Ebü’t-Tayyib Muhammed Sıddîk Bahâdır Hân b. Hasen b. Alî el-Kannevcî (ö. 1307/1890)
Hindistanlı âlim.
Bölümler İçin Önizleme
1/3Müellif: ABDULHAMİT BİRIŞIK, A. CÜNEYT ERENBölüme Git
19 Cemâziyelevvel 1248’de (14 Ekim 1832) Hindistan’ın Uttar Pradeş eyaletine bağlı Bans Bireli’de doğdu. Hüseynî ve Buhârî nisbeleriyle ve Seyyid laka…
2/3Müellif: ALİ HAKAN ÇAVUŞOĞLUBölüme Git
Fıkhî Görüşleri. XIX. yüzyılda Hint alt kıtasında Hanefî mezhebi başta olmak üzere fıkıh mezheplerine karşı mücadelesiyle tanınan Ehl-i hadîs ekolünün…
3/3Müellif: SÜLEYMAN AKKUŞBölüme Git
İtikadî Görüşleri. Tefsir, hadis, fıkıh ve akaide dair eserler yazan Sıddîk Hasan Han, itikadî görüşleri ve din anlayışıyla dikkat çeken son devir Hin…
19 Cemâziyelevvel 1248’de (14 Ekim 1832) Hindistan’ın Uttar Pradeş eyaletine bağlı Bans Bireli’de doğdu. Hüseynî ve Buhârî nisbeleriyle ve Seyyid lakabıyla da zikredilmiştir. Ayrıca Kannevcî diye anılması yetişip büyüdüğü Uttar Pradeş eyaletine bağlı Kannevc (Kannûc, Kınnevc, Kannauj) şehrine nisbetledir. Babası ilmiyeden olup yirmiye yakın kitabı vardır. Annesi Necbünnisâ Begüm, Müftü Muhammed İvaz’ın kızıdır. Nesebinin babası tarafından Hz. Hüseyin’e, annesi tarafından Hz. Osman’a dayandığı belirtilmiş, dedesinin ve büyük dedelerinin Şiî olduğu ve Buhara’dan Mültan’a göçtükleri kaydedilmiştir (Nevşehrevî, s. 278). Bopal emîresiyle evlendikten sonra “Nevvâb” (eyalet reisi veya valisi) unvanını da kullanmıştır.
Beş yaşında iken babasını kaybettiğinden ailesi malî sıkıntı içine düştü. Ancak annesinin özel ilgisiyle öğrenim görmeyi başardı. Başta ağabeyi Seyyid Ahmed Hasan Arşî olmak üzere çeşitli hocalardan aldığı ilk eğitimden ve dil öğreniminden sonra Ferruhâbâd, Kanpûr ve Delhi gibi şehirlere gitti; buralardaki hocalardan aklî ve naklî ilimleri okuyarak icâzetler aldı. Delhi müftüsü Sadreddin Han Bahadır Âzurde ed-Dihlevî’den yararlandı. Tahsilini yirmi bir yaşında tamamlayınca Kannevc’e döndü ve kısa bir süre sonra iş bulmak için Bopal’e gitti (1855). Burada iki yıl devlet dairesinde kâtiplik ve mütercimlik yaptı. 1857 bağımsızlık savaşı sırasında görevinden alındıysa da 1860 yılında görevine tekrar döndü. 1861’de Bopal Emirliği Başveziri Şeyh Cemâleddin’in dul kızı Zekiyye Begüm ile evlendi. Kendisinden iki çocuk sahibi olduğu Zekiyye Begüm’ün vefatı üzerine hacca gitti (1285/1868-69); sekiz ay Hicaz ve Yemen’de kaldı. Burada Hint ulemâsından ve diğer âlimlerden ders okudu, hadis ve tefsir ilmine dair senedler edindi. Şah Abdülazîz ed-Dihlevî’nin torunu Muhammed Ya‘kūb ed-Dihlevî, Şevkânî’nin talebesi Abdülhak b. Fazlullah Benâresî ve Hudeyde Müftüsü Şeyh Hüseyin (Hasan) b. Muhsin el-Ensârî el-Yemânî yararlandığı hocalardan bazılarıdır. Onun Şevkânî merkezli bir çizgi oluşturmasında bu dönemin önemli etkileri olmuştur. Mevlevî Muhammed Hüseyin Şahcihanpûrî, Hakîm Asgar Hüseyin, Molla M. Murad Buhârî, Mevlevî M. Muhibbullah Pânîpetî çeşitli zamanlarda istifade ettiği veya icâzet aldığı diğer hocalarından bazılarıdır. Sıddîk Hasan Han ikinci evliliğini, ölmüş olan Bopal emîresi İskender Begüm’ün o tarihte Bopal emîresi bulunan dul kızı Şah Cihan Begüm’le yaptı (1871). Şah Cihan Begüm, Sıddîk Hasan’ı devlet işlerindeki yetkisine ortak etti ve kendisine yıllık 75.000 rupi maaş bağlanmasını sağladı. Uzun bir süre yönetici konumunda bulunduktan sonra bazı suçlamalar üzerine 28 Ağustos 1885’te görevine son verildi. Bundan sonra ilmî çalışmalarına ağırlık veren Sıddîk Hasan Han 29 Cemâziyelâhir 1307’de (20 Şubat 1890) Bopal’de vefat etti ve buradaki aile mezarlığına defnedildi.
Sıddîk Hasan Han, XIX. yüzyılda Hint alt kıtasında kurumsal yapıya kavuşmuş bir fikir hareketi olarak ortaya çıkan Ehl-i hadîs ekolünün kurucularındandır. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’nin görüşleri doğrultusunda Kur’an ve Sünnet’i esas alarak müslümanların problemlerine çözüm getirmeyi amaç edinmekle birlikte aşırı bir çizgiye kayan bu ekol, bid‘at ve hurafe kaynağı kabul ettiği fıkıh mezhepleri ve tasavvufa karşı sert bir mücadele vermiştir. Nezîr Hüseyin’in eğitim faaliyetleri ve yetiştirdiği öğrenciler sayesinde Delhi’de gelişen ekol Sıddîk Hasan Han’ın Bopal’de yürüttüğü teşkilâtlanma, telif ve yayın faaliyetleriyle kökleşmiş ve İslâm dünyasına adını duyurmuştur (Saeedullah, s. 124-130; Birışık, s. 113-117).
