvurulmuştur. Bazan da metinler sayfanın üst kısmına, şerhler sayfa altlarına yazılır.

İslâm ilimleri tarihinde önemli bir konuma sahip olan şerh geleneği eski ve yeni dönemlerde bazı eleştirilere hedef teşkil etmiştir. Buna göre şerhlerde mâna ve muhtevadan çok lafızlar üzerinde durulmuş, örnekler tekrar edilmiş, sıradan cümlelerle aynı konularda birçok görüş bir araya toplanmış, gereksiz uzatmalarla konular daha zor anlaşılır hale getirilmiştir. Yine birçok şerhin üslûbunun zor, metodunun karmaşık olduğu ve genellikle ilme yeni katkılar sağlamadığı ileri sürülmüştür. Şerh ve hâşiye yazımının Memlükler ve Osmanlılar döneminde başlayıp devam ettiği, bu dönemlerin ilmî ve fikrî bakımdan duraklama ve gerilemeyi temsil ettiği söylenmiştir. Şerh ve hâşiye yazanların çoğunun eski Arap üslûbuna tamamen hâkim olamadıkları, edebî seviye bakımından yetersiz kaldıkları, hatta bazılarının gramer hataları yaptığı iddia edilmiştir. Buna karşılık şerhlerde görülen zorlukların büyük ölçüde ele alınan konulardaki derinleşme dolayısıyla ortaya çıktığı söylenmiş, ayrıca ilim adamlarının zor meseleleri anlama ve çözme becerileriyle diğerlerinden ayrıldıkları, bunun kusur değil üstünlük sayılması gerektiği belirtilmiştir. Bazılarınca ilmî bakımdan gerileme devri diye nitelendirilen şerh döneminde birçok büyük ilim adamının yetişmiş olması bu görüşün isabetsizliğini ortaya koymaktadır. Bu devirde yazılan eserlerin pedagojik kurallara uymadığı şeklindeki görüş de haksız bulunmuş; metin, şerh, hâşiye ve ta‘lik sıralamasıyla yapılan eğitimin tedrîcîlik yöntemi çerçevesinde ele alındığı ifade edilmiştir. Şerhlerden bir kısmının gereksiz bilgilerle doldurulması ve karmaşık olması yolundaki iddia bütün şerhler için geçerli sayılmadığı gibi bu tür eser yazma usulünün dönemin şartları ve ilim anlayışından kaynaklandığı, değerlendirme yapılırken tarihî bağlamının göz ardı edilmemesi gerektiği de vurgulanmıştır (Selmî, s. 267-270). Şerh geleneğinin İslâm öncesinden itibaren çeşitli milletlerde mevcut olduğu bilinmektedir. İslâm dünyasındaki şerh ve hâşiye geleneğinin ilk dönemlere kadar uzandığı, daha sonra özellikle Memlükler ve ardından Osmanlılar zamanında yaygınlaştığı görülmektedir. Hz. Peygamber’in Kur’an’daki bazı meseleleri tefsir etmesi, az bilinen kelimelerin mânalarını ve Kur’an hükümlerini açıklaması İslâm kültüründe şerhin başlangıcı kabul edilebilir (Habeşî, I, 7). Dil bilimi, belâgat, tarih, biyografi vb. birçok dalda ortaya konulan şerh literatürü, İslâm kültüründe kazandığı karakteristik özelliklerini Kur’an’ı ve onun i‘câzını daha iyi anlamaya yönelik araştırmalara borçludur (Kortantamer, sy. 8 [1994], s. 3).

İslâm literatüründe zengin bir miras oluşturan şerh türü eserler Arap dili ve edebiyatı alanında büyük miktarlara ulaşmıştır. Günümüze kadar gelen en eski Arap grameri çalışması olan Sîbeveyhi’nin (ö. 180/796) el-Kitâb’ı, ayrıca eserdeki şiir örnekleri üzerine çok sayıda şerh kaleme alınmıştır. Bunlar arasında Ebû Ömer el-Cermî, Mâzinî, Ebû Hâtim es-Sicistânî, Ebû İshak ez-Zeccâc, Ahfeş el-Asgar, İbnü’s-Serrâc, Ebû Ca‘fer en-Nehhâs, Ebû Saîd es-Sîrâfî, Rummânî, Yûsuf b. Hasan es-Sîrâfî, Hatîb el-İskâfî, Ebü’l-Alâ el-Maarrî, A‘lem eş-Şentemerî, İbnü’l-Bâziş, Zemahşerî ve Ebü’l-Bekā el-Ukberî’nin şerhleri sayılabilir. Zemahşerî’nin el-Mufaṣṣal’ının başlıca şerhleri arasında Muhammed b. Sa‘d el-Mervezî’nin el-Muḥaṣṣal, Kāsım b. Hüseyin el-Hârizmî’nin et-Taḫmîr şerḥu’l-Mufaṣṣal, Ziyâeddin el-A‘cemî’nin Şerḥu’l-Mufaṣṣal, Ebü’l-Bekā İbn Yaîş’in Şerḥu’l-Mufaṣṣal, İbnü’l-Hâcib’in el-Îżâḥ fî şerḥi’l-Mufaṣṣal, Şerîf er-Radî’nin el-Mükemmel fî şerḥi’l-Mufaṣṣal, Ali b. Ömer Halîl el-Esfenderî’nin el-Muḳtebes fî tavżîḥi me’ltebes, Muhammed Tayyib el-Mekkî’nin el-Vişâḥu’l-Ḥâmidî ve Muhammed Abdülganî’nin el-Muʿavvel adlı eserleri anılabilir. İbn Mâlik et-Tâî’nin Arap gramerine dair manzum eseri el-Elfiyye üzerine de çok sayıda şerh kaleme alınmıştır. Bunlardan meşhur olanları İbn Mâlik’in oğlu İbnü’n-Nâzım’ın ed-Dürretü’l-muḍıyye, Ebû Hayyân el-Endelüsî’nin Menhecü’s-sâlik fi’l-kelâm ʿalâ Elfiyyeti İbn Mâlik, İbn Hişâm en-Nahvî’nin Evḍaḥu’l-mesâlik, Bahâeddin İbn Akīl’in Şerḥu Elfiyyeti İbn Mâlik, Nûreddin el-Üşmûnî’nin Menhecü’s-sâlik, Süyûtî’nin el-Behcetü’l-merżıyye ve Ahmed b. Zeynî Dahlân’ın el-Ezhârü’z-Zeyniyye’sidir. Ebû Hayyân el-Endelüsî’nin, şerhini İbn Mâlik’in görüşlerini reddetmek ve onun ilmî şöhretini gölgelemek amacıyla yazmış olması dikkat çekicidir. İbnü’l-Hâcib’in nahve dair muhtasar eseri el-Kâfiye üzerine de çoğu Arapça, bir kısmı Türkçe ve Farsça olmak üzere 150 kadar şerh yazılmıştır. Bunların en meşhurları bizzat müellifin Şerḥu’l-Kâfiye, Radî el-Esterâbâdî’nin Şerḥu’l-Kâfiye, Abdurrahman-ı Câmî’nin el-Fevâʾidü’ż-Żiyâʾiyye, Bedreddin İbn Cemâa’nın et-Tuḥfe ʿale’l-Kâfiye, Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin Şerḥu’l-Kâfiye ve Sûdî Bosnevî’nin Şerh-i Kâfiye’sidir. İbnü’l-Hâcib’in sarf ilmine dair eş-Şâfiye’si üzerine kendisi, Çârperdî, Radî el-Esterâbâdî ve Nukrekâr tarafından kaleme alınan şerhlerle İzzeddin ez-Zencânî’nin el-İzzî fi’t-taṣrîf’inin Teftâzânî şerhi meşhurdur. Sekkâkî’nin Arap gramerine ve belâgatına dair Miftâḥu’l-ʿulûm’u hakkında da birçok şerh yazılmıştır. Bunlardan Hüsâmeddin el-Hârizmî’ye ait olan, eserin tamamının şerhi mahiyetinde iken, belâgatla ilgili üçüncü bölüme yapılan en meşhur şerhler Kutbüddîn-i Şîrâzî, Teftâzânî ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî’ye aittir. Miftâḥu’l-ʿulûm’un üçüncü bölümünün ihtisarı olan Hatîb el-Kazvînî’nin Telḫîṣü’l-Miftâḥ’ı, hakkında en çok şerh yazılan belâgat kitabıdır. Bu şerhler arasında Teftâzânî’nin el-Muṭavvel ile Muḫtaṣarü’l-meʿânî, İsâmüddin el-İsferâyînî’nin el-Aṭvel, İbn Ya‘kūb el-Mağribî’nin Mevâhibü’l-fettâḥ ve Bahâeddin es-Sübkî’nin ʿArûsü’l-efrâḥ’ı başta gelen çalışmalardır. Arap dilinin günümüze ulaşan en hacimli sözlüğü olan Muhammed Murtazâ ez-Zebîdî’nin Tâcü’l-ʿarûs’u Fîrûzâbâdî’nin el-Ḳāmûsü’l-muḥîṭ’i üzerine yazılmış bir şerhtir. Adudüddin el-Îcî’nin er-Risâletü’l-vażʿiyye’siyle ilgili Ali es-Semerkandî, Ali Kuşçu, Ebü’l-Kāsım es-Semerkandî ve İsâmüddin el-İsferâyînî’nin şerhleri bulunmaktadır. Ebü’l-Kāsım es-Semerkandî’nin istiâreye dair Ferâʾidü’l-fevâʾid’i (er-Risâletü’s-Semerḳandiyye) hakkında da başta İsâmüddin el-İsferâyînî, Sabbân, Bâcûrî ve Ahmed b. Abdülfettâh el-Mollâvî’nin şerhleri olmak üzere çok sayıda şerh, hâşiye ve ta‘lik yazılmıştır.

Arap edebiyatında bilhassa Câhiliye dönemi şairlerine veya kabilelerine ait şiirlerin toplandığı divanlar ve muhtelif şairlerden yapılan seçmeler sonucu oluşan antolojiler hakkında birçok şerh kaleme alınmıştır. İlk şârihlerin aynı zamanda bu şiirleri derleyen râviler olduğu görülür. Bunlar arasında İbnü’s-Sikkît, Muhammed b. Habîb, Ebû Hâtim es-Sicistânî ve Sükkerî gibi isimler dikkat çeker. İlk devrin şerhleri daha çok anlaşılması zor kelimeleri ve adları geçen şahıs, yer ve olayları açıklamaya yöneliktir. Kabile şiirleri divanlarından günümüze ulaşan tek örnek, Sükkerî tarafından derlenip şerhedilen ve Hüzeyl kabilesine mensup şairlerin şiirlerini kapsayan Dîvânü’l-Hüẕeliyyîn’dir. Arap şiirinin en önemli antolojilerinden olan Muʿallaḳāt üzerine Ebû Bekir İbnü’l-Enbârî, Ebû Ca‘fer en-Nehhâs, Hüseyin b. Ahmed ez-Zevzenî ve Hatîb et-Tebrîzî’nin yazdıkları şerhler meşhurdur. Ebû Temmâm’ın antolojisi el-Ḥamâse’nin dikkat çeken şerhleri Ebû Bekir es-Sûlî, Ebû Ca‘fer en-Nehhâs, Ebü’l-Hasan Ali b. Hâris el-Biyârî, İbn Cinnî, Ebû Hilâl el-Askerî, Muhammed b. Âdem el-Herevî, Ebû Ali el-Merzûkī, Ebü’l-Alâ el-Maarrî, İbn Sîde, A‘lem eş-Şentemerî, Hatîb et-Tebrîzî, Şümeym el-Hillî ve Ebü’l-Bekā el-Ukberî tarafından kaleme alınmıştır. Mütenebbî ve Ebü’l-Alâ el-Maarrî gibi İslâmî dönemin önde gelen şairlerinin divanlarına da çok sayıda şerh yazılmıştır. Divan ve antolojilerin yanı sıra Kâ‘b b. Züheyr’in ve Bûsîrî’nin Ḳaṣîdetü’l-bürde’leri gibi yaygınlık kazanmış kasideler üzerine de şerhler yazılmıştır. Kâ‘b b. Züheyr şerhlerinin en önemlileri Ebü’l-Abbas el-Ahvel, Sa‘leb, Îsâ b. Abdülazîz el-Cezûlî, İbn Düreyd, Ebû Bekir İbnü’l-Enbârî, Hatîb et-Tebrîzî, Abdüllatîf el-Bağdâdî, İbn Hişâm en-Nahvî, İbn Hicce, İbn Seyyidünnâs, Devletâbâdî, Süyûtî, İbn Hacer el-Heytemî ve İbrâhim el-Bâcûrî’ye aittir. Bûsîrî’nin kasidesine ait 100’den fazla şerhten Şemseddin Muhammed el-Feyyûmî, Hâlid b. Abdullah el-Ezherî, İbn Hacer el-Heytemî, Ömer b. Ahmed Harpûtî ve Âbidin Paşa’nın eserleri anılabilir. Diğer taraftan Arap nesrinin dikkat çekici örneklerinden olan Harîrî’nin el-Maḳāmât’ı için de birçok şerh kaleme alınmış olup en meşhurları Ahmed b. Abdülmü’min eş-Şerîşî, Mutarrizî ve Ebü’l-Bekā el-Ukberî’ye aittir.

Çok sayıda şerhin yazıldığı bir alan da tasavvuftur. Bu sahanın önemli eserlerinden olan Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin Fuṣûṣü’l-ḥikem’i için 100’den fazla şerh kaleme alınmıştır. Bunlardan Cendî’nin Şerḥu Fuṣûṣi’l-ḥikem’i metinle irtibatlı ilk tam şerh olma özelliğini taşır. Abdürrezzâk el-Kâşânî’nin Şerḥu Fuṣûṣi’l-ḥikem’i metnin dilini izahtan çok fikrî açıklamalarıyla önem arzeder. Dâvûd-i Kayserî’nin Maṭlaʿu ḫuṣûṣi’l-kilem’i ise esas metni takip ederek açıklayan ilk düzenli ve kullanışlı Fuṣûṣü’l-ḥikem şerhidir. Eser üzerine ayrıca Abdullah Bosnevî’nin Tecelliyâtü ʿarâʾisi’n-nuṣûṣ ve Ahmet Avni Konuk’un Fusûsü’l-Hikem Tercüme ve Şerhi adlı Türkçe şerhler bulunmaktadır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mes̱nevî’sinin en yaygın Türkçe şerhleri İsmâil Rusûhî Ankaravî’nin Mecmûatü’l-letâif, Sarı Abdullah Efendi’nin birinci cilde ait olan Cevâhir-i Bevâhir-i Mesnevî, İsmâil Hakkı Bursevî’nin Rûhu’l-Mesnevî, eserin tamamını içeren Mehmed Murad Efendi’nin Hulâsatü’r-rûh, Âbidin Paşa’nın Tercüme ve Şerh-i Mesnevî-i Ma‘nevî, Ahmet Avni Konuk’un Mesnevî Tercüme ve Şerhi, Tâhirülmevlevî’nin Şerh-i Mesnevî’sidir. Mes̱nevî’nin Farsça şerhleri arasında Kemâleddîn-i Hârizmî’nin mensur Cevâhirü’l-esrâr ve zevâhirü’l-envâr’ı ile manzum Künûzü’l-ḥaḳāʾiḳ fî rumûzi’d-deḳāʾiḳ, Şah Velî Muhammed Ekberâbâdî’nin Maḫzenü’l-esrâr, Abdülalî Muhammed Leknevî’nin Baḥrü’l-ʿulûm ve Şeyh Muhammed Takī-i Ca‘ferî’nin Tefsîr ü Naḳd u Taḥlîl-i Mes̱nevî’si zikredilebilir.

İslâm felsefesi alanındaki eserler için yazılan şerhler arasında en yaygın olanları İbn Sînâ’nın el-İşârât ve’t-tenbîhât’ına Nasîrüddîn-i Tûsî ve Fahreddin er-Râzî’nin, yine İbn Sînâ’nın ʿUyûnü’l-ḥikme’sine Fahreddin er-Râzî’nin, Sühreverdî’nin Ḥikmetü’l-işrâḳ’ına Muhammed b. Mahmûd eş-Şehrezûrî, Kutbüddîn-i Şîrâzî ve Neyrîzî’nin, aynı filozofun Heyâkilü’n-nûr’una Devvânî ve Mîr Gıyâseddin Mansûr’un şerhleridir. Esîrüddin el-Ebherî’nin klasik İslâm felsefesinin problemlerine dair Hidâyetü’l-ḥikme’si için yazılan çok sayıdaki şerhten en meşhur olanları Kādî Mîr Meybüdî ile Sadreddîn-i Şîrâzî’ye ait olanlardır. İbn Rüşd’ün, Aristo’nun çeşitli eserlerini yorumlamak ve uyarlamak suretiyle oluşturduğu bazı kitapları da şerh olarak değerlendirilmiştir. Mantık alanında Esîrüddin el-Ebherî’nin Îsâġūcî’si üzerine kaleme alınan şerhlerin en meşhurları Molla Fenârî’nin el-Fevâʾidü’l-Fenâriyye ve Zekeriyyâ el-Ensârî’nin el-Muṭṭalaʿıdır. Ali b. Ömer el-Kâtibî’nin eş-Şemsiyye adlı kitabının en meşhur şerhi Kutbüddin er-Râzî’nin Taḥrîrü’l-ḳavâʿidi’l-manṭıḳıyye’sidir. Cedel ve münazara sahasında Muhammed b. Eşref es-Semerkandî’nin Âdâbü’l-baḥs̱’i hakkında Kemâleddin Mes‘ûd eş-Şirvânî’nin, Adudüddin el-Îcî’nin Âdâbü’l-baḥs̱’i üzerine Muhammed el-Hanefî et-Tebrîzî’nin, Saçaklızâde’nin er-Risâletü’l-velediyye’si üzerine Abdülvehhâb b. Hüseyin el-Âmidî’nin şerhleri meşhurdur (diğer ilim dallarındaki şerhler için aş.bk.).

