SUAL

Mükellef insanların dünyadaki inanç ve davranışlarından kabirde ve kıyamet gününde sorguya çekilmeleri anlamında terim.

Müellif:

Sözlükte “birinden bir şey vermesini talep etmek; sormak, sorguya tâbi tutmak” anlamında masdar olan suâl (mes’ele) kelimesi isim olarak da kullanılır. Râgıb el-İsfahânî, sualin asıl mânasının “birinden bilgi veya mal vermesini ya da bunlara götürecek yolu göstermesini istemek”ten ibaret bulunduğunu söylemekte, bazan soru sormanın bilgi edinmeye değil muhatabı azarlayıp susturmaya yönelik olduğunu belirtmektedir (el-Müfredât, “sʾel” md.; krş. Kāmus Tercümesi, III, 1351-1352).

Kabir Suali. Kur’ân-ı Kerîm’de kabir sualine işaret eden âyetlerden biri Cenâb-ı Hakk’ın, iman edenleri hem dünyada hem âhirette sağlam söz ve kararlı davranışa mazhar kılacağını bildiren beyanıdır (İbrâhîm 14/27). Münker ve Nekir melekleri tarafından yapılacak sorgulamada kişiye rabbi, peygamberi ve dini sorulur; müminler kolayca cevap verirken kâfir veya münafık olanlar, “Bilmiyorum, ben çevremdeki insanlara uydum, onların yaptığını yaptım” der (Buhârî, “Cenâʾiz”, 67, 86; Müslim, “Cennet”, 70-74; Taberî, XIII, 279-286). Kabir sualinin keyfiyeti konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazılarına göre sual ruha, bazılarına göre ise ruhsuz cesede sunulacaktır. Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğuna göre ölmüş kişi suali anlayacak ve cevap vermeye gücü yetecek, aynı zamanda kabir nimetinin lezzetini veya azabın acısını duyacak kadar bir hayata sahip kılınacak, dolayısıyla sual ruh ve bedene yönelik olacaktır. Ancak bu esnada ruhun dünya hayatındaki vasıflarıyla bedene iade edilip edilmeyeceği hususunda kesin bir sonuca varılamamıştır. Mâtürîdî’nin de belirttiği gibi gayb âlemine ait olan bu meselede bir nevi hayatın mevcudiyeti benimsendikten sonra tevakkuf edip herhangi bir fikir beyan etmemek en isabetli yol olarak görülmektedir (Nesefî, II, 764; bk. ACBÜ’z-ZENEB).

Mahşerdeki Sual. Kıyamet gününde yeniden dirilme ve arasât meydanında toplanma (ba‘s, haşr) gerçekleştikten sonra hesabın başlayacağı bilinmektedir. Hesap sual, kitap ve mîzan safhalarından oluşmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de kıyamet günü insanların dinî sorumlulukları çerçevesinde sorguya tâbi tutulacaklarına dair ondan fazla âyet yer almaktadır; bunların bir kısmı “hesaba çekilme” mânasına da gelmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “sʾel” md.). Rahmân sûresinde kıyametin kopması tasvir edilirken o gün insana da cine de günahının sorulmayacağının ifade edilmesi (55/39), arasât meydanında toplanma ve hesaba çekilme merhalesinin başlamasından önceki döneme ait bir beyan olabileceği gibi kişilerin görevli melekler tarafından zaten tanındığı anlamına da gelebilir. Nitekim âyetin devamında, “Suçlular simalarından tanınır, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanır” buyurulmaktadır (er-Rahmân 55/41). Ayrıca söz konusu âyet, “Ne yaptın, ne suç işledin?” şeklinde değil, “Niçin yaptın, niçin suç işledin?” biçiminde de yorumlanmıştır (Mâtürîdî, V, 290-291). Peygamberler günah işlemekten korunmuş oldukları halde Kur’ân-ı Kerîm’de onlara da sual yöneltileceği ifade edilmektedir (el-A‘râf 7/6; el-Ahzâb 33/7-8). Müfessirler, söz konusu sualin -adaletin herkesin önünde tecelli ettiğinin anlaşılması hikmetine bağlı olarak- ilâhî mesajı tebliğ edişlerini ve ümmetlerin bu tebliğe ne cevap verdiklerini hedef aldığını belirtirler. Nitekim diğer bir âyette kıyamet günü Cenâb-ı Hakk’ın peygamberleri toplayıp davetlerine ne kadar icâbet edildiğini soracağı (el-Mâide 5/109), bir âyette de ümmetlere kendilerine gönderilen Allah elçilerine nasıl cevap verdikleri sualini tevcih edeceği bildirilmektedir (el-Kasas 28/65; Taberî, VIII, 159-160; XXI, 152; Mâtürîdî, V, 290-292; XI, 311). Zuhruf sûresinde (43/44) Resûlullah’a hitap edilerek Kur’an’ın kendisine ve ümmetine bir öğüt vesilesi olduğu ve ileride ondan sorumlu tutulacakları ifade edilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’den âhirette insanlara yöneltilecek soruların iman ve sâlih amel, vahyin tebliği ve bu tebliğin benimsenmesine, insanları dinden soğutma suçuna ve ayrıca dünya nimetlerinin şükrü gibi konulara yönelik olacağı anlaşılmaktadır.

