Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd el-Âmülî et-Taberî el-Bağdâdî (ö. 310/923)
- 1/3Müellif: MUSTAFA FAYDABölüme Git224 yılı sonunda veya 225 yılı başında (839) Taberistan’ın merkezi Âmül’de doğdu; Âmülî, Taberî ve daha sonra Bağdat’a yerleştiği için Bağdâdî nisbele…
- 2/3Müellif: YUSUF ŞEVKİ YAVUZBölüme Gitİtikadî Görüşleri. Başta Câmiʿu’l-beyân adlı tefsiri olmak üzere et-Tebṣîr fî uṣûli’d-dîn, er-Red ʿalâ ẕi’l-esfâr ve Ṣarîḥu’s-sünne (Şerḥu’s-Sünne, el…
- 3/3Müellif: M. SUAT MERTOĞLUBölüme GitLiteratür. Çok yönlü bir âlim olan Taberî hakkında kitap ve tezler halinde birçok çalışma yapılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: Kitaplar: Carl Br…
224 yılı sonunda veya 225 yılı başında (839) Taberistan’ın merkezi Âmül’de doğdu; Âmülî, Taberî ve daha sonra Bağdat’a yerleştiği için Bağdâdî nisbeleriyle anılır. Hiç evlenmeyen Taberî’ye bazı İslâm ülkelerinde doğan çocuklara isimleri yanında künye de verilmesi geleneğine uyularak Ebû Ca‘fer künyesi verilmiş ve bu künye ile meşhur olmuştur. Çiftçilikle uğraşan babası, oğluyla ilgili rüyasının büyüyünce âlim olarak dinini savunacağı şeklindeki yorumundan dolayı onun yetişmesi için büyük çaba sarfetmiş ve kendisine ciddi gelir getirecek arazi bırakmıştır. Taberî, ilk öğrenimine memleketi Âmül’de Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyerek ve ardından hadis yazarak başladı. İlim tahsili için beş yıl kadar sürecek ilk seyahatini on iki yaşında iken Rey’e yaptı; orada İbn Humeyd er-Râzî’den çok sayıda hadis aldı ve tefsir okudu. Müsennâ b. İbrâhim el-Âmülî’den hadis ve bazı İsrâiliyat haberlerini, Ebû Mukātil’den Hanefî fıkhını öğrendi. Ahmed b. Hammâd ed-Dûlâbî’den, tarihini yazarken çok faydalandığı İbn İshak’ın Kitâbü’l-Mübtedeʾinin (Sîretü İbn İsḥâḳ) Seleme b. Mufaddal yoluyla gelen rivayet icâzetini elde etti (Yâkūt, Muʿcemü’l-üdebâʾ, XVIII, 50). Daha sonra Ahmed b. Hanbel başta olmak üzere çeşitli âlimlerden faydalanmak amacıyla Bağdat’a gitti; ancak oraya ulaşmadan Ahmed b. Hanbel’in vefatını öğrendi. Bir yıl kadar süren ikameti esnasında Za‘ferânî ile Ebû Saîd el-İstahrî’den Şâfiî fıkhını okudu. Ardından Basra’ya yöneldi. Muhammed b. Beşşâr el-Bündâr ve İbnü’l-Müsennâ başta olmak üzere bazı muhaddislerden Hz. Ali’nin Basra ziyareti sırasında rivayet ettikleri dahil birçok hadisle Câhiliye, siyer ve Hulefâ-yi Râşidîn dönemi haberlerinin rivayet icâzetini aldı. Ayrıca Vâsıt’taki muhaddislerden birçok hadisin rivayet icâzetini elde edip önemli bir ilim ve kültür merkezi olan Kûfe’ye geçti. Kûfe’de hadis ve haber yönünden ünlü Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ, Hennâd b. Serî, İsmâil b. Mûsâ’dan hadis yazdı; Süleyman b. Hallâd’dan kıraat, bazı âlimlerden Câhiliye devri şiiri yanında Arap dili ve edebiyatını öğrendi. İki yıl kadar süren bu seyahatlerinin ardından Bağdat’a döndü. Ya‘kūb b. İbrâhim ed-Devrakī’nin el-Müsned’ini yazdı; Ahmed b. Yûsuf et-Tağlebî’den kıraat dersleri aldı ve Ebû Zür‘a er-Râzî, İbnü’l-Müneccim, Ebû Hâtim es-Sicistânî gibi âlimlerden dinî ilimlerle Arap dili ve edebiyatı okudu. Mısır’a gitmek için Bağdat’tan ayrıldı; Suriye’ye ve sahil şehirlerine uğradı. Beyrut’ta bir müddet kalıp Abbas b. Velîd el-Beyrûtî’nin yanında Şamlılar’ın kıraati üzere Kur’ân-ı Kerîm’i hatmetti ve 253 (867) yılında Fustat’a geçti.
Mısır’daki ikameti esnasında üç büyük Şâfiî âlimi İsmâil b. Yahyâ el-Müzenî, Rebî‘ b. Süleyman el-Murâdî ve Ebû Abdullah İbn Abdülhakem’den Şâfiî fıkhını öğrendi. Arap dili ve edebiyatı uzmanı Ebü’l-Hasan Ali b. Serrâc el-Mısrî ile yakın dostluk kurdu; onunla hadis, fıkıh, dil, sarf ve nahivle şiire dair sohbetlerde bulundu. Bir edebî sohbet meclisinde aruz söz konusu edilince pek bilmediği bu konuyu Halîl b. Ahmed’in Kitâbü’l-ʿArûż adlı eserinden inceledi. Ayrıca Yûnus b. Abdüla‘lâ es-Sadefî’den hem Mâlikî fıkhını hem de Hamza ile Verş’in kıraatlerini okudu. Fustat’ta çeşitli ilim dallarında yetişmiş bir şahsiyet olarak büyük bir şöhrete ulaştı. Taberî bu arada Dımaşk’a gitti ve oradaki bazı âlimlerden hadis ve kıraat dersleri aldıktan sonra tekrar Fustat’a geldi ve 256 (870) yılında Bağdat’a döndü.
Hayatının elli yıldan fazla bir süresini geçirdiği Bağdat’ta pek çok muhaddisin yaşamış olduğu Kantaratülberedân adlı mahallede yerleşti. Câmiʿu’l-beyân adlı tefsirini yazdıktan sonra 290 (903) yılında şehrin batı tarafındaki Şemmâsiye’ye taşındı. Babasının bıraktığı araziden gelen para ile geçindi. Abbâsî Veziri Ebü’l-Hasan İbn Hâkān’ın teklif ettiği kadılık ve Dîvân-ı Mezâlim reisliği dahil hiçbir görevi kabul etmedi. Sadece aylık 10 dinar karşılığında bu vezirin çocuklarının eğitim işini üstüne aldı. Diğer Abbâsî Veziri Abbas b. Hasan el-Cercerâî’nin talebiyle Laṭîfü’l-ḳavl adlı fıkıh kitabını telif etti, ancak vezirin gönderdiği 1000 dinarı da almadı (Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XIV, 270). Abbâsî Halifesi Müktefî-Billâh’ın arzusu üzerine vakıfla ilgili bir risâle kaleme aldığı sırada halifenin verdiği hediyeyi de kabul etmeyince kendisine hediyeyi kabul etmesi veya bir isteğinin yerine getirilmesinin şart olduğu söylenince cuma günleri maksûreden soru sorulmasının halife tarafından yasaklanmasını istedi ve bu isteği yerine getirildi.