Şiî literatüründe de çok sayıda şerhe rastlanır (Âgā Büzürg-i Tahrânî, XIII, 53-398; XIV, 3-178). Bunlar arasında Şerîf er-Radî tarafından derlenen ve Hz. Ali’ye nisbet edilen çeşitli metinlerden oluşmuş Nehcü’l-belâġa üzerine yazılan şerhlerin sayısının 210 kadar olduğu söylenir. Bunların en hacimlisi ve en mükemmeli İbn Ebü’l-Hadîd’in şerhidir. İmâmiyye Şîası’nın dört temel hadis kitabını oluşturan Küleynî’nin el-Kâfî, Şeyh Sadûk’un Men lâ yaḥḍuruhü’l-faḳīh ve Ebû Ca‘fer et-Tûsî’nin el-İstibṣâr ve Tehẕîbü’l-aḥkâm’ı, üzerlerine çok sayıda şerh yazılan eserler arasındadır. Abdullah Muhammed el-Habeşî tarafından hazırlanan Câmiʿu’ş-şürûḥ ve’l-ḥavâşî adlı çalışmada (I-III, Ebûzabî 1425/2004) İslâm literatüründe ortaya konmuş şerh ve hâşiyelerin bir dökümü yapılmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA
Ahmed b. Muhammed el-Feyyûmî, el-Miṣbâḥu’l-münîr, Beyrut 2001, s. 117; Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 35-37 (mukaddime), 346-348; II, 1031-1035, 1116; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 538; İbrâhim Mustafa v.dğr., el-Muʿcemü’l-vasîṭ, İstanbul, ts. (el-Mektebetü’l-İslâmiyye), s. 477; Âgā Büzürg-i Tahrânî, eẕ-Ẕerîʿa ilâ teṣânîfi’ş-Şîʿa, Beyrut 1403/1983, XIII, 53-398; XIV, 3-178; Abdullah Muhammed el-Habeşî, Câmiʿu’ş-şürûḥ ve’l-ḥavâşî, Ebûzabî 1425/2004, I, 7-11; Tunca Kortantamer, “Teori Zemininde Metin Şerhi Meselesi”, TDEAD, sy. 8 (1994), s. 3; Harun Anay, “Bir Osmanlı Düşüncesinden Bahsetmek Mümkün mü?”, Dergâh, VII/76, İstanbul 1996, s. 13; a.mlf., “Felsefe”, DİA, XII, 321; Abdullah b. Uveykıl es-Selmî, “el-Mütûn ve’ş-şürûḥ ve’l-ḥavâşî ve’t-taḳrîrât fi’t-teʾlîfi’n-naḥvî”, el-Aḥmediyye, IV, Dübey 1999, s. 245-273; Nihad M. Çetin, “Sîbeveyhi”, İA, X, 583-584; Abdülbaki Turan, “el-Elfiyye”, DİA, XI, 28-29; Mahmud Erol Kılıç, “Fusûsü’l-hikem”, a.e., XIII, 232-234; Tevfik Rüştü Topuzoğlu, “Hâşiye”, a.e., XVI, 419-422; İlyas Üzüm, “Kütüb-i Erbaa”, a.e., XXVII, 4-5; Semih Ceyhan, “Mesnevî”, a.e., XXIX, 331-333; Mehmet Sami Benli, “el-Mufassal”, a.e., XXX, 368-369; İsmail Durmuş, “Mukaddime”, a.e., XXXI, 116; a.mlf., “Nehcü’l-belâga”, a.e., XXXII, 540; G. J. H. van Gelder, “Commentaries”, Encyclopedia of Arabic Literature (ed. J. S. Meisami – P. Starkey), London 1998, I, 174-175.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 38. cildinde, 555-558 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

TEFSİR. Tefsir ilminin telif türleri içerisinde Kur’ân-ı Kerîm tefsirleri, Kur’an tarihleri, Kur’an ilimlerini ele alan çalışmalar ve kıraat tarihine dair eserler bulunmaktadır. Bunların içinde tefsirler üzerine yapılmış şerh çalışmaları oldukça azdır. Genellikle hacimli olan tefsirler hakkında yazılacak şerhler hacmi daha da arttıracağından bu tür eserlere fazla rağbet gösterilmemiştir. Bunun yerine daha çok geniş tefsirlerin muhtasarları hazırlanmış veya tefsir kitaplarında müphem kalan yönlerin açıklandığı hâşiye ve ta‘lik çalışmaları tercih edilmiştir. Hâşiye ve ta‘liklerden bir kısmı ise şerh mahiyetindedir (DİA, XVI, 420). Az sayıdaki şerhler de çok defa eserin tamamının değil dil ve ifade bakımından anlaşılması zor olan kısımlarıyla ilgilidir. Tefsir ilmi içinde yer alan diğer telif türlerinde durum farklı olup bunlardan bazıları için çok sayıda şerh yazılmıştır.

Hacimli olmakla birlikte Mâtürîdî’nin Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân’ının Ebü’l-Muîn en-Nesefî tarafından yapılan şerhini Alâeddin es-Semerkandî Şerḥu’t-Teʾvîlât adıyla derlemiştir. Osmanlı âlimlerinden Lâlezârî’nin el-Yâkūtetü’l-hamrâ adıyla aynı tefsir üzerine yazdığı şerh Fâtiha sûresinin 5. âyetiyle ilgilidir (bk. TE’VÎLÂTÜ’l-KUR’ÂN). Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ı hakkında daha çok hâşiye ve ta‘lik olmak üzere elliyi aşkın çalışma yapılmıştır (bk. el-KEŞŞÂF). Fîrûzâbâdî’nin, el-Keşşâf’ın girişinin şerhi olan Nuġbetü’r-reşşâf min ḫuṭbeti’l-Keşşâf adlı risâlesi gibi kısmî şerhleri de bulunmaktadır. Ayrıca Zemahşerî’nin tefsirinde kullandığı beyitleri şerhetmek amacıyla eserler yazılmıştır. Ebü’l-Fazl Muhibbüddin Muhammed b. Ebûbekir Efendi’nin Tenzîlü’l-âyât ʿale’ş-şevâhid mine’l-ebyât’ı ve Ebû Abdullah Muhammed b. Tayyib Muhammed el-Fâsî’nin Şerḥu şevâhidi’l-Keşşâf’ı bunlardan bazılarıdır. Medreselerde okutulan ve üzerinde en fazla çalışma yapılan tefsirlerden biri de Beyzâvî’nin Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl’idir. Çoğunluğu hâşiye ve ta‘lik türünden olan bu çalışmaların sayısı 250’nin üzerindedir. Bunlardan İbn Temcîd Muslihuddin Mustafa b. İbrâhim er-Rûmî’nin Ḥâşiye ʿalâ Envâri’t-tenzîl ve esrâri’t-teʾvîl’i, Zekeriyyâ el-Ensârî’nin Fetḥu’l-celîl bi-beyâni ḫafiyyi Envâri’t-tenzîl’i, Şeyhzâde Muhyiddin Mehmed’in Ḥâşiye ʿalâ Envâri’t-tenzîl ve esrâri’t-teʾvîl’i, Şehâbeddin el-Hafâcî’nin ʿİnâyetü’l-Ḳāḍî ve kifâyetü’r-Râżî’si, Konevî İsmâil Efendi’nin Ḥâşiyetü’l-Ḳonevî ʿalâ Tefsîri’l-Beyżâvî’si, gerek kaynaklarının zenginliği gerekse verilen bilgilerin sağlamlığı ve genişliği açısından şerh diye nitelendirilebilecek çalışmalardır (Bilmen, II, 531-534; DİA, XI, 261; XVI, 421). Ayrıca Hıdır b. Atâullah el-Mevsılî’nin el-İsʿâf fî şerḥi şevâhidi’l-Ḳāḍî ve’l-Keşşâf’ı ve Mahcûb Binsâlik’in el-Ḳavlü’l-mâḍî fî şerḥi şevâhidi Tefsîri’l-Ḳāḍî’si gibi eserler kaleme alınmıştır. Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin Medârikü’t-tenzîl’i üzerine Hintli âlim Muhammed Abdülhak İlâhâbâdî tarafından el-İklîl ʿalâ Medâriki’t-tenzîl adıyla kaleme alınan hacimli eser ihtiva ettiği bilgiler açısından bir şerh görünümündedir (a.g.e., XXX, 490-491). Edirne Müftüsü Fevzi Efendi Ḳudsü’l-mes̱nevî adıyla yazdığı kısa manzum tefsirini el-Ünsü’l-maʿnevî fî şerḥi Ḳudsi’l-mes̱nevî ismiyle yine manzum olarak şerhetmiştir. Aynı müellife ait biri kısa, diğeri geniş iki tefsirden geniş olanın daima şerh niteliği taşıdığı düşünülmemelidir. Meselâ Vâhidî’nin el-Vecîz fî tefsîri’l-Ḳurʾâni’l-ʿazîz’i et-Tefsîrü’l-vasîṭ li’l-Ḳurʾâni’l-kerîm’inin (el-Vasîṭ fî tefsîri’l-Ḳurʾâni’l-mecîd), bu da el-Basîṭ fi’t-tefsîr’inin, yine Ebû Hayyân el-Endelüsî’nin en-Nehrü’l-mâd’ı el-Baḥrü’l-muḥîṭ’inin ihtisar edilmiş şeklidir.

İbn Teymiyye’nin Muḳaddime fî uṣûli’t-tefsîr’ini Muhammed b. Sâlih el-Useymîn Şerḥu Muḳaddimeti’t-tefsîr ve Müsâid b. Süleyman et-Tayyâr Şerḥu Muḳaddime fî uṣûli’t-tefsîr li’bn Teymiyye adıyla şerhetmişlerdir. Süyûtî’nin el-İtḳān fî ʿulûmi’l-Ḳurʾân adlı eseri bir bakıma Zerkeşî’nin el-Burhân fî ʿulûmi’l-Ḳurʾân’ının şerhi olarak değerlendirilir (el-İtḳān [Bugā], müellifin mukaddimesi, I, 5 vd.). Benzer bir ilişki Muhammed b. Akīle’nin ez-Ziyâde ve’l-iḥsân fî ʿulûmi’l-Ḳurʾân’ı ile el-İtḳān arasında da görülmektedir. İbn Akīle bu hacimli eserinde el-İtḳān’ı şerhetmiştir. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’nin el-Fevzü’l-kebîr’i Saîd Ahmed Bâlânpûrî tarafından el-ʿAvnü’l-kebîr şerḥu’l-Fevzi’l-kebîr fî uṣûli’t-tefsîr ve Hattâbî’nin Beyânü İʿcâzi’l-Ḳurʾân’ı Ömer Muhammed Ömer Bâhâzık tarafından Şerḥu risâleti Beyâni İʿcâzi’l-Ḳurʾân adıyla şerhedilmiştir. Mustafa İzmîrî, ʿUmdetü’l-ʿirfân fî taḥrîri evcühi’l-Ḳurʾân adlı eserini Bedâʾiʿu’l-burhân ʿalâ ʿUmdeti’l-ʿirfân ismiyle şerhetmiştir.

Kıraat ilmine dair kitaplara yazılan şerhlerin hayli fazla olduğu görülmektedir. Ebû Amr ed-Dânî’nin et-Teysîr fi’l-ḳırâʾâti’s-sebʿ adlı kitabı Abdülvâhid b. Muhammed b. Ali b. Ebü’s-Sedâd el-Mâlekī tarafından ed-Dürrü’n-nes̱îr ve’l-ʿaẕbü’n-nemîr adıyla şerhedilmiştir. Kāsım b. Fîrruh eş-Şâtıbî’nin Ḥırzü’l-emânî ve vechü’t-tehânî adlı kasidesi, üzerine en çok şerh ve hâşiye yazılan eserlerden biri olup bunların 118’i bilinmektedir (bk. eş-ŞÂTIBİYYE). Şâtıbî’nin resmü’l-mushaf konusundaki ʿAḳīletü etrâbi’l-ḳaṣāʾid fî esne’l-meḳāṣıd adlı eserine de muhtelif şerhler yazılmıştır (bk. el-MUKNİ‘). İbnü’l-Cezerî’nin el-Muḳaddimetü’l-Cezeriyye diye bilinen Muḳaddime(tü’l-Cezerî) fîmâ yecibü ʿale’l-ḳāriʾi en yaʿlemehû isimli kitabını Muhammed Beşîr el-Halebî Gāzî el-Meṭâlibü’l-ʿaliyye ʿalâ metni’l-Cezeriyye ve Abdürrâzık b. Ali b. İsmâil Mûsâ el-Fevâʾidü’t-tecvîdiyye fî şerḥi’l-Muḳaddimeti’l-Cezeriyye adıyla şerhetmiş, ed-Dürre fî ḳırâʾâti’s̱-s̱elâṣeti’l-mütemmime li’l-ʿaşere adlı eserine de çeşitli kimseler şerh yazmıştır (bk. İBNÜ’l-CEZERÎ). Yine İbnü’l-Cezerî, en-Neşr’ini manzum hale getirdiği Ṭayyibetü’n-Neşr fi’l-ḳırâʾâti’l-ʿaşr adlı eserine oğlu Ebû Bekir Ahmed Şerḥu Ṭayyibeti’n-Neşr fi’l-ḳırâʾâti’l-ʿaşr, Ebü’l-Kāsım Muhibbüddin Muhammed b. Muhammed en-Nüveyrî Şerḥu Ṭayyibeti’n-Neşr fi’l-ḳırâʾâti’l-ʿaşr, Mûsâ Cârullah Şerḥu Ṭayyibeti’n-Neşr fi’l-ʿaşr, Muhammed Sâlim Muhaysin el-Müheẕẕeb fi’l-ḳırâʾâti’l-ʿaşr ve tevcîhühâ min ṭarîḳi Ṭayyibeti’n-Neşr ve el-Hâdî şerḥu Ṭayyibeti’n-Neşr fi’l-ḳırâʾâti’l-ʿaşr ve’l-keşf ʿan ʿileli’l-ḳırâʾâti ve tevcîhuhâ adlarıyla şerh yazmışlardır (diğer şerhler için bk. Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1118; Brockelmann, GAL, II, 260; Îżâḥu’l-meknûn, II, 89; Yüksel, s. 251-252).

Muhammed b. Muhammed el-Harrâz’ın Mevridü’ẓ-ẓamʿân fî resmi (ḥükmi) aḥrufi’l-Ḳurʾân’ı hakkında Ebû Muhammed Abdullah b. Ömer es-Sanhâcî et-Tibyân fî şerḥi Mevridi’ẓ-ẓamʿân, Ahmed Muhammed Ebû Zîthâr Leṭâʾifü’l-beyân fî resmi’l-Ḳurʾân ve İbrâhim b. Ahmed et-Tûnisî Delîlü’l-ḥayrân ʿalâ Mevridi’ẓ-ẓamʿân fî fenneyi’r-resmi ve’ż-żabṭ (Delîlü’l-ḥayrân şerḥu Mevridi’ẓ-ẓamʿân fî resmi ve żabṭi’l-Ḳurʾân) isimleriyle şerhler kaleme almışlardır. Ayrıca Ebü’l-Abbas el-Mehdevî el-Hidâye ilâ meẕâhibi’l-ḳurrâʾi’s-sebʿa adlı kitabını Şerḥu’l-Hidâye, Ca‘berî Nehcü’d-dimâs̱e fî ḳırâʾati’l-eʾimmeti’s̱-s̱elâs̱e adlı eserini Ḫulâṣatü’l-ebḥâs̱ fî şerḥi Nehci’l-ḳırâʾâti’s̱-s̱elâs̱ adıyla şerhetmiştir. Ali b. Muhammed İbn Berrî er-Ribâtî’nin ed-Dürerü’l-levâmiʿ fî aṣli maḳreʾi’l-İmâm Nâfiʿ adlı manzumesine dair otuz civarında şerh yazılmış olup Muhammed b. Muhammed el-Harrâz’ın el-Ḳaṣdü’n-nâfiʿ li-buġyeti’n-nâşî ve’l-bâriʿ ʿale’d-Düreri’l-levâmiʿ fî maḳreʾi’l-İmâm Nâfiʿi, Mintûrî’nin Şerḥu’d-Düreri’l-levâmiʿ fî aṣli’l-maḳreʾi’l-İmâm Nâfiʿi ve Süleyman el-Amrâvî el-Cezâirî’nin el-Muḫtaṣarü’l-câmiʿ şerḥu’d-Düreri’l-levâmiʿi bunlar arasında zikredilebilir. Palulu Hâmid b. Abdülfettâh’ın Zübdetü’l-ʿirfân fî vücûhi’l-Ḳurʾân’ı üzerine Molla Mehmed Emin Efendi’nin yazdığı ʿUmdetü’l-ḫullân fî îżâḥi Zübdeti’l-ʿirfân adlı eser de kıraat ilmindeki şerhlerden biridir.

