SİLÂHDAR MEHMED AĞA

(ö. 1139/1726-27)

Osmanlı tarihçisi.

Müellif:

Eserinde kendisini “Mehmed Hocazâde eş-şehîr bi-Fındıklî” şeklinde tanıtır. Beyanına göre 12 Rebîülevvel 1069’da (8 Aralık 1658) İstanbul’un Fındıklı semtinde doğdu. Küçük yaşlarda saray hizmetine girdi ve burada IV. Mehmed’in başmusahibi Şâhin Ağa’nın himayesinde yetişti. Vâlide sultan ve diğer bazı saray görevlileriyle birlikte IV. Mehmed’in Lehistan seferine katıldı. 3 Zilkade 1084 (9 Şubat 1674) tarihinde Bostancı Ocağı’na girdi. 1088 Muharreminde (Mart 1677) Tersane bahçesinin Hizmetçiler Dairesi’nde çıkan yangının söndürülmesinde gösterdiği gayretlerinden ötürü padişahın iltifatına mazhar oldu. 25 Şevval 1089’da (10 Aralık 1678) hâmisi Şâhin Ağa’nın aracılığıyla zülüflü baltacılar zümresine dahil oldu. 24 Nisan 1679’da Enderun’un Seferli Odası’na geçti. 1683 yılında Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın serdar-ı ekremliği altında yapılan Avusturya seferine ve Viyana Muhasarası’na katıldı. Bu sırada Merzifonlu’nun debdebesi, Orta Macar Kralı Tököli İmre’nin Osmanlı karargâhında sadrazamın huzuruna kabulü, hezimet sonrası sarayda Merzifonlu aleyhtarlarının entrikaları gibi hadiselere şahit oldu ve bunları ayrıntılarıyla eserinde kaydetti. IV. Mehmed’in tahttan indirilip arka arkaya yerine geçen kardeşleri II. Süleyman ve II. Ahmed zamanlarında da sarayda kaldı. 1 Cemâziyelevvel 1099 (4 Mart 1688) tarihinde Yeniçeri Ağası Hasan Ağa’nın aracılığıyla Has Oda hizmetine alındı. II. Ahmed’in ölümü üzerine Şehzade Mustafa’ya cülûs müjdesini verdi, onu alarak Has Oda önüne getirdi ve daha sonra tahta çıkış törenlerini izledi. II. Mustafa, şehzadeliğinden beri tanıdığı Mehmed Ağa’ya özel ilgi gösterdi ve onu kendisine sırdaş yaptı, ayrıca onun bir Osmanlı tarihi yazmaya başladığını da biliyordu. Bundan dolayı cülûsundan itibaren vuku bulan hadiseleri kaleme almasını ve eserinin adını da Nusretnâme koymasını emretti.

