ŞUKRÂN

Şukrân Sâlih b. Adî

Hz. Peygamber’in âzatlısı, sahâbî.

Müellif:

Habeş asıllı olup adından çok Şukrân lakabıyla tanınmıştır. Habeşistan’dan Arap yarımadasına ne zaman ve nasıl geldiği bilinmemektedir. Resûl-i Ekrem’in âzatlılarından olduğuna dair rivayetlerde ittifak bulunmakla birlikte ona nasıl sahip olduğu konusu ihtilâflıdır. Bir rivayete göre Şukrân, Resûllullah’a babası Abdullah’tan kalmış, diğer bir rivayete göre Abdurrahman b. Avf tarafından Hz. Peygamber’e hediye edilmiştir. Özellikle ilk dönem kaynaklarında nakledilip tercih edilen üçüncü bir rivayete göre ise Resûl-i Ekrem onu Abdurrahman b. Avf’tan satın almış ve bir müddet sonra âzat etmiştir. Şukrân, Bedir Gazvesi’ne katılmakla birlikte fiilen savaşmadı; müşriklerden alınan esirlerin başında muhafızlık yaptı. Henüz köle olduğundan savaş ganimetinden kendisine pay verilmediyse de müslümanların ona yaptıkları yardımlarla herkesten çok paya sahip oldu. Bedir Gazvesi’nin ardından âzat edildi ve Suffe ehli arasına girdi; hayatını Resûlullah’a hizmet ederek geçirdi. 5 (627) yılında gerçekleşen Müreysî‘ Gazvesi’nde elde edilen ganimetlere gözcülük yaptı. Hz. Peygamber’in naaşı yıkanırken su döktü, kabre konulurken dört kişiyle birlikte o da kabre indi, Resûlullah’ın elbise şeklinde giydiği kadife bir kumaş parçasını onun naaşının altına serdi.

Bir ara zekât âmili sıfatıyla görev yapan Şukrân’ın vefat tarihi üzerinde ihtilâf edilmişse de onun Hz. Ömer’in hilâfetinin sonlarında veya Hz. Osman’ın hilâfetinin ilk yıllarında vefat etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Zâhidâne bir hayat süren Şukrân’ı Hz. Ömer sâlih bir kişi diye nitelemiş, Şukrân’ın oğlu Abdurrahman’ı Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’nin yanına Irak’a gönderirken kendisine sâlih bir kişinin oğlunu yolladığını bildirmiş ve babasının hatırına ona iyi davranmasını istemiştir (Belâzürî, I, 479). Ahmed b. Hanbel’in kendisinden bir rivayet naklettiği (Müsned, III, 495) Şukrân’dan Yahyâ b. Umâre el-Müzenî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Ali ve Ubeydullah b. Ebû Râfi‘ rivayette bulunmuştur.

BİBLİYOGRAFYA
Müsned, III, 495; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, II, 64, 263, 279, 291, 299, 301; III, 49-50; Buhârî, et-Târîḫu’l-kebîr, IV, 268; Belâzürî, Ensâb, I, 294, 478-479, 569, 570, 576, 577; Ebû Nuaym, Ḥilye, I, 372; İbn Abdülber, el-İstîʿâb (Bicâvî), II, 709-710, 735; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe (Bennâ), II, 527; III, 5-6; Nevevî, Tehẕîb, I, 247; İbn Hacer el-Askalânî, el-İṣâbe (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Beyrut 1415/1995, III, 284-285, 324; a.mlf., Tehẕîbü’t-Tehẕîb, Beyrut 1404/1984, IV, 316; Şemseddin es-Sehâvî, el-Faḫrü’l-mütevâlî fî meni’ntesebe li’n-nebî mine’l-ḫademi ve’l-mevâlî (nşr. Meşhûr Hasan Mahmûd Selmân), Zer-kā/Ürdün 1407/1987, s. 49.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 39. cildinde, 226-227 numaralı sayfalarda yer almıştır.