SÎNÂ

Hz. Mûsâ’ya Tevrat’ın verildiği dağ.

Müellif:

Aynı adı taşıyan yarımadanın güneyinde bulunan dağla özdeşleştirilen Sînâ yahudi, hıristiyan ve İslâm geleneklerinde Hz. Mûsâ’ya Tevrat’ın verildiği yer olarak kabul edilir. Sînâ isminin Bâbil ay tanrısı Sin’den, dağın bulunduğu bölgenin Mısır sınırındaki Sin/Sun adlı kasabadan veya “yanan çalılık” anlamındaki İbrânîce senehten geldiği şeklindeki görüşlerden ilki daha fazla kabul görmüştür. Ahd-i Atîk’te Sînâ dağı (Çıkış, 19/11; Levililer, 7/38; Sayılar, 3/1; Tesniye, 33/2; Nehemya, 9/13), Tanrı’nın dağı (Çıkış, 4/27; 18/5; Mezmurlar, 68/15), İbrânîce “kuruluk, kuraklık” mânasındaki hrb / v kökünden Horeb / v (Çıkış, 33/6), (Tanrı’nın) Horeb / v’deki dağı (Çıkış, 3/1, 17/6; Tesniye, 1/6; 4/10; I. Krallar, 19/8; Malaki, 4/4), Paran dağı (Tesniye, 33/2; bk. FÂRÂN) ve sadece dağ (Çıkış, 19/2, 3; 24/4) şeklinde ifade edilmiştir. Sînâ ve Horeb’in iki farklı dağ veya aynı sırada iki tepe olduğu, birincisinin bölgeyi, ikincisinin tepeyi tanımladığı ya da bu iki ismin tek bir dağ için kullanıldığı yolunda görüşler de ileri sürülmüştür (, XI, 381; , XIV, 1597).

Coğrafî konumuyla ilgili farklı görüşlerin yer aldığı Sînâ dağı, IV. yüzyılda Bizanslı rahipler tarafından Sînâ çölünün güneyinde Saint Catherine Manastırı yakınlarındaki Cebelimûsâ ile özdeşleştirilmekle beraber bunu destekleyecek delil bulunmamaktadır (Schwart, s. 646). Sînâ vahyiyle ilgili rivayetlerde volkanik patlama tasvirlerinin bulunduğu, ancak yarımadada bilindiği kadarıyla hiçbir volkanik faaliyetin gerçekleşmediğinden hareketle dağın Arap yarımadasında olabileceği şeklinde XIX. yüzyıla ait görüş de Ahd-i Atîk’te söz konusu vahiy esnasında herhangi bir volkanik patlamadan bahsedilmediğinden (Çıkış, 19/7-25; 24/13-18), ikna edici bulunmamıştır. Dağın yeri İsrâiloğulları’nın Mısır’dan çıkış güzergâhıyla da alâkalandırılmıştır. Çıkış yolunun Sînâ yarımadasının kuzeyinden geçtiğini kabul edenler Sînâ dağını Cebelhalâl, Cebelyaallak veya Cebelmağara ile, ortasından geçtiğini iddia edenler Cebelsinbişr ile ve güzergâhın güneyden seyrettiğini ileri sürenler de Cebelsirbâl, Cebelimûsâ, Cebelcatherine ve Cebelumşomar gibi dağlarla özdeşleştirmişlerdir. Yahudi geleneğinde dağın yeriyle ilgili bir bilgi bulunmadığı ve Rabbânî kaynakların Tevrat’ın vahyedildiği mekândan çok muhtevasıyla ilgilendiği görülmektedir. Vahye mekân olması sebebiyle dağa ve civarına belli bir kutsiyet atfedilmiş olmakla birlikte dinî ziyaret yeri haline getirilmemiştir. Tanrı’nın dağı diye isimlendirilmesi sebebiyle dağın Mûsâ döneminden, hatta İbrânîler’den önce muhtemelen Sâmî tanrılarından birine adanmış bir ibadet mekânı olduğu kabul edilmiştir (, XIV, 1598-1600; Schwart, s. 646).