BİBLİYOGRAFYA
Süyûtî, el-İtḳān (Bugā), müellifin mukaddimesi, I, 5 vd.; Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 743; II, 1118; İbn Akīle, ez-Ziyâde ve’l-iḥsân fî ʿulûmi’l-Ḳurʾân (nşr. M. Safâ Hakkı v.dğr.), Şârika 1427/2006, I, 90-91; Brockelmann, GAL, II, 260; Suppl., II, 275; Îżâḥu’l-meknûn, II, 89; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul 1973-74, II, 469-471, 531-534; Ali Osman Yüksel, İbn Cezerî ve Tayyibetü’n-Neşr, İstanbul 1996, s. 251-252; İsmail Cerrahoğlu, “Envârü’t-tenzîl ve Esrârü’t-te’vîl”, DİA, XI, 261; Tevfik Rüştü Topuzoğlu, “Hâşiye”, a.e., XVI, 420-421; Abdülhamit Birışık, “Muhammed Abdülhak İlahâbâdî”, a.e., XXX, 490-491.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 38. cildinde, 558-559 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

HADİS. Hadis terimi olarak şerh, “bir hadisin veya bir hadis kitabında yer alan rivayetlerin kelime ve kavramlarını açıklamak, anlaşılması zor yerlerini izah etmek, i‘rabını belirtmek, hadisten çıkan hükümlere yer vermek” gibi anlamlarda kullanılır. Hadiste şerh ilk defa Hz. Peygamber tarafından yapılmış, onun bazı sözlerini anlamayan ashabın sorularına verdiği cevaplar hadiste şerhin ilk örneklerini teşkil etmiştir. Bir mecliste, “Kardeşine zalim de olsa mazlum da olsa yardım et” demesi üzerine sahâbîler zalime nasıl yardım edeceklerini sormuşlar, Resûl-i Ekrem de onun zulüm yapmasına engel olmanın kendisine yardım sayılacağını söyleyerek bu sözünü şerhetmiştir (Tirmizî, “Fiten”, 68). Yine bir defasında, kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimsenin cennete giremeyeceğini bildirdiğinde bazı sahâbîler güzel giyinmeyi herkesin arzu ettiğini söylemişler, Resûlullah da Allah’ın güzel olduğunu, güzeli sevdiğini belirterek sözünde geçen kibirden maksadın hakkı kabul etmemek ve onu küçümsemek olduğunu ifade etmiştir (Müslim, “Îmân”, 147).

Şerh konusu, tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn devrinde özellikle hadislerin tedvîni sırasında belirgin şekilde ortaya çıkmıştır. Yüz binlerle ifade edilen ve birbirini açıklayan, tamamlayan hadisler bu dönemde toplanmış olup hadisin farklı senedlerini bir araya getirme, âlî ve güvenilir isnada ulaşmaya çalışma, sened ve metinde geçen şahısların kimliklerine dair bilgileri derleme, farklı metinlerle rivayet edilen hadisleri ardarda sıralama, metinlerdeki kapalı yerleri açıklama, kelime ve terimlerle ilgili gramer bilgilerini zikrederek hadislerin doğru anlaşılmasını sağlama şeklinde özetlenebilecek çalışmalar sistemli olmasa da bu devirde yoğun bir şerh faaliyeti bulunduğunu göstermektedir.

III. (IX.) yüzyıldan itibaren kaleme alınmaya başlanan ilk hadis şerhleri dil ve muhteva ağırlıklı olmak üzere iki grupta gelişmiştir. Dil ağırlıklı şerhler garîbü’l-hadîs adı verilen ve bir nevi hadis lugatı sayılan eserlerdir. Bunlarda hadislerde geçen garîb kelimelerin açıklanması amaçlandığından onları hadiste şerh faaliyetinin ilk çalışmaları olarak değerlendirmek mümkündür (bk. GARÎBÜ’l-HADÎS). Hadislerin muhtevalarını açıklamaya yönelik şerhler içinde de çok kapsamlı sayılmamakla birlikte Şâfiî’nin İḫtilâfü’l-ḥadîs̱’i, İbn Kuteybe’nin Teʾvîlü muḫtelifi’l-ḥadîs̱’i, Tahâvî’nin Müşkilü’l-âs̱âr ve Şerḥu Meʿâni’l-âs̱âr’ı gibi eserler zikredilebilir. Hadis kitaplarından ilk şerhedilen eserin İmam Mâlik’in el-Muvaṭṭaʾı olduğu belirtilmekle beraber bugünkü anlamda geniş ve sistemli şerhleri, IV. (X.) yüzyılda Ebû Ahmed Muhammed b. Muhammed el-Kerâbîsî tarafından kaleme alınan Şerḥu’l-Câmiʿi’ṣ-ṣaḥîḥ li’l-Buḫârî ile Hattâbî’nin, Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’ine dair kaleme aldığı Aʿlâmü’l-ḥadîs̱’i ve Ebû Dâvûd’un es-Sünen’ine yazdığı Meʿâlimü’s-Sünen’in teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Daha ziyade Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i üzerine gittikçe sistemleşen ve birbirine kaynaklık eden şerh çalışmaları İbn Hacer el-Askalânî’nin Fetḥu’l-bârî’si ve Aynî’nin ʿUmdetü’l-ḳārî’si ile zirveye ulaşmıştır. Daha sonra telif edilenlerle birlikte Buhârî’nin eserine yapılmış olan bu şerhlerin sayısı bir sayıma göre 200’e çıkmaktadır (Sandıkçı, s. 23-89). Müslim’in el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’inin de birçok şerhi yapılmıştır (Abdullah Muhammed el-Habeşî, III, 1672-1695).

V. (XI.) yüzyıldan itibaren metotları birbirinden farklı yoğun bir şerh, hâşiye ve ta‘lik yazma faaliyeti başlamış ve daha çok Mâlik’in el-Muvaṭṭaʾı, Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’i, Tirmizî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce’nin es-Sünen’lerine dair şerhler kaleme alınmıştır. Bunların yanında Ferrâ el-Begavî’nin Şerḥu’s-sünne’si gibi müsned, musannef, sahih, sünen, mu‘cem ve cüz türü hadis kaynaklarından derlenip şerhedilen eserler de vardır. Hadis telif türlerinin çoğalmasıyla birlikte zaman içinde şerh türleri de çoğalmış, kapsamlı hadis metin kitapları yanında Süyûtî’nin Tedrîbü’r-râvî’si gibi hadis usulüne dair bir şerh, Ahmed b. Sa‘dullah el-Kuşeyrî ed-Dımaşkī’nin Şerḥu Tehẕîbi’l-Kemâl fî esmâʾi’r-ricâl’i gibi bir veya birden fazla kitabın râvilerini inceleyen bir eser, Abdüllatîf el-Bağdâdî’nin tıbb-ı nebevî ile ilgili hadisleri içeren Şerḥu’l-ḥadîs̱i’l-erbaʿîn’indeki gibi bir konu hakkında nakledilen hadislere dair müstakil çalışmalar yapılmış ve Kādî İyâz’ın Şerḥu ḥadîs̱i Ümmi Zerr’inde olduğu gibi sadece bir hadisi inceleyen eserler de kaleme alınmıştır. Meşhur hadis mecmuaları ve özellikle Kütüb-i Sitte üzerine kaleme alınan şerhler daha çok VII, VIII ve IX, kısmen de X. (XVI.) yüzyıllara aittir. Osmanlı döneminde Arapça olarak şerhedilen birçok hadis kitabı yanında Türkçe’ye tercüme edilip şerhedilenler de vardır. Babanzâde Ahmed Naîm ve Kâmil Miras’ın Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, Ahmet Davudoğlu’nun Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, Hüseyin Kayapınar ile Necati Yeniel’in Sünen-i Ebû Dâvûd Terceme ve Şerhi, Haydar Hatiboğlu’nun Sünen-i İbn Mâce Tercemesi ve Şerhi, İbrahim Canan’ın, İbnü’d-Deyba‘ın Teysîrü’l-vüṣûl’ü üzerine yazdığı Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, İsmail Mutlu, Şaban Döğen ve Abdülaziz Hatip’in birlikte hazırladıkları Câmiu’s-Sağîr Muhtasarı Tercüme ve Şerhi gibi eserler burada zikredilebilir (ayrıca bk. HADİS; MUHTASAR).

Klasik hadis şerhleri üslûp açısından genellikle iki şekilde kaleme alınmıştır. Bir kısmında, İbn Hacer el-Askalânî’nin Fetḥu’l-bârî’sinde ve Aynî’nin ʿUmdetü’l-ḳārî’sinde görüldüğü üzere, müellif “kavlühû” kelimesiyle şerhettiği metne işaret eder. Bir kısmında ise metinle şerhin ibareleri karışık olup metin mîm, şerh de şîn harfiyle gösterilir veya metnin üstüne bir çizgi çekilir. “Memzûc” şerh denilen ve çok yaygın olan bu şerh türünde metinle şerhin birbirine karıştırılması endişesi ortaya çıkmıştır. Geç dönemlerde asıl metni parantez içine almak, metni ve şerhi farklı karakterlerde dizmek ve sayfa altına dipnot biçimindeki şerhler yaygınlık kazanmıştır. Şerhedilen bir hadis kitabında şerh, hâşiye ve ta‘lik birlikte verilirken eski kaynaklarda hâşiye ve ta‘likler genellikle kelimenin üzerine ve satır aralarına veya bir işaretle sayfanın kenarına yazılmış, matbaada basılan eserlerde ise sayfalar birkaç çizgi ile bölünerek en başta metin, altında şerh, daha alt kısımlarda hâşiye ve ta‘liklere yer verilmiştir.

Bazı hadis şerhleri farklı özelliklere sahip olmakla birlikte şerhlerde genellikle şu noktalar üzerinde durulmuştur: 1. Şerhedilen hadisi açıklayan bir âyet varsa bu âyetten yararlanmak. 2. Hadisin konusuyla ilgili diğer hadisleri derleyip şerhi bunların ışığında yapmak. 3. Hadisin sebeb-i vürûdu biliniyorsa bunu belirtmek. 4. Anlaşılması zor kelimelerin lugat mânalarını vermek ve kelimelerin hangi kökten türediğini, nasıl kullanıldığını göstermek; hadisi eski Arap şiiriyle istişhâd ederek ve dil âlimlerinin görüşlerine başvurarak açıklamak. 5. Hadisin ihtiva ettiği itikadî veya amelî hükmü belirtmek yahut verilmek istenen mesaja işaret etmek; bunu yaparken sahâbe başta olmak üzere tâbiîn ve diğer âlimlerle mezhep imamlarının farklı görüşlerine yer vermek. 6. Birbirine zıt gibi görünen hadisleri muhaddislerin çokça kullandığı cem‘, telif, nesh, tercih ve tevakkuf metotlarıyla açıklamak. 7. Hadiste mecazi anlatım varsa buna işaret etmek. 8. Te’vil edilecek yerleri te’vil etmek. 9. Rivayet ve nüsha farklarına işaret etmek. 10. Gereken yerlerde siyer ve tarihe dair bilgi vermek. 11. Senedlerde geçen râvilerle metinlerde geçen kişileri tanıtmak. 12. Şerhedilen veya delil olarak kullanılan hadislerin sıhhat derecesini belirtmek. 13. Bağlı bulunduğu mezhebin görüşlerini ön plana çıkarmak. 14. Daha önce yapılmış şerhlerden nakiller yapmak. 15. İçinde yaşanılan döneme ait bazı olayları ve güncel meseleleri hadisin ışığında açıklamak.

Geniş bir literatüre sahip olan hadis şerh edebiyatı üzerine günümüzde birtakım değerlendirme çalışmaları yapılmıştır. Bunlar arasında Hasan Kâmil Yılmaz’ın Tasavvufî Hadis Şerhleri ve Konevî’nin Kırk Hadis Şerhi (İstanbul 1990), Saffet Sancaklı’nın Hadislerin Doğru Anlaşılmasında Karşılaşılan Problemler (Bursa 1999), Enbiya Yıldırım’ın Geleneksel Hadis Yorumculuğu (İstanbul 2001) ve Ayhan Tekineş’in Hadisleri Anlama Problemi (İstanbul 2002) adlı eserleri sayılabilir.

BİBLİYOGRAFYA
İbn Seyyidünnâs, en-Nefḥu’ş-şeẕî fî şerḥi Câmiʿi’t-Tirmiẕî (nşr. Ahmed Ma‘bed Abdülkerîm), Riyad 1409, I, 86; Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 36-37 (mukaddime); II, 1038; Sıddîk Hasan Han, el-Ḥıṭṭa fî ẕikri’ṣ-ṣıḥâḥi’s-sitte, Beyrut 1405/1985, s. 100-101; Kettânî, er-Risâletü’l-müsteṭrafe, s. 195-196; İsmail L. Çakan, Hadîs Edebiyâtı, İstanbul 1989, s. 141-171; S. Kemal Sandıkçı, Sahîh-i Buhârî Üzerine Yapılan Çalışmalar, Ankara 1991, s. 23-89; Abdullah Muhammed el-Habeşî, Câmiʿu’ş-şürûḥ ve’l-ḥavâşî, Ebûzabî 1425/2004, III, 1480, 1672-1695; Abdullah Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, İstanbul 2006, s. 297-298; Saffet Sancaklı, “İbn Battal ve Buhârî Şerhi”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII/1 (2007), s. 1-33.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 38. cildinde, 559-560 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

FIKIH. Bir fıkıh eserini başka bir fıkıh eserinin teşkil ettiği zeminde yazma faaliyetine ve bu faaliyet sonucunda ortaya çıkan ürüne şerh adı verilmiştir. Şerhin esas aldığı kitap “metin” olarak nitelenmiş ve metin-şerh kavramları genellikle bir karşıtlık ilişkisi içinde kullanılmıştır. Bir fıkıh metninden hareketle başka bir fıkıh eseri inşa etme noktasında şerh ile hâşiye kavramlarını ayıran kesin bir çizgiden söz etmek mümkün değildir. Nitekim müellifleri tarafından hâşiye diye adlandırılan veya bu sıfatla tanınmış birçok eserin şerh literatürüne dahil edilmesini mümkün kılacak muhteva, dil ve kompozisyon özelliklerine sahip olduğu görülmektedir. Ancak fıkıh tarihi boyunca şerh ve hâşiye olarak kabul edilen eserlere iki ayrı bütün halinde bakıldığında bu kavramların başlıca üç noktada birbirinden ayrıldığı görülmektedir. Öncelikle şerhler fıkıh metni üzerine kaleme alınmasına mukabil hâşiyelerin büyük çoğunluğu şerhler üzerine yazılmıştır. Ayrıca şerhler, umumiyetle esas aldıkları metnin muhteva ve ifade akışını kesintisiz biçimde takip ederken hâşiyeler şerhlerin veya metinlerin belirli noktaları hakkında kaleme alınmıştır. Öte yandan şerhlerin ortaya çıkış tarihinin III. (IX.) yüzyılın sonu ve IV. (X.) yüzyılın başı olarak belirlenebilmesine karşılık hâşiyeler, VII. (XIII.) yüzyılda izlerine rastlansa bile ancak VIII. (XIV.) yüzyılda yaygın bir telif türü haline gelmiştir.

Fakihin kendi fikirlerini bir fıkıh metnini esas kabul edip kaleme alması bu metnin mefhum, mesele, tasnif ve dil gibi birçok boyutunun söz konusu fikir ve katkılar üzerinde belirleyici olması anlamına gelmektedir. Fıkıh şerhlerinin ortaya çıkışı mezheplerin teşekkül sürecindeki en önemli gelişmelerden biridir. Zira bir fıkıh metninin teşkil ettiği zeminde başka bir fıkıh eseri telif etmek aynı zamanda tarih içinde ortaya çıkmış belirli bir fıkhî birikimi seçmek ve bu seçili geçmiş hakkında konuşmak demektir. Dolayısıyla fıkıh şerhi, çeşitli fıkhî çevrelerin geçmişte ortaya koydukları çalışmalar arasından belirli bir kısmının tercih edildiğini ve şârihin fıkhî mesaisinin sınırlarını bu seçilen çalışmaların belirlediğini ortaya koymaktadır. Şârih söz konusu fıkhî birikimi şerhettiği metin üzerinden geliştirmekte ve literatüre aktarmaktadır. Buna göre fıkıh şerhi geçmişte yazılmış bir metni üzerinde fıkhî düşüncenin cereyan edeceği zemin olarak seçmekle aynı zamanda mezhebe intisabın mahiyet ve sınırlarını belirlemiş olmaktadır.

