SEYYİD ALİ EFENDİ

(ö. 1809)

Osmanlı devlet adamı, ilk dâimî Paris sefiri.

Müellif:

Aslen Moralı olup muhtemelen 1757’de doğdu. On üç-on dört yaşlarında İstanbul’a geldi. Rumca bildiği, ayrıca biraz Fransızca konuştuğu belirtilir. Bundan hareketle Mora’nın sahil kasabalarından birinde doğduğu tahmin edilir. Maliye Kalemi’nde yetişti. Vidin Seraskeri Hasan Paşa’nın divan kâtibi (15 Zilhicce 1202 / 16 Eylül 1788) ve daha sonra Defterhâne-i Âmire kesedarı oldu. 5 Şevval 1207’de (16 Mayıs 1793) haslar mukātaacısı olarak tayin edildi ve 5 Şevval 1208’de (6 Mayıs 1794) azledildi (Afyoncu, XX/24 [1999], s. 140). III. Selim zamanında Avrupa’nın belirli merkezlerinde dâimî elçiliklerin açılması üzerine önce Berlin’e gönderilmesine karar verildiyse de Fransa Directoire yönetiminin İstanbul’daki elçileri Verninac de Saint-Maure ve Aubert du Bayet’nin ısrarıyla Paris’e yollandı (Eylül 1796). Bu münasebetle Hâcegân-ı Dîvân-ı Hümâyunluğa yükseltildi ve kendisine başmuhasebeci unvanı verildi. 24 Mart 1797’de on sekiz kişilik bir maiyetle küçük bir İtalyan gemisine binerek 15 Mayıs’ta Marsilya’ya vardı (Maurice Herbette, s. 13, 16). Kendisine mihmandarlık eden Caulaincourt’un ifadesine göre o sırada kırk yaşlarındaydı. 28 Temmuz’da Directoire’a padişahın mektubunu sundu (Seyyid Ali Efendi, Deux ottoman à Paris, s. 14). Elçiliğe üç yıl için tayin edilmişti.

Seyyid Ali, Fransa’da coşkulu bir şekilde karşılandı, Marsilya’dan Paris’e kadar halkın ilgi odağı oldu. Bunda, merak sâiki yanında o sıralarda ihtilâl Fransa’sının Türkler dışında tarafsız kalmış dostu bulunmamasının da etken olduğu açıktır. Osmanlı Devleti, Fransa karşıtı ittifaklara katılmamış ve özellikle Güney Fransa’nın tahıl ihtiyacının karşılanmasında hayatî bir rol oynamıştır (Herbette, s. XII-XIII). Napolyon Bonapart’ın Mısır’a saldırısı Seyyid Ali’yi çok zor durumda bıraktı (Temmuz 1798). Fransız Dışişleri bakanı olan Talleyrand Pèrigord, Mısır’a bir Fransız çıkartmasına hazırlandığını inkâr etmiş ve General Napolyon’un Malta şövalyeleri üzerine gittiğini belirterek iki devlet arasındaki dostluğun devamı yönünde güvence vermişti. Ali Efendi de İstanbul’a bu yönde raporlar yazmakta ve Mısır’a yönelik bir tecavüz ihtimalinin bulunmadığını bildirmekteydi. Kendisi de Mısır’a saldırma söylentisinin halkı aldatmak için ortaya atıldığı, Cebelitârık veya Sicilya’yı almak için hazırlıklar yapıldığı kanaatindeydi. Hatta bu yoldaki son bir raporunun okunması esnasında Fransızlar’ın Mısır’a saldırdığı haberi İstanbul’a ulaştığında III. Selim onun için, “Ne eşek herifmiş” demişti (Karal, s. 144, 192).

Osmanlı Devleti bu mesele dolayısıyla Fransa’ya savaş ilân edince (1 Rebîülâhir 1213 / 12 Eylül 1798) Ali Efendi’nin Paris’te zorunlu ikameti başladı. Bu arada Paris’te geçen ilk yıllarında maiyetindeki Rum tercümanlar tarafından sürekli aldatılıyordu. Baştercüman olan Rum asıllı Godrika, Fransa Dışişleri Bakanı Talleyrand tarafından satın alındı ve resmen Fransa için casusluk yaptı. Bu durum, o sıralarda Fransa’ya karşı -İngiltere ile beraber- Osmanlı Devleti’yle ittifak içinde olan Rusya’nın İstanbul’daki elçisi Tamara’nın Paris’teki meslektaşından aldığı bilgi üzerine ortaya çıktı. Tercümanına çok güvenen Ali Efendi derin bir hayal kırıklığına uğradı; dönüş vakti gelince Godrika Fransa’ya sığındı ve daha sonraları Fransa hesabına çalıştığını açıkça itiraf etti.