Bopal emîresiyle evliliği sonrasında Sıddîk Hasan Han elde ettiği imkânları şehrin bir ilim merkezi haline gelmesi için kullanmıştır. Bu arada matbaalar kurulmuş, başta tefsir ve hadis olmak üzere çeşitli alanlarda eserler basılmış, birçok kitap ücretsiz olarak ilim çevrelerine gönderilmiştir (İbḳāʾü’l-minen, s. 75). Medrese-i Belkīsî, Medrese-i Süleymâniyye, Medrese-i Cihangîrî ve Medrese-i Sıddîkī adlarıyla medreseler açılmış, başka yerlerden öğrenci gelişine imkân hazırlanmıştır. Temel hadis külliyatı Arapça’dan Urduca’ya tercüme ettirilmiş, bazılarına Urdu dilinde şerhler yazılmıştır. Sıddîk Hasan Han kendisi için çok zengin bir kütüphane (Kütübhâne-i Vâlâcâhî) oluşturmuş ve büyük meblağlar ödeyerek önemli yazmaları bir araya getirmiştir. Onun kütüphanesi oğlu tarafından Leknev’deki Nedvetü’l-ulemâ’ya bağışlanmış olup halen bu kuruluşun kütüphanesinde muhafaza edilmektedir (Nevşehrevî, s. 291-292). Döneminde halkın hayatını kolaylaştıracak sosyal projelere öncelik verilmiş, şehirde İslâm’a aykırı görülen fiiller yasaklanmış, Hindu âdetlerinden kaynaklanan merasimler düzene konulmuştur. Ehl-i hadîs ekolünün gelişmesindeki bütün bu katkılarına rağmen Sıddîk Hasan Han’ın Bopal emîresiyle evliliği Aziz Ahmed tarafından Ehl-i hadîs mensuplarının ilkelerine aykırı olduğu gerekçesiyle eleştirilmiş, Sıddîk Hasan Han’ın yöneticilerle iş birliği zemini aradığı ileri sürülmüştür. Sıddîk Hasan Han’ın İslâmî ilimlerin her alanında Arapça, Farsça ve Urduca olmak üzere ortaya koyduğu yüzlerce eser, Ehl-i hadîs ekolünün ve düşüncesinin bütün İslâm dünyasına yayılmasında çok etkili olmuştur. Ancak bunların büyük ölçüde derleme ve ihtisar niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Tercümânü’l-Ḳurʾân adlı tefsiri gibi bazı eserlerini bütünüyle kendisi yazmamış, nezaretinde çalışan bir komisyon tarafından hazırlanan bu tür eserler de onun adıyla neşredilmiştir. Bu yüzden Tercümânü’l-Ḳurʾân başarılı bir tefsir çalışması olarak kabul görmemiş ve Hindistan’da çok etkili olmamıştır (Abdülhay el-Hasenî, VIII, 191; Van Dyck, s. 497; Birışık, s. 119-126, 278). Ayrıca ʿAvnü’l-bârî li-ḥalli edilleti’l-Buḫârî ve es-Sirâcü’l-vehhâc min keşfi meṭâlibi Ṣaḥîḥi Müslim İbni’l-Ḥaccâc gibi şerh, Ḥuṣûlü’l-meʾmûl min ʿilmi’l-uṣûl ve Ravżatü dâri’s-selâm gibi ihtisar çalışmalarıyla Bulûġu’l-merâm’ın Farsça’ya, ed-Dürerü’l-Behiyye’nin Fetḥu’l-muġīs adıyla Urduca’ya tercümelerinde asıl müelliflerin adına sadece önsözlerde yer verilmesi de eleştiri konusu olmuştur.
Sıddîk Hasan küçük bir emirliğin yöneticisi olmasına rağmen uluslararası ilişkilere önem vermiş, Osmanlı Padişahı Abdülhamid ile iyi ilişkiler kurmuş, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu malî darlığın giderilmesi için yardım göndermiştir. Savaştan ve şehitlikten bahsettiği kitabında Türk-Rus savaşından söz ederken bütün müslümanların Osmanlı padişahının başarısı için dua ettiğini zikretmiştir (el-ʿİbre mimmâ câʾe fi’l-ġazv ve’ş-şehâde ve’l-hicre, s. 7-8). Sultan Abdülhamid de kendisine ikinci dereceden Mecîdî nişanı, eşi Şah Cihan Begüm’e Şefkat nişanı göndermiştir (ilgili belgeler için bk. BA, HR.TO. dosya nr. 387, gömlek nr. 78, tarih 09.6.1879; BA, HR.TO. dosya nr. 387, gömlek nr. 87, tarih 07.7.1879; HR.TO. dosya nr. 387, gömlek nr. 89, tarih 07.7.1879; HR.TO. dosya nr. 387, gömlek nr. 91, tarih 07.7.1879; BA, HR.TO. dosya nr. 387, gömlek nr. 88, tarih 24.9.1879).
Eserleri. Sıddîk Hasan Han’ın Arapça, Farsça ve Urduca olarak çeşitli konularda yazdığı 220’yi aşkın eserin tamamına yakınının ilk baskıları Bopal, Agra, Kanpûr, İstanbul ve Kahire gibi merkezlerde yapılmış olup bunlardan bazıları şunlardır (eserlerinin listesi için bk. Ebcedü’l-ʿulûm, III, 274-279): A) Tefsir. 1. Fetḥu’l-beyân fî maḳāṣıdi’l-Ḳurʾân (I-XV, Bopal 1290; I-X; Kahire 1975; nşr. Abdullah b. İbrâhim el-Ensârî, I-XV, Beyrut 1412/1992). Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin Medârikü’t-tenzîl, İbn Kesîr’in Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm ve Şevkânî’nin Fetḥu’l-ḳadîr adlı tefsirlerinden alıntılar yapılan ve rivayetlerle desteklenen eserde İsrâiliyat’a yer verilmemiştir. 2. Tercümânü’l-Ḳurʾân bi-leṭâʾifi’l-beyân (I-XVI, Lahor 1890-1905, 1916). Baştan Kehf sûresinin sonuna kadarki bölümüyle Mülk sûresi ve sonrası 1885-1890 yılları arasında yazılan eser, müellifin vefatı üzerine talebelerinden Muhammed b. Hâşim ve Zülfikar Ahmed Bopalî tarafından 1891-1897 yıllarında tamamlanmıştır. İlk cildi 1888’de Lahor’da basılan tefsirin Sıddîk Hasan Han’a ait diğer ciltleri ilk defa Lahor’da 1888-1892 yılları arasında yedi cilt olarak yayımlanmış, diğerleri ise 1892-1901 yıllarında sekiz cilt halinde neşredilmiştir (tanıtımı için bk. Birışık, s. 119-126). 3. Neylü’l-merâm min tefsîri âyâti’l-aḥkâm (Leknev 1292; Kahire 1347, 1963, 1979; nşr. Ali es-Seyyid Subhî el-Medenî, Cidde 1979; nşr. Râid b. Sabrî İbn Ebû Ulfe, Demmâm 1418/1997). Fetḥu’l-beyân’dan önce kaleme alındığı anlaşılan tefsirde müellife göre hüküm içerdiği düşünülen 253 âyetin tefsiri yapılmış, ahkâm âyeti içermediği kabul edilen yetmiş dokuz sûreye hiç yer verilmemiştir. Müellif bu eserinde de Şevkânî’nin görüşlerinin etkisi altındadır. 4. Ḫulâṣatü’l-Keşşâf (Leknev 1289). Zemahşerî’ye ait eserin özetidir. 5. el-İksîr fî uṣûli’t-tefsîr (Kanpûr 1290/1873). Farsça olan eseri Seyyid Nûrü’l-Hüseyin Hüseynî Kalpevî Arapça’ya çevirmiştir.
B) Hadis. 1. ʿAvnü’l-bârî li-ḥalli edilleti’l-Buḫârî (I-II, Bopal 1299/1881; I-V, Halep 1984). Zebîdî’nin et-Tecrîdü’ṣ-ṣarîḥ adlı eserinin şerhidir. 2. es-Sirâcü’l-vehhâc min keşfi meṭâlibi Ṣaḥîḥi Müslim b. Ḥaccâc (Bopal 1302; nşr. Ahmed Ferîd Mezîdî, I-VIII, Beyrut 1425/2004; nşr. Abdüttevvâb Heykel, I-XI, Devha 1984-1995). Münzirî’nin Ṣaḥîḥ-i Müslim üzerine yazdığı Muḫtaṣaru Ṣaḥîḥi Müslim’in şerhidir. 3. Fetḥu’l-ʿallâm li-şerḥi Bulûġi’l-merâm (I-II, Bulak 1302; nşr. Ebû Abdurrahman Salâh b. Muhammed b. Uveyda, I-II, Beyrut 1418/1997; nşr. Muhammed Subhî Hasan Hallâk, I-IV, Beyrut 1422/2001; I-II, Beyrut, ts. [Dâru Sâdır]). İbn Hacer’in ahkâm hadislerine dair eserinin şerhidir. Sıddîk Hasan Han bu eseri Miskü’l-ḫitâm min şerḥi Bulûġi’l-merâm adıyla Farsça olarak da şerhetmiş (I-III, Leknev, ts.), ayrıca er-Ravżü’l-bâsim min tercemeti Bulûġi’l-merâm ismiyle Farsça’ya tercüme etmiştir. 4. ed-Dînü’l-ḫâliṣ (I-II, Kahire 1959; nşr. Muhammed Zührî en-Neccâr, I-IV, Kahire, ts.; nşr. M. Sâlim Hâşim, I-IV, Beyrut 1415/1995). Eserde tevhid, ulûhiyyet, bid‘at ve hurafe gibi konular ele alınmıştır. 5. el-İdrâk bi-taḫrîci eḥâdîs̱i Reddi’l-işrâk (Kanpûr 1290/1873). İsmâil Şehîd’e ait eserdeki hadislerin tahrîci yapılmıştır. 6. Yaḳaẓatü üli’l-iʿtibâr mimmâ verede fî ẕikri’n-nâr ve aṣḥâbi’n-nâr (Kahire 1398/1978; nşr. Ahmed Hicâzî es-Sekkā, Kahire 1978, 1981). 7. el-ʿİbre mimmâ câʾe fi’l-ġazv ve’ş-şehâde ve’l-hicre (Bopal 1293; İstanbul 1293; nşr. Ebû Hacer Muhammed Saîd b. Besyûnî Zağlûl, Beyrut 1985, 1408/1988). 8. el-Ḥıṭṭa fî ẕikri’ṣ-ṣıḥâḥi’s-sitte (Lahor 1977; Beyrut 1405/1985, 1987). 9. Mevâʿidü’l-ʿavâʾid min uyûni’l-aḫbâr ve’l-fevâʾid (Bopal 1298/1880). 10. Nüzûlü’l-ebrâr bi-ʿilmi’l-meʾs̱ûri mine’l-edʿiyeti ve’l-eẕkâr (İstanbul 1301; Beyrut, ts. [Dârü’l-ma‘rife]), 11. Temîmetü’ṣ-ṣabiy fî tercümeti’l-erbaʿîn fî eḥâdîs̱i’n-nebî (Lahor 1390).