Şerhlerin başlıca beş işlevinden söz edilebilir. 1. Hükümleri delillendirme. Metinde yer alan fıkhî hükümlerin edille-i şer‘iyye ve mezhep içi istidlâl kaynaklarıyla irtibatlarının kurulması veya daha önce kurulan irtibatların yeniden düzenlenmesi suretiyle her bir önermenin ardında yatan akıl yürütme, şerhin yazıldığı dönemin tartışma ve önceliklerine göre yeniden şekillendirilip zenginleştirilmektedir. 2. Önceki katkıları değerlendirme. Metinde yer alan meselelerin hükmü veya bu meseleleri ifade eden önermelerin kapsamı hakkında daha önce dile getirilen görüşleri ele alan ve özellikle aynı metinle ilgili telif edilmiş şerh ve hâşiyelerin bu husustaki katkılarını tartışan şerhler bu şekilde fıkhî meselelerin literatür tarihlerini de ortaya koymaktadır. 3. Yeniden ifade. Metnin kaleme alındığı dönemden sonra gelişen terim, tasnif, dil ve üslûba göre metnin önermelerini yeniden anlatan şerhler, söz konusu metnin hem fıkıh çevrelerinde okunmaya devam etmesini hem de hakkında ortaya çıkan şerh geleneğinin daha uzun soluklu olmasını sağlamaktadır. Bu çerçevede “tehzip” ve “tertip” diye adlandırılan birçok çalışma aslında metnin eskiyen dil ve tasnifini yeniden inşa için sarfedilen gayretlerdir. 4. Metni tenkit. Özellikle “müftâ bih” görüşleri belirleme hususunda ve fıkıh eğitimi müfredatlarında temel metinlerden kabul edildiği için yaygın şerh geleneğine sahip eserlere karşı eleştirilerin dile getirildiği literatür yine bu metinler üzerine yazılan şerhlerden oluşmaktadır. 5. Terim ve ifadeleri açıklama. Sarf, nahiv ve belâgat tahlillerinin yapılması, zamirlerin merciinin ve cümlelerdeki hazfedilmiş öğelerin açıklanması, fıkıh ve diğer ilimlere dair terimlerin, bilinmeyen kelimelerin ve nâdir kullanımların izahı şeklinde ortaya çıkan bu tarz, özellikle fıkıh eğitiminin ilk basamaklarında kullanılan metinler hakkında yazılmış şerhlerde görülmektedir.

Şerhler fıkıh literatürünün gelişiminde etkin olmuş ve geçmişte kaleme alınan eserler arasından sadece bir kısmının seçilip şerhedilmesi fıkıh tarihinin hangi metinler kanalıyla gelişeceğini ve bu tarihî seyre hangi eserlerin hâkim olacağını büyük ölçüde belirlemiştir. Söz konusu işlevleri dikkate alındığında fıkhî tefekkürün üzerinde cereyan ettiği temel literatürün şerh olduğu söylenebilir. Fetva ve kazâya dair telif gelenekleri, fıkhın problem alanının kapsamını genişletme hususunda önemli katkılarda bulunmasına rağmen fıkıh meselelerini teşkil eden delil, kavram ve hüküm gibi unsurların tartışıldığı ve kapsamlarının geliştirildiği ana literatür şerhtir. Fıkıh şerhleri arasında muhteva kompozisyonu açısından tesbit edilen farklılıklar bu eserlerin ağırlıklı olarak üstlendiği işlevle irtibatlıdır. Nitekim dil tahlillerine ağırlık verilen şerhlerde metin daha küçük parçalar halinde birimlere ayrılarak takip edilirken metindeki bir hüküm vesilesiyle ilgili katkıların değerlendirildiği şerhler nisbeten daha büyük parçalara bölünüp şerhedilir. Belirli bir işlevin ağırlıkta olduğu eserler kaleme alınmakla birlikte şerhler çoğunlukla yukarıdaki işlevlerin birden fazlasını ihtiva etmektedir.

Fıkıh şerhleri, mezhep birikimini herhangi bir şekilde temsil eden metinler üzerine yazılır. Dolayısıyla geniş fıkıh çevreleri tarafından benimsenmemiş bir anlayış ve dille telif edilen eserler şerhedilmemiştir. Müellifin bütün tercihleri (kelime, kaynak, tasnif, hüküm vb.) şârih için son derece önemli olmakla beraber fıkıh şerhleri, yazarın dile getirilmemiş niyetlerini ortaya koyma yahut eserin kaleme alındığı tarihî bağlamı inşa etmeye çalışma gibi bir amaç taşımaz. Bu temel özelliklerinden ötürü fıkıh şerhleri ortaya çıktıkları andan itibaren gerek bir literatür gerekse fıkhî faaliyet türü olarak tefsir veya te’vil gibi kelimelerle nitelendirilmemiştir. Şerhlerin bu özelliği yukarıda temas edilen birbirinden farklı işlevleriyle birlikte değerlendirildiğinde, bazı müelliflerin kendi eserlerini telif ettikten sonra bu eserler üzerine hacimli şerhler yazmalarına rağmen daha sonra başka fakihlerin söz konusu eserleri niçin yeniden şerhettikleri daha kolay anlaşılacaktır.

Hanefî, Şâfiî ve Mâlikî mezheplerinde şerh literatürünün IV. (X.) yüzyılın başında ortaya çıktığı rahatlıkla söylenebilir. Hanbelî mezhebi için bu tarih aynı yüzyılın ikinci yarısına tekabül etmektedir. Fıkıh şerhleri V (XI) ve VI. (XII.) yüzyıllarda istikrarlı bir şekilde çoğalmış, VII. (XIII.) yüzyılda kaleme alınan şerh sayısı neredeyse bir önceki asrın iki katına ulaşmış, ancak en yüksek artış VIII. (XIV.) yüzyılda gerçekleşmiştir. Şerh yazımının nicelik bakımından zirve noktasına IX. (XV.) yüzyılda ulaştığı anlaşılmaktadır. Fıkıh eserlerinin ana türlerinden biri olarak yaygınlığını korumasına rağmen X. (XVI.) yüzyıldan itibaren verilen ürün sayısında görülen azalma daha sonraki iki asırda düzenli biçimde sürmüştür. Söz konusu düşüşün modernleşme hareketlerinin İslâm dünyasında etkisini gösterdiği XIX ve XX. yüzyıllarda şaşırtıcı bir şekilde hız kesmekle beraber bu dönemde bile yüzlerce şerhin kaleme alındığı görülmektedir. Şerh literatürünün İslâm medeniyeti tarihi boyunca takip ettiği bu seyir, doğrudan fıkıh metinleri hakkında yazılmalarına rağmen hâşiye diye nitelendirilen çalışmaların yüzyıllara göre gelişiminin dikkate alınması durumunda da değişmemektir. Mezhep literatürlerinin eser ve müellif zenginliği noktasında birbirlerine nisbeti fıkıh şerhleri söz konusu olduğunda da aynı kalmaktadır. Nitekim fıkıh şerhleri açısından en geniş literatüre sahip mezhepler Şâfiî ve Hanefî mezhepleri iken Mâlikî şerhleri bunların ardında yer almakta ve Hanbelî mezhebinde kaleme alınan şerh sayısı bazı Şâfiî şerh geleneklerinin sahip olduğu eser sayısının bile altına düşmektedir.

Fıkıh şerhlerine konu olan metinlerin büyük çoğunluğu, mezhep birikimini bilgi ve delil kaynağı olma açısından hiyerarşik bir bünye içinde ele alarak her mesele, terim, tasnif ve hükümde mezhep birikimi içindeki tartışma ve tercihlere atıfta bulunan fürû-i fıkıh muhtasarları üzerine yazılmıştır (bk. MUHTASAR). Fıkıh usulü ve fürû-i fıkhın bazı alt dallarında oluşan şerh gelenekleri incelendiğinde, bu geleneklerin de mezhep içinde üretilmiş fıkhî mesainin bütününü değerlendirme ve yorumlamada gösterdikleri başarı ile öne çıkan metinler olmaları bakımından fürû muhtasarıyla aynı karakteristiği taşıdıkları görülmektedir. Bu sebeple mezheplerin henüz ortaya çıktığı dönemde telif edilmiş, bir kısmı mezhep imamlarına ait olmakla birlikte birçok eser şerh faaliyetinin konusu yapılmamıştır. Nitekim el-Aṣl, Kitâbü’l-Ḫarâc, el-Üm, el-Esediyye ve erken dönem Hanbelî simalarının el-Mesâʾil’leri üzerinde herhangi bir şerh geleneği teşekkül etmemiştir. Fürû-i fıkıh muhtasarları dışında yalnız fıkıh usulü ve ferâiz sahalarında şerh çalışmalarının yoğunlaştığı, buna karşılık fıkıh literatürünün çeşitli açılardan alt bölümlerini teşkil eden nevâzil, ahkâm-ı sultâniyye, bir fıkıh başlığı veya meselesine dair risâle, fetva mecmuası ve birkaç istisna dışında şürût eserleri hakkında şerh geleneğinin oluşmadığı görülmektedir.

Hanefî mezhebinde Şeybânî’nin (ö. 189/805) el-Câmiʿu’l-kebîr, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīr ve ez-Ziyâdât adlı eserlerinin iç kompozisyonunun ve bölüm tasnifinin yeniden düzenlenmesine dair çalışmalarla başlayan ilk şerhlerin III. (IX.) yüzyılın sonunda ortaya çıktığı ve IV. (X.) yüzyılın ilk yarısında geliştiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kitaplar hakkında hazırlanan yeni tehziblerin eşliğinde VI. (XII.) yüzyılda tekrar yoğunluk kazanan bu şerh geleneği IX. (XV.) yüzyılla beraber kesintisiz bir faaliyet olma niteliğini yitirmiştir. Tahâvî ve Kerhî’nin el-Muḫtaṣar’ları üzerine yazılan şerhler, Hanefî mezhebi tarihi için çok önemli bazı gelişmeleri temsil etmelerine rağmen değişen fıkıh dili ve mezhep içi tercihlerin etkisiyle uzun soluklu birer gelenek teşkil edememişlerdir. Şeybânî şerhlerinin azalmaya başladığı VII. (XIII.) yüzyıl aynı zamanda Kudûrî’nin el-Muḫtaṣar’ı hakkında en çok şerhin kaleme alındığı dönemdir. Bu yıllarda ortaya çıkan Mergīnânî’nin el-Hidâye’sine dair şerhler VIII. (XIV.) yüzyılda büyük bir artış göstermiştir. el-Hidâye ile Burhânüşşerîa Mahmûd’un el-Viḳāye’si (Viḳāyetü’r-rivâye fî mesâʾili’l-Hidâye) ve Sadrüşşerîa’nın bunu ihtisar ettiği en-Nuḳāye’den oluşan metin silsilesi üzerine kaleme alınan şerhler Hanefî literatürünün en büyük şerh geleneğini meydana getirmektedir. Nicelik bakımından X. (XVI.) yüzyılda zirveye ulaşan bu şerh geleneği Hanefî fıkhının gelişimine katkı noktasından diğer şerh gelenekleri arasında temayüz etmektedir. XI. (XVII.) yüzyıl, bu çizginin düşüşe geçmesine karşılık Kenzü’d-deḳāʾiḳ, Mülteḳa’l-ebḥur ve Ġurerü’l-aḥkâm hakkında en yoğun şerh yazımının görüldüğü dönemdir. Öte yandan aynı yüzyılda Tenvîrü’l-ebṣâr ekseninde oluşan şerh geleneği gelişmeye başlarken el-Muḫtâr ve Mecmaʿu’l-baḥreyn şerhleri ortadan kalkmıştır. Muhtasarları kadar yaygınlaşamayan bu iki esere dair çalışmalar, önce Kenzü’d-deḳāʾiḳ şerhleri ve ardından Osmanlı merkez coğrafyasında ortaya çıkan Mülteḳa’l-ebḥur ve Ġurerü’l-aḥkâm şerhlerine karşı tutunamamıştır (bu metinler ve şerhleri için bk. FIKIH [Literatür]; HANEFÎ MEZHEBİ [Literatür]).

Şâfiî mezhebinin tarihinde dikkat çeken ilk şerh geleneği Müzenî’nin (ö. 264/878) el-Muḫtaṣar’ı üzerine yazılmış eserlerdir. IV. (X.) yüzyılla birlikte başlayan bu şerh çizgisi, VI. (XII.) yüzyıldan itibaren zayıflamaya başlarken bu dönemde ortaya çıkan Ebû İshak eş-Şîrâzî’nin el-Müheẕẕeb’i ve özellikle et-Tenbîh’i hakkında kaleme alınan şerhler üç asır boyunca Şâfiî mezhebinin en önemli şerh faaliyetlerinden birini teşkil etmiştir. Müzenî’nin el-Muḫtaṣar’ına dair yazılan şerhler IX. (XV.) yüzyıla, el-Müheẕẕeb ve et-Tenbîh şerhleri ise X. (XVI.) yüzyıla kadar uzanmasına rağmen VIII. (XIV.) yüzyıldan itibaren Gazzâlî’nin fürû-i fıkıh eserlerinden doğan telif geleneği hakkında kaleme alınmış şerhler Şâfiî literatürünün yegâne hâkim unsuru haline gelmiştir. VII. (XIII.) yüzyıldan modernleşme sürecine kadar ortaya çıkan Şâfiî şerhlerinin büyük çoğunluğu bu gelenek üzerine kaleme alınmıştır. Söz konusu telif geleneği VI. (XII.) yüzyılın sonuna doğru sadece birkaç şerhe sahipken VII. (XIII.) yüzyıldaki şerhler Şîrâzî şerhleri kadar yaygınlaşmış, VIII. (XIV.) yüzyılda ise hâkim şerh geleneği durumuna gelmiştir. IX. (XV.) yüzyılda büyük artış gösteren bu gelenek, XI. (XVII.) yüzyıldan itibaren giderek zayıflamasına rağmen XX. yüzyılda bile ürün vermeye devam etmiştir. Gazzâlî’nin el-Vasîṭ’ine gösterilen rağbet, VII. (XIII.) yüzyılda yoğunlaşan ve VIII. (XIV.) yüzyılla birlikte sona eren bir şerh çizgisine konu olmuştur. Çıkış noktası Gazzâlî’nin el-Vecîz’i olan bir dizi eser hakkında kaleme alınan şerhler ise Şâfiî şerh geleneğinin ana gövdesini teşkil etmektedir. Söz konusu eserlerin büyük çoğunluğu, Abdülkerîm er-Râfiî’nin el-Vecîz üzerine yazdığı ihtisar ve şerhleri takip eden üç kol halinde tasnif edilebilir. Birinci kol Râfiî’nin el-Muḥarrer’i, Nevevî’nin Minhâcü’ṭ-ṭâlibîn’i, Zekeriyyâ el-Ensârî’nin Menhecü’ṭ-ṭullâb’ı ve İbnü’l-Cevherî’nin Nehcü’ṭ-ṭâlib’i hakkında kaleme alınan şerhlerden oluşup Gazzâlî’nin fürû-i fıkıh eserlerinden doğan metinlere dair yazılan şerhlerin yarısından fazlasını meydana getirmektedir. Bu kol içinde yer alan Minhâcü’ṭ-ṭâlibîn şerhleri fıkıh tarihinde bir metin üzerine yazılan en büyük şerh geleneğini teşkil eder. İkinci kol, el-Vecîz hakkında Râfiî’nin Fetḥu’l-ʿazîz adıyla kaleme aldığı şerhten başlayarak Abdülgaffâr b. Abdülkerîm el-Kazvînî’nin el-Ḥâvi’ṣ-ṣaġīr’i, İbnü’l-Verdî’nin el-Behcetü’l-Verdiyye’si ve İbnü’l-Mukrî el-Yemenî’nin İrşâdü’l-ġāvî’si ile devam eden metin silsilesine dair yazılmış şerhlerden oluşmaktadır. Üçüncü kol yine el-Vecîz ve el-Fetḥu’l-ʿazîz ile başlayan ve Nevevî’nin Ravżatü’ṭ-ṭâlibîn’i, İbnü’l-Mukrî’nin Ravżü’ṭ-ṭâlib’i, Safiyyüddin Ahmed b. Ömer ez-Zebîdî’nin el-ʿUbâbü’l-Muḥîṭ’i ile devam eden silsile üzerine kaleme alınan şerhlerden meydana gelmektedir. Râfiî dışında el-Vecîz için ihtisar yazan Muzaffer b. İsmâil et-Tebrîzî ve Abdürrahîm b. Muhammed el-Mevsılî’nin eserleri üzerine kaleme alınan şerhler de yukarıdaki kollar kadar yaygın ve etkili olmasa bile özellikle VIII. (XIV.) yüzyılda dikkat çekici bir faaliyet teşkil etmiştir. İbnü’l-Mehâmilî’nin el-Lübâb’ı, Ebû Zür‘a el-Irâkī’nin Tenḳīḥu’l-Lübâb’ı ve Zekeriyyâ el-Ensârî’nin Taḥrîru Tenḳīḥi’l-Lübâb’ının oluşturduğu silsile hakkında yazılan şerhler ise Gazzâlî öncesinden başlayıp modernleşme sürecine kadar devam eden nâdir şerh geleneklerindendir. Tipik bir muhtasar olmaktan ziyade fıkıh eğitiminin ilk basamağı için hazırlanmış bir metin kabul edilen Ebû Şücâ‘ el-İsfahânî’nin el-Muḫtaṣar’ı (Ġāyetü’l-iḫtiṣâr) üzerine VII. (XIII.) yüzyılda yazılmaya başlanan şerhler de X. (XVI.) yüzyıldan itibaren artış göstererek günümüze kadar ulaşmıştır. Ayrıca VIII. (XIV.) yüzyılda kaleme alınan Ahmed b. Ömer en-Neşâî’nin Câmiʿu’l-muḫtaṣarât’ı ve İbnü’l-Bârizî’nin ez-Zübed’i hakkında yazılan şerhler de burada zikredilmelidir (ayrıca bk. ŞÂFİÎ MEZHEBİ [Literatür]).