Ömrünün sonuna kadar tasnif ve telifle meşgul olan Taberî birçok talebe yetiştirdi; onlara eserlerini takrir edip yazdırdı; ilim meclislerine katılıp sohbetlerde bulundu, sorulan sorulara ve fetvalara cevap verdi. Telif ve tasnif ettiği eserlerle kıraat, tefsir, meânî, hadis, fıkıh ve tarih alanlarında büyük bir otorite haline geldi. Bu arada Bağdat’taki Hanbelîler ve Zâhirî mezhebi mensuplarının kendisine düşmanlıkları yüzünden büyük sıkıntı çekti. Ahmed b. Hanbel’i fakih olarak kabul etmeyip bilhassa İḫtilâfü’l-fuḳahâʾ adlı eserinde onun fıkhî görüşlerine yer vermemesi Hanbelîler’i aleyhine çevirdi (Yâkūt, Muʿcemü’l-üdebâʾ, XVIII, 58). Taberî’nin, Kur’ân-ı Kerîm’de geçen “makām-ı mahmûd”u (el-İsrâ 17/79) Hanbelîler’in Resûl-i Ekrem’in arşta Allah’ın sağ yanında oturacağı makam diye yorumlamalarını kabul etmemesi bu düşmanlığın bir diğer sebebi diye gösterilir. Mutaassıp bazı Hanbelîler evini taşlamışlar ve kendisine zulmetmişlerdir. Taberî’nin daha sonra Ahmed b. Hanbel’in düşüncelerini savunan Kitâbü’l-İʿtiẕâr’ı yazdığı ve İḫtilâfü’l-fuḳahâʾ adlı eserini toprağa gömdüğü, ayrıca makām-ı mahmûd’la ilgili olarak tefsirinde Hanbelîler’in görüşünü kabul etmemekle birlikte böyle bir anlayışın ihtimal dahilinde olabileceğini söylediği zikredilmektedir. Taberî, Zâhirî mezhebinin kurucusu Dâvûd b. Ali el-İsfahânî’nin derslerine devam eder, ondan hadis alır ve ilmî tartışmalarda bulunurdu. Bir gün Dâvûd’un talebelerinden biri onun hocasının fikirlerine karşı gelmesine öfkelenip ağır sözler sarfedince Taberî toplantıyı terketti ve bir daha onun derslerine katılmadı. Ayrıca Zâhirîler aleyhine Kitâbü’r-Red ʿalâ ẕi’l-esfâr adlı eserini yazmaya başladı; 100 varak kadar yazdıktan sonra Dâvûd’un vefatını öğrenince kitabın yazımını bıraktı. Buna rağmen Dâvûd’un oğlu Muhammed onun aleyhine Kitâbü’l-İntiṣâr min Muḥammed b. Cerîr eṭ-Ṭaberî adlı bir kitap kaleme aldı (a.g.e., XVIII, 78-80; Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XIII, 100, 110). Öte yandan Taberî’nin Mâide sûresinin 6. âyetindeki “ercüleküm” kelimesinin “ercüliküm” şeklinde okunmasıyla abdest alınırken iki ayağın yıkanması yanında meshedilmesini de câiz görmesi (Câmiʿu’l-beyân, VI, 81-87) kendisine Şiîler’le aynı görüşte olduğu ithamının yapılmasına yol açtı. Taberî, Şiîler’in Hz. Ali’nin imâmeti bakımından büyük önem atfettikleri Gadîr-i Hum’la ilgili hadisin farklı râviler yoluyla gelen sahih bir hadis olduğuna dair tesbitleri dolayısıyla da Şiîlik’le irtibatlandırıldı. Ancak Taberî, kendi memleketi Taberistan’da Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman’a dil uzatılması yüzünden bu halifelerin faziletlerine dair ayrı ayrı eserler kaleme almaya başladı, ayrıca Abbas’ın faziletlerini yazmayı kararlaştırdı ve kendisinin Râfizîlik ve Şiîlik’le ilgisinin olmadığını ortaya koyan üç ayrı risâle kaleme aldı (Yâkūt, Muʿcemü’l-üdebâʾ, XVIII, 84-85). Buna rağmen gerek sağlığında gerekse vefatından sonra bazı Hanbelîler ile Zâhirîler onun aleyhinde pek çok dedikodu yaptı, zaman zaman derslerinin dinlenmesini engelledi. Bilhassa onun önceleri Şâfiî mezhebine mensupken bir müctehid olarak kendi fıkhî görüşlerini ortaya koyup Cerîriyye (Taberiyye) diye anılan bir fıkıh mektebi kurmasının da aleyhinde ileri sürülen görüşlerin oluşmasında etkisi kabul edilmektedir. Taberî 27 Şevval 310 (17 Şubat 923) tarihinde vefat etti ve ertesi gün evine defnedildi (Hatîb, II, 166). Yâkūt el-Hamevî ise diğer rivayetlerde Şiîlik’le itham edilmesi yüzünden onun geceleyin çok az bir cemaatin iştirakiyle cenazesinin gizlice kaldırıldığını söyler (Muʿcemü’l-üdebâʾ, XVIII, 40; farklı ölüm tarihleri ve kabrinin Mısır’da bulunduğuna dair yanlış rivayetler için bk. Ahmed Abdülbâkī, s. 194-195; Kurt, s. 16-17; Cerrahoğlu, XVI [1968], s. 82).
Taberî çok güzel konuşan, sağlığı konusunda baş ucunda sakladığı Ali b. Rabben et-Taberî’nin Firdevsü’l-ḥikme adlı eserindeki tavsiyelere uyan, iffetli, giyimi temiz ve davranışları çok zarif, samimi, talebelerine ve diğer insanlara karşı bir dost ve baba gibi davranan, zühd ve takvâ sahibi, her işini ciddiyetle ele alan, düzenli bir hayatı olan ve zamanını çok iyi değerlendiren bir şahsiyetti. Sabahleyin evinde çalışmalarına başlar, ikindiye kadar telif ve tasnif işiyle uğraşırdı. İkindi namazı için camiye gider, akşam namazına kadar talebelere ders verir, kitaplarını ya kendisi okur veya talebelerinden birine okuturdu. Akşam namazından sonra bilhassa fıkhî konuların ele alındığı ders halkasını toplar, yatsıdan sonra evine çekilir, telif çalışmalarını geceleri evinde sürdürürdü.
Yazdığı tefsir dolayısıyla “imâmü’l-müfessirîn” diye anılan Taberî, sünnet ve hadis ilimleri sahasında Tirmizî ve Nesâî tabakasında veya altıncı tabaka ricâlinden bir muhaddis, fıkıh, ilm-i hilâf ve mukayeseli fıkıhta mezhep kurucusu bir müctehid-imam, tarih alanında “şeyhü’l-müverrihîn” kabul edilen, Arap dili ve edebiyatı, aruz ve beyan ilimlerine vâkıf, aynı zamanda bir şair, ahlâk ve terbiye sahalarında kitap yazmış, felsefe, mantık, cedel, tıp, cebir ve riyâziyyât alanında zengin bir kültüre sahip büyük bir şahsiyet olup birçok talebe yetiştirmiştir. İbnü’n-Nedîm, onun hayatı ve eserleri hakkında bilgi verdikten sonra kurduğu Cerîriyye mezhebine intisap eden âlimler arasında Ali b. Abdülazîz ed-Dûlâbî, Muâfâ en-Nehrevânî, Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed el-Kâtib gibi on bir ilim adamının ismini verir (el-Fihrist, s. 340-343). Talebelerinden Kûfe kadısı Ahmed b. Kâmil ve Ebü’l-Hasan Alemüddin Ahmed b. Yahyâ, Taberî’nin hayatına, fıkhî görüşlerine ve icmâ anlayışına dair müstakil risâleler kaleme almış veya tarih kitabına zeyil yazmışlardır. Talebesi olmayan Ebû Muhammed Abdülazîz b. Muhammed et-Taberî ile Kıftî de onun hakkında zamanımıza intikal etmemiş birer hal tercümesi telif etmiştir (Havfî, s. 79-87; Taberî’nin diğer hocaları ve talebeleri için bk. Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XIV, 268-269; İbrâhim Muhammed Selkīnî, I, 24-34).
Taberî’nin günümüze ulaşan eserleri incelendiğinde kendisinin Ehl-i sünnet ve Selef yoluna bağlı olduğu, Cebriyye, Kaderiyye ve bilhassa Mu‘tezile’ye karşı açıkça tavır aldığı görülür. Bu hususta sahâbî ve tâbiîn yolundan gitmiş, “Okuduğum Kur’an mahlûktur” diyenlerle her türlü münasebetin kesilmesi ve kendilerine mürted muamelesi yapılması gerektiğini söylemiştir. Kaderin değişmezlik vasfına inanmayanların mümin sayılamayacağını, böyle düşünen Kaderiyye mensuplarının İslâm ümmetinin Mecûsîler’i olduğunu ileri sürmüştür. Taberî’nin Cebriyye’den olmadığını vurgulayan Ahmed Muhammed el-Havfî, Yâkūt el-Hamevî’nin bu konudaki iddiasına Taberî’nin birçok âyetin tefsirinde dile getirdiği görüşlerini delil göstererek karşı çıkar (eṭ-Ṭaberî, s. 247-252). Mu‘tezile’nin bütün görüşlerini reddeden Taberî, kıyamet gününde Allah’ın müminler tarafından görüleceği, Resûlullah’ın âhirette ümmetine şefaatte bulunacağı, büyük günah işleyen müminlerin cehennemde ebedî kalmayacakları ve bu âlemde her şeyin Allah’ın meşîetiyle vuku bulduğu şeklindeki Selefî görüşleri savunur. Hâricîler’den ve Râfizîler’den ashaba sövenleri, Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman’ın halife olduğunu kabul etmeyenleri ağır ifadelerle tenkit eder. Ona göre iman söz ve amelden ibaret olup artar ve eksilir. Allah’ı anmak ve O’na hamdetmek imanı arttırır; buna karşılık O’nu unutmak ve O’na isyan etmek imanı eksiltir (Taberî, Câmiʿu’l-beyân, I, Mukaddime, tür.yer.; Ṣarîḥu’s-sünne, tür.yer.; ayrıca bk. akaide ait diğer risâleleri).