C) Akaid. 1. Ḳaṭfü’s̱-s̱emer fî beyâni ʿaḳīdeti ehli’l-es̱er (nşr. Âsım b. Abdullah el-Karyûtî, Kahire 1984; nşr. Muhammed Emîn el-Ganâvî, Beyrut 2000). 2. el-İẕâʿa limâ kâne ve mâ yekûnü beyne yedeyi’s-sâʿa (Bopal 1293; İstanbul 1294; Medine 1971; Kahire 1379; Beyrut 1986; nşr. Bessâm Abdülvehhâb el-Câbî, Beyrut 1421/2000; nşr. Abdülkādir el-Arnaût, Dımaşk 2001). 3. el-İntiḳādü’r-racîḥ fî şerḥi’l-iʿtiḳādi’ṣ-ṣaḥîḥ (Kahire 1292; Bulak 1298, Cilâʾü’l-ʿayneyn fî muḥâkemeti’l-Aḥmedeyn ile birlikte; Beyrut 2000). 4. Mellâkü’s-saʿâde fî ifrâdillâhi Teʿâlâ bi’l-ʿibâde ([baskı yeri yok] 1887).
D) Fıkıh ve Fıkıh Usulü. 1. Ḥuṣûlü’l-meʾmûl min ʿilmi’l-uṣûl (İstanbul 1296; Kahire 1938; nşr. Muktedî Hasan el-Ezherî, Kahire 1985; Benâres 1982). Şevkânî’nin İrşâdü’l-Fuḥûl’ünün muhtasarı olan eser daha sonra Müntehe’s-sûl fî ʿilmi’l-uṣûl adlı kitapla birlikte Taḥṣîlü’l-meʾmûl adıyla da basılmıştır (Beyrut 1424/2003). 2. er-Ravżatü’n-nediyye şerḥu’d-Düreri’l-behiyye (Bulak 1296; I-II, Beyrut 1406/1986, 1990; nşr. Muhammed Subhî Hasan Hallâk, I-II, Riyad 1418/1997; I-II, Kahire, ts.). Şevkânî’nin ed-Dürerü’l-behiyye fi’l-mesâʾili’l-fıḳhiyye adlı kitabının şerhidir. 3. Ḥüsnü’l-üsve bimâ s̱ebete ʿanillâhi ve resûlihî fi’n-nisve (İstanbul 1301; nşr. Muhammed Abdürrezzâk er-Raûd, Amman 1989; nşr. Ebû Abdurrahman Salâh b. Muhammed b. Uveyda, Mansûre 1996; nşr. Hedy Mahmûd Karâa, Kahire 1401/1981; nşr. Mustafa Saîd el-Hın Muhyiddin Misto, Beyrut 1416/1997). Eser, Fıḳhü’n-nisâ fi’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm ve’s-Sünneti’n-nebeviyye adıyla da basılmıştır (nşr. Hamza en-Neşretî – Abdülhafîz Feraglî, Kahire 1998). 4. Ẓaferü’l-lâḍî bimâ yecibü fi’l-ḳaḍâʾi ʿale’l-ḳāḍî (Bopal 1294/1877; nşr. Ebû Abdurrahman b. Îsâ el-Bâtenî, Beyrut 1422/2001). 5. eṭ-Ṭarîḳatü’l-müs̱lâ fi’l-irşâdi ilâ terki’t-taḳlîd ve’ttibâʿu mâ hüve’l-evlâ (İstanbul 1296). 6. Delîlü’ṭ-ṭâlib ʿalâ tercîḥi’l-meṭâlib. Müellifin Farsça olarak kaleme aldığı fetvalarını ihtiva eden eseri Leys Muhammed Lâl Muhammed Arapça’ya çevirmiş, Muhammed Lokmân es-Selefî de Fetâva’l-İmâmi’ş-Şerîf Ṣıddîḳ Ḥasan el-Ḳannevcî el-Buḫârî adıyla yayımlamıştır (Riyad-Medînetüsselâm 1422). 7. Taḫrîcü’l-veṣâyâ min ḫabâya’z-zevâyâ: veṣâyallāh ve veṣâyâ resûlih ve veṣâyâ ṣâliḥi’l-eʾimme ve aḥkâmü’l-vaṣıyye fi’s-sünneti’l-muṭahhare (Bulak 1302; nşr. Abdullah el-Leysî el-Ensârî, Beyrut 1986). 8. Ẕüḫrü’l-muḥṭî min âdâbi’l-müftî (Beyrut 2000). 9. İklîlü’l-kerâme fî tibyâni maḳāṣıdi’l-imâme (Bopal 1294; Beyrut 1990). 10. el-İklîd li-edilleti’l-ictihâd ve’t-taḳlîd (İstanbul 1295). Şevkânî’nin et-Teşkîk ʿale’t-tefkîk adlı risâlesinin özetidir. Şükrü Özen tarafından Türkçe’ye tercüme edilip Mezheplerin Doğuşu ve İçtihad Tartışması adlı derleme içerisinde yayımlanmıştır (İstanbul 1987, s. 275-317). Bunların dışında Arapça, Farsça ve Urduca yazılmış daha birçok fıkıh kitabı bulunmaktadır.