Mâlikî mezhebinin teşekkül döneminde Sahnûn’un (ö. 240/854) el-Müdevvene’si üzerine birkaç şerhin yazıldığı rivayet edilse de bu çalışmalar aslında söz konusu eseri tamamlayan veya diğer “ümmehât” metinleriyle karşılaştıran metinlerdir. el-Müdevvene ancak Berâziî tarafından kaleme alınan et-Tehẕîb sayesinde klasik bir muhtasar haline getirilmesinin ardından şerhedilmeye başlanmıştır. IV. (X.) yüzyılda ve hemen sonrasında ortaya çıkan üç muhtasarla Berâziî’nin eseri hakkında yazılan şerhler mezhebin istikrar devrine kadar geçen zaman dilimindeki şerh faaliyetlerine hâkim olmuştur. Bu eserler içinde İbn Ebû Zeyd el-Kayrevânî’nin er-Risâle’si söz konusu dönemde en çok şerhedilen metindir. Gerek Berâziî’nin et-Tehẕîb’i gerekse İbn Ebû Zeyd’in er-Risâle’sine dair V. (XI.) yüzyılda başlayan şerhler VIII (XIV) ve IX. (XV.) yüzyıllarda dikkat çekici bir artış göstermiş, X. (XVI.) yüzyılla birlikte Berâziî şerhlerinin çok azalmasına karşılık er-Risâle şerhleri modern döneme kadar kesintiye uğramadan devam etmiştir. Belirli bir Mâlikî çevresini temsil eden İbnü’l-Cellâb’ın et-Tefrîʿi ve Kādî Abdülvehhâb’ın et-Telḳīn’i üzerine VI. (XII.) yüzyılda başlayan şerh çalışmaları hiçbir zaman yaygın bir gelenek halini alamamış ve X. (XVI.) yüzyılda sona ermiştir. Mezhep içinde önemli bir dönüşümü temsil etmesine rağmen İbnü’l-Hâcib’in Câmiʿu’l-ümmehât’ı hakkında yazılan şerhler de aynı yüzyılda ciddi ölçüde azalmıştır. Zira Halîl b. İshak el-Cündî’nin el-Muḫtaṣar’ına gösterilen rağbet, Mâlikî şerh çalışmalarının VIII. (XIV.) yüzyıldan itibaren bu eser üzerinde yoğunlaşmasına ve X. (XVI.) yüzyıldan sonra İbn Ebû Zeyd’in er-Risâle’si dışındaki hemen bütün şerh geleneklerinin son bulmasına yol açmıştır. Cündî’nin el-Muḫtaṣar’ına dair kaleme alınan şerhler, Mâlikî fürû-i fıkıh şerhlerinin yarısından fazlasını teşkil ederek bu mezhepteki şerh literatürünün ana gövdesini meydana getirmiştir. Bu şerh geleneği, fıkıh tarihinde yoğunluğunu büyük ölçüde kaybetmeden modern döneme kadar ulaşabilen nâdir şerh çalışmalarındandır. Cündî şerhlerinin hâkimiyeti altında İbn Arafe’nin el-Ḥudûd’u ve Behrâm b. Abdullah ed-Demîrî’nin eş-Şâmil’i gibi metinlere dair şerh geleneklerinin oluşamadığı anlaşılmaktadır. Ancak Derdîr’in Aḳrebü’l-mesâlik’i ve el-Emîrü’l-Kebîr es-Sünbâvî’nin el-Mecmûʿu, Cündî sonrası mezhep birikimine dair esaslı gelişmeleri yansıttıkları için modernleşme sürecinin başladığı döneme yakın zamanda kaleme alınmalarına rağmen birer şerh çizgisi oluşturmayı başarmışlardır (ayrıca bk. MÂLİKÎ MEZHEBİ [Literatür]).

IV. (X.) yüzyılda ortaya çıkan fıkıh muhtasarlarının Hanbelî mezhebindeki en önemli örneği olan Hırakī’nin el-Muḫtaṣar’ı üzerine yapılan şerh çalışmaları IV-IX. (X-XV.) yüzyıllar arasında yoğunluğunu yitirmeden devam etmiştir. VII. (XIII.) yüzyılda Kelvezânî’nin el-Hidâye’sine yazılan şerhler uzun soluklu olmamış, VIII. (XIV.) yüzyıldan itibaren Hanbelî şerh çalışmaları Mecdüddin İbn Teymiyye’nin el-Muḥarrer’i, Düceylî’nin el-Vecîz’i ve Şemseddin İbn Müflih’in el-Fürûʿu üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu şerh çalışmalarının X. (XVI.) yüzyılla beraber kesintiye uğramasının temel sebebi, Muvaffakuddin İbn Kudâme, Haccâvî, İbnü’n-Neccâr el-Fütûhî, Mer‘î b. Yûsuf el-Kermî çizgisinde telif edilen birbiriyle irtibatlı eserler hakkında kaleme alınan şerhlerin Hanbelî literatürünü hâkimiyeti altına almasıdır. VII. (XIII.) yüzyılda ilk ürünlerini veren bu şerh geleneği müteahhirîn dönemi Hanbelî şerhlerinin büyük çoğunluğunu kapsamaktadır (bk. HANBELÎ MEZHEBİ [Literatür]).

Sünnî fıkıh mezheplerinde şerh faaliyetleri IV. (X.) yüzyılda kurumlaşmasına rağmen Zeydî ve Ca‘ferî mezheplerinde söz konusu gelişmenin daha geç bir dönemde ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Zeydî mezhebi tarihindeki ilk dikkat çekici şerh geleneğini, Taberistan Zeydîliği’nin en önemli isimlerinden Nâtık-Bilhakk’ın (ö. 424/1033) et-Taḥrîr’i üzerine VII. (XIII.) yüzyılda başlayan eserler oluşturmaktadır. VIII. (XIV.) yüzyılda Emîr Ali b. Hüseyin’in el-Lümaʿı ve IX. (XV.) yüzyılda Hasan b. Muhammed en-Nahvî’nin et-Teẕkiretü’l-fâḫire’sine yazılan şerhler uzun süre devam etmemiştir. Mehdî-Lidînillâh İbnü’l-Murtazâ’nın (ö. 840/1437) el-Ezhâr ve el-Baḥrü’z-zeḫḫâr adlı kitapları ekseninde gelişen şerh çalışmaları ise müellifin yaşadığı dönemden itibaren Zeydî şerhlerinin ana gövdesini teşkil etmiştir. Zeydî tarihiyle ilgili kayıtlarda yer alan şerhlerin hemen yarısı söz konusu şerh geleneğine dahildir. X. (XVI.) yüzyılda el-Mütevekkil-Alellah Yahyâ b. Şemseddin’in el-Esmâr’ı hakkında bazı şerhler kaleme alınmışsa da bunlar sonraki asırlara uzanan bir şerh geleneği oluşturamamıştır. Ca‘ferî mezhebinde ise Ebû Ca‘fer et-Tûsî’nin (ö. 460/1067) eserlerine ilişkin telifler VII. (XIII.) yüzyıla kadar en önemli şerh çalışmalarını teşkil etmiştir. Söz konusu dönemden itibaren Muhakkık el-Hillî, İbnü’l-Mutahhar el-Hillî ve hemen ardından Şehîd-i Evvel’in metinleri üzerine kaleme alınan şerhler Ca‘ferî şerh geleneğinin ana gövdesini teşkil etmiştir (bk. FIKIH [Literatür]).

Fürû-i fıkıh sistematiğini kapsayan ve büyük çoğunluğu muhtasar diye nitelenen eserler dışında fıkıh tarihinin en çok şerhedilen metinleri fıkıh usulü ve ferâiz sahasına aittir. İbnü’l-Hâcib’in Müntehe’s-Sûl ve onun muhtasarı olan Muḫtaṣarü’l-Müntehâ adlı eserleri üzerine gerçekleştirilen şerh çalışmaları fıkıh usulü tarihinin en geniş ve etkili şerh geleneğini meydana getirmektedir. Gerek şârihlerin mensup olduğu mezhep, yaşadığı bölge ve dönem gerekse bu çerçevede kaleme alınan eserlerin sayısı ve etkisi açısından söz konusu şerh geleneği fıkıh usulündeki diğer bütün şerh faaliyetlerinin üstünde yer alır. İbnü’l-Hâcib’in ardından Sadrüşşerîa’nın Tenḳīḥu’l-uṣûl’ü hakkında kaleme alınan eserler sayı bakımından daha büyük bir şerh geleneğini temsil etse de Tâceddin es-Sübkî’nin Cemʿu’l-cevâmiʿinin şerhlerinin oluşturduğu silsile mezhep ve coğrafya açısından daha yaygın bir gelenektir. Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin Menârü’l-envâr’ına yazılan şerhler de Tenḳīḥu’l-uṣûl şerhlerine yakın bir yoğunlukta olmasına rağmen Hanefî coğrafyasıyla sınırlı kalmıştır. Söz konusu eserlerin ardından yer alması gereken Kādî Beyzâvî’nin Minhâcü’l-vüṣûl’ü ekseninde ortaya çıkan şerh geleneği de burada zikredilmelidir. Ferâiz sahasında en önemli şerh geleneklerini Secâvendî’nin el-Ferâʾiżü’s-Sirâciyye’si ve İbnü’l-Mütefennine’nin er-Raḥbiyye’si üzerine yazılan eserler teşkil etmektedir (bk. el-FERÂİZÜ’s-SİRÂCİYYE; er-RAHBİYYE).

Hâfızada tutulması zor ve ayrıntılı bilgileri vezin ve kafiye yardımıyla zaptetmeye yardımcı olan manzum fıkıh eserlerine dair ilk şerhler VI. (XII.) yüzyılda görülmesine rağmen ancak IX. (XV.) asırla birlikte yaygın bir faaliyet halini almıştır. Nicelik bakımından X. (XVI.) yüzyılda en yüksek seviyesine ulaşan manzum şerhler modern dönemde bile kesintiye uğramayarak bunların yaygın olduğu bazı coğrafyalarda onlarca eser kaleme alınmıştır. Mâlikî manzum şerhleri bazı fıkıh usulü eserlerinin nazımlarıyla kazâ, fetva ve amel sahalarında esas alınan kural ve görüşleri işleyen metinler üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu çerçevede fıkıh usulünde Ebü’l-Hasan ez-Zekkāk’ın el-Menhecü’l-mümteḫab adlı eseriyle Sübkî’nin Cemʿu’l-cevâmiʿi ve İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî’nin el-Varaḳāt’ının çeşitli nazımları hakkında yazılan şerhler dikkat çekmektedir. İbn Âsım’ın Tuḥfetü’l-ḥükkâm’ı, Zekkāk’ın Lâmiyye’si, Ebû Zeyd Abdurrahman el-Fâsî’nin el-ʿAmelü’l-Fâsî’si kazâ, fetva ve amel sahalarında üzerine en çok şerh kaleme alınan manzum eserlerdir. Şâfiî mezhebinde ferâize dair er-Raḥbiyye dışında fürû-i fıkıh muhtasarlarının muhtevasına sahip Zeynüddin İbnü’l-Verdî’nin el-Behcetü’l-Verdiyye’si ile Ahmed b. Hüseyin er-Remlî’nin Ṣafvetü’z-Zübed’i hakkında yazılan şerhler önemli bir yekün oluşturmaktadır. Hanefî mezhebinde en çok şerhedilen eser Ebû Hafs en-Nesefî’nin el-Manẓûmetü’n-Nesefiyye fi’l-ḫilâfiyyât’ıdır. Bazı önemli Hanefî muhtasarları nazmedilmişse de bu eserlere dair kayda değer bir şerh geleneği teşekkül etmemiştir. Fürû muhtasarlarının muhtevasına sahip İbn Vehbân’ın Ḳaydü’ş-şerâʾid’i (el-Manẓûmetü’l-Vehbâniyye) çeşitli asırlarda üzerine şerhler yazılan manzum bir eser olarak dikkati çekmektedir. Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinde manzum fürû muhtasarları, Hanefî mezhebinde ise manzum usul eserleri etrafında bir şerh geleneği gelişmemiştir.

Fıkıh şerhlerinin önemli bir kısmı Şerḥu’l-Menâr, Şerḥu’l-Minhâc, Şerḥu’l-Viḳāye gibi, eserin hangi metni esas aldığını göstermekle yetinen ve umumiyetle “şerh” kelimesiyle başlayan isimlere sahiptir. Fıkıh literatüründe bu tür eserlere şârihin adına nisbetle atıf yapılması yaygın bir uygulamadır (Şerḥu’l-Bâbertî ʿale’l-Hidâye, Şerḥu’l-Îcî ʿalâ Muḫtaṣarı İbni’l-Ḥâcib gibi). Kendine has bir adı olan şerhler ise İslâm medeniyetinde gelişen kitap ismi koyma geleneğine uygun biçimde adlandırılmıştır. Nitekim bu şerhlerin çoğuna esas aldıkları metnin başlığı ile secili isimler verilmiştir. Meselâ Mergīnânî’nin el-Hidâye’sinin şârihleri “inâye, binâye, kifâye, nihâye, gāye” gibi kelimeleri eserlerinin adlarında kullanırken Sübkî’nin Cemʿu’l-cevâmiʿinin şârihleri çalışmalarında “el-bedrü’t-tâli‘, zevâlü’l-mâni‘, teşnîfü’l-mesâmi‘, el-gaysü’l-hâmi‘” gibi tamlamalara yer vermiştir. Öte yandan fıkıh şerhlerinin isimlerinde belirli anlamlara gelen kelimelerin sıkça kullanıldığı görülmektedir. Söz konusu eserlerin birçoğunun ismi anlatma veya açığa çıkarma (vuzuh, beyan, keşf, feth, irşad, tenbih, zuhur, fehm), aydınlık veya ışığın yansıması (lüm‘a, behce, gurre, dav‘, mir’ât ve özellikle nur), kapsamlı veya yeterli oluş (kifâyet, gınâ, şümûl, ihâta), hedef ve amaca ulaşma (bulûğ, gāye, talep, nehc, hidayet), düzeltme veya gözden geçirme (tehzîb, ıslah, tenkih), hediye verme (tuhfe, minha, hibe, hediye) anlamına gelen kelimelerden türetilmiştir. Ayrıca değerli taş ve madenlerle (cevher, lü’lü’, yâkut, ibrîz, zeheb ve özellikle dür) gök cisimleri ve olaylarını (bedr, kamer, necm, kevkeb, berk) ifade eden isimler de yaygın biçimde kullanılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA
Keşfü’ẓ-ẓunûn, I-II, tür.yer.; Îżâḥu’l-meknûn, I-II, tür.yer.; Abdullah Muhammed el-Habeşî, Câmiʿu’ş-şürûḥ ve’l-ḥavâşî, Ebûzabî 1425/2004, I-III, tür.yer.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 38. cildinde, 560-564 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

KELÂM. II-III. (VIII-IX.) yüzyıllarda yaşayan Mu‘tezile, Havâric ve Şîa’ya mensup âlimlere bazı akaid risâleleri nisbet edilmekte, Sünnî akaide zemin hazırlayan telif faaliyetlerinin ise I. (VII.) yüzyılın sonlarından itibaren başladığı bilinmektedir (bk. AKAİD). IV. (X.) yüzyılın ilk yarısından itibaren Mâtürîdî ve Eş‘arî ekollerinin teşekkül etmesiyle Sünnî akîdeden bahseden ilim kelâm niteliği kazanmış, ancak âlimler, halkı ehl-i bid‘atın inançlarından korumak ve onların Sünnî akîdeyi öğrenmesini sağlamak amacıyla klasik kelâm eserlerinin yanı sıra akaid risâleleri de yazmaya önem vermiş, ardından bunların şerhedilmesine girişilmiştir.