Seyyid Ali Efendi, iki devlet arasındaki savaş durumu sebebiyle dönüş için izin istedi. Fransa’yı İstanbul’da temsil etmekte olan maslahatgüzâr Pierre Ruffin dışında o sırada Osmanlı topraklarında bulunan Fransız tüccarlarının ve diğer uyruklarının durumu açıklığa kavuşup serbest kalmalarına kadar bir nevi rehin olarak Paris’te kalmaya mecbur tutuldu. Ancak Ruffin gibi hapsedilmedi, Saint-Dominique sokağındaki Monoca Konağı’nda eski bir Osmanlı elçisi sıfatıyla oturmasına izin verildi. Bu izin ara sıra konağından dışarı çıkmasını da kapsıyordu. Yapılan diplomatik teşebbüsler neticesinde, kendisinin İstanbul’da Ruffin ve Osmanlı topraklarındaki bütün Fransız konsolosları dahil olmak üzere resmî vazifeli diğer Fransızlar’la takas edilmesi ve geri kalan Fransız vatandaşlarının durumuna daha sonra bir çözüm bulunması doğrultusunda mutabakat hâsıl olduysa da bu durum Osmanlı hükümeti tarafından kabul görmedi. Seyyid Ali Efendi, Paris’te üç yıl kaderiyle baş başa kaldı. Malî durumu İstanbul’dan gelen paraların düzenli biçimde ulaşmaması sebebiyle bozuldu; sıkıntılarını Cezayirli bir tüccar olan Bekrî’nin açtığı kredilerle gidermeye çalıştı. İkinci tercüman Manolaki’nin yaptığı borçlar onun üzerine kaldı, alacaklılar hükümete başvurarak paralarının tahsilini istemeye başladı. Ali Efendi ayrıca müslüman hizmetlileri disiplin altında tutmakta zorlanmaktaydı. İmamı Hâfız Ahmed’i falakaya yatırmak zorunda kalmış, o da Fransız makamlarına şikâyette bulunarak iltica etmişti (Herbette, s. 160-162).

Bunlara rağmen Talleyrand ilerisini düşünerek kendisine olağan dışı ilgi gösterdi. Değişmekte olan siyasî durum ve barış hazırlıkları dolayısıyla, 1798’de Mısır seferi için aldatılmış olan Ali Efendi’den şimdi de (1801) avantajlı bir barış amacıyla istifade edilmesi düşünülmüştü. Böylece Paris’te bir barış antlaşması taslağı üzerinde çalışmaya başladı. Talleyrand’ın sokuşturduğu, Fransa’yı en fazla himayeye mazhar bir statü içinde gösteren maddeler İngiltere ve Rusya’yı hoşnut etmedi. Osmanlı Devleti de bu yönde bir tavır değişikliği içine girmiş olmasından ötürü 1 Cemâziyelâhir 1216 (9 Ekim 1801) tarihinde Ali Efendi ile Talleyrand arasında imzalanan taslağa (Karal, s. 135-136) onay vermedi. Bununla birlikte Fransa ve İngiltere arasında Amiens’de yapılan barış görüşmelerine katıldı. Böylece küçük düşürülmesi sebebiyle saygınlığının korunmasına çalışılmak istendiği anlaşılmaktadır; zira görüşmeleri yürütmek için fevkalâde murahhas sıfatıyla Galib Efendi gönderilmiş bulunuyordu (a.g.e., s. 192). Galib Efendi’nin 25 Haziran 1802’de barış antlaşmasını imzalamasının ardından (Seyyid Ali Efendi, Deux ottomans à Paris, s. 15) Ali Efendi 14 Temmuz 1802’de birinci konsüle veda etti ve ziyaretinin ertesi günü Viyana-Bükreş üzerinden İstanbul’a doğru yola çıktı. Yanında iki Türk, üç Rum yardımcısı vardı. Elli iki gün sonra 6 Eylül’de İstanbul’a vardı (Herbette, s. 178-179). Paris yılları kendisine siyasetin inceliklerini ve siyasette sözlerin bir değeri olmadığını öğretmişti. O dönem Osmanlı devlet adamlarının Avrupa diplomatlarıyla olan ilişkilerinde bir zafiyet unsuru olarak ortaya çıkan, şahsî ahlâkla siyasî ahlâkı birbirinden ayıramamaktan ileri gelen ve bu yüzden kendisine haksız şekilde yakıştırılan saflığını bir tarafa bıraktı (Beydilli, sy. 7 [1999], s. 50). İç siyasette önemli bir yer alması, Nizâm-ı Cedîd reformları ve karşı darbeler döneminde gösterdiği faaliyetleri aradan geçen zaman içinde usta bir diplomat haline geldiğini gösterir.