E) Dil, Edebiyat, Tarih, Biyografi. 1. Neşvetü’s-sekrân min ṣaḥbâʾi teẕkâri’l-ġizlân (Bopal 1294; İstanbul 1296; Kahire 1338; Beyrut 2007). Kur’an, sünnet ve önemli kaynaklarda kadınlar hakkında geçen bilgilerin derlendiği ve değerlendirildiği bir çalışmadır. 2. el-Mevʿiẓatü’l-ḥasene bimâ yuḫtebü fî şühûri’s-sene (Beyrut 1962, 1984). 3. el-ʿAlemü’l-ḫaffâḳ min ʿilmi’l-iştiḳāḳ (Bopal 1294; İstanbul 1296; nşr. Nezîr Muhammed Mektebî, Dımaşk 1985). 4. el-Bulġa fî uṣûli’l-luġa (İstanbul 1294; nşr. Nezîr M. Mektebî, Beyrut 1988). 5. Ġusnü elbâni’l-müverraḳ bi-muḥassenâti’l-beyân (İstanbul 1294; nşr. Ahmed Abdülfettâh Temmâm – Semîr Hüseyin Halebî, Beyrut 1987). 6. et-Tâcü’l-mükellel min cevâhiri meʾâs̱iri’ṭ-ṭırazi’l-âḫiri ve’l-evvel (nşr. Abdülhakîm Şerefeddin, Bombay 1963; Beyrut 1983). Kitapta 543 kişinin biyografisine yer verilmiştir. 7. Ebcedü’l-ulûm* (I-III, Bopal 1295/1878; nşr. Abdülcebbâr Zekkâr, I-III, Dımaşk 1978, 1988; I-III, Beyrut 1978; nşr. Abdullah el-Hâlidî, Beyrut 2001). İlimlerin tasnifine dair ansiklopedik bir eserdir. 8. Lükṭatü’l-ʿaclân mimmâ temessü ilâ maʿrifetihî ḥâcetü’l-insân (Bopal 1878; İstanbul 1296; Beyrut 1985). 9. Ḫabîʾetü’l-ekvân fi’ftirâḳı’l-ümem ʿale’l-meẕâhib ve’l-edyân (İstanbul 1296 [Lükṭatü’l-ʿaclân … ile birlikte]; Beyrut 1405/1984, 1989). 10. Leffü’l-ḳımât ʿalâ taṣḥîḥi baʿżı me’staʿmalehü’l-ʿâmmetü ʿani’l-muʿarrebi ve’d-daḫîli ve’l-müvelledi ve’l-aġlâṭ (Bopal 1291). 11. Riḥletü’ṣ-Ṣıddîḳ ile’l-Beyti’l-ʿatîḳ (nşr. Abdurrahman Şerefeddin, Bombay 1961; Demmâm/Riyad 1985; eserleri için ayrıca bk. Serkîs, II, 1201-1205; Abdülhay el-Hasenî, VIII, 194; Hediyyetü’l-ʿârifîn, II, 388-390; Razıyye Hamîd, s. 373-387; Eserî, s. 91-96; Feryevâî, s. 21-25; Saeedullah, s. 104-123, 185-190, 195-198; Nevşehrevî, s. 298-311).
Sıddîk Hasan Han’la ilgili olarak çok sayıda çalışma yapılmıştır. Abdülhay el-Leknevî’nin Naḳdü evhâmi Ṣıddîḳ Ḥasan Ḫân el-müsemmâ ibrâzü’l-ġay el-vâḳıʿ fî şifâʾi’l-ʿay adlı kitabı (nşr. Salâh Muhammed Ebü’l-Hac, Amman 1421/2000) reddiye türündedir. Ebû Nasr Muhammed Ali Hasan Han’ın Meʾâs̱ir-i Ṣıddîḳī adlı eseri (Leknev 1925) konuyla ilgili önemli bir kaynak niteliğindedir. Ḳurretü’l-aʿyân ve meserretü’l-ezhân fî meʾâs̱iri’l-meliki’l-celîl en-Nevvâb Muḥammed Ṣıddîḳ Ḥasan Ḫân (İstanbul 1298) çağdaş âlimlerin görüşlerini bir araya getirmesi açısından faydalı bir derlemedir. Saeedullah The Life and Works of Muhammad Siddiq Hasan Khan, Nawab of Bhopal 1248-1307/1832-1890 (1970, Cambridge Üniversitesi; Lahore 1973); Ömer Han Âsıfî Menhecü’ş-Şeyḫ Ṣıddîḳ Ḥasan Ḫân fî tefsîrihî Fetḥi’l-beyân fî maḳāṣıdi’l-Ḳurʾân (1415, İslâmâbâd, el-Câmiatü’l-İslâmiyye el-âlemiyye külliyyetü usûliddîn); Şâziye Hâlid Seyf en-Nevvâb Ṣıddîḳ Ḥasan Ḫân ve cühûdühü’l-cebbâre fî ḫidmeti’l-ʿArabiyye (1417, İslâmâbâd, National Institute of Modern Languages); Ali b. Ahmed el-Ahmed Daʿvetü’l-emîr el-ʿâlim Ṣıddîḳ Ḥasan Ḫân raḥimehullāh ve intisâbüh (1420, Riyad, Câmiatü’l-İmâm Muhammed b. Suûd); Zübeyr b. Muhammed b. Eyyûb Ṣıddîḳ Ḥasan Ḫân ve cühûdühû fi’d-dirâsâti’l-luġaviyye (1420, Medine, el-Câmiatü’l-İslâmiyye) adlarıyla yüksek lisans çalışmaları yapmış; Razıyye Hamîd Nevvâb Ṣıddîḳ Ḥasan Ḫân (1982, Bopal Üniversitesi; Delhi 1983); Cüneyt Eren Sıddık Hasan Han (1832-1890) ve Neylü’l-merâm min Tefsîri Âyâti’l-ahkâm (1994, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Erzurum 2001); Ahter Cemâl Lokman es-Seyyid Ṣıddîḳ Ḥasan Ḫân el-Ḳannevcî: Ârâʾühü’l-iʿtiḳādiyye ve mevḳıfuhû min ʿaḳīdeti’s-Selef (1409, Mekke, Câmiatü Ümmi’l-kurâ; Riyad 1417/1996) ismiyle birer doktora tezi hazırlamıştır. Muhammed İctibâ Nedvî de el-Emîr Seyyid Ṣıddîḳ Ḥasan Ḫân: Ḥayâtüh ve âs̱âruh (Dımaşk 1999) adlı Urduca bir kitap yazmıştır.
BİBLİYOGRAFYA Sıddîk Hasan Han, İbḳāʾü’l-minen bi-ilḳāʾi’l-miḥan, Lahor 1986, s. 30, 38, 69-71, 75, 78; a.mlf., Ebcedü’l-ʿulûm (nşr. Abdülcebbâr Zekkâr), Dımaşk 1978, III, 271-280; a.mlf., el-ʿİbre mimmâ câʾe fi’l-ġazv ve’ş-şehâde ve’l-hicre (nşr. Ebû Hacer M. Saîd b. Besyûnî Zağlûl), Beyrut 1408/1988, s. 7-8; a.mlf., et-Tâcü’l-mükellel (nşr. Abdülhakîm Şerefeddin), Beyrut 1404/1983, s. 541-550; a.mlf., er-Ravżatü’n-nediyye, Beyrut 1988, I, 191; Ḳurretü’l-aʿyân ve meserretü’l-ezhân fî meʾâs̱iri’l-meliki’l-celîl en-Nevvâb Muḥammed Ṣıddîḳ Ḥasan Ḫân, İstanbul 1298/1881, tür.yer.; Serkîs, Muʿcem, II, 1201-1205; Abdülhay el-Hasenî, Nüzhetü’l-ḫavâṭır, VIII, 187-195; Hediyyetü’l-ʿârifîn, II, 388-390; Rahmân Ali, Teẕkire-i ʿUlemâ-i Hind (trc. M. Eyyûb Kādirî), Karaçi 1961, s. 250-251; Aziz Ahmad, Islamic Modernism in India and Pakistan: 1857-1964, London 1970, s. 119; Saeedullah, The Life and Works of Muhammad Siddiq Hasan Khan: Nawab of Bhopal, Lahore 1973, s. 21-80, 104-130, 185-190, 195-198; Abdurrahman Abdülcebbâr el-Feryevâî, Cühûdü ehli’l-ḥadîs̱ fî ḫidmeti’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm, Benâres 1980 s. 21-25; Seyyid Hamîd Şettârî, Ḳurʾân-ı Mecîd key Urdû Terâcim u Tefâsîr ka Tenḳīdî Müṭâlaʿa, Haydarâbâd 1982, s. 436; Razıyye Hamîd, Nevvâb Ṣıddîḳ Ḥasan Ḫân, Delhi 1983, s. 73-227, 373-387; Ahmed Han, Ḳurʾân-ı Kerîm key Urdû Terâcim: Kitâbiyât, İslâmâbâd 1987, s. 107-108; E. A. van Dyck, İktifâʾü’l-ḳanûʿ bimâ hüve maṭbûʿ, Kum 1409, s. 497; İrşâdülhak Eserî, Pâk u Hind meyn ʿUlemâʾey Ehl-i Ḥadîs̱ ki Ḫidmât-ı Ḥadîs̱, Faysalâbâd 1990, s. 91-96; Halid Zaferullah Daudi, XIX. Asır Hindistan Hadis Âlimi Sıddîk Hasan Han’ın Hayatı ve İlmi Şahsiyeti (doktora semineri, 1991), AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; a.mlf., Pakistan ve Hindistan’da Şâh Velîyullah ed-Dehlevî’den Günümüze Kadar Hadis Çalışmaları, İstanbul 1995, s. 181-195; Ebû Yahyâ İmâm Han Nevşehrevî, Terâcim-i Ulemâʾey Ḥadîs̱-i Hind, Lahor 1992, s. 277-297, 298-311; Cemîl Nakvî, Urdû Tefâsîr: Kitâbiyât, İslâmâbâd 1992, s. 47; Abdülhamit Birışık, Hind Altkıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, İstanbul 2001, s. 113-117, 119-126, 278; Muhyiddin el-Elvâî, “el-Müʾellefâtü’l-ʿArabiyye li-ʿulemâʾi’l-Hindi’l-müslimîn”, ME, XXXVIII/8 (1967), s. 844-850; Cüneyt Eren – Nurullah Yılmaz, “Hindistan Bhopal Emiri ve Müfessir Sıddîk Hasan Han’ın Osmanlı Devleti ile İlişkisi”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, IX/19, Erzurum 2002, s. 233-238; Cüneyt Eren – Laith Suud Jassim, “Türk Dostu Bopal Emiri Sıddîk Hasan Han’ın Arap Dilindeki Yeri”, a.e., IX/20 (2002), s. 43-60; Zafarul-Islām Khān, “Nawwāb Sayyid Ṣıddīḳ Ḥasan Khān”, EI2 (İng.), VII, 1048-1049; “Ṣıddîḳ Ḥasan Ḫân Ḳannevcî”, UDMİ, XII, 103-106.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 37. cildinde, 92-95 numaralı sayfalarda yer almıştır.