Akaid alanında ilk defa eser telif eden ve eserleri sonraki dönemlere intikal eden âlim İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’dir. Onun el-Fıḳhü’l-ekber’inin talebelerinden Ebû Mutî‘ el-Belhî yoluyla gelen ve el-Fıḳhü’l-ebsaṭ diye adlandırılacak olan rivayetinin Ebü’l-Leys es-Semerkandî, Fahrülislâm Ebü’l-Usr el-Pezdevî, Atâ b. Ali el-Cûzcânî ve Ebû İbrâhim İsmâil el-Hâtırî tarafından şerhedildiği belirtilmektedir (Brockelmann, GAL, I, 77; Suppl., I, 285-286; Sezgin, I, 414). Hammâd b. Ebû Hanîfe rivayetiyle gelen el-Fıḳhü’l-ekber’in en çok tanınan şerhlerinden biri Ali el-Kārî’nin Mineḥu’r-ravżi’l-ezher fî şerḥi’l-Fıḳhi’l-ekber’idir. Ebü’l-Müntehâ el-Mağnisavî’nin Şerḥu’l-Fıḳhi’l-ekber adlı eseri Osmanlı dünyasında çok tanınmıştır. Beyâzîzâde Ahmed Efendi, Ebû Hanîfe’nin akaid risâlelerini kelâm kitaplarındaki konu tertibine göre el-Uṣûlü’l-münîfe li’l-İmâm Ebî Ḥanîfe ismiyle bir araya getirmiş, daha sonra bunları İşârâtü’l-merâm min ʿibârâti’l-İmâm adıyla şerhetmiştir. Hammâd rivayetiyle intikal eden el-Fıḳhü’l-ekber’in kaynaklarda adları geçen ve bir kısmının nüshaları tesbit edilebilen başka şerhleri de bulunmaktadır (bk. el-FIKHÜ’l-EKBER). Ebû Ca‘fer et-Tahâvî’nin Ebû Hanîfe’nin görüşlerine ağırlık vererek Sünnî akîdeyi özlü cümlelerle ifade ettiği el-ʿAḳīdetü’ṭ-Ṭaḥâviyye’sinin çok sayıda âlim tarafından şerhedildiği bilinmektedir (Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1143). Bu şerhlerden Sirâceddin Ömer b. İshak el-Gaznevî el-Hindî, Abdülganî el-Meydânî, Nâsırüddin el-Elbânî, İbn Ebü’l-İz ed-Dımaşkī ve Ekmeleddin el-Bâbertî’ye ait olanlar yayımlanmıştır (bk. el-AKĪDETÜ’t-TAHÂVİYYE). Müteahhirîn dönemi Selef âlimlerinden Muvaffakuddin İbn Kudâme’nin Lümʿatü’l-iʿtiḳād el-hâdî ilâ sebîli’r-reşâd’ını Muhammed Sâlih el-Useymîn; İbn Teymiyye’nin el-ʿAḳīdetü’l-Vâsıṭıyye’sini Muhammed Halîl Herrâs, Muhammed Sâlih el-Useymîn ve Sâlih b. Fevzân b. Abdullah el-Fevzân Şerḥu’l-ʿAḳīdeti’l-Vâsıṭıyye adıyla, Abdülazîz b. Nâsır er-Reşîd et-Tenbîhâtü’s-seniyye ʿale’l-ʿAḳīdeti’l-Vâsıṭıyye, Abdurrahman Nâsır es-Sa‘dî et-Tenbîhâtü’l-laṭîfe fîmâ iḥtevet ʿaleyhi’l-Vâsıṭıyye mine’l-mebâḥis̱i’l-münîfe ve Zeyd b. Abdullah Âlü Feyyâz er-Ravżatü’n-nediyye Şerḥu’l-ʿAḳīdeti’l-Vâsıṭıyye ismiyle şerhetmiştir.

Mu‘tezile kelâmcılarından intikal eden ilk eserler Câhiz’e ait olmakla beraber Mu‘tezile düşüncesini günümüze ulaştıran asıl kitaplar Kādî Abdülcebbâr’a aittir. Onun el-Muġnî fî ebvâbi’t-tevḥîd ve’l-ʿadl adlı bir külliyat niteliğindeki eseri, Mu‘tezile’nin doğuşundan V. (XI.) yüzyılın başına kadar gelen süreçte tartışılan bütün konuları içermekte olup Vâsıl b. Atâ, Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, Nazzâm, Câhiz, Kâ‘bî, Ebû Ali el-Cübbâî ve oğlu Ebû Hâşim gibi Mu‘tezile âlimlerinin görüşlerini aktarmakta ve bir anlamda şerhetmektedir (bk. el-MUĞNÎ). Kādî Abdülcebbâr’a nisbet edilerek yayımlanan Şerḥu’l-Uṣûli’l-ḫamse’nin, müellifin el-Uṣûlü’l-ḫamse adlı eserinin öğrencisi Kıvâmüddin Mânkdîm tarafından yapılan şerhi olduğu ileri sürülmektedir (bk. ŞERHU’l-USÛLİ’l-HAMSE). el-Mecmûʿ fi’l-Muḥîṭ bi’t-teklîf adlı eser ise onun el-Muḥîṭ bi’t-teklîf’ine talebesi İbn Metteveyh’in yaptığı şerhtir. Mu‘tezile âlimlerinden Zemahşerî’nin mezhebin görüşlerini savunduğu el-Keşşâf adlı tefsiri üzerinde daha çok i‘tizâlî fikirleri eleştirmeyi amaçlayan şerh, hâşiye ve ta‘lik türü elliyi aşkın çalışma yapılmıştır (bk. el-KEŞŞÂF).

Mâtürîdiyye mezhebinin ilk fikrî temelinin Ebû Hanîfe tarafından atıldığı kabul edilir. Onun el-Fıḳhü’l-ebsaṭ adlı risâlesi şerhedildiği gibi (yk.bk.) Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin, kelâm konularına ağırlık veren Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân adlı tefsirinin -Alâeddin es-Semerkandî’ye nisbet edilmekle birlikte içeriği Ebü’l-Muîn en-Nesefî’ye ait açıklamalardan oluşan- Şerḥu Teʾvîlâti’l-Ḳurʾân’ı da bu arada zikredilmelidir (bk. TE’VÎLÂTÜ’l-KUR’ÂN). Hakîm es-Semerkandî’nin es-Sevâdü’l-aʿẓam’ını İbrâhim Hilmî b. Hüseyin Selâmü’l-aḥkem ʿalâ Sevâdi’l-aʿẓam adıyla şerhetmiştir. Müteahhirîn döneminde Necmeddin en-Nesefî’nin ʿAḳāʾidü’n-Nesefî adlı risâlesi, Sa‘deddin et-Teftâzânî başta olmak üzere Şemseddin Mahmûd b. Abdurrahman el-İsfahânî ve Ebû Abdullah eş-Şeyh Zeynüddin (el-Ḳavlü’l-vefî) gibi çok sayıda âlim tarafından şerhedilmiştir. Bunların içinde en meşhur olanı Teftâzânî’nin Şerḥu’l-ʿAḳāʾid’idir. Eser Osmanlı medreselerinde ve Ezher’de asırlarca ders kitabı olarak okutulmuştur. Şerḥu’l-ʿAḳāʾid üzerine yazılan şerh, hâşiye ve ta‘likler Nesefî metnine yapılan şerhlerden fazla olup sayıları elli civarındadır. Bunların arasında Hayâlî, Kestelî, İsâmüddin el-İsferâyînî, Abdülhakîm es-Siyâlkûtî ve Ramazan b. Muhammed el-Hanefî’nin şerh veya hâşiyeleri meşhurdur (bk. AKĀİDÜ’n-NESEFÎ). Hakkında çok sayıda şerh kaleme alınan risâlelerden biri de Ali b. Osman el-Ûşî’nin el-Emâlî adlı manzum eseridir. Halîl b. Alâ en-Neccârî’nin Nefîsü’r-riyâż li-iʿdâmi’l-emrâż, Ali el-Kārî’nin Ḍavʾü’l-meʿâlî fî şerḥi Bedʾi’l-emâlî ve Muhammed b. Süleyman el-Halebî er-Reyhâvî’nin Nuḫbetü’l-leʾâlî li-şerḥi Bedʾi’l-emâlî isimli telifleri eserin şerhlerinden bazılarıdır. Muhammed b. Malkoca’nın Lâmiyye-i Kelâmiyye Şerhi, Mütercim Âsım Efendi’nin Merahu’l-meâlî fî şerhi’l-Emâlî, Bekir Topaloğlu’nun Emâlî Şerhi adlı eserleri risâlenin Türkçe şerhlerinden bazıları olup Topaloğlu’nun çalışması Zaylabidin Acimamatov tarafından Kırgızca’ya çevrilmiştir (Bişkek 2008; bk. el-EMÂLÎ). Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin el-ʿUmde adlı risâlesi başta kendisi olmak üzere (el-İʿtimâd fi’l-iʿtiḳād) çok sayıda âlim tarafından şerhedilmiştir (Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1168; Brockelmann, GAL, II, 253; Suppl., II, 268). İbnü’l-Hümâm’ın el-Müsâyere fi’l-ʿaḳāʾidi’l-münciye fi’l-âḫire’si üzerine yapılan şerh, hâşiye ve atıflarla Mâtürîdiyye kelâmının önemli bir kaynağı haline gelmiştir. el-Müsâyere’ye müellifin Tavżîḥu’l-Müsâyere ve talebesi Kemâleddin İbn Ebû Şerîf’in el-Müsâmere’si dışında da şerh ve hâşiyeler kaleme alınmıştır. Hızır Bey’in her beytinde bir kelâm meselesini açıkladığı el-Ḳaṣîdetü’n-Nûniyye’si üzerine de birçok şerh yazılmıştır. Talebesi Hayâlî Ahmed Efendi’nin şerhiyle Uryânî Osman Efendi’nin Ḫayrü’l-ḳalâʾid Şerḥu Cevâhiri’l-ʿaḳāʾid’i ve Lâlezârî Mehmed Tâhir’in el-Cevâhirü’l-ḳalemiyye fî tasṭîri esrâri’n-Nûniyye’si bu şerhlerden bazılarıdır. Dâvûd-i Karsî’nin Kasîde-i Nûniyye Şerhi, Manastırlı İsmâil Hakkı’nin Metâlib-i İrfâniyye ve Îzâhât-ı Nûniyye’si ve Mustafa Behcet Uranyevî’nin Sünûhât-ı Vehbiyye ve Esrâr-ı Nûniyye’si risâlenin Türkçe şerhleri arasında yer almaktadır (bk. el-KASÎDETÜ’n-NÛNİYYE).

Mütekaddimîn dönemi Eş‘arî kelâmcıları arasında şerh yöntemi yaygın bir telif türü olmamakla beraber İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî’nin el-İrşâd’ı üzerine öğrencisi Selmân b. Nâsır en-Nîsâbûrî’den itibaren şerhler yazılmış, yine onun selef metoduyla kaleme aldığı el-ʿAḳīdetü’n-Niẓâmiyye’si M. Zâhid Kevserî tarafından şerh mahiyetinde notlar konularak yayımlanmıştır (bk. el-İRŞÂD). Gazzâlî’nin İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’i için Muhammed Murtazâ ez-Zebîdî’nin kaleme aldığı şerhin (İtḥâfü’s-sâdeti’l-müttaḳīn) itikadî konuları içeren II. cildi başlı başına bir kelâm kitabı niteliğindedir. Fahreddin er-Râzî’nin kelâma dair en hacimli eseri olan el-Meṭâlibü’l-ʿâliye Çelebizâde Abdurrahman Efendi tarafından şerhedilmiş (Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1714), bu eserin muhtasarı kabul edilen, felsefî konulara kelâm muhtevası içinde yer verme ve ayrıca iç plan açısından sonraki Eş‘arî kelâmcılarını etkileyen el-Muḥaṣṣal’a dair çok sayıda çalışma yapılmıştır (bk. el-MUHASSAL). Beyzâvî’nin Ṭavâliʿu’l-envâr’ına yazılan şerhler arasında Mahmûd b. Abdurrahman el-İsfahânî’nin Meṭâliʿu’l-enẓâr adlı eseri çok tanınmış ve Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuştur.

Eş‘ariyye kelâmında VIII. (XIV.) yüzyıldan itibaren mütekaddimîn ve müteahhirînin görüşlerini bir araya getiren şerhler dönemi başlamıştır. Adudüddin el-Îcî’nin Ehl-i sünnet’in kelâm görüşlerini Eş‘ariyye mezhebine göre ortaya koyan el-Mevâḳıf fî ʿilmi’l-kelâm’ı klasik kelâm tarihinin son hacimli metni olarak kabul edilebilir. Eser İslâm düşüncesi ve Osmanlı ilim anlayışı üzerinde önemli etki bırakmış, bilhassa Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin şerhiyle birlikte Osmanlı medreselerinde okutulmuştur. Cürcânî’nin Şerḥu’l-Mevâḳıf’ı eserin en tanınmışı şerhi olup kaynaklarda Şemseddin el-Kirmânî, Seyfeddin el-Ebherî, Alâeddin Ali et-Tûsî, Haydar el-Herevî, İbnü’n-Nakīb el-Halebî ve Kılıçzâde İshak Çelebi tarafından şerhedildiği belirtilmektedir. Öte yandan İslâm âlimlerinin Cürcânî’nin şerhi üzerine pek çok hâşiye ve ta‘lîkāt yazmaları, el-Mevâḳıf kadar şerhinin de İslâm düşünce geleneğinde önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir (a.g.e., II, 1891-1892). Cürcânî’nin eserine dair kısmî şerhler arasında Kestelî’nin anlaşılması zor yedi konuyu şerhettiği risâlesiyle bu risâleye müellifinin yanı sıra İbnü’l-Hatîb Muhammed’in yazdığı şerh zikredilebilir (a.g.e., I, 871; bk. el-MEVÂKIF). Îcî’nin, küçük hacmine rağmen akaidin hemen bütün meselelerine temas eden el-ʿAḳāʾidü’l-ʿAḍudiyye’si için yirmiyi aşkın şerh kaleme alınmıştır. Bunların en meşhurları Seyyid Şerîf el-Cürcânî ile Devvânî şerhleridir. Risâle için yazılan şerhleri beğenmeyen Devvânî esere yeni bir şerh yazdığını belirtir. Osmanlı medreselerinde Celâl adıyla uzun müddet ders kitabı olarak okutulan Devvânî şerhi Siyâlkûtî, Gelenbevî ve Edirnevî hâşiyeleriyle birlikte basılmıştır (bk. el-AKĀİDÜ’l-ADUDİYYE). Sa‘deddin et-Teftâzânî’nin el-Maḳāṣıd adlı eseri ve buna kendisi tarafından yapılan şerhi müteahhirîn döneminin önemli eserlerinden biridir. Şerḥu’l-Maḳāṣıd, özellikle Osmanlı medreselerinde Şerḥu’l-Mevâḳıf’tan sonra rağbet gören kitaplar arasında yer almış, hakkında hâşiye ve ta‘lik türünden pek çok çalışma yapılmıştır (Taşköprizâde, I, 632; Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1780-1781). Eş‘ariyye âlimlerinden Muhammed b. Yûsuf es-Senûsî’nin el-Muḳaddime fi’t-tevḥîd, ʿAḳīdetü ehli’t-tevḥîd eṣ-ṣuġrâ, ʿAḳīdetü’s-Senûsî el-vüsṭâ ve ʿAḳīdetü ehli’t-tevḥîd el-kübrâ adlı risâlelerini müellifin kendisi ve çok sayıda âlim şerhetmiştir (bk. AKĀİDÜ’s-SENÛSÎ). İbrâhim el-Lekānî’nin Cevheretü’t-tevḥîd adlı manzum akaid risâlesi önce müellifi tarafından ʿUmdetü’l-mürîd li-Cevhereti’t-tevḥîd, Telḫîṣü’t-tecrîd li-ʿUmdeti’l-mürîd ve Hidâyetü’l-mürîd li-Cevhereti’t-tevḥîd adlarıyla şerhedilmiş, daha sonra oğlu Abdüsselâm aynı esere İrşâdü’l-mürîd ve İtḥâfü’l-mürîd adıyla iki şerh yazmıştır. Risâle ve şerhlerine dair başka çalışmalar da yapılmıştır (Brockelmann, GAL Suppl., II, 436-437). Eş‘ariyye’de şerh ve hâşiye döneminin son önemli temsilcisi, Lekānî’nin eseri hakkında yazdığı Tuḥfetü’l-mürîd ʿalâ Cevhereti’t-tevḥîd adlı şerh dışında çok sayıda eser üzerine çalışmalar yapan İbrâhim el-Bâcûrî’dir (Brockelmann, GAL, II, 487; Suppl., II, 436-437; bk. BÂCÛRÎ). Son dönem İslâm âlimlerinden Abdüllatif Harpûtî’nin Tenḳīḥu’l-kelâm fî ʿaḳāʾidi ehli’l-İslâm’ı Arapça metninin altındaki Türkçe dipnotlarıyla âdeta müellifi tarafından şerhedilmiştir. Ömer Nasuhi Bilmen’in başlıca itikad ve kelâm konuları yanında İslâm inançlarına aykırı bazı modern felsefî akımları eleştirdiği Muvazzah İlm-i Kelâm’ı da ele alınan konularla ilgili kısa metinlerin izahıyla oluşan bir şerh mahiyetindedir.

