TÂCEDDİNOĞULLARI

XIV. yüzyılın ikinci yarısında Niksar-Kelkit yöresinde kurulan hânedan ve beylik.

Müellif:

Beyliğin ve hânedanın kurucusu Tâceddin Bey’in Selçuklu soyuna mensup bulunduğu ileri sürülmüştür. Babasının Emîr Doğanşah (Doğancık Bey) adlı bir Türkmen beyi olduğu, onun İlhanlı hâkimiyetinin çöküşünden sonra müstakil hareket etmeye başladığı, Emîr Eretna’ya karşı çıkarak Amasya’yı ele geçirdiği, 1341’de buradan çıkarılınca Niksar yöresine çekildiği ve 747 (1346) veya 749 (1348) yılında ölümünün ardından yerine oğlu Tâceddin Bey’in geçtiği belirtilir. Onun faaliyet alanının Canik (Samsun-Ordu) kesimi oluşu bu bölgede yoğunlaşan Çepni boylarıyla ilişkisinin bulunduğuna işaret eder. Canikli (Canîtî) diye de anılan Tâceddin Bey’in merkezi Niksar olup sınırları bazan Kelkit, Amasya, Samsun, Ordu, Giresun ve Trabzon’a kadar genişlemiştir. Tâceddin Bey önceleri Amasya Emîri Hacı Şadgeldi’ye tâbi idi, ayrıca Eretnaoğulları’na vergi veriyordu. Bölgede Kadı Burhâneddin’in gücünü arttırması Tâceddin Bey’i de etkiledi. 1379 ilkbaharında Niksar’a saldıran Kadı Burhâneddin ile Eretna Beyi Alâeddin Ali’nin kuvvetlerini bozan Tâceddin Bey, Eretna Devleti’ne vergi vermeyi kesti; 781’den (1379) itibaren de bağımsız hareket etmeye başladı. Topraklarına düzenlenen ikinci Eretna seferini de komşusu Hacı Şadgeldi’nin yardımıyla püskürttü. Fakat Kadı Burhâneddin’e karşı Hacı Şadgeldi ile birlikte Tokat’ın Dânişmendiye köyü yakınında yaptığı savaşı kaybetti (783/1381). Kadı Burhâneddin’in aynı yıl Eretna Devleti’ne son vermesi üzerine ona karşı Tokat Emîri Seyyidî Hüsâm ile birleşti ve Akşehir’e (Erzincan) saldırarak burayı yağmaladı. Bu olaylar sırasında Trabzon Komnenosları onunla yakınlaşma çabası içine girdi. III. Alexios kızı Eudokia’yı, Trabzon kroniklerinde Dschinatines veya Tatziatin adıyla geçen Tâceddin Bey ile evlendirdi. Kızını çeyiziyle birlikte götüren III. Alexios, Oeneon’a (Ünye) giderek Tâceddin Bey ile görüştü (8 Ekim 1379). Tâceddin Bey, Eudokia’yı aldıktan sonra hâkimiyet bölgesi Limnia’ya (Terme/Çarşamba yöresi) döndü. Bu durum onun bölgenin güçlü emîrlerinden olduğunu gösterir.

Kadı Burhâneddin’in komşu beyleri cezalandırmak için asker yollaması ve aşiret reislerini kendi safına almaya çalışmasıyla durumun kötüleştiğini gören Tâceddin Bey ona dostluk teklif ettiyse de olumlu cevap alamadı. Kadı Burhâneddin’in Turhal’ı sıkıştırması üzerine tehlikenin kendisine yaklaştığını anladı ve Dânişmendiye köyünün ileri gelenlerinden Şeyh Nusret’i elçi olarak gönderip Emîr Ahmed’e karşı giriştiği harekâtı durdurması için ricada bulundu ve Turhal’da yaptırdığı kaleyi yıktırmasını istedi. Ancak bu teklifi de kabul görmedi. Aksine Kadı Burhâneddin 5000 kişilik bir orduyla Tâceddin Bey’in topraklarına yürüyünce Tâceddin Bey, Emîr Ahmed’den yardım talep etti. İki müttefik 7000 kişilik kuvvetleriyle karşı harekâta geçti. 1386 baharında yapılan savaş Kadı Burhâneddin’in zaferiyle sonuçlandı, Tâceddin Bey ve Emîr Ahmed canlarını zor kurtardılar. Tâceddin Bey bu defa Kadı Burhâneddin’e Şeyh Nusret’in oğlunu yolladı; Kadı Burhâneddin de bir daha Emîr Ahmed’le iş birliği yapmaması şartıyla anlaşabileceğini söyledi. Bunun üzerine Tâceddin Bey, Kadı Burhâneddin’in yanına giderek itaatini bildirdi. Ardından Sunisa’ya kaçtı ve Emîr Ahmed ile buluşup ona karşı yeni tedbirler almaya çalıştı. Bunu duyan Kadı Burhâneddin, Tâceddin Bey’in topraklarına girdi ve Tâceddin’in oğlu Alparslan’ın koruduğu Niksar’ı kuşattı. Yapılan çarpışmalarda Alparslan’ın kuvvetleri yenildi, Niksar yağmalandı. Kadı Burhâneddin aleyhine topraklarını genişletemeyeceğini anlayan Tâceddin Bey, Hacı Emîr İbrâhim ile oğlu Süleyman Bey arasındaki çekişmeden faydalanmak amacıyla o tarafa yöneldi. Hacı Emîr İbrâhim, ağır bir hastalığa yakalanınca beyliğin ileri gelenlerinin önünde idareyi oğlu Süleyman’a devrettiğini ve iyileşse bile beyliğin başına dönmeyeceğini açıkladı. Ancak sağlığı düzelince oğlu Süleyman ile aralarında mücadele başladı. Tâceddin Bey bunun üzerine Süleyman Bey’in idaresindeki Ordu ve Ünye taraflarına giderek 12.000 kişilik bir kuvvetle Ordu’ya yürüdüyse de Süleyman Bey ile yaptığı savaşta bozguna uğradı ve 3000 adamıyla birlikte hayatını kaybetti (24 Ekim 1386). Tâceddin Bey’in ölümünün ardından Niksar Kadı Burhâneddin’e teslim oldu. Tâceddin Bey’e ait İskefsir’i de (Reşadiye) ele geçiren Kadı Burhâneddin şehri kendisine bağlılığını bildiren Süleyman Bey’e iktâ etti.