Bağdat’ta on yıl kadar Şâfiî mezhebine göre fetva veren Taberî, bilhassa diğer mezheplerin görüşlerini inceleyip delillerini zikrettiği eseri İḫtilâfü’l-fuḳahâʾyı yazdıktan sonra kendi bağımsız fıkhî görüşlerini ortaya koymaya başlamıştır. Ancak çok küçük bir parçası günümüze ulaşan bu eserin ve belki de kendisinden bir asır sonra Cerîriyye mezhebinin takipçisi kalmaması sebebiyle diğer fıkhî kitaplarının kaybolması yüzünden Taberî’nin fıkhî görüşleri ancak tefsirindeki ahkâm âyetleriyle ilgili yerlerde yaptığı açıklamalardan ve başta talebeleri olmak üzere düşüncelerini aktaran diğer müelliflerin kitaplarından öğrenilebilmektedir. Onun tefsirinin yalnızca rivayet tefsiri olmadığını gösteren bu husus, kendisinin aynı zamanda iyi bir kıraat âlimi sayılmasının etkisiyle farklı fıkhî görüşlerini ortaya koymasına imkân hazırlamıştır. Zaman zaman şâz kıraatlere yer vermesinden dolayı eleştirilen Taberî’nin bazı âyetlerin tefsirinde kıraat ihtilâflarına ve Arapça dil kaidelerine dayanarak tercihlerde bulunduğu bilinmekte ve tefsirinde dikkat çeken birçok örnek yer almaktadır (Albayrak, XLII [2001], s. 97-130; Gülle, sy. 9 [2004], s. 65-85). Bu sebeple Hatîb el-Bağdâdî, Taberî’den sözüyle hüküm verilen, bilgisi ve fazileti dolayısıyla görüşüne başvurulan, birçok ilmi şahsında toplayan, sünnetin sahihini uydurmasından, nâsihini mensuhundan ayırabilen, hükümlerinde sahâbe, tâbiîn ve onlardan sonrakilerin görüşlerini takip eden bir imam ve insanlık tarihini çok iyi bilen bir tarihçi diye söz etmektedir (Târîḫu Baġdâd, II, 163).
Taberî’nin hadis alanındaki seviyesini ve çalışmalarını değerlendiren İbnü’n-Nedîm onun Mısır, Şam, Irak, Kûfe, Basra ve Rey’de yüksek seviyedeki senedlere (muhaddislere) ulaştığını ve onlardan hadis alıp yazdığını söyler (el-Fihrist, s. 340). Aynı zamanda sika bir muhaddis olan Taberî yalnız hadisle ilgili eserlerinde değil başta kıraat, tefsir, fıkıh ve tarih alanındaki eserlerinde de aynı rivayet usulüne bağlı kalmıştır. Ahkâm âyetlerine dair tefsirlerinde olduğu gibi diğer konularla ilgili hususlarda da hadisleri hep senedleriyle birlikte zikreder. Bir kısmı günümüze ulaşan Tehẕîbü’l-âs̱âr adlı müsnedinde Hz. Ebû Bekir’den başlayarak aşere-i mübeşşere, Ehl-i beyt mensupları ve onların mevâlîsi ile tamamlayamadığı İbn Abbas’ın rivayet ettiği her hadisin çeşitli senedlerini, illetlerini, fıkha ve sünnete dair ihtiva ettiği hükümleri, ulemânın ihtilâf ettiği hususları, açıklanması gereken garîb kelimeleri açıkladığı görülür. Onun bu çalışmasının, insanları hadis sahasında başka bir kitaba başvurmaya ihtiyaç bırakmayacak seviyede olduğunu söyleyen daha sonraki âlimler eserini tamamlayamamasından dolayı üzüntülerini dile getirirler (Hatîb, II, 163; Yâkūt, Muʿcemü’l-üdebâʾ, XVIII, 41, 45, 74-76; Sübkî, III, 121). İḫtilâfü’l-fuḳahâʾda önce fakihlerin görüşünü, ardından bu görüşü kimin naklettiğini belirterek farklı bir usul uygulamıştır. Hadislerin sened ve metin değerlendirmesini yaptığı tefsirinde ve Tehẕîbü’l-âs̱âr adlı eserindeki metoduna mukabil kendisini büyük bir şöhrete ulaştıran Târîḫu’l-ümem ve’l-mülûk adlı tarihinde gerek Resûlullah’tan rivayet edilen hadislerde gerekse hadisle ilgili olmayan yerlerde ve konularda rivayetleri aldığı kaynağın yalnız senedini zikretmekle yetinir ve aynı konudaki farklı muhtevalı haberleri sıralayarak hangi rivayetin daha doğru olduğuyla ilgili tercihi okuyucuya bırakır; çok az yerde kendi tercihini belirtir. Tarihine kaydettiği haberlerin senedinde rivayet icâzetini aldığı kitaplardan yaptığı nakillerde “haddesenâ, ahberenâ, ketebe” ibarelerini kullanmasına karşılık diğer kitaplardan yaptığı iktibaslarda “kāle, zekere, ravâ, huddistü, uhbirtü, ruviye” gibi ifadelere yer vermiştir. Hicretin ilk üç asrında neredeyse bütün kitaplarda kullanılan isnad usulüne bağlı kalarak senedde müelliflerin adını zikretmekle yetinmiş ve kitapların adını yazmamıştır. Fuat Sezgin’in, “Senedlerde geçen râvilerden en az biri müelliftir” şeklindeki tesbitinden hareketle (GAS [Ar.], I/1, s. 146; I/2, s. 3-25; İTED, II/1 [1957], s. 19-36) iktibasta bulunduğu kitapların belirlenmesi de mümkündür.
Ancak Taberî, tefsirinde ve tarihinde Hz. Âdem’in yaratılışından başlayarak geçmiş peygamberler ve bunların ümmetleri hakkında bilgi aktarırken senedlerin niteliğine bakmaksızın daha çok Kâ‘b el-Ahbâr, Vehb b. Münebbih, İbn Cüreyc, İbn İshak ve Süddî’nin rivayetlerine dayanarak pek çok İsrâiliyat’a yer vermiştir. Ona göre tarih bilgisi insanın aklî delillerine veya düşünüp bulduğu sebeplere dayanmaz; senedleriyle râvileri gösterilen haber ve rivayetlere dayanır. Çünkü geçip gidenlere ve sonradan gelenlere dair haberler, bunları görmeyen ve o zamanları idrak etmeyenlere ancak onları gören ve işitenlerin haber vermesiyle ulaşır (Târîḫ, I, 7-8). Bu husus, yalnız İsrâiliyatla ilgili olmayıp tarihine aldığı diğer haberler için de yerine getirmeye çalıştığı önemli bir metot sorunu olmuş, ulaştığı veya elde ettiği haberleri aynen muhafazaya gayret etmiş, kendisini geçmişle gelecek arasında bir aracı diye görmüştür. Ona göre tefsirle tarih arasında bir paralellik bulunmaktadır; meşîet-i ilâhiyyenin insan fiillerindeki tezahürü tarihle, kelâmındaki Allah’ın iradesi tefsirle açıklanır. Taberî’nin en önemli özelliği, İslâm’ın ilk üç asrında (50-250/670-864) yazılan kitapları incelemesi ve teliflerini bunlara dayanarak yapmasıdır. Ebü’l-Kāsım el-Verrâk’ın onun kıyasa dair kitapları kendisi için toplamasını istediğini, topladığı otuz küsur kitabı ona verip bir müddet sonra geri alınca kitapların bazı yerlerine işaretler koymuş olduğunu söylemesi (Yâkūt, Muʿcemü’l-üdebâʾ, XVIII, 81) eserlerini yazarken zengin bir literatürden yararlandığını göstermektedir.