Fıkhî Görüşleri. XIX. yüzyılda Hint alt kıtasında Hanefî mezhebi başta olmak üzere fıkıh mezheplerine karşı mücadelesiyle tanınan Ehl-i hadîs ekolünün öncülerinden Sıddîk Hasan Han, hem bu coğrafyada hem İslâm dünyasının diğer bölgelerinde ekolün akaid ve fıkıh anlayışının yaygınlaşmasında etkili olmuştur. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’nin babası tarafından kurulmuş olup XVIII. yüzyıldan itibaren Hint alt kıtasındaki farklı düşünce hareketlerine kaynaklık eden Rahîmiyye Medresesi’nde eğitim gördüğünden düşüncelerinde Dihlevî ve öğrencilerinin önemli etkisi vardır. Ancak Hasan Han önce Bopal’de, ardından Mekke ve Yemen’de görüştüğü Yemenli âlimlerin yanı sıra elde ettiği kitapları sayesinde Şevkânî, Muhammed b. Abdülvehhâb ve İbn Teymiyye’nin fikirlerini öğrendikten sonra Selefî-Hanbelî geleneğine, hatta Zâhirîliğe daha yakın bir anlayışı benimsemiştir.
Şirk, bid‘at ve taklidi üç büyük sapkınlık olarak nitelendiren Sıddîk Hasan fıkıh alanında yazdığı eserlerinde iki konuyu sürekli vurgular: Birincisi, Kur’an ve hadis metinlerinin mutlak otorite kabul edilmesi ve re’y ictihadının tamamen devre dışı bırakılması, ikincisi taklidden ve mezhep bağlılığından kurtulmanın gerekliliğidir. Sıddîk Hasan Han’a göre Ehl-i kitabın, özellikle de yahudilerin dinleri konusunda tefrikaya düşmelerinin ve sonuçta mensup oldukları dinin tahrif edilmesinin sebebi re’ydir. Aynı tehlike ilk üç nesilden sonra müslümanlar için de söz konusu olmuş, ilk nesillerde tefrikaya sebep olmayan dinde ihtilâf, re’yin müstakil bir hüküm kaynağı olarak kullanılmaya başlandığı sonraki nesillerden itibaren bir tefrika sebebi haline gelmiştir. Bu olumsuz gelişmede en büyük pay re’yin sonucu olarak ortaya çıkan mezheplere aittir. Çünkü mezhepler sünnete bağlılık yerine taklidi yaygınlaştırmak suretiyle dinî meselelerde tefrikaya yol açan ve bu yüzden haram olan ihtilâfı körüklemişlerdir. Dolayısıyla mezheplerin ve taklit düşüncesinin ortaya çıkışını bir tahrif unsuru olarak gören Hasan Han, mezhep mukallidlerini birçok âyette geçen “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler” ya da “dinde ihtilâfa ve tefrikaya düşenler” şeklindeki ifadelerin kapsamında değerlendirir (ed-Dînü’l-ḫâliṣ, III, 308-319; Delîlü’ṭ-ṭâlib, s. 185-206); bu arada, “Ümmetimin ihtilâfı rahmettir” ve “Ashabım yıldızlar gibidir” anlamındaki hadislerin hem rivayet bakımından ciddi zaaflar taşıdığına hem de ihtilâfı tasvip ve taklidi tecviz anlamı içermediğine dikkat çeker (Delîlü’ṭ-ṭâlib, s. 207-215). Ona göre bütün müslümanların sapkınlık üzerinde birleşmeyeceğini, Allah’ın yardımının cemaat üzerinde olacağını ve bu cemaatten ayrılan bütün yolların cehenneme götüreceğini ifade eden hadiste (Tirmizî, “Fiten”, 7) ve yetmiş üç fırka hadisinde (İbn Mâce, “Fiten”, 17) işaret edilen, örnek alınması gereken ve kurtuluşa erecek olan tek cemaat (fırka-i nâciye) Ehl-i hadîs’tir. IV. (X.) yüzyılda ortaya çıkan fıkıh mezheplerine müntesip fakihler, özellikle de kendi yaşadığı dönemde Hindistan’da yaygın olduğu üzere aşırı mezhep taassubuna sahip olanlar bu kapsamda değerlendirilemez (a.g.e., s. 187-194, 202-204). Bununla birlikte Sıddîk Hasan Han, Zâhirîler başta olmak üzere Ehl-i hadîs’in yolundan giderek taklidi terkedip sünnete tâbi olan bütün âlimleri ve ilim ehli mütekaddimîn sûfîlerini de ilim ve amel bakımından örnek alınması gereken seçilmiş zümre içinde görür (ed-Dînü’l-ḫâlis, III, 356-357).