II. Mustafa’nın devamlı yakınında bulunan Fındıklılı Mehmed Ağa onunla birlikte seferlere gitti. 1695 Eylülünde yeniden fethedilen Lipova Kalesi’ni II. Mustafa ile dolaştı ve gözlemlerini en ince ayrıntılarına kadar yazdı. 5 Ramazan 1110’da (7 Mart 1699) dülbend ağası oldu. Böylece hırka-i saâdet ve sancak-ı şerifin muhafaza hizmetlerinin başına getirilmiş oluyordu. Bu arada II. Mustafa’nın binişlerine, özellikle derya ilmindeki maharetinden dolayı deniz gezilerine katıldı. 5 Rebîülevvel 1115’te (19 Temmuz 1703) getirildiği çuhadar ağalığı sırasında Edirne Vak‘ası meydana geldi; isyan sonunda II. Mustafa’nın hal‘i ve yerine kardeşi III. Ahmed’in cülûsu hadisesine şahit oldu. 10 Rebîülâhir 1115 (23 Ağustos 1703) tarihinde Has Oda tarafındaki Harem Kapısı’nda yeni padişahı karşılayıp koluna giren Fındıklılı Mehmed Ağa onu Hırka-i Saâdet Dairesi’ne getirip tahta oturtanlar ve ilk biat edenlerden biriydi. Kısa süre sonra Has Oda’da silâhdar ağalığına yükseldi (6 Cemâziyelevvel 1115 / 17 Eylül 1703). Bu yeni görevi esnasında mevâciblerini alamayan bostancıların ayaklanması vuku bulmuştu. İsyanı bastırmak için büyük çaba sarfetti, kısmen de olsa bunda başarılı oldu. Bostancıların tamamını saraydan atmak isteyen III. Ahmed’e eski bir Bostancı Ocağı mensubu olarak engel olmaya çalıştı ve bir kısmını affettirmeyi başardı. 29 Aralık 1703’te vefat eden II. Mustafa’nın cenaze merasiminin yürütülmesi görevini üstlendi. Silâhdarlığı sırasında bazı azil ve tayin olaylarında görev aldı. Ancak çok geçmeden sarayda nüfuzu azalmaya başladı. Yeni padişahın oda lalası Uzun Süleyman Ağa’nın girişimleriyle silâhdarlıktan alındı, vezirlikle istediği eyaletin valisi yapılmak istendi. Fakat eyaletlerdeki karışıklıklar yüzünden halkın hukukunu lâyıkıyla koruyamama endişesiyle bu teklifi kabul etmedi; bunun yerine emekliliğini isteyince bir miktar tayinat ve günde 300 akçe Has Oda tekaütlüğü ile emekli edildi. 15 Şevval 1115 (21 Şubat 1704) tarihinde Has Oda’nın kıymetli eşyalarını halefine teslim etti. Ardından III. Ahmed’in huzuruna çıkarak veda ziyaretinde bulundu ve saraydan ayrıldı. Dışarıda evi olmadığından âdet gereği bir süre sadrazam konağında misafir oldu. Daha sonra İstanbul’da Demirkapı civarında Hacı Elvanzâde mahallesinde kale duvarı üzerinde bir ev satın alarak oraya yerleşti. Bu arada vâlide sultanın yetiştirmelerinden Emine Hanım adlı câriye ile evlendiyse de (22 Aralık 1704) ertesi yıl zevcesini kaybetti. Emekliliği zamanında tarihini yazmayı sürdürdü. 1138’de (1725-26) doğduğu semt olan Fındıklı’da Kazancı ve Hacı Receb camileri arasında Kazancıbaşı Yokuşu’nda kesme taştan, büyük hazneli, kitâbeli, bir kapı görünümünde olan, üzeri toprak örtülü ve çatısız bir çeşme yaptırdı (Tanışık, II, 55 vd.). Beş satırlık celî sülüs kitâbesi bulunan çeşme günümüzde harap haldedir. Ölüm yılı bazı yazılı kaynaklarda 1136 (1723-24), çeşme kitâbesinde 1138 (1725-26), Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde bulunan mezar taşındaki kayda göre ise 1139’dur (1726-27). Beyoğlu’ndaki Ayas Paşa Mezarlığı’nın Gümüşsuyu Hastahanesi’ne yakın bir yerde olan kabri zamanla kaybolmuştur.