Eserleri. 1. Câmiʿu’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân. Taberî’nin tam olarak zamanımıza ulaşan iki kitabından biri olup İslâm dünyasında Kur’an âyetleriyle ilgili Hz. Peygamber, ashap, tâbiîn ve tebeu’t-tâbiînden gelen rivayetleri toplamasıyla meşhur olan hacimli tefsiridir. Müellifin kendi görüşleri yanında daha önceki yorum ve tercihleri de ihtiva eden eser ilk defa Mustafa b. Muhammed el-Bâbî el-Halebî tarafından Kur’an’ın her cüzü bir cilt ve sonuncusu fihrist olmak üzere otuz bir cilt halinde basılmıştır (Kahire 1321, 1323-1330, 1373-1376). Ardından Ahmed Muhammed Şâkir ve Mahmûd Muhammed Şâkir ile (I-XVI, Kahire 1955-1969) Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî (I-XXIII, Riyad 1424/2003) tarafından iki ilmî neşri gerçekleştirilmiştir. Eserin birçok muhtasarı yanında tercümeleri de bulunmaktadır. Muhammed Ali es-Sâbûnî ve Sâlih Ahmed Rızâ’nın hazırladığı Muḫtaṣaru Tefsîri’ṭ-Ṭaberî, Kerim Aytekin ve Hasan Karakaya ile (I-IX, İstanbul 1996) Mehmet Keskin (I-VI, İstanbul, ts.) tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.
2. Târîḫu’l-ümem ve’l-mülûk. Günümüze tam olarak ulaşan ikinci eseridir. Daha önce yazılmış ve zamanımıza intikal etmemiş birçok kitaptan yaptığı nakiller dolayısıyla büyük değeri bulunan eseri ilk defa M. Jean de Goeje ile birlikte bir grup şarkiyatçı yayımlamış (I-XV, Leiden 1879-1901), daha sonra çeşitli baskıları, zeyilleri ve muhtasarları yapılmış, farklı dillere tercüme edilmiştir.
3. Ẕeylü’l-müẕeyyel. Târîḫu’l-ümem’in sonunda basılan ve eksik olduğu anlaşılan kitapta Hz. Hatice’yle ilgili bir paragraflık bilgi verilmekte, 8-161 (629-778) arasında yirmi altı farklı yılda vefat eden bazı sahâbî ve tâbiînin isimlerine, kısmen hayat ve şahsiyetlerine dair bilgiler yer almakta, bu arada Resûlullah’tan hadis rivayet eden bazı kişilerin, bunlar arasında bazı hanımların adları zikredilmektedir. Yâkūt bu kitabın 300 (912-13) yılından sonra kaleme alındığını, 1000 varak hacmindeki çalışmayı hadis ve tarihle uğraşanların elde etmeyi çok istediklerini bildirir (Muʿcemü’l-üdebâʾ, XVIII, 70-71). el-Münteḫab min Kitâbi Ẕeyli’l-Müẕeyyel adıyla yayımlanan (Târîḫ, XI, 491-705) kitaptaki bilgilerin, müellifin tarihinde her yılın sonunda vefat etmiş olan şahsiyetlere dair verdiği kısa bilgileri andıran bir tabakat veya ricâl kitabı olması dikkat çekmektedir.
4. Tehẕîbü’l-âs̱âr ve tafṣîlü’s̱-s̱âbit ʿan Resûlillâhi ṣallallāhu ʿaleyhi ve sellem mine’l-aḫbâr. Taberî, Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inden faydalanarak önce aşere-i mübeşşere ile Ehl-i beyt mensupları ve onların mevâlîsinin rivayet ettiği hadisleri yazmaya başladığı bu eserini tamamlayamamış; ayrıca yazdıklarının bir kısmı da zamanımıza ulaşmamıştır. Hz. Ömer ile eksik olan Abdullah b. Abbas’ın müsnedlerini ikişer ve Hz. Ali’nin müsnedini tek cilt halinde Mahmûd Muhammed Şâkir (Kahire 1982); Hz. Ali’nin müsnedini Nâsır b. Sa‘d er-Reşîd (I-IV, Mekke 1404) ve Abdülkayyûm Abdürabbinnebî (I-II, Mekke 1402/1984); Abdurrahman b. Avf, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm’ın müsnedlerini Ali Rızâ b. Abdullah b. Ali Rızâ el-Cüzʾü’l-mefḳūd adıyla tek cilt halinde (Dımaşk 1416/1995) yayımlamıştır.
5. Tebṣîrü üli’n-nühâ meʿâlimi’l-hüdâ (et-Tebṣîr fî meʿâlimi’d-dîn). Akaide ait bir risâle olup Ali b. Abdülazîz b. Ali eş-Şibl tarafından notlar ve İbn Bâz’ın bazı ta‘likleriyle beraber neşredilmiştir (Riyad 1416/1996).
6. Ṣarîḥu’s-sünne. Yine akaide dair eseri Bedr b. Yûsuf el-Ma‘tûk yayımlamıştır (Küveyt 1405/1985). Benzer konuda küçük bir risâlesi de el-Cüzʾ fi’l-iʿtiḳād adıyla basılmıştır (Bombay 1311/1893).
7. İḫtilâfü’l-fuḳahâʾ (İḫtilâfü ʿulemâʾi’l-emṣâr fî aḥkâmi şerâʾiʿi’l-İslâm). Bu hacimli eserden iki ayrı parça günümüze ulaşmış ve bunlardan birini F. Kern İḫtilâfü’l-fuḳahâʾ (Kahire 1902; Beyrut, ts.), diğerini J. Schacht Kitâbü’l-Cihâd ve kitâbü’l-cizye ve aḥkâmi’l-muḥâribîn (Leiden 1933) adıyla yayımlamıştır. Taberî bu eserinde Ebû Hanîfe, Mâlik b. Enes, Evzâî, Hasan-ı Basrî, İbn Ebû Leylâ, Şâfiî gibi fakihlerin görüşlerini ve ihtilâf ettikleri noktaları ele almıştır.
8. el-Câmiʿ fi’l-ḳırâʾât. Yâkūt’un verdiği bilgiye göre Medine, Mekke, Kûfe, Basra, Suriye ve Mısır’daki kurrânın Kur’an’daki meşhur ve şâz kıraatlerini ve bunların illetlerini anlattığı on sekiz ciltlik bu kitabın (Muʿcemü’l-üdebâʾ, XVIII, 45, 65) eksik ve şüpheli bir nüshası Ezher Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Sezgin, GAS [Ar.], I/2, s. 168).
Müellifin fıkha dair günümüze ulaşmayan başka eserleri de vardır: Basîṭu’l-ḳavl fî aḥkâmi şerâʾiʿi’l-İslâm, Âdâbü’l-ḳażâʾ, Laṭîfü’l-ḳavl fî aḥkâmi şerâʾiʿi’l-İslâm, el-Ḥafîf fî aḥkâmi şerâʾiʿi’l-İslâm, er-Red ʿalâ ẕi’l-esfâr, Edebü’n-nüfûsi’l-ceyyide ve’l-aḫlâḳu’n-nefîse adlı dört ciltlik eseri de zamanımıza intikal etmemiştir. Bu kitabın Ebû Saîd Ömer b. Ahmed ed-Dîneverî el-Verrâk’ın eline geçtiği ve Suriye seyahati esnasında iki cildini kaybettiği zikredilir (Yâkūt, Muʿcemü’l-üdebâʾ, XVIII, 76-77). Taberî’ye başka kitap ve risâleler de nisbet edilmiştir; bunların bir kısmı bazı kitaplarının bölüm başlıkları, bazıları başlayıp tamamlayamadıkları veya düşünüp yazamadıklarıdır; bazılarının da ona nisbeti doğru değildir (Rosenthal, s. 5-134; Gilliot, Exégèse, s. 39-68).
BİBLİYOGRAFYA
Taberî, Câmiʿu’l-beyân (Bulak), VI, 81-87; ayrıca bk. Mukaddime, I, tür.yer.
a.mlf., Târîḫ (Ebü’l-Fazl), I, 7-8; XI, 491-705.
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, Kahire 1348, s. 340-343.
Hatîb, Târîḫu Baġdâd, II, 163, 166, 169.
İbn Asâkir, Târîḫu Dımaşḳ (Amrî), LII, 188-208.
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, IV, 405.
a.mlf., Muʿcemü’l-üdebâʾ, XVIII, 40-94.
İbnü’l-Kıftî, İnbâhü’r-ruvât, III, 89-90.
Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XIII, 100, 110; XIV, 267-282.
a.mlf., Teẕkiretü’l-ḥuffâẓ, II, 710-716.
Sübkî, Ṭabaḳāt, III, 120-128.
İbnü’l-Cezerî, Ġāyetü’n-Nihâye, II, 106-108.