Ahd-i Atîk’te Sînâ dağı ilk defa Rab Yahova’nın Mûsâ’ya yanan çalılıkların ortasından, “Kavmini Mısır’dan çıkardığında bu dağ üzerinde Tanrı’ya ibadet edeceksin” diyerek onu görevlendirdiği bölümde (Çıkış, 3/12) zikredilmektedir. İsrâiloğulları Mısır’dan çıkışlarının üçüncü ayında Sînâ çölüne gelmiş ve dağın karşısına konaklamışlardır (Çıkış, 19/1-2). Tanrı, Mûsâ’ya ahde bağlı kalmaları halinde İsrail’i kendine has kavim yapacağını bildirmiş (Çıkış, 19/3-6), İsrâiloğulları da Tanrı’nın emirlerini yerine getireceklerine dair söz vermişlerdir. Bunun üzerine Tanrı, Mûsâ’ya ve kavmine üçüncü gündeki buluşma için hazırlanmalarını emretmiş, üçüncü günün sabahı gök gürlemeleri, şimşekler, dağ üzerinde koyu bir bulut olmuş ve çok kuvvetli bir boru sesi duyulmuş, ordugâhtaki bütün kavim titremiştir (Çıkış, 19/7-25). Tanrı, Mûsâ’ya orada on emirle İsrâiloğulları’nın uyması gereken dinî hükümleri bildirmiştir (Çıkış, bab 20-23). Tanrı tarafından Mûsâ’ya sözlü olarak bildirilen bu emirler iki taş levhanın her iki tarafına oyularak yazılmıştır (Çıkış, 24/12-18; 31/18; Tesniye, 5/1-22). Mûsâ dağdan indiğinde kavminin buzağıya taptığını görünce öfkesinden levhaları kırmış (Çıkış, 32/19; Tesniye, 9/17), bunun üzerine Tanrı ona tekrar iki taş levha hazırlamasını ve Sînâ dağına gelmesini buyurmuştur. Mûsâ sabah erkenden dağa çıkınca Rab ona söylediklerini levhalara yazmasını emretmiş ve İsrail’le bu sözlere göre ahid yaptığını bildirmiştir. Mûsâ, hiçbir şey yemeden ve içmeden Rab ile kırk gün kırk gece kaldıktan sonra Sînâ dağından iki levha ile inmiş ve Rabb’in emrettiklerini kavmine aktarmıştır (Çıkış 34/27-35; ayrıca bk. ON EMİR). Daha sonra bütün bu emir ve öğretileri bir kitap halinde yazmıştır (Tesniye, 31, 9, 24; ayrıca bk. TEVRAT).

Rabbânî literatürde bu dağın Tanrı’nın dağı, Başan, Gavnunim, Horev ve Sînâ olmak üzere beş isminin bulunduğu belirtilmiş, ayrıca orijinal isminin Horev olduğu, Tanrı’nın buradaki yanan çalılıkta Mûsâ’ya görünmesinden sonra Sînâ adını aldığı ileri sürülmüştür. Bir rivayete göre yeryüzündeki dağlar, Tevrat’ın kendi üzerlerinde vahyedilmesi için aralarında tartışmışlardır, ancak üzerinde puta tapılmayan tek dağ olması sebebiyle Tanrı Sînâ’yı tercih etmiştir (Genesis Rabbah, 99/1). Diğer bir rivayete göre ise Sînâ tevazu göstererek bu şerefe lâyık olacak kadar yüksek olmadığını düşünmüş ve Tanrı da bunun üzerine onu seçmiştir (Numbers Rabbah, 13/3).

Mişna’da, Mûsâ’nın yazılı Tevrat’tan başka sözlü Tevrat’ı da (öğreti) Sînâ’da aldığı ve Yeşu’ya teslim ettiği, Yeşu’nun da onu kavmin ileri gelenlerine, ileri gelenlerin peygamberlere, peygamberlerin de büyük meclis üyelerine aktardıkları ifade edilmiştir (Aboth, 1/1). Tanrı’nın Mûsâ’yı ikinci defa Sînâ’ya çağırması ve, “Taş levhalarını, yazdığın şeriat ve emirleri öğretmek için onları sana vereceğim” şeklindeki ifadesi hakkında (Çıkış, 24/12) Talmud’da “taş levhalar” on emir, “şeriat” Tevrat, “emirler” Mişna, “yazdığın” Neviim ve Ketubim kitapları, “öğretmen için” Gemara (Talmud) anlamına gelmektedir şeklinde bir yorum yer almaktadır (Berakoth, 5a). Bu doğrultuda yahudi kutsal metni (Tanah) dışında yüzyıllar boyu sözlü olarak aktarıldığı kabul edilen Mişna ve Talmud literatürü de “sözlü Tevrat” adı altında vahiy kaynaklı görülmektedir (bk. TALMUD).

