SİNAGOG

Yahudilik’te ibadet, din eğitimi ve cemaat işleri için ayrılan yer veya bina, havra.

Müellif:

Yunanca kökenli bir kelime olan sinagogun (sunagoge) ilk defa Helenistik yahudiler tarafından İbrânîce’de “cemaat, cemiyet, meclis” gibi anlamlara gelen kahal, kehila veya keneset kelimeleri karşılığında kullanıldığı düşünülmektedir. Ancak sinagogu tanımlayan İbrânîce standart kelime bet ha-kenesettir. “Toplanma evi, cemaat evi” mânasındaki bu kelime müslümanlarda caminin karşılığını oluşturmaktadır. Muhtemelen bu kelimenin kökeni de Ârâmîce be keniştadan gelmektedir. Zira Bâbil Sürgünü (m.ö. 587) sonrasında yahudiler arasında Ârâmîce yaygındı. Nitekim Talmud’un dili Ârâmîce olan Gemara kısmında sinagog karşılığında yer alan kelime be keniştadır (Megillah, 26b).

Farklı görüşler bulunmakla birlikte Ârâmîce be keniştanın İslâm kaynaklarında “kenîse” şeklinde geçtiği ve bu kelimenin hem hıristiyan hem yahudi mâbedleri için kullanıldığı, bunun da sözlük bilginlerinin tereddüdünden kaynaklandığı söylenmektedir (, VI, 576). İslâm kaynaklarında salavatın “ibadet yerleri” anlamından hareket edilerek bu kelimeyle kenîse arasında irtibat kurulmuştur. Cevâlîkī, Süyûtî, Hafâcî ve Sicistânî’yi kaynak gösteren Arthur Jeffery, müslüman müfessirlerin salavat kelimesinin yahudi ibadet yeri sinagogu (kenîse) karşıladığı konusunda genelde uzlaştığını söylemektedir (Jeffery, s. 197-198). İbn Manzûr da salavâtü’l-yehûd terkibine “kenâisü’l-yehûd” mânası vermekte ve Hac sûresinin 40. âyetinde yer alan salavat kelimesini bu anlamda yorumlamakta, bu görüşüne İbn Abbas’tan delil getirmektedir (, “kns” md.; salavat kelimesiyle ilgili ayrıca bk. Okumuş, bibl.). Modern Arapça’da yahudi ibadet yerleri için kenîs, hıristiyan ibadet yerleri için kenîse kullanılmaktadır. Karaî yahudileri kendi ibadet yerlerine “kenasa” adını vermektedir. Fâtih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethi sonrasında yayımladığı fermanda yahudi mâbedleri için kenîse ve “kenâvis” (kenâis) kelimelerine yer vermiştir (Galante, s. 42). Osmanlı arşiv belgelerinde yahudi mâbedleri için “sinâvi” de geçmektedir (, Gayri Müslimlere Ait Defter, nr. 17, s. 99), ancak bunun kökeni belli değildir; kenâvisin değişik bir şekli olabileceği gibi sinagogun farklı biçimde yazımıyla ortaya çıktığı da düşünülebilir.

Sinagog karşılığında Türkiye’de ve diğer Balkan ülkelerinde kullanılan havra kelimesinin kökeni İbrânîce “hevrâ”dır. Bazan “havura” şeklinde de telaffuz edilen ve “birlik, grup, cemaat” gibi anlamlara gelen kelime özel dinî mânada ilk defa XIV. yüzyılda İspanya’nın Sarakusta (Zaragoza) şehrindeki yahudiler tarafından kullanılmaya başlanmıştır (, VIII, 440-442). Daha sonra hıristiyanlar, bu kelimeye “kargaşalı ve gürültülü yer” anlamını yükleyip belli bir düzenin olmadığı, insanların ibadet sırasında serbestçe dolaşıp konuştuğu yahudi ibadet yerlerini bu kelimeyle adlandırmışlardır. Hakaret içeren anlamı pek fazla öne çıkmamakla birlikte kelime yeni anlamıyla Ladino da denilen yahudi İspanyolca’sına girmiştir (Wexler, s. 215). İspanya yahudileri (Sefaradlar) 1492 sürgünü sonrasında Balkanlar’a yerleşince kelime Balkan dillerine değişime uğramadan girmiş, sinagoglara Yunanlılar havra, Bulgarlar “xavra”, Arnavutlar “avrë”, Sırplar “(h)avra”, Rumenler “havrǎ” ve Türkler havra demişlerdir (a.g.e., s. 165, 215; H. Kahane – R. Kahane, LII/4 [1962], s. 291). Kelimenin yahudi ibadet yerlerini ifade eden mânası yanında hakaret içeren anlamı da bu dillerde korunmuştur (a.g.e., s. 291-292). Nitekim J. W. Redhouse’ın sözlüğünde havraya “gürültülü toplanma yeri” anlamı da verilmiştir.