İstanbul’a döndükten sonra bir müddet Boğaziçi’nde Kuleli’deki yalısına çekildi ve ardından III. Selim’in reformlarına iştirak edecek vazifelere getirildi. 28 Ocak 1803’te başmuhasebeci oldu (Afyoncu, XX/24 [1999], s. 140). 1804’te şıkk-ı sâlis defterdarlığına eşit ve bahriye hazinesinden sorumlu olmak üzere yeni bir teşkilât halinde kurulan Tersane eminliğine getirildi. Bir müddet sonra bu emanet Umûr-ı Bahriyye Nezâreti olarak değiştirildiğinden kendisi Umûr-ı Bahriyye nâzırı oldu. 1806’da bu önemli görevden azledildi. Bu sıralarda reformların sonunun göründüğü zor bir döneme geçilmişti. 1807’de Kabakçı isyanını Nizâm-ı Cedîd taraftarı olmakla beraber bir felâkete uğramadan atlattı. Halbuki halefi Hacı İbrâhim âsiler tarafından katledilenler arasındaydı.

Yeni padişah IV. Mustafa tarafından önce Defterhâne-i Âmire eminliğine tayin edildi (31 Temmuz 1807). Bu sırada III. Selim’i tekrar tahta çıkarmak isteyen Alemdar Mustafa Paşa’nın darbe girişimi meydana geldi. Seyyid Ali’nin de bu grupla irtibat halinde olduğu anlaşılmaktadır. Seyyid Ali, Talleyrand’dan ders almış olduğunu kanıtlarcasına bir yandan IV. Mustafa taraftarlarını idare ediyor, diğer yandan Selim’i tahta çıkarmak isteyenlerle yakın ilişkiler kuruyordu. Alemdar Mustafa Paşa’nın saraya yaptığı baskın felâketle sonuçlanıp III. Selim öldürüldüğünde ve IV. Mustafa tahttan indirildiğinde Seyyid Ali Efendi, II. Mahmud ve Alemdar Mustafa taraftarı olarak hizmet etmeyi sürdürdü. Rusçuk yâranından Râmiz Abdullah Efendi vezirlikle kaptan-ı deryâ olduğunda Seyyid Ali yeniden Umûr-ı Bahriyye Nâzırlığı’na getirildi (10 Eylül 1808), böylece darbe ekibi içinde önemli bir konuma geldi. Bir müddet sonra hazırlanan Sened-i İttifak belgesine imza atanlar arasında yer aldı.