Eserleri. 1. Zeyl-i Fezleke. Silâhdar Mehmed Ağa, uzun süre ifa ettiği saray görevlerinden ziyade yazmış olduğu Osmanlı tarihiyle tanınır. Eser Kâtib Çelebi’nin Fezleke’sinin kaldığı yerden başlar ve bu münasebetle Zeyl-i Fezleke diye isimlendirilir. Ancak literatürde daha ziyade Silâhdar Tarihi adıyla şöhret kazanmıştır. Klasik vekāyi‘nâme tarzında olayları yıl yıl tasvir eden ve her yılın sonunda o yıl içinde ölen ricâlin biyografilerini veren eserin ilk cildi 1065-1094 (1654-1683), II. cildi 1095-1106 (1684-1695) yılları vak‘alarını kapsar. Müellifin olayları önceden gün gün notlar alarak tesbit edip bunları daha sonra kitap haline getirdiği anlaşılmaktadır. Zeyl-i Fezleke’nin telif tarihi 22 Cemâziyelâhir 1106’dır (7 Şubat 1695). Daha sonra III. Ahmed’e takdim edilen eser, Ahmed Refik Bey (Altınay) tarafından bir tanıtım yazısıyla “Türk Tarih Encümeni Külliyatı” arasında iki cilt halinde basılmış (İstanbul 1928), eserin bazı kısımları, Mustafa Nihat Özön tarafından Silâhdar Târihi, Onyedinci Asır Saray Hayatı adıyla sadeleştirilerek yayımlanmıştır (1947). Eserin Makedonya ile ilgili bölümleri ise Kemal Aruçi tarafından Makedonca’ya çevrilip neşredilmiştir. Fındıklılı, 1087 (1676) yılına kadar meydana gelen olaylar için ağırlıklı olarak Naîmâ’nın kaynaklarını, Hacı Ali Efendi’nin Fetihnâme-i Kamaniçe’sini ve Abdurrahman Abdi Paşa’nın Vekāyi‘nâme’sini kullanmıştır. Daha sonrası için Enderun’da özellikle Has Oda görevlisi iken padişahın yakınında bulunması dolayısıyla gözlemlerine dayanmış, şahit olduğu birçok olayı eserinde canlı biçimde tasvir etmiştir. 2. Nusretnâme. Aslında Zeyl-i Fezleke’nin devamı olan, fakat II. Mustafa’nın emriyle Nusretnâme diye isimlendirilen eser muhteva bakımından iki bölümde ele alınabilir. Bu padişah dönemiyle ilgili kısım (1695-1703) çok ayrıntılıdır ve hemen tamamen müellifin gözlemlerine dayanır. Yazarın bizzat katıldığı II. Mustafa’nın Avusturya seferleri, Zenta faciası, bütün ayrıntılarıyla Karlofça Antlaşması ile Edirne Vak‘ası, donanmanın icraatları bu bölümün en çarpıcı olaylarıdır. 1704-1721 yılları arası olaylarını kapsayan ikinci kısmı saraydan ayrıldıktan sonra yazdığı için gayet muhtasardır. Müellif bu kısımlar için daha çok işittiklerini değerlendirmiştir. Baltacı Mehmed Paşa’nın Rusya seferi ve Prut Antlaşması ile Kırım’daki hanlık mücadeleleri bu bölümde önemli yer tutar. Eserin İsveç Kralı XII. Şarl’ın ilticasıyla ilgili hadiselerin yer aldığı 1121-1125 (1709-1713) yılları arası olayları Akdes Nimet Kurat tarafından yayımlanmıştır (İsveç Kıralı XII Karl’ın Türkiyede Kaldığı Zamana Ait Metinler ve Vesikalar, Ekler I, İstanbul 1943, s. 35-114). Kitabın bilinen başlıca yazılı kaynakları Nazmîzâde Murtaza’nın Târîh-i Seferü’l-Basra (metin, s. 486) adlı tarihiyle bazı raporlardır. Müellif daha ziyade şifahî kaynaklarla bizzat gözlemlerini kaleme almıştır (s. 78, 95, 97, 318, 454, 575, 638-639, 645, 690, 904). Bir saray görevlisi olarak birçok belgeyi, bu arada Zülfikar Efendi’nin Cerîde-i Takrîrât adlı sefâretnâmesi gibi bazı metinleri de kullandığı bilinmektedir (Zeyl-i Fezleke, II, 668). Zeyl-i Fezleke ve Nusretnâme önemli ölçüde müellifin gözlemlerine dayandığı için 1654-1721 yılları arası olayları için çok önemli bir kaynak olduğu gibi yer yer terkip ve imlâ hataları ihtiva etmesine rağmen XVII ve XVIII. yüzyıl saray dilini, genellikle sade ve samimi Osmanlı Türkçesi’ni yansıtması bakımından da çok değerli bir eser durumundadır. Yaşadığı devrin olaylarını samimi bir dille yansıtan Fındıklılı’nın tasvirleri gayet canlıdır. IV. Mehmed’in av eğlenceleri, sefer hazırlıkları ve güzergâhı, devlet törenleri ve devlet ricâlinin kıyafetleri, savaşların safahatı ayrıntılı biçimde verilir. Eserin kaynak olarak en kıymetli kısımları Fâzıl Ahmed Paşa’nın Girit seferi, Sabatay Sevi olayı, Kara Mustafa Paşa’nın Viyana seferi, Fâzıl Mustafa Paşa’nın sosyal, siyasal ve askerî icraatları, Zülfikar Efendi’nin Viyana elçiliği gibi yerlerdir. Bu arada tayin, tevcih, azil muameleleri, her yönüyle Edirne Vak‘ası, deprem, sel felâketi, İstanbul yangınları gibi âfetler eserin başlıca konularını teşkil eder. Kendisinden sık sık “müverrih” diye söz eden Fındıklılı hadiseleri sadece nakletmekle kalmamış, zaman zaman şahsî görüşlerine ve yorumlarına da yer vermiştir. Bu bakımdan Râşid Tarihi ile hemen aynı olayları kaydetmesine rağmen kaynak değeri bakımından ondan üstün olduğu söylenebilir. Çağdaşı Defterdar Sarı Mehmed Paşa’nın Zübde-i Vekāyiât’ını ise tamamlar mahiyettedir. Olayların sebep-sonuçları üzerinde durması, verdiği teferruat ve muhteva düşkünlüğü Fındıklılı’nın en bâriz özelliğidir. Kullandığı yazılı ve sözlü kaynakları tasrih etmesi eserinin kıymetini arttıran bir başka husustur. Yer yer milâdî tarih de kullanması olayların vuku tarihlerini vermedeki hassasiyetinin delili olarak kabul edilebilir. Kişileri lakaplarıyla birlikte vermesi ise onun resmî vak‘anüvislerden ayrılan önemli bir yönüdür. Kişilere karşı olan nefret ve sevgisini bazan argoya varan sert bir üslûpla yansıtır. Yaptığı ağır eleştirilerden hâmisi II. Mustafa bile payını almıştır. Şairliği de olan Silâhdar Mehmed Ağa’nın bazı şiirleri eserinde yer almıştır.