Kur’ân-ı Kerîm, çeşitli hadis kaynakları ile akaid ve kelâm alanında kaleme alınan eserlerde zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilen birçok isim ve sıfat bulunmaktadır. III. (IX.) yüzyılın son çeyreğinden itibaren bazı âlimler -her ne kadar klasik mânada “kaleme alınmış bir metin üzerine açıklama yapma” niteliği taşımasa da- esmâ-i hüsnâ konusunda “şerh” kelimesi etrafında isimlendirilen müstakil eserler kaleme almışlardır. Zeccâc’ın Tefsîrü esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ’sı, Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî’nin İştiḳāḳu esmâʾillâh’ı, Hattâbî’nin Şeʾnü’d-duʿâʾsı, Halîmî’nin el-Minhâc’ı, Abdülkāhir el-Bağdâdî ve Beyhakī’nin el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât’ı, Kuşeyrî’nin et-Taḥbîr fi’t-teẕkîr’i, Gazzâlî’nin el-Maḳṣadü’l-esnâ’sı, Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’nin el-Emedü’l-aḳṣâ’sı ve Fahreddin er-Râzî’nin Levâmiʿu’l-beyyinât’ı bu tür eserlerin en önemlileri arasında yer almaktadır. Son dönemlerde de Türkçe, Arapça ve Farsça olarak birçok esmâ-i hüsnâ şerhi kaleme alınmıştır (bk. ESMÂ-i HÜSNÂ).

Şîa’nın farklı kollarına mensup âlimlerin akaid ve kelâm sahasındaki eserleri üzerine de çok sayıda şerh yazılmıştır. İmâmiyye Şîası’nda Şeyh Sadûk’un Risâletü’l-iʿtiḳādât’ı öğrencisi Şeyh Müfîd tarafından Taṣḥîḥu’l-iʿtiḳād adıyla şerhedilmiştir. Şeyh Müfîd ile başlayan sistematik kelâm eserleri telif geleneği sonraki âlimler tarafından devam ettirilmiştir. Nasîrüddîn-i Tûsî’nin Tecrîdü’l-iʿtiḳād’ına İbnü’l-Mutahhar el-Hillî’nin yazdığı Keşfü’l-murâd fî şerḥi Tecrîdi’l-iʿtiḳād adlı şerh bu ekolün ilim havzelerinde ders kitabı olarak okutulan eserler arasında yer almıştır (bk. CA‘FERİYYE [Literatür]; İSNÂAŞERİYYE [Literatür]; ŞÎA [Literatür]).

BİBLİYOGRAFYA
Teftâzânî, Şerḥu’l-ʿAkāʾid, İstanbul 1315, s. 36, 51; Taşköprizâde, Mevzûâtü’l-ulûm, I, 632; Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 871; II, 1143, 1168, 1714, 1780-1781, 1891-1892, 1974; Osmanlı Müellifleri, I, 275; Serkîs, Muʿcem, II, 1332-1333; Brockelmann, GAL, I, 77; II, 102, 253, 269-270, 487; Suppl., I, 285-286; II, 268, 289-291, 436-437; Îżâḥu’l-meknûn, II, 676; Sezgin, GAS, I, 414; Abdülazîm ed-Dîb, İmâmü’l-Ḥaremeyn, Küveyt 1401/1981, s. 50-51; Abdurrahman Bedevî, Meẕâhibü’l-İslâmiyyîn, Beyrut 1983, I, 691-692; M. Sait Özervarlı, Son Dönem Kelâm İlminde Metot (doktora tezi, 1994), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 40-44.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 38. cildinde, 564-565 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

TÜRK EDEBİYATI. Osmanlı coğrafyasında Türkçe ile birlikte Arapça ve Farsça da kullanıldığından bu alanda kaleme alınmış şerhler çok dillidir. Arapça’dan Hz. Ali, Kâ‘b b. Züheyr, İbnü’l-Fârız ve Muhammed b. Saîd el-Bûsîrî; Farsça’dan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Ferîdüddin Attâr, Sa‘dî-yi Şîrâzî, Hâfız-ı Şîrâzî, Molla Câmî, Hüsrev-i Dihlevî, Örfî-i Şîrâzî, Sâib-i Tebrîzî ve Şevket-i Buhârî gibi ediplerin eserleri çok sayıda Türkçe şerhe konu teşkil etmiştir. Arapça-Farsça edebî eserlere yazılmış Türkçe şerhler şerh literatürünün önemli bir kısmını oluşturur. Bu eserler çoğunlukla nesir halinde şerhedilmiş olup manzum şerhlere nâdiren rastlanır. Türkçe’de şerh geleneğinin başladığı XV. yüzyılda ve yoğunlaştığı XVIII-XIX. yüzyıllar boyunca bazı şârihlerin özgün üslûplarından söz edilebilir. Bir kısım şerhlerde rastlanan reddiye ve tashihler şârihlerin kendilerinden önce kaleme alınmış bazı şerhleri incelediklerini göstermektedir.

Arapça-Farsça metinlere yazılan şerhlerde kelime ve terkiplerin sözlük anlamları, gramer özellikleri, metindeki diğer kelimelerle irtibatları ve bu şekilde kazandıkları mânalar üzerinde durulur. Kelimelerin semantik ayrıntılarına dikkat eden şârihler başta âyet ve hadisler olmak üzere manzum-mensur örneklerle destekledikleri ifadelerini atasözleri ve hikâyelerle daha akıcı hale getirir. Türkçe şerhlerde Arapça’da olduğu gibi kalıplaşmış sözlere benzer bir ifade sistemi kurulduğu görülür. Okuyucuya hitaplarda, şerh bölümleri arasındaki geçişlerde, alıntı ve göndermelerde çoğunlukla bu kalıp ifadelerden yararlanılır. Bu genel çerçeve içinde metinlerin şerhinde çeşitli ilimlere dair terminoloji kullanılır. Hacimli şerhlerde rastlanan metin içi göndermeler ve bazı şerhlerde görülen nüsha-rivayet tenkitleri de geleneksel şerh metodunun önemli unsurlarıdır.

Osmanlı edebiyatında Muslihuddin Mustafa Sürûrî, Mustafa Şem‘î Efendi ve Sûdî Bosnevî daha çok Farsça metinlere yazdıkları şerhlerle tanınır. Ayrıca İsmâil Hakkı Bursevî, Abdullah Salâhî Uşşâkī ve Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin yanında İsmâil Ankaravî (Hazret-i Şârih), Sarı Abdullah Efendi (şârih-i Mes̱nevî) ve Abdullah Bosnevî (şârih-i Fuṣûṣ) anılması gereken şârihlerdir. Farsça edebî eserler için yazılmış Türkçe şerhler bu dile ait klasik eserlerin de bir dökümünü verir. Muslihuddin Mustafa Sürûrî, Şem‘î, Sûdî Bosnevî, Kefevî Hüseyin Efendi ve Mehmed Vehbi Efendi’nin Dîvân-ı Ḥâfıẓ şerhleri; Mehmed Hakîm ve Edîb’in Dîvân-ı Şevket-i Buḫârî şerhleri; Ömer Nüzhet, Ahmed Sabîh ve Yanyalı Süleyman’ın Dîvân-ı ʿÖrfî-i Şîrâzî şerhleri; Şem‘î’nin Dîvân-ı Şâhî şerhi; Dâniş’in Dîvân-ı Selîmî (Yavuz Sultan Selim) şerhi; Yûsuf-i Âmidî’nin Ferişte Dîvânı şerhi; Nusret Ebûbekir Efendi ve Süleyman Fehîm ile Ahmed Cevdet Paşa’nın birlikte yazdıkları Sâib Dîvânı şerhleri; İbrâhim Bey, Muînî, Şem‘î, İsmâil Rusûhî Ankaravî, Abdülmecid Sivâsî, Ahmed Sabûhî Dede, Sarı Abdullah Efendi, Şifâî Mehmed Dede, İsmâil Hakkı Bursevî, Mehmed Murad Nakşibendî, Prevezeli Âbidin Paşa, Ahmet Avni Konuk ve Tâhirülmevlevî tarafından Mes̱nevî’nin tamamına ya da bir kısmına yazılan şerhler; İlmî Dede, Abdülmecid Sivâsî, Abdullah Bosnevî, Cevrî İbrâhim Çelebi ve Şeyh Galib’in Cezîre-i Mesnevî şerhleri; Şem‘î, Sûdî Bosnevî ve Mehmed Rahmî b. Ahmed’in Bostân şerhleri; Lâmiî Çelebi, Mevlânâ Rüşdî Karahisârî, Pîr Hamdî, Saffet ve Ca‘fer-i Tayyâr b. Ahmed Sâlim’in Dîbâce-i Gülistân’a yazdıkları şerhler; Şem‘î, Sûdî Bosnevî ve Kefevî Hüseyin Çelebi’nin Gülistân şerhleri; Şem‘î ve Şâkir-i Rûmî’nin Bahâristân şerhleri; Lâmiî ve Himmetzâde Abdî Efendi’nin Dîbâce-i Bahâristân şerhleri; Şem‘î’nin Manṭıḳu’ṭ-ṭayr şerhi; yine Şem‘î, Vak‘anüvis Abdurrahman Abdi Paşa (Müfîd), Hasan Şuûrî, İsmâil Hakkı Bursevî, Mustafa Refîa, Kilisli Mustafa Rûhî Efendi, Molla Mehmed Murad, Nâilî Sâlih Efendi, Hulûsî ve Ömer b. Hüseyin’in Pend-i ʿAṭṭâr şerhleri; Harîrîzâde’nin ve Hüseyin Bey’in Gülşen-i Râz şerhleri, Sürûrî’nin Şebistân-ı Ḫayâl şerhi; Şem‘î tarafından Molla Câmî’nin Yûsuf u Züleyḫâ, Tuḥfetü’l-aḥrâr ve Ṣubḥatü’l-ebrâr adlı eserlerine yazılan şerhler bunlardandır. Divanının tamamı şerhedilen Örfî-i Şîrâzî’nin çeşitli kasideleri kendine özgü bir gelenek oluşturacak kadar şerhedilmiştir. Edirneli Mecdî Mehmed, Neşâtî, Himmet Dede, Adnî Dede, Rodosîzâde Mehmed Emin Efendi, Himmetzâde Abdî, Kâmî, Murtaza Trabzonî, Seyyid Hakîm Mehmed Efendi, Ömer Nüzhet ve Abdullah Salâhî Uşşâkī bu şârihler arasında sayılabilir. Mehmed Murad Nakşibendî ve Seyyid Mustafa Besîm Manyasî’nin Şevket-i Buhârî kasidelerine, Nusret Ebûbekir Efendi’nin Ḳaṣîde-i Tâʾiyye-i Ṣâʾib-i Tebrîzî’ye yazdıkları şerhler de bunlar arasında yer alır. Farsça gazel, dûbeyt, rubâî, bend, muamma ve müstakil beyitlerin şerhedildiği eserler de vardır. Şücâ‘-ı Moravî’nin Şerh-i Gazel-i Hâfız’ı, Mehmed İlmî b. Halîl’in Şerh-i Gazel-i Molla Câmî’si, Bihiştî Ramazan Efendi’nin Şerh-i Manzûme-i Muammâ-yı Câmî’si, Sürûrî’nin Şerh-i Muammeyât-ı Câmî’si, Tilkizâde Mehmed b. İbrâhim’in Şerh-i Gazeliyyât-ı Örfî’si, Abdullah Salâhî Uşşâkī ve Mustafa İsâmüddin Üsküdârî’nin Şerh-i Beyt-i Hüsrev-i Dihlevî’leri, Salâhî Uşşâkī ve Müstakimzâde Süleyman’ın Şerh-i Rubâî-i Ebî Saîd-i Ebi’l-Hayr’ları, Emîr Buhârî, İsmâil Hakkı Bursevî ve Salâhî Uşşâkī’nin Şerh-i Gazel-i Mevlânâ’ları, yine Salâhî Uşşâkī’nin Şerh-i Beyt-i Şevket’i, Şerh-i Beyt-i Hâkānî’si, Şerh-i Beyt-i Enverî’si, Nusret Ebûbekir Efendi’nin Şerh-i Ba‘z-ı Gazeliyyât-ı Sâib’i, Pîrîzâde’nin Şerh-i Ebyât-ı Sâib’i, Ömer Fâik’in Şerh-i Gazel-i Sâib der-Hakk-ı Ney’i, Müstakimzâde Süleyman’ın Nizâmî, Mevlânâ, Hâfız, Molla Câmî, Şevket-i Buhârî, Örfî ve Nesîmî’nin beyitlerine yazdığı şerhlerle Şerh-i Beyt ez-Gülşen-i Râz’ı bu tür eserlerdendir.

Arapça edebî metinler üzerine kaleme alınan Türkçe şerhler Farsça’ya oranla daha azdır. Genellikle manzum olarak yazılan esmâ-i hüsnâ, kırk hadis ve hilye şerhleriyle Abdullah Salâhî Uşşâkī ve Müstakimzâde Süleyman’ın Hz. Ali Divanı şerhleri gibi birkaç örnek dışında Arapça metinlere dair Türkçe şerh geleneğinin bağımsız manzumeler etrafında şekillendiği söylenebilir. Edebî yönü ağırlıkta olan manzumelerden özellikle Kâ‘b b. Züheyr’in Ḳaṣîdetü’l-bürde / Ḳaṣîde-i Bânet Süʿâd ve Muhammed b. Saîd el-Bûsîrî’nin Ḳaṣîdetü’l-bürʾe / Ḳaṣîdetü’l-bürde adlarıyla bilinen kasideleri en çok şerhedilen metinler olarak dikkat çeker. Ḳaṣîde-i Bânet Süʿâd’a yazılmış şerhler arasında İskilip Müftüsü Mehmed Emin Efendi, Nişancı Abdurrahman Abdi Paşa, Abdülbâkī b. Ahmed Abdi, Seyyid Ahmed Raûfî Üsküdârî, Şânîzâde İbrâhim, Eyüp Sabri Paşa, Şeyhülislâm Ahmed Muhtar Beyefendi, Mollacıkzâde Mehmed Râif ve Ispartalı Zeynelâbidin’in eserleri anılabilir. Yine Kâ‘b b. Züheyr’in Ḳaṣîdetü’l-Lâmiyye’sini Nahîfî, Dimyâtiyye Kasîdesi’ni Vahîd Mehmed Emin Efendi şerhetmiştir. Leâlî Ahmed b. Mustafa, Şeyh Sâdullah Halvetî, Şeyhülislâm Mekkî Mehmed Efendi, Şeyh Abdullah b. Ahmed, Mehmed b. Feyzullah, Mehmed b. Halîl, Edirne Müftüsü Fevzi Efendi, Kayacıklı Süleyman Efendi, Âbidin Paşa, Hacı Mehmed Saîd, Erzurumlu Hasan Fehmi Efendi, Müstakimzâde Süleyman, Rusçuklu Mehmed Hayri, Hacı Mehmed Ziyâeddin Türkzâde, Akhisarlı Hâfız İsmâil Nazif ve Seyyid Hasan Rızâî, İmam Bûsîrî’nin Ḳaṣîdetü’l-bürʾe’sine şerh yazanlardandır. İsmail Rusûhî Ankaravî, İbnü’l-Fârız’ın Tâʾiyye ve Ḫamriyye kasidelerini, Salâhî Uşşâkī, Abdüsselâm b. Nu‘mân b. Halîl, Mehmed Saîd, Kara Mustafa b. Abdullah Alâî Ḫamriyye kasidesini, Mehmed Nâzım ise Yâʾiyye, Ḫamriyye (Mîmiyye) ve Râʾiyye kasidelerini şerhetmiştir. İbnü’n-Nahvî’nin aralarında İsmâil Rusûhî Ankaravî, Abdullah Bosnevî ve Mustafa İsâmüddin Üsküdârî gibi şârihlerin bulunduğu edipler tarafından şerhedilen el-Ḳaṣîdetü’l-Münferice’si de Osmanlı edebiyatında tanınmış metinlerdendir. Geleneğin en üretken şârihlerinden olan Salâhî Uşşâkī’nin Şerh-i Rubâî-i Alî ve Şerh-i Muammâ-yı Alî’si; Müstakimzâde Süleyman’ın Şerh-i Ayniyye-i Süheylî, Şerh-i Kasîde-i Mudariyye (Hediyyetü’s-Seferiyye), Şerh-i Ebyât-ı Sandûka-i Abdülkādir Geylânî, Şerh-i Ebyât-ı Pîr-i Herât, Şerh-i Beyt-i Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Şerh-i Beyt-i İmâm Şâtıbî’si; Mustafa İsâmüddin Üsküdârî ve Mustafa Ârif’in Şerh-i Kasîde-i Mudariyye’leriyle yine Mustafa İsâmüddin Üsküdârî’nin Şerh-i Kasîde-i Tantarâniyye’si de burada sayılabilir. Abdüllatîf İbn Melek’in Firişteoğlu Lugati, Halîmî’nin Bahrü’l-garâib’i, Şâhidî’nin Tuhfe’si, Şeyh Ahmed Şihâbî’nin Nazmü’l-leâl’i, Hüseyin Murtazâ el-Bağdâdî’nin Lugat-ı Târîh-i Vassâf’ı, Osman b. İbrâhim Bosnevî’nin Sübha-i Sıbyân’ı, Antakyalı Şeyh Ahmed’in Se Zebân’ı, Sünbülzâde Vehbî’nin Tuhfe’si ve Nuhbe’si ile Ayıntâbî Hüseyin Aynî’nin Nazmü’l-cevher’i başta olmak üzere manzum olarak kaleme alınmış Türkçe-Arapça, Türkçe-Farsça, Türkçe-Arapça-Farsça sözlüklere de bir hayli şerh yazılmıştır.