Kur’ân-ı Kerîm’de Sînâ, “dağ” anlamındaki tûr kelimesiyle birlikte Tûriseynâ (el-Mü’minûn 23/20) ve Tûrisînîn (et-Tîn 95/2) şeklinde iki defa geçmekte olup tûr kelimesi yalnız kullanıldığında (et-Tûr 52/1) Sînâ dağını tanımlamaktadır (, “eṭ-Ṭûr” md.). İslâm âlimleri, dağın yarımadadaki konumuyla ilgili bilinen görüşleri (Mısır ile Eyle arasında bir dağ, Cebelfilistin) aktarmakla birlikte daha çok Sînâ vahyinin mesajı üzerinde durmuşlardır (Sinanoğlu, sy. 2 [1998], s. 15-18; , X, 663-664). Kur’an’da Sînâ vahyi bazı sûrelerdeki atıfların dışında ana hatlarıyla ve Ahd-i Atîk’e nisbetle daha kısa olarak Bakara, A‘râf ve Tâhâ sûrelerinde yer alır; A‘râf sûresindeki anlatım daha ayrıntılıdır (7/140-155). Kur’an’da Allah Sînâ’ya yemin etmektedir (et-Tûr 52/1; et-Tîn 95/2). Hz. Mûsâ’nın Allah’ı görmek istemesi üzerine Allah bu dağa tecelli etmiş ve dağ parçalanmıştır (el-A‘râf 7/143). Allah, Mûsâ’ya dağın sağ tarafından seslenmiş (Meryem 19/52; Tâhâ 20/80; el-Kasas 28/29, 46), İsrâiloğulları’ndan söz almak için dağ üzerlerine kaldırılmış (el-Bakara 2/63, 93; en-Nisâ 4/154; el-A‘râf 7/171), burada yetişen ağaç methedilmiştir (el-Mü’minûn 23/20; Encyclopaedia of the Qurʾān, V, 28-30; ayrıca bk. DAĞ). Diğer bir âyette ise peygamberlerine karşı gelmelerinden dolayı Allah’ın İsrâiloğulları’nı çölde kırk yıl dolaşmaya mahkûm ettiği bildirilmiştir (el-Mâide 5/26). Âyette “dolaşma” karşılığında kullanılan “yetîhûn” fiilinden hareketle Mısır ile Filistin arasındaki bu bölge İslâm kaynaklarında Tîh olarak isimlendirilmiştir (, X, 480).


BİBLİYOGRAFYA

Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. M. Abdüsselâm Şâhin), Beyrut 1424/2003, I, 610; III, 176.

, III, 300.

The Pentateuch and Rashi’s Commentary: A Linear Translation into English (trc. A. Ben Isaiah – B. Sharfman), New York 1949, II, 286.

G. A. Smith, The Historical Geography of the Holy Land, London 1973, s. 361.

L. H. Grollenberg, The Penguin Shorter Atlas of the Bible (trc. M. F. Hedlund), New York 1978, 103-110.

L. Jacobs, The Jewish Religion: A Companion, Oxford 1995, s. 470-471.

Mustafa Sinanoğlu, “Eski Ahid ve Kur’ân-ı Kerîm’de Sîna Vahyi”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. 2, İstanbul 1998, s. 1-22.

M. Seligsohn, “Sinai Mount (Biblical Data)”, , XI, 381-382.

O. Lipschitz, “Sinai, Mount”, , XIV, 1597-1600.

E. Honigmann, “al-Tīh”, , X, 480-481.

a.mlf. – [C. E. Bosworth], “al-Ṭūr”, a.e., X, 663-664.

B. J. Schwart, “Sinai, Mount”, The Oxford Dictionary of the Jewish Religion (ed. R. J. Z. Werblowsky – G. Wigoder), New York 1997, s. 646.

I. Shahîd, “Sinai”, Encyclopaedia of the Qurʾān (ed. J. D. McAuliffe), Leiden 2006, V, 28-30.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 37. cildinde, 221-222 numaralı sayfalarda yer almıştır.