Bütün mezhep mukallitlerini kapsayan genel ifadeler kullanmakla birlikte Hasan Han’ın mezheplere yönelik eleştirilerinde daha ziyade Hint alt kıtasında etkili olan Hanefî mezhebini hedef aldığı anlaşılmaktadır. Hasan Han, mezhepleri ilke olarak tamamıyla reddetmenin yanı sıra uygulamada onları sünnete bağlılıkları açısından değerlendirir ve Hanefî mezhebini bu açıdan en zayıf ve re’ye en fazla önem veren mezhep olmakla itham eder. Hanbelî, Şâfiî ve Mâlikî mezhepleri ise sırasıyla sünnete bağlılık yönünden daha makbul ve muteberdir. Ebû Hanîfe dahil olmak üzere mezhep imamlarını mezheplere yönelik eleştirilerinin dışında tutmaya özen gösteren Sıddîk Hasan Han onların nasları esas alarak ictihad ettiklerini, re’ye dayalı bir fıkıh üretmediklerini ve taklide karşı olduklarını vurgular. Bununla birlikte Ebû Hanîfe’nin hadis konusunda zayıf olduğu ve Arap dilini hakkıyla bilmediği kanaatindedir. Öte yandan fıkıh mezheplerinin dörtle sınırlandırılması anlayışına itiraz ederek İbn Huzeyme, Süfyân es-Sevrî ve Taberî mezheplerinin de sünnete uydukları ölçüde en az dört mezhep kadar muteber olduklarını, ancak bir bütün halinde herhangi bir mezhebi tercih etmenin hiçbir dayanağı bulunmadığını belirtir (ed-Dînü’l-ḫâliṣ, III, 350, 357; Ebcedü’l-ʿulûm, II, 402; III, 122, 159-160). Ona göre müctehidleri taklide ihtiyaç duyulmasının sebebi ilk dönemlerde sahih hadislerin ve âsârın tedvin edilmemiş olmasıdır. Daha sonra tedvin edilen hadis kitapları her seviyedeki müslümanın dinî bilgi ihtiyacını karşılamak için yeterlidir (Ebcedü’l-ʿulûm, II, 403). Aslında şer‘î delillerden hüküm çıkarmanın yollarını öğreten, dolayısıyla ictihad melekesi kazandırması beklenen fıkıh usulü amacından uzaklaşarak müctehid derecesindeki fakihleri mukallit durumuna düşüren, naslardan uzaklaştırıp re’ye mahkûm eden ve yalnızca eskilerin görüşlerini aktaran bir ilim haline gelmiş, kuralları tartışılmaz, kesin doğrular olarak telakki edilir olmuştur. İrşâdü’l-fuḥûl’ün muhtasarı olan Ḥuṣûlü’l-meʾmûl adlı eserinin girişinde Şevkânî’nin bu konudaki eleştirilerini aynen tekrarlayan Sıddîk Hasan Han (Ḥuṣûlü’l-meʾmûl, s. 3-6; Şevkânî, s. 15-16), ansiklopedik bir nitelik taşıyan Ebcedü’l-ʿulûm’da ise fıkıh usulü hakkındaki genel kanaatleri aktarır ve yalnızca Ehl-i hadîs’in bu alanda zayıf kaldığı iddiasına itiraz ederek en iyi fıkıh usulü eserinin Şevkânî’nin kitabı olduğunu vurgular (II, 70-78). Bir diğer eleştiri konusu da bazı tabakat müelliflerinin mezhep taassubuyla kendilerinden olmayanları öyleymiş gibi göstermeleridir. Esasen mezhep imamlarının çoğu mukallit olmayıp müstakil görüşlere sahip müctehidlerdir; ancak fitne endişesiyle başkasına intisap etmeyi veya bir mezhebe nisbet edilmelerini kabullenmek durumunda kalmışlardır (a.g.e., II, 404-405).
İcmâ ve kıyas konusunda Dâvûd ez-Zâhirî ve Şevkânî’nin çizgisini sürdüren Sıddîk Hasan Han’a göre sahâbe icmâı hüccet olmakla birlikte mutlak olarak icmâı ve kıyası şer‘î delil kabul etmenin hiçbir dayanağı yoktur. Ayrıca sahâbeden sonraki nesillerde icmâın gerçekleşmesi aklen imkânsız olduğu gibi fiilen de vâki değildir. Bu yüzden inkârı küfrü gerektirmez (a.g.e., II, 405; Ḥuṣûlü’l-meʾmûl, s. 66-74; el-İklîd, s. 279, 294-305). Kıyası reddeden Nazzâm ve Dâvûd ez-Zâhirî gibi âlimlerin doğru anlaşılması gerektiğini belirten Sıddîk Hasan Han fıkhî kıyası kesin şekilde reddeder. Ancak nassın kapsamına girmekle birlikte açıkça zikredilmeyen hususların nassa ilhakı niteliğindeki istidlâl türlerinin kıyas olarak nitelendirilmesinin yanlış olduğunu, bir mezhebe taassup derecesinde bağlı olmayan fakihlerin bütün fıkhî meselelerin hükmünü bu yolla Kur’an ve Sünnet’te bulabileceklerini belirtir. Allah’ın dinini tamamladığını ifade eden âyetler buna işaret etmektedir (Ḥuṣûlü’l-meʾmûl, s. 159-160; el-İklîd, s. 315-317). Fıkhî görüş ve fetvalarında sık sık istishâbü’l-hâl ilkesine başvuran Sıddîk Hasan Han, maslahatlar ve ahkâmın değişmesi hususunda daha ziyade Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’nin eserlerine atıfta bulunur.
Sıddîk Hasan Han’ın fıkıh anlayışı ve görüşlerinde XIII. (XIX.) yüzyılın müceddidi ve asrın müctehidi olarak nitelendirdiği Şevkânî’nin önemli etkisi vardır. Fetvalarında genellikle onun görüş ve yaklaşımlarını aktarır (Delîlü’ṭ-ṭâlib, s. 6). Fıkıh alanındaki eserlerinin bir kısmı onun eserleri üzerine yapılmış şerh ya da ihtisar çalışmalarıdır. Ayrıca Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, Takıyyüddin İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye, İbn Hacer el-Askalânî, Ferrâ el-Begavî ve Muhammed b. Abdülvehhâb da sık sık görüş ve eserlerine başvurduğu âlimlerdir. Âlimlerin kısa biyografilerine yer verdiği Ebcedü’l-ʿulûm’da Şevkânî, İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye ve İbn Abdülvehhâb’a oldukça uzun yer ayırması dikkat çekicidir. Her ne kadar kendi kitaplarında delile dayalı bir fıkıh anlayışını benimsediğini, bu yüzden geçmiş fukahanın görüşlerine delillerle irtibatı açısından güçlü ya da zayıf olduklarını göstermek amacıyla yer verdiğini belirtmişse de (Delîlü’ṭ-ṭâlib, s. 10; er-Ravżatü’n-nediyye, I, 49) çağdaşları tarafından Şevkânî ve İbn Teymiyye’yi taklit edip delillerinin zayıflığına bakmaksızın onların görüşlerini aynen benimsediği belirtilerek eleştirilmiştir. Eleştirenlerin başında Dihlevî ekolüne mensup Hanefî hadis âlimi Abdülhay el-Leknevî gelir. Sıddîk Hasan Han’a saygı göstermekle birlikte görüşlerini tenkit amacıyla pek çok eser kaleme alan Leknevî, eleştirilerinin onu çok rahatsız ettiğini ve görüşlerini inatla savunmaya teşvik ettiğini öğrenince bu konuda bir şey yazmamaya karar verir. Ancak Sıddîk Hasan Han’ın yakın arkadaşlarından birinin Ebû Abdünnasîr takma adıyla kendisine yönelik bir reddiye yazması üzerine (Şifâʾü’l-ʿay ʿammâ evradehü’ş-Şeyḫ ʿAbdülḥay, Delhi 1297) o da İbrâzü’l-ġayyi’l-vâḳiʿ fî Şifâʾi’l-ʿay adlı bir kitap yazarak (Salâh Muhammed Ebü’l-Hâc tarafından Naḳdü evhâmi Ṣıddîḳ Ḥasan Ḫân adıyla neşredilmiştir, Amman 1421/2000) Sıddîk Hasan Han’a yönelik eleştirilerini özetler ve bu karşılıklı reddiyeler Leknevî’nin vefatına kadar devam eder (Leknevî, s. 13-18; Veliyyüddin en-Nedvî, s. 304-309). Hz. Peygamber’in kabrini ziyaretin bid‘at olduğu, kasten terkedilen namazların kazâ edilmeyeceği, başkasının küçük ya da büyük abdest bozduğu durgun sudan abdest alınabileceği, ticaret mallarından zekât verilmeyeceği gibi fıkhî görüşlerinin yanı sıra Sıddîk Hasan Han’ın başta Ebû Hanîfe olmak üzere birçok âlim hakkındaki olumsuz kanaatleri ve eserlerinde aktardığı tarihî mâlûmat da eleştiri konusu olmuştur. Ebû Hanîfe ve mezhebine yönelik ağır ithamlarda bulunmasına rağmen namazlarını Hanefîler gibi kılmasını hayretle karşılayan Abdülhay el-Hasenî’nin onun yakın arkadaşı Zülfikar Ahmed el-Hüseynî el-Mâlevî’den aktardığına göre Sıddîk Hasan Han, ölümüne yakın fıkıh ve tasavvuf imamları hakkındaki olumsuz kanaatlerinden dolayı tövbe etmiş, bu pişmanlığını, Abdülkādir-i Geylânî’nin Fütûḥu’l-ġayb adlı eserinin Urduca çevirisi olan son kitabı Maḳālâtü’l-iḥsân ve maḳāmâtü’l-ʿirfân’ın son kısmında ifade etmiştir (Abdülhay el-Hasenî, VIII, 191-193).