17 Kasım 1808’de yeniçeriler Alemdar Mustafa Paşa’ya karşı bir darbe girişiminde bulunduklarında Yayla İmamı Risâlesi’ne göre (III [1973], s. 256) Seyyid Ali Efendi, denizden yeniçeri kışlalarını topa tutan Râmiz Abdullah Paşa ile birlikte gemide bulunuyordu (Cevdet, IX, 36). Her iki tarafın zayiat verdiği, ancak kazananın belli olmadığı mücadele esnasında 19 Kasım’da âsilerin sözcüsü haline gelen kaymakam Çarhacı Ali Paşa vasıtasıyla Kadı Abdurrahman ve Râmiz paşalar yanında Seyyid Ali Efendi’nin de kellesi istendi. Âsilerin IV. Mustafa’nın tekrar tahta çıkarılması için gösterilerde bulunması üzerine bu üçlü grup II. Mahmud’a kardeşinin öldürülmesi gerektiğini telkin etti. Böylece IV. Mustafa boğularak öldürüldü. II. Mahmud hânedanın tek erkek üyesi sıfatıyla tahtını sağlamlaştırırken Seyyid Ali de eski bir padişahın öldürülmesi işine karıştığından hayatını büyük bir tehlike içine atmış bulunuyordu. Bu arada olaylar âsilerin lehine gelişiyordu. Üçlü grup II. Mahmud’un izniyle Yalı Köşkü’nden kürekli bir kırlangıca binerek saraydan ayrıldı. Üsküdar’a çıkmaları engellendiğinden yanlarındaki adamlarıyla birlikte bir çektirmeye aktarılıp Marmara’ya doğru yelken açıldı. II. Mahmud ise tahtını korumuş olmakla beraber âsilerin isteklerine boyun eğmek ve bu üçünün idamına onay vermek zorunda kaldı. Bunlar Yedikule açıklarındayken bir brike binen yeniçeriler tarafından takip edilmeye başlandı. Ancak Yeşilköy’de karaya çıkarak buldukları atlara binip kaçmayı başardılar (a.g.e., IX, 39).

Seyyid Ali ve iki yoldaşı Çatalca’da eski Kırım hanlarından Selim Giray’ın çiftliğine sığındı. Kadı Abdurrahman Paşa, Anadolu’da Alâiye tarafına doğru kaçtı, Râmiz Paşa Rusya’ya sığındı ve eski vatanı Kırım’a yerleşti. Ancak 1813’te döndüğünde idam edildi. Seyyid Ali Efendi İstanbul’a dönerek önce gizlendi, bu arada hayatı için bazı yeniçeri reislerine yüklü paralar dağıttı ve aklanmayı başardı. Nihayet 13 Temmuz 1809’da ordu ile Dâvud Paşa Kışlası’nda bulunan Sadrazam Yûsuf Ziyâ Paşa’ya sığınıp af diledi ve isteği kabul görerek Çanakkale Boğaz Hisarı kumandanlığına tayin edildi. Aslında bu onun açığa çıkması için bir tuzaktı. Seyyid Ali’nin buna kanması kendisine yakıştırılan saflığın bir nişanesi olarak yorumlanır (Şânîzâde, I, 211). II. Mahmud kendisine Fransız yanlısı bir politika güdülmesi tavsiyesinde bulunan takrirler sunan, vaktiyle Alemdar Mustafa Paşa’nın yanında duran ve şimdi yeniçerilere dayanmaya çalışan Seyyid Ali’nin ortadan kaldırılmasına karar verip önce İstanbul’dan uzaklaştırmasını uygun gördü. Ertesi gün peşinden gönderilen emirle idam edilerek (6 Temmuz 1809) kesik başı Dâvud Paşa sahrasına getirildi (5 Ağustos 1809; Şânîzâde, I, 211-213; Cevdet, IX, 115-116). Sened-i İttifak’ta imzasının bulunması sebebiyle II. Mahmud’un gizli kinini davet ettiği açıktır. IV. Mustafa’nın katline karışmış olması idamı için ayrı bir sebep teşkil etmiş olmalıdır. Seyyid Ali Efendi’nin kesik başı Mahmutpaşa Mezarlığı’nda gömülüdür.