Tâceddin Bey’in oğulları Mahmud Çelebi ve Süleyman Bey, Kadı Burhâneddin’e elçi yollayıp önceki faaliyetleri dolayısıyla affedilmelerini, para ve asker gönderme karşılığında memleketlerinde bağımsız kalmalarına izin verilmesini istediler. Kadı Burhâneddin, bu isteği kabul ederek Tâceddin Bey’in hâkimiyet bölgesini Mahmud Çelebi’ye verdiğine dair ferman hazırlattı. Ayrıca Hacı Emîr oğlu Süleyman Bey’e Tâceddinoğulları’nın topraklarına saldırmamasını bildirdi. Mahmud Çelebi güçlü komşuları arasında dengeli bir siyaset izlemeye çalıştı. Ancak her fırsatta Kadı Burhâneddin aleyhine diğer beylerle ittifak yapmaktan da geri durmadı. Nitekim Kastamonu Emîri II. Süleyman ile birleşti, bu birliğe katılmaları için Emîr Ahmed’e, Taşanoğlu’na, Bafra emîrine mektuplar gönderdi ve Candaroğlu II. Süleyman’a itaat etmelerini istedi. Fakat Yıldırım Bayezid’in Candarlı Beyliği üzerine yürümesi ve beyliğin topraklarını ele geçirmesi (794/1392), Kastamonu, Küre, Osmancık ve Samsun’u zaptetmesi karşısında müttefikleri Amasya Emîri Ahmed, Taşanoğlu ve kendi kardeşi Kılıcarslan ile birlikte Yıldırım Bayezid’in yanına gidip Osmanlı Devleti’ne bağlılık bildirdiler. Mahmud Çelebi, Yıldırım Bayezid Bursa’ya dönünce tekrar kardeşleriyle beraber Kadı Burhâneddin’e meyletmek zorunda kaldı, fakat asker meselesi yüzünden araları bozuldu. Kadı Burhâneddin, 1393 baharında Osmanlı taraftarı siyaset güden Tâceddinoğlu Mahmud’un idaresindeki Fenâriye’yi işgal ederek buraya bir kale yaptırınca Tâceddinoğlu Mahmud, Alparslan ve Kılıcarslan kardeşler Yıldırım Bayezid’den yardım istedi. Kadı Burhâneddin de stratejik bakımdan önemli olan Amasya’yı almak için şehri ikinci defa kuşattı. Bu haberi alan Yıldırım Bayezid Merzifon’a geldi. Kadı Burhâneddin önce Turhal’a, oradan Tokat yoluyla Sivas’a döndü.

