SUBAŞI

Türk devletlerinde ordu kumandanı, Osmanlılar’da şehirlerin güvenliğini sağlayan görevli.

Müellif:

Osmanlılar’dan önceki Türk devletlerinde kelime sü-başı (سو باشى) olarak geçer. Osmanlılar ilk zamanlarda aynı imlâyı korumuşlarsa da XVI. yüzyılın başlarından itibaren imlâ subaşı (صو باشى) şeklinde değişmiştir. Sü veya su eski Türkçe’de “asker, ordu” anlamına gelir. Kelime Orhon yazıtlarında geçer. Oğuz kabileleri tarafından bazan “sü begi” şeklinde unvan olarak kullanılırdı. Karahanlılar’da orduyu sevk ve idare işine “sü başlamak” (Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, III, 292) denilirdi ki “kumandan” mânasındaki subaşı tabiri buradan gelmektedir. Aynı şekilde Kutadgu Bilig’de yer alan “sübaşlar er, sübaşlar kişi” ve “sübaşçısı” gibi tabirler de (I, 241, 242) “subaşı” anlamında kullanılmıştır. Yûsuf Has Hâcib subaşı tayin edilecek kişinin seçkin, sert tabiatlı, tecrübeli, cesur, cömert, iyi nişancı, alçak gönüllü, haysiyetli, tedbirli, hile ve taktiklere başvurabilen ve siyasî zekâya sahip biri olması gerektiğini vurgular (Kutadgu Bilig, I, 242, 243-244, 245-249). Karahanlılar, Gazneliler ve Selçuklular’da kumandanlar “sâhibü’l-ceyş” ve “sipehsâlâr” gibi Arapça, Farsça unvanların yanında subaşı unvanını da taşırlardı. Gazneliler, kuruluş yıllarında mücadele ettikleri Selçuklular’a karşı büyük orduların başında ünlü hâciblerini subaşı tayin etmişlerdi. Selçuklular’ın atası Selçuk Bey de bir subaşı idi. Anadolu Selçukluları’nda subaşılar seçkin görevliler arasında yer alırdı. Bir şehrin fethinden sonra hem valilikle hem şehri savunmakla görevli olur, bu tayin bir menşurla gerçekleşirdi. Kaynaklara göre subaşının ayırt edici nitelikleri adaletli ve örfe riayetkâr, kalem ve kılıç, ilim ve hikmet sahibi olmaktı. Başşehir subaşılığı memleket ve saltanatın en yüksek mertebesi olarak kabul edilirdi. Kayseri, Sivas, Harput, Develi-Karahisar, Niksar, Malatya, Erzincan, Lâdik ve Honas gibi önemli askerî merkezler ve taşradaki iktâ sahipleriyle göçebe kabileler subaşının kumandasındaydı. Bunların arasında Kayseri subaşısı önde gelirdi. Subaşılar bazan elçilik görevi de üstlenebilirdi. Ayrıca bunlara iktâ tahsis edilirdi. Bu durumda zamanla subaşı ile zaîm aynı anlamı ifade eder hale geldi. Bunlar zeâmet gelirlerini toplarken kendilerine asesbaşı ve asesler yardım ederdi. Anadolu Selçukluları zamanında sancaklara sancak subaşısı, kazalara toprak subaşısı ve köylere köy subaşısı tayin edilirdi. Subaşılar sefer ilânında emirleri altındaki kuvvetlerle orduya katılırdı. Subaşılık müessesesi Anadolu beyliklerinde de görülür. Nitekim Aydınoğulları Beyliği’ni kuran Aydınoğlu Mehmed Bey bir subaşı idi. Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerinde subaşıların yeri kadıdan sonra gelir ve idarî görevleri de bulunurdu.