Dâvûdî, Ṭabaḳātü’l-müfessirîn, II, 106-113.
Ahmed Muhammed el-Havfî, eṭ-Ṭaberî, Kahire 1963.
Sezgin, GAS (Ar.), I/1, s. 117-152; I/2, s. 3-25, 168.
a.mlf., “İslâm Tarihinin Kaynağı Olmak Bakımından Hadisin Ehemmiyeti”, İTED, II/1 (1957), s. 19-36.
F. Rosenthal, “General Introduction”, The History of al-Ṭabarī, New York 1989, s. 5-134.
Muhammed ez-Zühaylî, İmâm eṭ-Ṭaberî, Dımaşk 1410/1990.
Ahmed Abdülbâkī, Min Aʿlâmi’l-ʿulemâʾi’l-ʿArab fi’l-ḳarni’s̱-s̱âlis̱i’l-hicrî, Beyrut 1990, s. 191-219.
Cl. Gilliot, Exégèse, langue et théologie en Islam, Paris 1990, s. 39-68.
a.mlf., “La formation intellectuelle de Tabari”, JA, CCLXXVI (1988), s. 203-244.
a.mlf., “eṭ-Ṭaberî el-faḳīhü’l-müʾerriḫ”, el-Müʾerriḫu’l-ʿArabî, sy. 37, Bağdad 1988, s. 141-164.
a.mlf., “Les œuvres de Tabari”, MIDEO, XIX (1989), s. 49-90.
Hasan Kurt, Taberî’nin Hayatı ve Târihçiliği (yüksek lisans tezi, 1991), Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Tarif Khalidi, Arabic Historical Thought in the Classical Period, Cambridge-New York 1994, s. 73-81.
Ramazan Şeşen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, İstanbul 1998, s. 52-60.
İbrâhim Muhammed Selkīnî, “Ḥayâtü’ṭ-Ṭaberî ve fıḳhuhû ve ictihâdüh”, el-İmâm eṭ-Ṭaberî: Faḳīhen ve müʾerriḫan ve müfessiren ve ʿâlimen bi’l-ḳırâʾât (haz. M. Tevfîk Ebû Ali – Meryem Berrî), Beyrut 1422/2001, I, 19-39.
İsmail Cerrahoğlu, “Muhammed İbn Cerir et-Taberî ve Tefsiri”, AÜİFD, XVI (1968), s. 79-101.
Abdülhüseyin el-Fetlî, “Ebû Caʿfer eṭ-Ṭaberî ve menhecühû fi’l-ḳırâʾât”, MMİIr., XXXIV/2 (1403/1983), s. 175-214.
Halis Albayrak, “Taberî’nin Kıraatları Değerlendirme ve Tercih Yöntemi”, AÜİFD, XLII (2001), s. 97-130.
Sıtkı Gülle, “Taberî’nin, Tefsîr’indeki Kırâat Değerlendirmeleri”, İÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 9, İstanbul 2004, s. 65-85.
U. Martensson, “Discourse and Historical Analysis: The Case of al-Tabarī’s History of the Messengers and the Kings”, Journal of Islamic Studies, XVI/3, Oxford 2005, s. 287-331.
R. Paret, “al-Ṭabarī”, EI (Fr.), IV, 607-608.
Fikret Işıltan, “Taberî”, İA, XI, 594-598.
C. E. Bosworth, “al-Ṭabarī”, EI2 (Fr.), X, 11-16.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 39. cildinde, 314-318 numaralı sayfalarda yer almıştır.
İtikadî Görüşleri. Başta Câmiʿu’l-beyân adlı tefsiri olmak üzere et-Tebṣîr fî uṣûli’d-dîn, er-Red ʿalâ ẕi’l-esfâr ve Ṣarîḥu’s-sünne (Şerḥu’s-Sünne, el-Cüzʾ fi’l-iʿtiḳād, ʿAḳīdetü’ṭ-Ṭaberî) gibi akaide dair eserlerinin yanı sıra Kur’an’ı anlama ve ondan isabetli hükümler çıkarma yöntemine ilişkin kitaplar telif eden Taberî benimsediği itikadî görüşleriyle Ehl-i sünnet’in erken dönem âlimleri arasında yer alır. Genelde Ahmed b. Hanbel’den övgü ile söz edip Selefiyye akîdesine benzer görüşleri benimsemekle birlikte akaid sisteminde aklî delillere de başvurduğu için kısmen Sünnî bir kelâmcı olarak da kabul edilmesi mümkündür. Bazı felsefe kitaplarını okuduğuna ilişkin rivayetlerle (et-Tebṣîr, neşredenin girişi, s. 45) dinde aklî tefekküre başvurulmasını kabul etmeyen Dâvûd ez-Zâhirî’yi reddetmek amacıyla müstakil bir eser kaleme alması da onun dinî düşüncedeki yöntemini gösterir niteliktedir. Öte yandan Taberî’nin Hanbeliyye-Selefiyye mensuplarınca bid‘atçılıkla itham edildiği bilinmektedir (Zehebî, XIV, 277). Eserlerinde Gadîr-i Hum rivayetlerine yer vermesi, Hz. Ali’nin faziletlerine dair nakilleri derlemesi ve çıplak ayak üzerine meshetmeyi câiz görmesi sebebiyle Şîa’ya nisbet edilmesine rağmen (İbn Kudâme, I, 133; İbn Hacer, V, 100) Taberî Sünnî bir âlimdir. Bu husus eserleriyle sabit olduğu gibi Şîa’ya yönelik eleştirilerinden de anlaşılmaktadır. Taberî, yahudilerle hıristiyanlar hakkında nâzil olan bazı âyetlerin kapsamına ehl-i bid‘at fırkalarını da dahil etmiştir (Câmiʿu’l-beyân, III, 181; VIII, 106). Hz. Peygamber’in vefatından sonra müslümanlar arasında zuhur eden ihtilâflara ve zaman içinde görülen akaid meselelerine temas edip Cehmiyye, Mu‘tezile, Mürcie, Havâric ve Şîa gibi mezhepleri ehl-i bid‘at diye niteleyip görüşlerini eleştirirken (Yâkūt, XVIII, 82) aklî tahlillere girişmesi onun akla önem veren Sünnî bir âlim olduğunu ortaya koyar. Taberî, Allah’ın katile uygulanmasını emrettiği kısası namaz gibi terkedilmesi mümkün olmayacak şekilde farz kılmadığını söylemesi örneğinde görüldüğü üzere (Câmiʿu’l-beyân, II, 102) meselelere kapsayıcı bakış yapabilen bir müctehiddir. Ona göre müslümanlar arasında vuku bulan ilk anlaşmazlık hilâfet konusuyla ilgilidir. Ardından kullara ait fiillerin kazâ ve kaderle ilişkisi, büyük günah işleyen müslümanların hükmü ve ircâ meselesi, imanın tanımı ve niteliği, Kur’an’ın mahlûk olup olmaması, kabir azabı, âhirette Allah’ın görülmesi ve Kur’an’ı telaffuz meselesi gibi hususlar birer itikadî mesele olarak gündeme gelmiştir (et-Tebṣîr, s. 156-203; Ṣarîḥu’s-sünne, s. 204).
Taberî’nin itikadî görüşlerini şöylece özetlemek mümkündür: İnsan için bilgi edinmenin kaynakları duyular ve aklın istidlâlinden ibarettir. Peygamberin verdiği haberler kulak vasıtasıyla işitildiğinden duyular içinde mütalaa edilebilir. Akıl yürütmenin isabetli olabilmesi için kişinin zihnî açıdan sağlıklı olması gerekir. Akıl vahyin bildirdiği hususları imkânsız bulmaz, aksine teyit eder (Câmiʿu’l-beyân, I, 101, 242, 253; VIII, 124; XII, 86-87; XV, 147; et-Tebṣîr, s. 113). Buna göre bilginin kaynakları duyular, akıl yürütme ve haberden ibarettir. Dine nisbetle nakledilen bilgiler Kur’an’a ve meşhur hadislere dayanır. Din Resûl-i Ekrem’in söz ve fiil halinde sunduğu bilgilerle tamamlandığından vasî, hüccet veya başka bir unvanla anılan kişilere nisbet edilen bilgiler muteber değildir (et-Tebṣîr, s. 167). Selefiyye’ye mensup âlimler, illiyyeti ilâhî kudrete sınırlama getireceği endişesiyle kabul etmedikleri halde Taberî maddî varlıklarda sebep-sonuç ilişkisinin zorunlu olduğu kanaatini taşımıştır. Meselâ ateş varsa yanma ve yakma da zorunlu olarak vardır. Bu prensibin insanların ihtiyarî fiilleri için de geçerli olduğunu benimseyen Taberî söz konusu fiillerin meydana gelmesini Allah’ın bu fiilleri yaratmasına bağlı görmüştür. Ancak iman-küfür, sevap-günah gibi fiillerin oluşmasında kulun kendi seçiminin önemli rolünü de hesaba katmıştır.