Kurum olarak sinagogun kökeni ve ilk defa ne zaman ortaya çıktığı tam belli değildir; bir geleneğe göre milâttan önce VI. yüzyılda Bâbil sürgünü döneminde ortaya çıkmıştır. Kimilerine göre ise sinagog daha önceleri de vardı; ancak ibadet yeri olarak kelime, yerini Tanrı’nın belirlediği ve O’nun emriyle ilk defa Kral Süleyman tarafından yaptırılan, bundan dolayı Süleyman Mâbedi diye de bilinen Kudüs’teki mâbedin milâttan sonra 70 yılında Romalılar tarafından yıkılmasının ardından yaygınlık kazanmıştır. Bundan önce dinî hayatın merkezini Kudüs’teki mâbed oluşturuyordu ve Yahudilik’te ibadet mâbed merkezliydi. Mâbed yıkılınca işlevi geçici olarak sinagoglara aktarılmış, sadece mâbedde yapılması gereken kurban gibi bazı ibadetler askıya alınmıştır. Mesîh gelip mâbedi yeniden inşa edinceye kadar sinagoglar mâbedin simgesel işlevini sürdürecektir. Sinagoglar ayrıca, ilk hıristiyan cemaati tarafından I. yüzyılın sonuna kadar ibadet mekânı şeklinde kullanılmıştır. Kalıntıları halen mevcut olan en eski sinagog, milâttan sonra III-IV. yüzyıllarda Kafernaum’da (Galile, İsrail) inşa edildiği kabul edilen büyük sinagogdur. Yapısı ve işlevi bakımından günümüz sinagogları toplu ibadetin yapıldığı, cemaat işlerinin görüldüğü ve din öğreniminin yürütüldüğü merkezler konumundadır. Günlük ibadetler, mâbedi temsil ettiğine inanılan ve yine sinagog denilen ibadet yerlerinde veya ibadet etmeye uygun herhangi bir yerde yapılmaktadır.

Sinagogların belli bir mimari standardı yoktur, bölgeye göre yapı biçimi değişiklik gösterir. Eskiden sinagoglar genellikle su kaynaklarının yanına inşa edilirdi. Arınma havuzu “mikve”nin suyunu temin etmek ve yahudi yılbaşı bayramında (Roş-ha-şana) günahları suya atmak amacının bunda etkin olduğu düşünülmektedir. Sinagog yapımında dikkat edilecek bazı kurallar vardır. Talmud’a göre sinagogun pencereleri olmalıdır, pencereleri bulunmayan yerde dua etmek yasaktır (Berakot, 31a). Sinagog yerleşim yerinin en yüksek noktasına inşa edilmeli, ondan yüksek başka bina olmamalıdır. Sinagoglarda mutlaka üç şeyin bulunması gerekir. Bunlar Ehal / Aron ha-Kodeş (kutsal dolap), Ner Tamid (devamlı yanan ışık) ve Teva / Bima’dır (kürsü). Aron ha-Kodeş, içinde el yazması Tevrat tomarlarının (Sefer Torah) bulunduğu bir dolaptan ibaret olup bir bakıma sinagogdaki mihrabı oluşturur. Teva ise Aron ha-Kodeş’in tam önünde veya sinagogun ortasında yer alan yüksekçe platformdur. İbadet esnasında Aron ha-Kodeş’ten çıkarılan Tevrat tomarı haham tarafından bu kürsüde okunur.

Camiler gibi kutsal mekânlar olan sinagoglarda resim ve heykel bulunmaz, çünkü bunların olduğu yerde ibadet etmek yasaktır. Sinagoga edebe uygun kıyafetle ve baş örtülü olarak girilir. Başı açık sinagoga girmek Tanrı’ya saygısızlık kabul edildiğinden yahudi erkekleri buraya girerken “kipa” denilen bir tür takke giyerler, kadınlar da başlarını örterler. Kadınlar ibadete doğrudan katılmayıp “mehitza” adı verilen ayrı bir bölümde erkeklerin ibadetine eşlik edebilirler. Ortodoks olmayan yahudi cemaatlerinde sinagoglarla ilgili bu kurallar değişkenlik gösterir. Bilhassa reformist yahudilerde kadınlarla erkekler sinagogda birlikte ibadet edebilir, hatta kadın bir haham ibadeti yönetebilir.


BİBLİYOGRAFYA

J. W. Redhouse, A Turkish and English Lexicon, İstanbul 1990, s. 758.

A. Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’ān, Baroda 1938, s. 197-198.

J. Morgenstern, “The Origin of the Synagogue”, Studi orientalistici in onore di Giorgio Levi Della Vida, Roma 1956, II, 192-201.

A. Galanti, Türkler ve Yahudiler, İstanbul 1995, s. 42.

P. Wexler, The Non-Jewish Origins of the Sephardic Jews, Albany 1996, s. 165, 215.

H. Kahane – R. Kahane, “Charivari”, The Jewish Quarterly Review, LII/4 (1962), s. 291-292.

Mesut Okumuş, “Semantik ve Analitik Açıdan Kur’an’da ‘Salât’ Kavramı”, Gazi Üniversitesi Çorum İlâhiyat Fakültesi Dergisi, III/6, Çorum 2004, s. 1-30.

C. van Arendonk, “Kenîse”, , VI, 576.

I. Levitats, “Ḥevrah, Ḥavurah”, , VIII, 440-442.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 37. cildinde, 222-224 numaralı sayfalarda yer almıştır.