BİBLİYOGRAFYA Sıddîk Hasan Han, ed-Dînü’l-ḫâliṣ (nşr. M. Zührî en-Neccâr), Kahire, ts. (Mektebetü dâri’t-türâs), I, 5; III, 245-246, 299-301, 308-336, 350, 356-357, 391-392; a.mlf., Ebcedü’l-ʿulûm, Beyrut 1978, II, 70-78, 400-413; III, 122, 159-160; a.mlf., Delîlü’ṭ-ṭâlib (trc. Leys Muhammed Lâl Muhammed, nşr. M. Lokmân es-Selefî), Riyad-Medînetüsselâm 1422, s. 6, 10, 187-215, 362-369; a.mlf., Ḥuṣûlü’l-meʾmûl min ʿilmi’l-uṣûl, İstanbul 1296, s. 3-6, 66-74, 159-160; a.mlf., el-İklîd li-edilleti’l-ictihâd ve’t-taklîd (trc. Şükrü Özen, Mezheplerin Doğuşu ve İçtihad Tartışması içinde), İstanbul 1987, s. 277-317; a.mlf., er-Ravżatü’n-nediyye şerḥu’d-Düreri’l-behiyye (nşr. M. Subhî Hallâk), Riyad 1418/1997, I, 49; Şevkânî, İrşâdü’l-fuḥûl (nşr. Ebû Mus‘ab M. Saîd el-Bedrî), Beyrut 1412/1992, s. 15-16; Abdülhay el-Leknevî, Naḳdü evhâmi Ṣıddîḳ Ḥasan Ḫân (nşr. Salâh M. Ebü’l-Hâc), Amman 1421/2000, s. 5-8, 13-26; Abdülhay el-Hasenî, Nüzhetü’l-ḫavâṭır, VIII, 191-193; Veliyyüddin en-Nedvî, el-İmâm ʿAbdülḥay el-Leknevî, Dımaşk 1415/1995, s. 304-309; Abdülhamit Birışık, “Hint Alt-Kıtasında İslam Araştırmalarının Dünü Bugünü: Kurumlar, İlmi Faaliyetler, Şahıslar, Eserler”, Dîvân: İlmî Araştırmalar, sy. 17, İstanbul 2004, s. 4, 7-8.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 37. cildinde, 95-96 numaralı sayfalarda yer almıştır.
İtikadî Görüşleri. Tefsir, hadis, fıkıh ve akaide dair eserler yazan Sıddîk Hasan Han, itikadî görüşleri ve din anlayışıyla dikkat çeken son devir Hindistan âlimlerindendir. Ehl-i sünnet kelâmının Eş‘ariyye ekolünü benimsediğini söylemekle birlikte (ed-Dînü’l-ḫâliṣ, I, 143-146) ilâhî sıfatlar meselesinde Selefiyye’nin görüşlerini savunmuş (Ḳaṭfü’s̱-s̱emer, s. 47), bütün mezhepleri Kur’an ve Sünnet’e dönmeye davet etmiştir. Mâtürîdiyye ile Eş‘ariyye mensuplarının başlangıçta birbirini dalâletle itham ettiğini belirten Sıddîk Hasan Han, sonunda bu iki Sünnî mezhep arasında önemli bir fark bulunmadığı anlaşılınca uzlaşmanın gerçekleştiğini belirtir (ed-Dînü’l-ḫâliṣ, III, 34-35; Ḫabîʾetü’l-ekvân, s. 49). Dinî düşüncesinde İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye, Şah Veliyyullah ed-Dihlevî ile Şevkânî’den etkilenmiştir. XIX. yüzyılın sonunda Hindistan Ehl-i hadîs ekolünün önderi kabul edilen Sıddîk Hasan Han, Vehhâbîlik’le itham edilmişse de bu husus daha çok bazı tasavvuf ve tarikat erbabının hatalı tevessül anlayışlarını, şeyhlerden veya kabirlerinden yardım beklemek gibi tevhide aykırı inanç ve davranışlarını, ayrıca bütün bid‘at ve hurafeleri eleştirmesinden kaynaklanmıştır.
Sıddîk Hasan Han, bir taraftan dinî konularda bilgiler üretip bunları savunmayı ve İslâm’a yönelik eleştirileri reddetmeyi en büyük cihad sayarken (Fetḥu’l-beyân, XII, 160) diğer taraftan kelâm ilmini eleştirmiş; aklî bilgiler konusunda farklı görüşler benimsedikleri için kelâmcıların çelişkiye düştüklerini, sıfatlara dair nasları belirledikleri bu çelişik ilkelerin ışığında yorumladıklarını, nitekim Fahreddin er-Râzî ve Şevkânî gibi bazı âlimlerin hayatlarının belli bir döneminden sonra kelâm yönteminin yanlışlığını itiraf ettiklerini ileri sürmüştür (a.g.e., IX, 333-334; Delîlü’ṭ-ṭâlib, s. 13-21). Tasavvuf erbabını da Hz. Peygamber’i vesile edinerek Allah’a dua etmekten ibaret olan (Tirmizî, “Daʿavât”, 118; İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 189) meşrû tevessül sınırlarını aştıkları, sâlihlerin kabirlerini ibadet yeri haline getirdikleri, vahdet-i vücûd nazariyesini benimsedikleri ve diğer ilâhî buyruklara itaat etmeden sadece Allah’ı zikretmekle müslümanın kurtuluşa ereceği zannını uyandırdıkları vb. gerekçelere dayanarak şiddetle eleştirip tekfir etmiştir (Delîlü’ṭ-ṭâlib, s. 283).
Başta ulûhiyyet olmak üzere itikadî konularda Selefiyye’den etkilenen Sıddîk Hasan Han’ın akaide dair dikkati çeken görüşleri şöylece özetlenebilir: Allah’ın varlığı ve birliği konusunda Kur’an’da belirtilen kesin aklî deliller kelâm veya felsefede geliştirilen kanıtlara ihtiyaç hissettirmeyecek yeterliliktedir. Bu deliller evrenin oluşumu ve işleyişiyle insanın fizyolojik ve zihnî niteliklerinin, bilgi, kudret ve irade sahibi yüce bir yaratıcı olmaksızın vücut bulamayacağı gerçeğini ortaya koyar (Fetḥu’l-beyân, I, 327-329; XIII, 197-198; Delîlü’ṭ-ṭâlib, s. 36-38). Tevhidin esası ulûhiyyet niteliklerini Allah’tan başka herhangi bir varlığa nisbet etmemektir, aksi bir tutum şirke düşmeye yol açar. Nitekim Ehl-i kitap’tan Hz. Îsâ’nın Allah’ın oğlu olduğunu ileri sürenler şirke düşmüştür. Sâlih müminlerin kabirlerini ibadet yeri haline getirmek, her şeyin Allah’tan geldiğine inanmak yerine sebeplere bel bağlamak, Hz. Peygamber’e tanrısal özellikler / ulûhiyyet izâfe eder biçimde ona beşer üstü seviyede saygı göstermek ve vahdet-i vücûd nazariyesini benimsemek de bir tür şirktir (Delîlü’ṭ-ṭâlib, s. 110-117; ed-Dînü’l-ḫâliṣ, I, 59; II, 273-274; Neylü’l-merâm, I, 146).