İslâm dininin itikadî konularını Allah’ın birliği ve âdil oluşu noktasında toplamak ve bunları nasların yanı sıra duyu verileriyle istidlâlde bulunarak kanıtlamak mümkündür (a.g.e., s. 114). Tabiatın mükemmel kuruluşu ve işleyişi bilgi ve irade sahibi yüce bir yaratıcının eseri olduğunu göstermektedir. Aklın ulaştığı bu sonucu inkârcıların reddetmesi, bu hususun yanlışlığını değil onların arzularını aklın önüne geçirmek suretiyle bir âfete mâruz kaldıklarını belirtir (Câmiʿu’l-beyân, I, 54-55, 195, 248; II, 65; XI, 86-87). Allah’ın zâtı O’nun varlığını ifade ettiği gibi isimleri de sıfatlarının mevcudiyetini gösterir. İsimler ve sıfatlar vahyin yanı sıra akılla da bilinir. Allah’ın ezelî ve ebedî olan hayat, ilim, kudret, irade gibi sıfatlarının bulunduğunu bilmeyen kimse mümin diye anılamaz (et-Tebṣîr, s. 127-129, 130-134). Tekvin sıfatı O’nun var etmeyi dilediği şeye “ol” demesi anlamına gelir. İlim sıfatı Allah’ın varlık ve olayları vuku bulmadan önce bilmesini kapsar. Bazı âyetlerde bir kısım insanların imtihana tâbi tutulmasının O’nun ortaya çıkacak sonucu bilmesi için gerçekleştirildiğinin ifade edilmesi imtihana konu teşkil eden olayların herkese gösterilmesini sağlamaya yöneliktir (Câmiʿu’l-beyân, I, 510; III, 164; XVIII, 49; XXX, 347). Naslarda Allah’a atfedilen, fakat akıl açısından O’na nisbet edilmesi mümkün görünmeyen sıfatların bir kısmı ulûhiyyete uygun mânalarla te’vil edilmeli, te’vil edilemeyenler teşbihten tamamen kaçınılmak suretiyle benimsenmelidir. Bunlardan “vech” zât, “yed” nimet ve kuvvet, “cenb” emir, “istivâ” mâlik olma ve hâkimiyet, “ityân” ilim ve nusret anlamındadır (a.g.e., I, 80-81,132-133, 192; II, 329; III, 316; VII, 161; XXVI, 76; XXIX, 38; et-Tebṣîr, s. 134-145; Hüsâm b. Hasan Sarsûr, s. 126, 367, 435). Kur’an Allah’ın kelâmı, kelâmı da sıfatı olduğundan hiçbir ifade içinde ona mahlûk denemez. İnsana ait bir fiil olan Kur’an’ı telaffuz etme ve yazma işi ise mahlûktur (et-Tebṣîr, s. 153-155, 200-201). Zâtını ve sıfatlarını bilmek Allah’ın maddî bir varlık olması mânasına gelmediği gibi âhirette müminlerce görülmesi de maddeye benzemesini gerektirmez. Akıl rü’yetullahı mümkün görür (Câmiʿu’l-beyân, VII, 303; et-Tebṣîr, s. 150).
İslâm âlimleri ilk dönemlerden itibaren, Allah’ın iradesiyle insanlara ait ihtiyarî fiillerin oluşmasında önemli bir unsur teşkil eden kulun iradesinin sınırları konusunda fikir beyan etmişlerdir. Taberî’ye göre insana ait fiiller kulun kendi seçimi ve Allah’ın yaratmasıyla gerçekleşir. Kişinin Allah’ın yaratmasına ihtiyaç duymadan kendi kudret ve iradesiyle fiillerini gerçekleştirmesi mümkün olsaydı Allah’tan yardım dilemesine gerek kalmazdı. Halbuki Kur’an’da müminlerin imanda sebat etmek, itaat ve ibadetleri gerçekleştirmek için Allah’tan yardım istemelerinin gerektiği bildirilmektedir (meselâ bk. el-Fâtiha 1/5-6). Müminin hidayetiyle kâfirin inkârı yalnızca kendi fiilleriyle gerçekleşmemekte, insana ait fiiller üzerinde onun farkedemediği ilâhî bir müdahale bulunmaktadır. Buradaki ilâhî fiilin kâfirin iman etmesine engel olacak biçimde sonuç doğurması onun tercihine yönelik bir cezadır; mümini inkâr etmekten koruyacak şekilde sonuçlanması da onun tercihine bağlı bir mükâfattır (Yâkūt, XVIII, 82). Şu halde tevfik olmadan iman, hızlân olmadan inkâr gerçekleşmez.
Peygamberlerin herhangi bir bilgi kaynağına başvurmadan gayb âleminden haber vermeleri ve söylediklerinin olaylarla teyit edilmesi nübüvvetlerinin en önemli delillerindendir. Bütün peygamberler erkeklerden seçilmiştir. Peygamberlerin kendilerine vahyedilen haberlerde ve ilâhî âleme dair müşahedelerinde herhangi bir tereddüt içine düşmeleri nübüvvet sıfatlarıyla bağdaşmaz. Hz. İdrîs ve Îsâ diri olarak gök katlarına yükseltilmiştir (Câmiʿu’l-beyân, III, 278; XIII, 80, 86-87; XVI, 96). Resûl-i Ekrem’in nübüvvetine dair en önemli delil muhtevası, nazmı ve belâgatı itibariyle benzeri meydana getirilemeyen Kur’an’dır. Bundan sonra en önemli delil Tevrat ve İncil’de müjdelenmesi ve bu hususun Ehl-i kitap âlimlerince bilinmesidir. Nitekim Selmân-ı Fârisî’nin müslüman olması bir papazdan aldığı bu tür bilginin izini sürmesiyle gerçekleşmiştir. Ayrıca Hz. Âdem’in yaratılışı ve diğer peygamberlerin tevhid mücadelelerine dair haberler vermesi de nübüvvetinin açık delillerindendir (a.g.e., I, 85, 165, 220, 321-323, 370-372; II, 53-54; III, 266). İsrâ ve mi‘rac ruh ve bedenle birlikte vuku bulmuştur, sadece ruhen gerçekleşmiş olsaydı nübüvvete delil teşkil etmezdi. Resûl-i Ekrem’in makām-ı mahmûdu arasat meydanında bütün insanlara şefaat etmesi mânasına gelebileceği gibi Mücâhid b. Cebr’in de kabul ettiği üzere arşa oturtulması anlamına da gelir. Bunu engelleyen aklî ve naklî bir delil yoktur (a.g.e., XV, 116-117, 147-148). Velî iman ve takvâ sahibi olan müminlerdir. Onlara verilen müjde (Yûnus 10/62-64) dünya hayatında sâdık rüyalar görmeleri veya ölümleri sırasında meleklerce ilâhî rahmete ve rızaya nâil olacaklarının bildirilmesidir (a.g.e., XI, 131-132).
Kıyamet alâmetlerinden nüzûl-i Îsâ’nın mütevâtir hadislere dayandığı dikkate alınarak vuku bulacağına inanmak gerekir (a.g.e., III, 291). Bazı görüşlerin aksine Ye’cûc ve Me’cûc olayı henüz meydana gelmemiştir, kıyametin kopmasından önce gerçekleşecektir (a.g.e., XVI, 22). İnsanın yaratılması esnasında meleklerce bedenine üflenen ruh ölümü anında yine meleklerce bedenden çıkarılıp alınır. Berzah âleminde müminlerin kabirlerinden cennete bir kapı açılır, cenneti seyredip hoş kokusunu alırlar; kâfirlerin kabirlerinden de cehenneme bir kapı açılır ve cehennemi seyredip kötü kokusunu hissederler. Şehidler diğer müminlerden farklı olarak berzah âleminde iken cennet nimetlerinden yararlanır. Bu konuyla ilgili hadisleri reddetmek mümkün değildir. Zaten Allah’ın cansız bir bedeni mükâfatlandırması veya ona azap etmesini akıl da imkânsız görmez. Ayrıca kabir azabına ve nimetine dair Kur’an’da açık deliller vardır (a.g.e., I, 188-189; II, 39; XI, 11-12; et-Tebṣîr, s. 205-212). Ebû Bekir ile Ömer’in hidayet önderleri olmadığını söyleyip onlara ta‘netmek Resûlullah’a ta‘netmek anlamına gelir; bu sebeple söz konusu tutumu benimseyenlerin İslâm diniyle ilgisi kalmaz. Hilâfet meselesine ilişkin ihtilâfı çözmek için emirliğin Kureyş’e ait olduğunu söyleyen Ebû Bekir’i ashabın tamamına yakın çoğunluğu teyit etmiştir (et-Tebṣîr, s. 156-158; İbn Hacer, V, 101).