Eserleri. 1. Sefâretnâme. Bilinen yazmalarından hareketle 1912’de Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası’nda tefrika edilmiş, ertesi yıl bu yayımdan hareketle Ahmed Refik tarafından kitap halinde basılmış, aktüel dergilerde bazı alıntılar yapılmış olmakla beraber eser yeni harflerle tekrar neşredilmiştir (bk. bibl.). 2. Muhtasar Fransa Ahvâli. Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan (Hacı Mahmud Efendi, nr. 4890), muhtemelen tek nüsha halindeki yazmanın metni yayımlanmış olmakla beraber müellif tesbiti yanlış yapıldığından eser, 1806-1811 yılları arasında elçi sıfatıyla Fransa’da bulunan Abdürrahim Muhib Efendi’ye mal edilmiştir. Metnin dîbâcesinde 1211 senesi evâilinde (Temmuz-Eylül 1796) sefâretle memur edildiğini ifade eden müellif, hitamında eserin yazılış tarihini evâil-i Zilkade 1213 (6-15 Nisan 1799) olarak vermektedir (Seyyid Ali Efendi, Paris Risâlesi, sy. 5 [1997], s. 182, 195). Eser Stephane Yerasimos tarafından 1998’de Paris’te Fransızca olarak basılmıştır (bk. bibl.). “Muhtasar Fransa Ahvâli” Seyyid Ali Efendi’nin kendi tanımlamasıdır (vr. 14b). Frank Krallığı’nın, dolayısıyla Fransa’nın ortaya çıkışına kadarki eski dönemlere kısaca temas eden, Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılması ve İstanbul’un kurulmasına değinen Seyyid Ali, Fransa tarihinden kesitler sunar. Verdiği bilgiler sağlamdır, dolayısıyla iyi bir kaynaktan alınmış olduğuna işaret eder. “Der Beyân-ı Zuhûr-ı Fesâd” başlığı altında 1789 Fransa İhtilâli’nin tarihçesine büyük bir yer verir. Bu anlatım Osmanlı literatüründe, meydana gelişinden kısa bir zaman sonra Fransız İhtilâli’ne dair verilen ilk bilgiler olması bakımından ayrı bir önem taşır. “Nizâm-ı cedîd” diye adlandırdığı 1792 anayasasının takdimi, kral ve kraliçenin idamı, başlayan iç savaş ve bunun terör boyutu vurgulanır. İhtilâlin Avrupa çapında bir savaş haline dönüşmesi anlatılır. Cumhuriyet devri Fransa’sının ekonomik ve malî durumu, nüfusu, askerî gücü, harp sanayii ve bilimsel gelişmeler hakkında bilgi verilir. Paris şehriyle ilgili anlatımı genelde ihtilâl sonrası Fransa’sının tasviri içinde özel bir yer tutar.

BİBLİYOGRAFYA
Seyyid Ali Efendi, Muhtasar Fransa Ahvâli, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4890, vr. 24-40; a.e.: Paris Risâlesi (haz. İbrahim Küreli, İlmî Araştırmalar içinde), sy. 5, İstanbul 1997, s. 177-197; a.e.: Deux ottomans à Paris sous le Directoire et l’Empire: Relations d’ambassade (trc. Stephane Yerasimos), Paris 1998, s. 14 vd.; a.mlf., Sefaretnâme (TOEM içinde), XX (1330/1912), s. 1246-1259; XXI, 1333-1342; XXII, 1378-1390; XXIII, 1458-1466; XXIV, 1548-1560 (Moralı es-Seyyid Ali Efendi’nin Sefaretnamesi [haz. Ahmed Refik], İstanbul 1329); Şânîzâde, Târih, I, 211-213; Yayla İmamı Risalesi (haz. F. Çetin Derin, TED içinde), III (1973), s. 213-272; Sicill-i Osmânî, III, 554; Cevdet, Târih, IX, 35, 36, 39, 115-116; Ahmed Refik [Altınay], Târihî Simalar, İstanbul 1331, s. 61-88; a.mlf., “Moralı Ali Efendi’nin Paris Sefâreti (1797-1802)”, TOEM, III (1330), s. 1120-1138; Enver Ziya Karal, Fransa-Mısır ve Osmanlı İmparatorluğu (1797-1802), İstanbul 1938, tür.yer.; Faik Reşit Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefâretnâmeleri (nşr. Bekir Sıtkı Baykal), Ankara 1968, s. 179-181; Ercüment Kuran, Avrupa’da Osmanlı İkamet Elçiliklerinin Kuruluşu ve İlk Elçilerin Siyasi Faâliyetleri: 1793-1821, Ankara 1988, s. 25-35; Maurice Herbette, Fransa’da İlk Daimi Türk Elçisi “Moralı Esseyyit Ali Efendi”: 1797-1802 (trc. Erol Üyepazarcı), İstanbul 1997; Kemal Beydilli, “Dış Politika ve Siyasî Ahlâk”, İlmî Araştırmalar, sy. 7 (1999), s. 47-56; Erhan Afyoncu, “Osmanlı Müverrihlerine Dair Tevcihat Kayıtları I”, TTK Belgeler, XX/24 (1999), s. 140; “Ali Efendi (Moralı Esseyyid)”, İst.A, II, 653-656.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 37. cildinde, 45-47 numaralı sayfalarda yer almıştır.