Subaşı Osmanlılar’ın ilk devirlerinde şehir muhafızı konumundaydı. Bir şehrin fethinden sonra kadı ve dizdar tayin edilirken subaşı da görevlendirilirdi. Bu tayinler fethin tescili olarak düşünülürdü. İlk dönem kaynakları bu tayinler gerçekleştikten sonra, “Tamam memleket fetholundu” ifadesini kullanırlar. Fâtih Sultan Mehmed devrinde subaşılık eski etkinliğini kaybetmeye başladı, ancak görev alanları daha basitleştirilip genişletildi. Bunda Bizans kurumlarının etkisinin olduğu iddia edilir. Osmanlılar’da subaşının görev ve yetkileri kanunnâme ve yasaknâmelerle tayin edilmiştir. Subaşının adı sancak beyi ve kadıdan sonra anılmaktadır. Mahallî konularda, kanun ve nizamların uygulanmasında söz sahibidir, ehl-i örf taifesindendir. Subaşı önce suçluyu arayıp bulur, adalet huzuruna götürür, gerektiği durumlarda teftiş görevini de yerine getirirdi. 1487’de düzenlenen Hüdâvendigâr Livâsı Kanunnâmesi’nden subaşı görevlerine yeni bir düzenleme getirildiği anlaşılmaktadır. Buna göre subaşılar daha ziyade asayiş işlerine yönlendirilmiştir. Beylerbeyi veya sancak beyine bağlı olan konar göçer yörük taifesinden vergi tahsiliyle görevli subaşıların yetkileri de sınırlandırılmıştır. Reâyâdan zorla yiyecek almaları, odun talep etmeleri ve angarya yasaklanmıştır. Buna karşılık subaşılar serbest timar sahibi olduklarından sancak beyinin malî kontrolüne tâbi değildir. Timar sahipliği dolayısıyla subaşılar için zaîm tabiri de kullanılmaktadır. Bursa ve Edirne subaşılarının itibarı yüksek olup bunların İstanbul subaşısı tayin edilme şansları kuvvetliydi. Bu tayin sadrazamın yetkisindeydi. Taşradaki subaşılar ise beylerbeyi veya sancak beyleri tarafından tayin edilirdi.

Taşrada görevli subaşılar inzibat işleri yanında ticaret işlerine de karışabiliyordu. Saray için yapılan mübâyaada görev alırlardı. Ayrıca taşrada bulunan konar göçer grupların subaşıları vardı. Bu gruplar onların nezâretinde kale ve köprü inşaatında çalışırdı. Subaşılar devşirme tesbitinde bulunur, bunların defterini tutardı. Kapıkulu süvarileri camiasından ulûfeciyân-ı yemîn, ulûfeciyân-ı yesâr bölüklerinden yedi kişi subaşı adı altında bölük subaşılığına ayrılırdı. Bunlardan dördü sağ ulûfecilerden, üçü sol ulûfecilerden olurdu. Mal ve para tahsili bu subaşılar tarafından yapılırdı. Subaşı gelirleri kanunnâmelerde gösterilmiştir. Timar subaşılarına dirlik olarak timar verildiği gibi mîrî subaşılara ticarî hayattan gelirler ve paylar tahsis edilmiştir. Yavuz Sultan Selim devrinde düzenlenen kanuna göre sancak beyi hassı köylerinin serbest rüsûmundan ve serbest olmayan timarın ağnam resminden haklar ayrılmıştır. Timar sahibi subaşılar cebelü getirmeye mecburdu.