Zeyl-i Fezleke ve Nusretnâme’nin günümüze ulaşmış altı nüshası tesbit edilmiştir. Bunlardan beşi yurt içinde, biri yurt dışındadır. Türkiye’deki yazmaların dördü İstanbul kütüphanelerinde, biri Manisa İl Halk (Çaşnigîr) Kütüphanesi’ndedir. Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde kayıtlı yazma (Veliyyüddin Efendi, nr. 2369) divanî kırması hatla yazılmış olup zahriyesinde sonradan düşülmüş müellif nüshası kaydı bulunmaktadır. Yazmanın 213a’ya kadarki kısmı Zeyl-i Fezleke, daha sonraki kısmı Nusretnâme’dir. Bu yazmanın öteki bazı nüshalara esas olduğu söylenebilir. Başka kütüphanelerde de nüshaları bulunmaktadır (İÜ Ktp., TY, nr. 2367-2368 [1065-1094/1655-1683 yılları arası olaylarını kapsar], 5982-5983, 9739 [sadece Nusretnâme kısmını ihtiva eder]; Manisa İl Halk Ktp., I-III; TSMK, Hazine, nr. 1336, 1337, Emanet Hazinesi, nr. 1413; Viyana National bibliothek, nr. 1095 [1721-1729 yılları arasındaki olaylara başkası tarafından yapılmış zeyildir]; Türk Tarih Kurumu Ktp., nr. 521).