Allah zâtıyla yaratılmışların arasında değil en yüksek olan yedinci göğün üstündedir; fakat ilmi, kudreti, hâkimiyeti, rahmeti ve ihsanıyla yarattıklarına yakındır. Firavun’un Allah’ı göklerde araması, Hz. Îsâ’nın Allah’a yükseltilmesi, meleklerin ölen müminlere ait ruhları gök kapılarını aşıp ilâhî huzura çıkarması vb. hususları ifade eden açık anlamlı naslar bunun kanıtıdır. Ancak Allah’ın zâtıyla en yüksek göğün üstünde bulunması bir maddî varlığın uzay boşluğunda yer tutmasına benzetilemez (Fetḥu’l-beyân, IV, 159, 374-375; XIII, 398; Delîlü’ṭ-ṭâlib, s. 26-27; Ḳaṭfü’s̱-s̱emer, s. 39). Yed, vech, kabza, ityân gibi haberî sıfatların dil kurallarına göre te’vil edilmesi mümkündür (Fetḥu’l-beyân, I, 421-423; XII, 142-143). Âdil olan Allah, kullarını emirlerine isyan etmeye zorlamaz ve üstesinden gelemeyecekleri bir yükümlülük altında bırakmaz. Ancak Allah ümmü’l-kitâbda yazılanları insanın davranışlarına göre değiştirir ve bu değiştirme kaderin kapsamı içinde olur. Kadere inanmak başa gelen kötü olayların acısını hafifletir, kin ve haset duygularını yok eder (a.g.e., V, 318; VII, 69-70; XIII, 308; Delîlü’ṭ-ṭâlib, s. 24; ed-Dînü’l-ḫâliṣ, III, 155; Ḳaṭfü’s̱-s̱emer, s. 84-86). Allah ezelî olan ilminde her sonucu bir sebebe bağlamıştır. Bu sebeple iyilik yapmak ömrü arttırır, kötülük yapmak ise ömrü azaltır ve bu durum kaderle çelişmez (Fetḥu’l-beyân, IV, 343-352; XI, 230-231). Allah’ın insanı saptırması, ona inkârcılığı karşılığında verdiği bir ceza, hidayete erdirmesi ise iman etmesine karşılık lutfettiği bir mükâfattır (a.g.e., XII, 354). Resûlullah’ın isrâ ve mi‘rac mûcizelerinin bedenle ve uyanık halde gerçekleştiği sahih rivayetlerle sabit olup bunu inkâr etmek dinden çıkmayı gerektirir.
Kur’an’da ve sahih hadislerde kişinin berzah âleminde azap veya nimet göreceğine dair açık bilgiler yer almaktadır. Kabirlere gidip ölüler için dua etmek sünnet olmakla birlikte mezarlıkta Kur’an okumak bid‘attır. Ruhun mahiyetini bilmek mümkün değildir. Kur’an’da nefis kelimesi “ruh” mânasında kullanılmıştır. Naslardan açıkça anlaşılacağı üzere cehennem azabı ebedîdir. İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye’nin naslardan cehennem azabının sona ereceği hükmünü çıkarmaları ise indî yorumdan ibarettir (a.g.e., VI, 249-253; XI, 334-356; Delîlü’ṭ-ṭâlib, s. 232).
Sonunda insanı helâk olmaktan kurtardığı için Allah’a iman etmek en yüksek itaattir, Allah’ı inkâr etmek veya O’na şirk koşmak ise isyanların en büyüğüdür. İman tasdik itibariyle güçlü veya zayıf olabilir. Ölüm anında melekleri müşahede eden insanın iman ve tövbe etmesi geçerli değildir. İman altı esasta toplanmışsa da bunların her birine dahil bulunan başka iman konuları da vardır. Meselâ Kur’an’da, anlaşmazlığa düşülen konularda Allah’a ve resulüne (Kitap ve Sünnet) başvurmak imanın bir gereği olarak zikredilmiştir (en-Nisâ 4/59). Aslında İslâmiyet açısından insandan istenen dinî hayat inanmak, inandığını açıklamak ve inancını eyleme dönüştürmek şeklinde üç boyutlu bir içeriğe sahiptir. Bununla birlikte Ebû Hanîfe’nin ircâ görüşü sünnete aykırı değildir. Çünkü Ehl-i sünnet günah işleyenin dinden çıkmış olmayacağı hususunda icmâ etmiştir. Ehl-i kitap olmalarına rağmen yahudiler ve hıristiyanlar Hz. Peygamber’e ve getirdiği vahye inanmadıkları için Kur’an’da kâfir olarak nitelendirilmiştir (Fetḥu’l-beyân, I, 354-355; III, 283-284; IV, 284-286; Delîlü’ṭ-ṭâlib, s. 263-264).
Mezhebin din yerine konulmaması, değişik ilmî görüşlerden faydalanılması, dinî problemlerin Kur’an ve sahih sünnete baş vurularak ve ictihad edilerek halledilmesi gerektiği gibi görüşleriyle Sıddîk Hasan Han’ın yeni dönem İslâm düşüncesinin öncüleri arasında yer aldığını, ancak bazı akaid meselelerinde muhalif mezhep mensuplarını ve Sûfiyye’yi tekfir ederken Selefiyye’yi taklit ettiğini söylemek mümkündür. İtikadî görüşleri Ahter Cemâl Lokmân tarafından es-Seyyid Ṣıddîḳ Ḥasan Ḫân el-Ḳannevcî: Ârâʾühü’l-iʿtiḳādiyye ve mevḳıfuhû min ʿaḳīdeti’s-Selef (Riyad 1417/1996) adlı doktora tezinde incelenmiştir.
BİBLİYOGRAFYA Sıddîk Hasan Han, Fetḥu’l-beyân fî maḳāṣıdi’l-Ḳurʾân (nşr. Abdullah b. İbrâhim el-Ensârî), Beyrut 1992, tür.yer.; a.mlf., Delîlü’ṭ-ṭâlib (trc. Leys Muhammed Lâl Muhammed, nşr. M. Lokmân es-Selefî), Riyad-Medînetüsselâm 1422, s. 13-21, 24, 26-27, 36-38, 58, 66-67, 110-117, 214-216, 232, 263-264, 283; a.mlf., ed-Dînü’l-ḫâliṣ (nşr. M. Zührî en-Neccâr), Kahire, ts. (Mektebetü dâri’t-türâs), I, 59, 78, 87, 90-91, 99, 121, 143-146, 186, 193, 196, 417; II, 273-274, 360-364, 375; III, 34-35, 62, 155, 244-245; IV, 5-15, 26; a.mlf., Ḳaṭfü’s̱-s̱emer fî beyâni ʿaḳīdeti ehli’l-es̱er (nşr. Âsım b. Abdullah el-Karyûtî), Kahire 1404/1984, s. 12, 39, 47, 84-86; a.mlf., Neylü’l-merâm min tefsîri âyâti’l-aḥkâm (nşr. Râid b. Sabrî İbn Ebû Ulfe), Demmâm 1418/1997, I, 146, 344; II, 217-219, 585; a.mlf., el-İẕâʿa li-mâ kâne ve mâ yekûnü beyne yedeyi’s-sâʿa (nşr. Bessâm Abdülvehhâb el-Câbî), Beyrut 1421/2000, s. 146, ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 8-9; a.mlf., Ḫabîʾetü’l-ekvân fi’ftirâḳi’l-ümem ʿale’l-meẕâhib ve’l-edyân, Beyrut 1405/1984, s. 49; Aziz Ahmad – G. E. von Grunebaum, Muslim Self-Statement in India and Pakistan: 1857-1968, Wiesbaden 1970, s. 6, 7; Saeedullah, The Life and Works of Muhammad Siddiq Hasan Khan: Nawab of Bhopal, Lahore 1973, s. 124.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 37. cildinde, 96-98 numaralı sayfalarda yer almıştır.