Kıyamet günü sorgulaması konusunda hadis kitaplarında epeyce rivayet bulunmaktadır. Hz. Peygamber’in Vedâ hutbesine yer veren kaynaklar onun konuşması esnasında, “Bir gün rabbinize kavuşacaksınız, O bütün hareket ve davranışlarınızdan sizi sorguya çekecektir” dediğini nakletmiştir (Buhârî, “Eḍâḥî”, 5; Müslim, “Ḳasâme”, 29). Ebû Hüreyre’den rivayet edilen bir hadiste Resûl-i Ekrem kıyamet günü ilk sorgulanması sırasında kula şöyle deneceğini belirtmektedir: “Sana beden sağlığı vermemiş ve seni soğuk sudan kandırmamış mıydık?” (Tirmizî, “Tefsîrü’l-Ḳurʾân”, 102). Yine Resûlullah bir gün Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’le karınlarını doyurduktan sonra şöyle demiştir: “Varlığım kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki kıyamet gününde bu nimetten mutlaka sorguya çekileceksiniz. Sizi evinizden açlık çıkarmıştı, şimdi ise bu nimete nâil olduktan sonra evinize dönüyorsunuz” (Müslim, “Eşribe”, 140; İbn Mâce, “Zühd”, 12; Tirmizî, “Zühd”, 39). Konuyla ilgili en kapsamlı hadisi İbn Mes‘ûd rivayet etmiştir: “Kıyamet günü hiçbir kimse şu beş soruya muhatap olmadan rabbinin huzurundan ayrılamaz: Ömrünü hangi yolda geçirdiği, gençliğini hangi çizgide eskittiği, servetini nereden kazanıp nereye harcadığı ve ilmiyle ne kadar amel ettiği” (Tirmizî, “Ṣıfâtü’l-ḳıyâme”, 1). Farklı sahâbîlerin Resûlullah’tan yaptıkları rivayetlerden anlaşılacağı üzere kıyamet günü Cenâb-ı Hak arada melekler bulunmaksızın bazı kimselere soru yöneltecektir. Hesap işlemlerinin başladığı sırada mümin kul Allah’ın lutuf ve himayesine yaklaştırılır. O’nun tarafından dünyada işlediği falan günahı hatırlayıp hatırlamadığı sorulur. Mümin de hatırladığını söyler. Cenâb-ı Hak, o günahı dünyada insanların gözünden sakladığı gibi, bugün de affedip amel defterinden sildiğini gizlice beyan eder (Buhârî, “Tefsîr”, 11/4, “Edeb”, 60, “Tevḥîd”, 97; Müslim, “Tevbe”, 52; Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, s. 301-302). Kıyamet gününde sorgu ve hesaba tâbi tutulmada asıl olan herkesin kendi inanç ve davranışlarıdır, çünkü kimse başkasının günah yükünü taşıyamaz (Fâtır 35/18; en-Necm 53/38-39). Ancak başkalarını hak yoldan saptıranlar kendi günahlarıyla birlikte saptırdıkları kimselerin günahlarından da sorumlu olacaktır (en-Nahl 16/24-25; el-Ankebût 29/12-13; Müslim, “ʿİlim”, 15-16; Tirmizî, “ʿİlim”, 16).

BİBLİYOGRAFYA
Kāmus Tercümesi, III, 1351-1352; Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, VIII, 159-160; XIII, 279-286; XXI, 152; Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân (nşr. Ertuğrul Boynukalın), İstanbul 2006, V, 290-292; XI (nşr. Ali Haydar Ulusoy), İstanbul 2008, s. 311; Nesefî, Tebṣıratü’l-edille (Salamé), II, 764; Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, et-Teẕkîre fî aḥvâli’l-mevtâ ve umûri’l-âḫire, Beyrut 1405/1985, s. 123-129, 299-307; Teftâzânî, Şerḥu’l-Maḳāṣıd (nşr. Abdurrahman Umeyre), Beyrut 1409/1989, V, 111-117; Süyûtî, el-Budûrü’s-sâfire, Beyrut 1411/1991, s. 255-273; Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat, Konya 1990, s. 263-312.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 37. cildinde, 446-447 numaralı sayfalarda yer almıştır.