Türkçe manzum metinleri şerhetme ihtiyacı ise daha entelektüel bir zeminde gelişmiştir. XX. yüzyıl başlarına kadar birkaç istisna dışında klasik edebiyat manzumelerinin şerhlerine rastlanmaz. Başlangıcından itibaren tasavvufî çevrelerde ortaya çıkan Türkçe manzumeleri şerhetme geleneği kendine özgü bir edebî çığır oluşturmuştur. Diğer şerhlerde yer alan metinlerin diliyle ilgili gramer ayrıntıları tasavvufî şerhlerde nâdiren yer bulur. Türkçe tasavvufî şiir şerhleri, şerh metinlerinin hemen tamamına hâkim olan “tümevarım” yaklaşımının en çok kırılmaya uğradığı metinlerdir. Muhteva merkezli olan bu şerhlerde metnin belirleyicisi tasavvuf konularıdır. Tasavvuf şiirinin özgün nazım türlerinden olan şathiyelerin şerhedilen şiirler arasında belirgin bir ağırlığı vardır. Türkçe’de tasavvufî şiir şerhleri, dil ve kültürle ilgili açıklamalardan ziyade tasavvufî terminolojinin geliştirilmesiyle zenginlik ve değer kazanır. Tasavvufî çevrelerde eğitim aracı olarak da kullanılan bu şerhler mânevî bir işaret üzerine ya da dostların ricası gibi sebeplerle kaleme alınmıştır. Çok defa metnin yazarı gibi kendisi de mutasavvıf olan şârih genellikle hedef okuyucu kitlesinin seviyesine göre bir dil ve üslûp benimser. Bu arada dinî ilimlerin yanı sıra ilm-i nücûm, tıp, kimya, rüya tabiri, ebced, belâgat vb. ilim dallarından da yararlanır. Bazan âyet ve hadis metinleri, peygamber kıssaları, sûfî menkıbeleri, darbımeseller, halk rivayetleri ve diğer tahkiye unsurları tasavvufî şiir şerhlerinin konusunu oluşturur. Hemen tamamında bir hitap tarzının yer aldığı tasavvufî şiir şerhlerinde soru-cevap ve örneklendirme ile anlatım yöntemleri etkili biçimde kullanılmıştır.

Mevcut metinlere göre şiirleri şerhedilen ilk Anadolu şairi Yûnus Emre’dir. Yûnus’un, “Çıktım erik dalına …” diye başlayan ünlü şathiyesi, ilk defa XV-XVI. yüzyıl şârihlerinden Şeyhzâde Muhyiddin Mehmed Efendi tarafından şerhedilmiştir. Niyâzî-i Mısrî, İsmâil Hakkı Bursevî, Ali Nakşibendî, İbrâhim Hâs da aynı şathiyeye şerh yazmıştır. Hacı Bayrâm-ı Velî’nin “Çalabım bir şar yaratmış …” diye başlayan ilâhisi Abdühay Celvetî, İsmâil Hakkı Bursevî ve Şeyhülislâm Seyyid Feyzullah Efendi tarafından şerhedilmiştir. Şiirleri en fazla şerhedilen şair ise Niyâzî-i Mısrî’dir. Onun divanının Muhammed Nûrü’l-Arabî tarafından yapılan şerhi ve diğer gazellerine yazılmış şerhlerin önemli bir kısmı günümüz Türkçe’sine de aktarılarak yayımlanmıştır (nşr. Sadettin Bilginer, İstanbul 1976). Şemseddin Sivâsî’nin III. Murad’ın gazelleri ve Âyînezâde Mehmed Şemseddin’in İsmâil Rusûhî ve Çelebi Sultan’ın gazelleriyle Mustafa Azbî Baba’nın Niyâzî-i Mısrî gazeli şerhleri geleneğin gelişme evresindeki dikkat çekici örneklerdir.

İlk temsilcisi XVI. yüzyılın başlarında yetişen tasavvufî şiir şerhi geleneği, divan şiirinin en parlak dönemi olan XVI ve XVII. yüzyıllar boyunca belirgin bir durgunluk göstermiştir. Klasik estetiğin güç kaybettiği XVIII. yüzyılda ise tasavvufî şerh faaliyetleri artmıştır. Bu yüzyılın ilk çeyreğinde tasavvufî şiir şerhlerine hız kazandıran en üretken isim hiç şüphesiz İsmâil Hakkı Bursevî’dir. Bursevî, Yazıcıoğlu Mehmed Efendi’nin Muhammediyye’sini şerhettiği gibi aralarında Yûnus Emre, Âşıkpaşazâde, Hayretî, Niyâzî-i Mısrî, Şeyh Mehmed Sahfî, Abdurrahman Efendi ve Dukakinzâde Ahmed Bey’in de bulunduğu pek çok şairin manzumelerine şerhler yazmıştır. Yine Bursevî’nin kendisine ait bir kasideyi şerhettiği Kitâbü’l-Envâr’ı şairince şerhedilen en hacimli manzume olması bakımından dikkat çeker. Niyâzî-i Mısrî gazellerinden birinin şerhi Mısrî’nin halifelerinden Mehmed Sahfî’ye, Nakşî-i Akkirmânî’nin bir muammasına ve İsmâil Hakkı Bursevî’nin Kasîde-i Ferîde’sine yazılmış şerhler ise Bursevî’nin halifelerinden Süleyman Zâtî’ye aittir. Kasîde-i Ferîde yaklaşık iki asır sonra Rızâeddin Remzî-i Rifâî tarafından da şerhedilmiştir. Müftü Baba’nın şathiyesine ve Nesîb’in Elifnâme’sine Fahrî Ahmed tarafından yazılan şerhler de Celvetî şerh geleneğine dahildir (bk. bibl., Üzeyir Aslan). Hasan Sezâî-yi Gülşenî de Niyâzî-i Mısrî’nin bir gazelini şerhetmiştir. Müstakimzâde Süleyman ile Salâhî Uşşâkī, İsmâil Hakkı Bursevî gibi şârih kimlikleriyle öne çıkan ediplerdir. Müstakimzâde’nin Eşrefoğlu Rûmî, Îsâ Mahvî ve diğer şairlerle ilgili yaptığı şerhler genellikle bir mısra ya da beyitle sınırlıdır. Salâhî Uşşâkī’nin kaleme aldığı şerhler ise manzume bütünlüğünü korur ve Eşrefoğlu Rûmî’nin şathiyesinden Mehmed Nasûhî’nin ve kendisinin muammalarına, Niyâzî-i Mısrî ve İsmâil Hakkı Bursevî’nin gazellerinden Âşık Ömer lugazlarına kadar geniş bir yelpazeye dağılır (bk. bibl., Resul Arıcı, Hafize Keleş). Niyâzî-i Mısrî’ye ve kendisine ait gazellere yazdığı şerhlerle Edremitli Müridzâde Mustafa Aczî, yine Mısrî’nin ve Hasan Sezâî’nin gazellerini şerheden Harîrîzâde, Muhyiddin Üftâde gazellerinin şerhleriyle Selânikli Ali Örfî, Sünbül Sinan ve Şeyh Vefâ nutuklarının şerhleriyle Cebbarzâde Mehmed Ârif Bey, İdrîs-i Muhtefî’nin şathiyesini şerheden Seyyid Ali Şermî, kendisinin gazelini şerheden Nâcim Efendi ve Hasan Sezâî’ye ait gazeli Îzâhu’l-merâm fî meziyyeti’l-kelâm (Şerhu’n-Noktati ve’l-kalem) adıyla şerheden Şuayb Şerefeddin Gülşenî XIX. yüzyıl şârihlerindendir. Cebbarzâde Mehmed Ârif Bey’in Îzâhu’l-merâm alâ vilâdeti seyyidi’l-enâm adını verdiği bir mevlid (Vesîletü’n-necât) şerhi bulunmaktadır. Hüseyin Vassâf’ın Gülzâr-ı Aşk ismiyle yazdığı diğer bir mevlid şerhi yayımlanmıştır (Mustafa Tatcı vd., İstanbul 2006). Hüseyin Vassâf’ın Niyâzî-i Mısrî gazellerine de şerhleri vardır. Şeyh Verdî’nin nutkuna Mehmed Nesîm tarafından yazılan şerh manzum oluşuyla benzerlerinden ayrılır. Aziz Mahmud Hüdâyî’nin, Gaybî’nin ve Nakşî-i Akkirmânî’nin manzumelerine yazılmış şerhler gibi şârihi meçhul metinlerin yanı sıra biyografik kaynaklarda zikredilen ve henüz nüshalarına ulaşılamayan çok sayıda manzume şerhi de bulunmaktadır. Latin harflerinin kabulü ile birlikte şerhlerin mahiyeti değişmiştir. Daha çok divan edebiyatı örnekleri üzerine klasik estetiğin unutulmaması amacıyla yazılan şerhler üniversitelerde ilgili bölümlerin gelişmesiyle artış göstermiştir. Metnin inceliklerini ayrıntılı biçimde ortaya koymakla birlikte öğreticilik özellikleri ön plana çıktığından yeni şerhler klasik şerhler kadar edebî kıymete sahip değildir. Tâhirülmevlevî’nin yakın geçmişe kadar Latin harfleriyle yayımlanmamış şerhleri ve özellikle Ali Nihad Tarlan’ın çalışmaları ile başlayan son dönem şerh faaliyetleri başta Mehmed Çavuşoğlu ve Halûk İpekten olmak üzere üniversite mensupları tarafından sürdürülmektedir.

BİBLİYOGRAFYA
Ali Nihad Tarlan, Edebiyat Meseleleri, İstanbul 1981, s. 189-202; Âmil Çelebioğlu, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul 1998, s. 558-561; Yusuf Öz, Tuhfe-i Şâhidî Şerhleri, Konya 1999; a.mlf., “Tuhfe-i Vehbî Şerhleri”, İlmî Araştırmalar, sy. 5, İstanbul 1997, s. 219-232; Abdullah Çaylıoğlu, Niyâzî-i Mısrî Şerhleri, İstanbul 1999; Muhammet Nur Doğan, “Metin Şerhi Üzerine”, Osmanlı Divan Şiiri Üzerine Metinler (haz. Mehmet Kalpaklı), İstanbul 1999, s. 422-427; Mine Mengi, Dîvân Şiiri Yazıları, Ankara 2000, s. 72-77; Cemal Kurnaz – Mustafa Tatcı, Türk Edebiyatında Şathiyye, Ankara 2001; İ. Hakkı Aksoyak, “Metin Şerhi”, Eski Türk Edebiyatı El Kitabı, Ankara 2002, s. 283-290; Tunca Kortantamer, Eski Türk Edebiyatı: Makaleler, Ankara 2004, s. 55-64; İbrahim Hâs, Yunus Emre’nin Bir Şiirinin Şerhi: Çıktım Erik Dalına (haz. Mustafa Tatcı), Ankara 2004; Tâhirü’l-Mevlevî (Olgun)’den Metin Şerhi Örnekleri (haz. Şener Demirel), Ankara 2005; Ömür Ceylan, “Yazarı Meçhul Bir Hüdâyî Şerhi”, Üsküdar Sempozyumu II: 12-13 Mart 2004: Bildiriler, İstanbul 2005, II, 28-36; a.mlf., Böyle Buyurdu Sûfî: Tasavvuf ve Şerh Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul 2005; a.mlf., Tasavvufî Şiir Şerhleri, İstanbul 2007; M. A. Yekta Saraç, “Şerhler”, Türk Edebiyatı Tarihi (ed. Talât Sait Halman), İstanbul 2006, II, 121-132; a.mlf., “Tasavvuf Edebiyatına Ait Temel Bir Metin ve Türk Edebiyatına Yansımaları”, TDED, XXX (2003), s. 445-468; İsmail Güleç, Türk Edebiyatında Mesnevî Tercüme ve Şerhleri, İstanbul 2008; Süleyman Tülücü, “Muallakât Şerh ve Baskıları-Tercümeleri”, EAÜİFD, sy. 6 (1986), s. 253; Ali Yıldırım, “Rodosîzâde’nin Kaside-i Nevruziyye Şerhi”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, IX/1, Elazığ 1999, s. 217-241; Mehmet Kırbıyık, “Ferrî Mehmed’in Bir Gazelinin Şerhine Dâir”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sy. 7, Konya 2000, s. 343-360; Ahmet Kartal, “Sâdî-i Şirazî’nin Bostân İsimli Eserinin Türkçe Tercüme ve Şerhleri”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, sy. 5, İstanbul 2001, s. 99-120; Mehmet Atalay, “Gani-yi Keşmîrî’nin Bazı Beyitlerinin Tâhirü’l-Mevlevî Tarafından Şerhi”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sy. 26, Erzurum 2004, s. 49-65; Mustafa Tatcı, “Üsküdarlı Ahmed Râsim’in Nâilî-i Kadîm’in Bir Gazeline Şerhi”, İlmî Araştırmalar, sy. 19, İstanbul 2005, s. 133-140; Ozan Yılmaz, “Klâsik Şerh Edebiyatı Literatürü”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, V/9, İstanbul 2007, s. 271-304; Muhammet Kuzubaş, “Muhammed Fevzî’nin Miftâhu’n-Necât Adlı Eseri (Kasîde-i Bürde Tahmis ve Şerhi)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, I/1 (2007) (sosyalarastirmalar.com), s. 156-192; Üzeyir Aslan, “Fahrî Ahmed ve Şathiye Şerhi”, Turkish Studies, III/4 (2008), s. 121-155; a.mlf., “XVIII. Yüzyıl Mutasavvıf Şairlerinden Fahrî Ahmed ve Elifnâme Şerhi”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, sy. 19, İstanbul 2008, s. 156-192.

Tezler: Zafer Bulut, El-Muallakât ve Şerhleri ile Bunların İstanbul Kütüphanelerinde Mevcut Yazmaları (yüksek lisans tezi, 1979), İÜ Arap Dili ve Edebiyatı; Abdulkadir Gürer, Hâfız Dîvânı’nın Türkçe Tercüme ve Şerhleri (yüksek lisans tezi, 1987), AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Ebubekir Sıddık Şahin, Kasîde-i Bürde’nin Türkçe Şerh ve Tercümeleri (yüksek lisans tezi, 1997), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Ahmet Taştan, Bir Şarih Olarak İsmail Hakkı Bursevî ve Edebî Şerhleri (yüksek lisans tezi, 1999), UÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yavuz Yılmaz, Müstakimzâde’ye Göre Bazı Manzumelerin Şerhi (yüksek lisans tezi, 2001), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Ozan Yılmaz, Urfî’nin Kasidelerine Yapılan Türkçe Şerhler (yüksek lisans tezi, 2004), Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Hülya Canpolat, Sa’dî’nin Gülistân Önsözüne Yapılan Türkçe Şerhlerin Karşılaştırmalı İncelenmesi (doktora tezi, 2006), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Resul Arıcı, Salâhî’nin Tasavvufî Şiir Şerhleri (yüksek lisans tezi, 2006), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Rafiye Duru, Modern Metin Çözümleme Teknikleri Bakımından Şerh Geleneği ve İsmail Hakkı Bursevî (doktora tezi, 2007), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Hafize Keleş, Salâhaddin-i Uşşâkî ve Türkçe Tasavvufî Şiir Şerhleri (yüksek lisans tezi, 2008), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 38. cildinde, 565-568 numaralı sayfalarda yer almıştır.