XVII. yüzyılın ikinci yarısında düzenlenen kapıkulu kanunnâmesine göre İstanbul subaşısının ve asesbaşının en önemli görevi hazineyi ve sancak-ı şerifi beklemekti. Bunlar Paşakapısı’ndan hareket eden ve livâ-i şerifi taşıyan alayın önünde yürürlerdi. Subaşılar ayrıca cülûs ve kılıç kuşanma törenlerinde, elçi kabullerinde, düğünlerde, bayramlaşma törenlerinde ve padişahın bayram namazına katılışında protokole dahildi. Subaşı, ordunun sefere hareketinden önce alay köşkü önünde yapılan törende de bulunurdu. Elçilerin İstanbul’a gelişinde düzenlenen törende, itimatnâmesini takdim etmek üzere Paşakapısı’na gelişinde asesbaşı ve aseslerle yer alırdı. Bu törenlere silâhlı ve tüfekli olarak katılan subaşılar asesbaşı, ihtisap ağası ve mimarbaşıyla birlikte İstanbul kadısının emrindeydi. Şehrin iâşesinin sağlanması, kalpazanlık takibi, kılık kıyafet, meyhâneler, tütün içme, ilâç imali, tabip ve cerrahların teftişi subaşıların görevlerindendi. Diğer görevleri ise hayvanlara fazla yük yüklenmemesi, kayıkçılık nizamı, narh, ayakkabıların nizama göre imali, dilenciliğin meni ve tüfek teftişi, mukātaaya verilmiş padişah haslarının denetlenmesi, gümrüklerin teftişi, mum imalâtı ve dellâllık nizamı idi. Kaldırımların tamiriyle yıkılmaya yüz tutmuş binaların tesbiti, 1572’de alınan bir karara göre de yangına karşı her eve bir merdiven ve su dolu bir fıçı bulundurma mecburiyetinin teftişi subaşıya verilmişti. Diğer taraftan subaşılar zindan (Baba Câfer Zindanı) ve tomruk nizamından da sorumlu idi. Şehrin temizliğiyle ilgili mezbele subaşısı da bulunurdu. Aslında subaşılar bu işi arayıcı denilen esnafa havale ederlerdi. Asayişle ilgili subaşıların görev başında bulunmasına “kol gezmek” denirdi. Subaşılar 1826’da düzenlenen İhtisap Ağalığı Nizamnâmesi gereğince İstanbul ihtisabında da görev almıştır. Islahat Fermanı ile başlayan Osmanlı kurumlarının modernleştirilmesi sürecinde emniyet teşkilâtında da yenilikler yapılmış, taşradaki subaşılık teşkilâtını tedrîcen lağvetme girişimleri başlamıştır. Bunda son zamanlarda subaşıların çeşitli suistimallerde bulunmasının sebep olduğu söylenebilir. XX. yüzyıl başlarında İstanbul’da çeşitli görevler üstlenmiş olan subaşı teşkilâtının ortadan kalktığı anlaşılmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA
BA, KK, nr. 262; TSMA, nr. E. 2785, nr. E. 7039/7; BA, MKT.MVL, Dosya 145, Gömlek 96; Dosya 239, Gömlek 20; Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, III, 292; Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig (nşr. Reşid Rahmeti Arat), Ankara 1947, I, 241, 242, 243-244, 245-249; Fatih Devri Kaynaklarından Düsturnâme-i Enverî: Osmanlı Tarihi Kısmı (1299-1466) (haz. Necdet Öztürk), İstanbul 2003, s. 41; Tursun Bey, Târîh-i Ebü’l-Feth (nşr. A. Mertol Tulum), İstanbul 1977, s. 103, 104, 120; Ḳānūnnāme-i Sulṭānī ber Mūceb-i ʿÖrf-i ʿOsmānī (nşr. R. Anhegger – Halil İnalcık), Ankara 1956, s. 24, 35, ayrıca bk. neşredenlerin girişi, s. XIV-XVII; I. Selim Kānunnâmeleri (nşr. Yaşar Yücel – Selami Pulaha), Ankara 1995, s. 50, 52, 53, 76, 158, 176, 177, 179, 180, 181, 187; Hezârfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osmân (haz. Sevim İlgürel), Ankara 1998, s. 155, 238, 241, 242, 263; Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman (nşr. F. Giese, haz. Nihat Azamat), İstanbul 1992, s. 10, 56, 63; Zeki Velidi Togan, Oğuz Destanı: Reşideddin Oğuznamesi, Tercüme ve Tahlili, İstanbul 1972, s. 91, 137; M. Fuad Köprülü, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri (nşr. Orhan F. Köprülü), İstanbul 1981, s. 31, 119, 138; Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Ankara 1988, s. 9, 14, 15, 75, 76, 81, 85, 174; E. Zachariadou, “Notes on the Subaşıs and the Early Sancakbeyis of Gelibolu”, The Kapudan Pasha, his Office and his Domain (ed. E. Zachariadou), Rethymnon 2002, s. 61-68; Nejat Kaymaz, “Anadolu Selçuklu Devleti’nin İnhitatında İdare Mekanizmasının Rolü I”, TAD, sy. 2-3 (1964), s. 98, 130, 146, 147, 148, 150, 152; Halil İnalcık, “Adâletnâmeler”, , II/3-4 (1967), s. 95, 96, 98, 99, 106, 107, 114, 119, 120, 121, 122, 126, 128, 129; Mücteba İlgürel, “XVII. Yüzyıl Balıkesir Şer‘iyye Sicillerine Göre Subaşılık Müessesesi”, TTK Bildiriler, VIII (1981), II, 1275-1281; a.mlf., “Subaşılık Müessesesi”, TUBA, VII (1983), s. 251-261; J. H. Kramers – [İbrahim Kafesoğlu], “Sü-Başı”, İA, XI, 78-79; J. H. Kramers – [C. E. Bosworth], “Ṣu Bas̲h̲i”, EI2 (İng.), IX, 736-737.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 37. cildinde, 447-448 numaralı sayfalarda yer almıştır.