Taberî, itikadî konularda aklî istidlâllere başvurmak suretiyle büyük çapta Selefiyye’nin mütekaddim grubundan ayrılmış, belli başlı haberî sıfatları te’vil etmiş, imana bilgi unsurunu eklemiş, ancak bazı âhâd hadisleri mütevâtir kabul etmiş ve tekfirde katı sayılabilecek bir tutum sergilemiştir. Onun, eserleri Ehl-i sünnet’in kaynakları arasında yer almış Ebû Ya‘lâ el-Ferrâ, İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye gibi müteahhir dönemi Selef âlimlerine öncülük ettiğini söylemek mümkündür. Hüsâm b. Hasan Sarsûr, Taberî’nin ilâhî sıfatlara dair görüşlerini yazdığı bir eserde mukayeseli olarak incelemiştir (bk. bibl.).
BİBLİYOGRAFYA
Taberî, Câmiʿu’l-beyân, I, 54-55, 70, 72-73, 76, 80-81, 84-85, 101, 132-133, 165, 188-189, 192, 195, 220, 242, 248, 249, 253, 321-323, 370-372, 510; II, 39, 53-55, 65, 102, 329; III, 164, 181, 266, 278, 291, 316; VII, 161, 300, 303; VIII, 106, 124; IX, 204, 217; XI, 11-12, 86-87, 131-132, 138; XII, 86-87, 119; XIII, 80, 86-87; XV, 116-117, 147-148; XVI, 22, 96; XVIII, 49; XX,129; XXVI, 76; XXIX, 38; XXX, 347.
a.mlf., et-Tebṣîr fî meʿâlimi’d-dîn (nşr. Ali b. Abdülazîz b. Ali eş-Şibl), Riyad 1425/2004, s. 101, 105, 113-118, 124-129, 130-139, 140-145, 148, 150, 153-212; ayrıca bk. neşredenin girişi.
a.mlf., Ṣarîḥu’s-sünne (nşr. Hüsâm b. Hasan Sarsûr, Âyâtü’ṣ-ṣıfât ve menhecü İbn Cerîr eṭ-Ṭaberî fî tefsîri meʿânîhâ içinde), Beyrut 1424/2004, s. 204, 536-539.
İbn Kudâme, el-Muġnî (Herrâs), I, 133.
Yâkūt, Muʿcemü’l-üdebâʾ, XVIII, 82-84.
Takıyyüddin İbn Teymiyye, Minhâcü’s-sünne (nşr. M. Reşâd Sâlim), Riyad 1406/1986, II, 107; VI, 53.
Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XIV, 273-277.
İbn Hacer el-Askalânî, Lisânü’l-Mîzân, Beyrut 1390/1971, V, 100-101.
Hüsâm b. Hasan Sarsûr, Âyâtü’ṣ-ṣıfât ve menhecü İbn Cerîr eṭ-Ṭaberî fî tefsîri meʿânîhâ, Beyrut 1424/2004, s. 48-51, 126, 367, 435.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 39. cildinde, 318-319 numaralı sayfalarda yer almıştır.
Literatür. Çok yönlü bir âlim olan Taberî hakkında kitap ve tezler halinde birçok çalışma yapılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: Kitaplar: Carl Brockelmann, Das Verhältnis von Ibn al-Atirs Kāmil fi’t-ta’rīh zu Tabaris Ahbar errusul wal muluk (Strassburg 1890); Ali Ekber Şihâbî, Aḥvâl ü Âs̱âr-ı Muḥammed b. Cerîr Ṭaberî (Tahran 1335 hş.); Abdullah b. Abdülazîz el-Muslih Âl Şâkir, el-İmâm eṭ-Ṭaberî baḥs̱ fi’t-tefsîr (Riyad, ts.); Mahmûd İbnü’ş-Şerîf, eṭ-Ṭaberî ve menhecühû fi’t-tefsîr (Cidde-Riyad 1404/1984); Abdurrahman Hüseyin el-Azzâvî, eṭ-Ṭaberî es-Sîre ve’t-târîḫ (Bağdat 1989); Muhammed Bekir İsmâil, İbn Cerîr eṭ-Ṭaberî ve menhecühû fi’t-tefsîr (Kahire 1991); Muhammed Muhammed Osman Yûsuf, İbn Cerîr eṭ-Ṭaberî fî Mıṣr şüyûḫuhû ve telâmiẕuh (Sûhâc 1991); Yâdnâme-i Ṭaberî Şeyḫu’l-müʾerriḫîn Ebû Caʿfer İbn Cerîr eṭ-Ṭaberî (Tahran 1369 hş.); Muhammed Âsî, Ebû Caʿfer Muḥammed b. Cerîr eṭ-Ṭaberî ve kitâbühû Târîḫu’l-ümem ve’l-mülûk (Beyrut 1992); el-İmâm eṭ-Ṭaberî fî ẕikrâ mürûri eḥade ʿaşere ḳarnen ʿalâ vefâtihi (I-II, [Rabat], İsisku 1992); Muhammed Umeyre, Deḳāʾiḳu luġati’l-Ḳurʾân fî Tefsîri İbn Cerîr eṭ-Ṭaberî (I-II, Beyrut 1992); Muhammed el-Mâlikî, Cühûdü’ṭ-Ṭaberî fî dirâseti’ş-şevâhidi’ş-şiʿriyye fî Câmiʿi’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân dirâse luġaviyye edebiyye fî tefsîri’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm (Fas 1994); Muhammed Revvâs Kal‘acî, Mevsûʿatü fıḳhi’ṭ-Ṭaberî ve Ḥammâd b. Ebî Süleymân (I-II, Beyrut 1994); Ali b. Abdülazîz b. Ali eş-Şibl, İmâmü’l-müfessirîn ve’l-muḥaddis̱în ve’l-müʾerriḫîn Ebû Caʿfer Muḥammed b. Cerîr eṭ-Ṭaberî sîretühû ʿaḳīdetühû müʾellefâtüh (Riyad 1417/1996); Muhammed Subhî Hasan Hallâk, Ricâlü Tefsîri’ṭ-Ṭaberî cerḥan ve taʿdîlen min taḥḳīḳ Câmiʿi’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân li-Aḥmed Şâkir ve Maḥmûd Şâkir (Beyrut 1999); Azmî Sükker, Muʿcemü’ş-şuʿarâʾ fî Târîḫi’ṭ-Ṭaberî (Sayda 1999); Muhammed Abdülazîz Besyûnî Gurâb, ed-Daḥḥâk İbn Müzâhim ḥayâtühû ve menhecühû fi’t-tefsîr min ḫilâli merviyyâtihî fî Tefsîri’ṭ-Ṭaberî (Tanta 2000); el-İmâm eṭ-Ṭaberî faḳīhen ve müʾerriḫen ve müfessiren ve ʿâlimen bi’l-ḳırâʾât (ed. Muhammed Tevfîk Ebû Ali – Meryem Berrî, I-II, Beyrut 1422/2001); Muhammed Muhtâr Âl Nûh, el-Muḳārene beyne menheceyi’l-İmâmeyn İbn Cerîr ve’bni Kes̱îr fi’t-tefsîr (Cidde 2003); İbrâhim Mahmûd, Sâʿidü’l-vehm manẓûmetü’s-serâb eṭ-Ṭaberî ve tefsîruh (Beyrut 2003); Ali Bekir Hasan, eṭ-Ṭaberî ve menhecühû fi’t-târîḫ (Kahire 2004); Boaz Shoshan, Poetics of Islamic Historiography: Deconstructing Tabari’s History (Leiden-Boston 2004); Ekrem b. Muhammed Eserî, el-Muʿcemü’ṣ-ṣaġīr li-ruvâti’l-İmâm İbn Cerîr eṭ-Ṭaberî elleẕîne revâ ʿanhüm fî kütübihi’l-müsnede el-maṭbûʿa (Amman 2005); Bedr İbn Nâsır Bedr, Aḳvâlü Ebî ʿUbeyde fî Tefsîri’ṭ-Ṭaberî ve mevḳıfuhû minhâ (Riyad 2007); Vefâ Düreysî, eş-Şehîd min ḫilâl Tefsîri’ṭ-Ṭaberî (Beyrut 2008); Hüseyin Ali Harbî, Menhecü’l-İmâm İbn Cerîr eṭ-Ṭaberî fi’t-târîḫ (Amman 2008); Ali Şa‘bân, el-Ḥicâc beyne’l-minvâl ve’l-mis̱âl: Naẓarât fî edebi’l-Câḥiz ve tefsîrâti’ṭ-Ṭaberî (Zağvân 2008).