Önemli bir kaynak olmasına rağmen gerek Zeyl-i Fezleke gerekse Nusretnâme uzunca bir süre tarihçilerin ilgisini pek çekmemiştir. Bunda Nusretnâme’yi II. Mustafa’ya takdim edemeyişiyle aynı dönem olaylarını veren Râşid Târihi’nin erken yıllarda basılmasının (İstanbul 1153, 1282) büyük rolü olduğu söylenebilir. Vak‘anüvis Râşid Mehmed, Örfî Mahmud Ağa, Ahmed Câvid ve Ahmed Resmî Efendi gibi tarihçiler Silâhdar Mehmed Ağa’nın eserini kaynak olarak kullanmışlardır. Râşid özellikle 1695-1703 yılları arası olayları için Nusretnâme’den faydalandığı halde kaynağının adını vermemiştir (Köprülü, XI/43 [1947], s. 473 vd.). Nusretnâme, İsmet Parmaksızoğlu tarafından sadeleştirilerek neşredilmişse de (I/1-3, Ankara 1962-1963; II/1-2, Ankara 1963) bu yayında yer yer atlama ve yanlışlıklar bulunmaktadır. Eser üzerinde Mehmet Topal tarafından doktora çalışması yapılmıştır (2001, MÜ Türkiyat Enstitüsü).

BİBLİYOGRAFYA
Zülfikar Paşa’nın Viyana Sefâreti ve Esâreti (haz. Mustafa Güler), İstanbul 2007, s. XXXII; Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekayiât (haz. Abdülkadir Özcan), Ankara 1995, s. 821, 826-827, 835-836; Şeyhî, Vekāyiu’l-fuzalâ, II-III, 685, 686; Râşid, Târih, III, 80, 89, 117, 124; Hüseyin Ayvansarâyî, Mecmûa-i Tevârih (haz. Fahri Ç. Derin – Vahid Çabuk), İstanbul 1985, s. 251; Flügel, Hand-schriften, II, 284 vd.; Sicill-i Osmânî, IV, 220-221; Osmanlı Müellifleri, III, 69-70; İsmet, Tekmiletü’ş-Şekāik, s. 500; Ahmed Refik [Altınay], Âlimler ve Sanatkârlar, İstanbul 1924, s. 228 vd.; a.mlf., Fındıklılı Silâhdar Mehmed Ağa, İstanbul 1933; a.mlf., “Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa”, İkdam, İstanbul 5-6 Ocak 1921; Akdes Nimet, Ortazaman Tarihi İçin Kısa Bir Bibliyografya, İstanbul 1934, s. 36; TCYK, s. 260-261; Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, s. 345; , II, 55 vd.; Hediyyetü’l-ʿârifîn, II, 317; İsmet Parmaksızoğlu, Manisa Genel Kütüphânesi Tarih-Coğrafya Yazmaları Kataloğu, İstanbul 1952, I, 3; a.mlf., “Silahdâr Mehmed Ağa”, TA, XXIX, 29; Karatay, Türkçe Yazmalar, I, 282-283; Babinger (Üçok), s. 277-278; Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyâtı Târihi, İstanbul 1983, II, 786; Abdülkadir Özcan, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Tezleri, İstanbul 1984, s. 193; Hatice Aynur – Hakan T. Karateke, III. Ahmed Devri İstanbul Çeşmeleri (1703-1730), İstanbul 1995, s. 166-167; Orhan F. Köprülü, “Râşid Tarihi’nin Kaynaklarından Biri: Silâhdar’ın Nusretnâme’si”, TTK Belleten, XI/43 (1947), s. 473-487; Semavi Eyice, “Bir Tarihçi ve Tarihe Mal Edilmeyen Hatırası”, İstanbul Sanat ve Edebiyat Dergisi, II/2, İstanbul 1955, s. 7-13; İbrahim Artuk, “Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa”, TD, XXVII (1973), s. 123-132; Vahid Çabuk, “Nusretnâme’nin Kaynaklarından Târih-i Seferü’l-Basra”, TED, sy. 15 (1997), s. 323 vd.; Christine Woodhead, “Silāḥdār Findiklili”, EI2 (Fr.), IX, 633-634.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 37. cildinde, 194-197 numaralı sayfalarda yer almıştır.