Doktora Tezleri: Nicolaus Fries, Das Heereswesen der Araber zur Zeit der Omajjaden nach Tabarî (1921, Kiel Üniversitesi); Heribert Horst, Die Gewährsmänner im Korankommentar des Ṭabarī. Ein Beitrag zur Kenntnis der exegetischen Überlieferung im Islam (1951, Bonn Üniversitesi); Moustafa Mandour, Invetaire des lectures extra canoniques sadda d’après les donnés de Tabarī, d’Ibn Dāwūd et d’Ibn Hālawayh thèse complémentaire ([1952 ?], Paris Üniversitesi); A. Hamdi Savlu, Müfessir Taberi ve Tefsirindeki Metodu (1971, AÜ İlâhiyat Fakültesi); Mahmûd Muhammed Şebeke, Muḥammed b. Cerîr eṭ-Ṭaberî ve menhecühû fi’t-tefsîr (1976, Ezher Üniversitesi); Ahmed Muhammed el-Avâyişe, el-İmâm İbn Cerîr eṭ-Ṭaberî ve difâʿuhû ʿan ʿaḳīdeti’s-selef (1403/1983, Mekke Ümmülkurâ Üniversitesi); Abdülazîz b. Sa‘d el-Hallâf, Fıḳhü’l-İmâm İbn Cerîr eṭ-Ṭaberî fi’l-ʿibâdât (1405/1985, Mekke Ümmülkurâ Üniversitesi); Mahmûd ez-Zeyn b. Ahmed, el-Mebâhis̱ü’l-belâġıyye fî Tefsîri’ṭ-Ṭaberî, ʿilmü’l-meʿânî (1985, Ezher Üniversitesi); Franz-Christoph Muth, Der Kalif al-Mansur im Anfang seines Kalifats (136/754 bis 145/762). Aus der arabischen Chronik von at-Tabari übersetzt und mit historischen und prosopographischen Anmerkungen versehen (1987, Heidelberg Üniversitesi; Frankfurt 1987); Muhammed Emhazûn, Taḥḳīḳu mevâḳıfi’ṣ-ṣaḥâbe fi’l-fitne min rivâyeti’l-İmâm eṭ-Ṭaberî ve’l-muḥaddis̱în (1989, Vücde I. Muhammed Üniversitesi; I-II, Riyad 1994); Nassâr Es‘ad Nassâr, el-İmâm eṭ-Ṭaberî ve ricâlühû fi’t-tefsîr (1994, Lahor, Pencap Üniversitesi); Âmâl Muhammed Abdurrahman Rebî‘, el-İsrâʾiliyyât fî Tefsîri’ṭ-Ṭaberî: Dirâse fi’l-luġa ve’l-meṣâdiri’l-ʿİbriyye (1995, Kahire Üniversitesi; Kahire 1422/2001); Hâlid b. Muhammed el-Gays, Merviyyâtü ḫilâfeti Muʿâviye fî Târîḫi’ṭ-Ṭaberî dirâse naḳdiyye muḳārene (1418, Mekke Ümmülkurâ Üniversitesi; Cidde 2000); Muhammed el-Mâlikî, Dirâsâtü’ṭ-Ṭaberî li’l-maʿnâ min ḫilâli tefsîrihî Câmiʿi’l-beyân ʿan teʾvîli âyi’l-Ḳurʾân (Rabat 1996); Bâbekir el-Belûle Muhammed, el-İmâm İbn Cerîr eṭ-Ṭaberî ve menhecühû fi’t-tefsîr (1999, Ümmüdürman Üniversitesi); Abdülmecit Okçu, Kıraat Açısından Taberi ve Tefsiri (2000, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü); Zekî Fehmî Ahmed Şevkī el-Âlûsî, eṭ-Ṭaberî en-Naḥvî min ḫilâli tefsîrih (1984, Bağdat Üniversitesi; Bağdat 1422/2002); Hüsâm b. Hasan Sarsûr, Âyâtü’ṣ-ṣıfât ve menhecü’ṭ-Ṭaberî fî tefsîri meʿânîhâ muḳārene bi-ârâʾi ġayrihî mine’l-ʿulemâʾ (2001, Haydarâbâd el-Câmia en-Nizâmiyye; Beyrut 2004); Hüseyin Akyüz, Taberî Tefsiri’nde Garîbü’l-Kur’an (2004, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü); Atik Aydın, İbn Cerîr et-Taberî’nin Kur’ân Anlayışı ve Te’vil Tercihleri (2004, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Taberi’nin Kur’ân’ı Yorumlama Yöntemi, Ankara 2005).
Yüksek Lisans Tezleri: Ahmet Yaşar, Taberi Tefsiri’nin Nüzul Sebepleri Açısından İncelenmesi (1987, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü); Yahyâ b. İbrâhim b. Ali Yahyâ, Merviyyâtü Ebî Miḫnef fî Târîḫi’ṭ-Ṭaberî ʿaṣrü’l-ḫilâfeti’r-Râşidiyye dirâse naḳdiyye (Medine İslâm Üniversitesi; Riyad 1410); Hasan Kurt, Taberî’nin Hayatı ve Târihçiliği (1991, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü); Abdullah b. Muhammed Ali, Merviyyâtü Muḥammed b. İsḥâḳ fî Kitâbi’r-Rusül ve’l-mülûk li-Muḥammed b. Cerîr eṭ-Ṭaberî ʿan ʿaṣri’r-Râşidîn (1411/1991, Mekke Ümmülkurâ Üniversitesi); Hâlid b. Muhammed el-Gays, İstişhâdü ʿOs̱mân ve Vaḳʿatü’l-cemel fî merviyyâti Seyf b. ʿÖmer fî Târîḫi’ṭ-Ṭaberî dirâse naḳdiyye (1411, Mekke Ümmülkurâ Üniversitesi; Cidde 1998); Abdurrahman Yûsuf Ahmed el-Cemel, Menhecü’l-İmâm eṭ-Ṭaberî fi’l-ḳırâʾâti fi’t-tefsîr (1992, Ürdün Üniversitesi); Mehmet Nam, Taberi Tarihi’nde Hz. Musa ile İlgili Verilen Bilgiler Üzerine Bir Araştırma (1996, UÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Sevgi Tütün, Taberi’nin Camiu’l-Beyan İsimli Eserinde Hz. Aişe’den Yapılan Rivayetlerin Tespiti ve Değerlendirilmesi (1999, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü); Muhammed Hayr Muhammed Sâlim Îsâ, Âyâtü’ṣ-ṣıfât ʿinde’s-selef beyne’t-teʾvîl ve’t-tefvîż min ḫilâli Tefsîri’l-İmâm eṭ-Ṭaberî (Ürdün Üniversitesi; Amman 1420/1999); Tâhâ Muhammed Necâ Ramazan, Uṣûlü’d-dîn ʿinde’l-İmâm eṭ-Ṭaberî (Kahire Üniversitesi; Riyad 2005); Yunuscan Olimov, Taberî’nin (310/922) Câmiu’l-beyân’ında Nesh (2003, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Ergin Çoban, Taberî ve T. İbn-i Âşûr Tefsir Mukaddimelerinin Usûl Açısından Değerlendirilmesi (2004, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Hasan Ergül, Rivayet Tefsiri Açısından Taberî ve İbn Kesîr Tefsirlerinin Mukayesesi (2004, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü); Temmâm Kemâl eş-Şâir, Menhecü’l-İmâm İbn Cerîr eṭ-Ṭaberî fi’t-tercîḥ beyne aḳvâli’l-müfessirîn (2004, Nablus Necâh Üniversitesi); Ali Dadan, Taberî Tarihindeki Türklerle İlgili Rivâyetlerin Tespiti ve Değerlendirilmesi, Hz. Peygamber Döneminden Emevîler’in Sonuna Kadar (2006, SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü).
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 39. cildinde, 319-320 numaralı sayfalarda yer almıştır.