Kadı Burhâneddin 796 (1394) kışında Tâceddinoğulları, Taşanoğulları ve Bafra emîrlerini kendisine itaate zorlarken Timur’un Erzincan önlerine geldiğini öğrenince Sivas’a çekilip tahkimata başladı. Timur Anadolu’ya girdiğinde Kadı Burhâneddin ve düşmanları hakkında aldığı istihbarata göre Tâceddinoğlu Mahmud’un kuvvetleri 6000’e ulaşıyordu. Timur’un Anadolu’dan ayrılmasından sonra Kadı Burhâneddin, Tâceddinoğulları ile anlaşma zemini aradı. Bu sırada Tâceddinoğlu Alparslan, ağabeyi Mahmud Çelebi’ye isyan edip babalarından kalan toprağın ikiye bölünmesine sebep oldu. Alparslan kuvvetleriyle Niksar’ın bir kısmını ve Yenişehir’i ele geçirince Mahmud Çelebi diğer kardeşleri Kılıcarslan ve Süleyman’ı yanına alarak onun üzerine yürüdü. Bunun üzerine Alparslan, Kadı Burhâneddin’in yardımına başvurdu. Kadı Burhâneddin de Alparslan’a yardım bahanesiyle Niksar bölgesine girdi. Niksar yakınlarında konaklayan Kadı Burhâneddin’in huzuruna çıkan Alparslan onu metbû tanıdı. Fakat ardından Develi hâkimi Feridun Bey ile ortak hareket etti ve Kadı Burhâneddin’e suikast düzenlemeye çalışan Feridun Bey ile birlikte yakalandı. Kadı Burhâneddin, yanında götürdüğü Alparslan’ı Yenişehir Kalesi halkının teslim olmaması üzerine kendi eliyle öldürdü (1394). Alparslan’ın Hüsâmeddin Hasan ve Hüsâmeddin Mehmed Yavuz adlı iki oğlu Niksar’ın kuzeyine çekilerek Çarşamba, Terme ve Samsun yöresinin güneyinde hâkimiyetlerini sürdürdüler. Kadı Burhâneddin ise teslim olmayan Yenişehir Kalesi’nin yanına bir kale yaptırarak bir miktar askerini buraya yerleştirdi. Bu gelişmelerden rahatsız olan Tâceddinoğlu Mahmud, onun bölgeden çekildiğini duyunca yeni yapılan kaledeki askerlerin bölgeyi yağmalamasını engellemek için saldırıya geçtiyse de başarılı olamadı ve Kadı Burhâneddin’in kuvvetlerine karşı bir nevi çete harekâtı yapmaya başladı.

Rumeli’de güvenliği sağlayan Yıldırım Bayezid 800 (1398) yılı baharında yeniden Canik bölgesine gelince Tâceddinoğlu Mahmud, Hacı Emîroğlu Süleyman ve Taşanoğulları onu metbû tanıdılar. Aynı yılın yazında Kadı Burhâneddin, Akkoyunlu Karayülük Osman tarafından Karabel (Zara’nın batısı) mevkiinde öldürülünce toprakları Osmanlı Devleti’ne katıldı. Bu sırada Osmanlı Devleti’nin hizmetine giren Tâceddinoğlu Mahmud’un toprakları da Osmanlı sınırlarına dahil oldu. Tâceddinoğlu Mahmud’un 804 Zilhiccesinde (Temmuz 1402) yapılan Ankara Savaşı’nda Timur ordusuna karşı çarpışmış olması muhtemeldir. Savaşta yenilen Osmanlı Devleti’nin Fetret dönemindeki şehzadelerin kavgaları sırasında Tâceddinoğlu Mahmud, kardeşlerini bertaraf ederek tahta oturan Çelebi Mehmed’in saflarında yer almış olmalıdır. Zira Çelebi Mehmed’in ölümünün ardından onun on üç yaşındaki oğlu ve Hamîd-ili sancak beyi Şehzade Mustafa’nın yanında bulundu. Şehzade Mustafa, ağabeyi II. Murad’ın tahta çıkması üzerine hayatından endişe edip Karamanoğlu’nun yanına kaçtı. Karamanoğlu ve Germiyanoğlu’nun gönderdiği askerlerle güçlenen Şehzade Mustafa lalası Şarabdâr İlyas’ın tahriklerine kapılarak Bursa’ya yürüdüğünde Tâceddinoğlu Mahmud onun veziri ve kumandanı durumundaydı. II. Murad’a karşı başarısız olup İznik’e çekilen Şehzade Mustafa’nın yanında savaştı; İznik kuşatması sırasında şehzadeyi şehirden kaçırmaya çalıştı. Mücadele esnasında Osmanlı birliklerinin başındaki Mihaloğlu Mehmed Bey ile çatıştı ve onun ölümüne yol açtı. Şehzade Mustafa’nın yakalanması üzerine o da esir düştü ve Mihaloğlu’nun yakınları tarafından öldürüldü (826/1423).

Öte yandan 1402’den sonra Timur’un himayesinde eski hâkimiyet bölgesinde hüküm sürmeye devam eden Alparslanoğlu Hüsâmeddin Hasan Bey’den bazı Osmanlı tarihçileri Hüseyin Bey diye söz eder. Ancak Samsun vakfiye defterindeki iki vakfiyeye dayanarak onun Alparslan’ın oğlu Hasan Bey olduğu ve Çarşamba’da adına 827 (1424) tarihli bir cami vakfiyesi bulunduğu kaydedilmiştir. Yine 827 tarihli Yavuz Evliya vakfiyesinde Alparslan Bey oğlu Mehmed Yavuz Bey’in adına rastlanır. Bunlardan Hasan Bey, tekrar Kastamonu’ya sahip olan Candaroğlu İsfendiyar Bey’le anlaşıp müslüman Samsun’u elinde tutan Kubadoğlu Cüneyd’i ortadan kaldırarak Çarşamba taraflarını zaptedince Çelebi Mehmed, Biçeroğlu Hamza Bey’i yollayıp “gâvur” Samsun’u fethettirdi, kendisi de gelip müslüman Samsun’u ele geçirdi. Hasan Bey ve kardeşi Mehmed Yavuz’a dokunulmadı. Onlar da eski yerlerinde hâkimiyetlerini sürdürdüler. Tâceddinoğulları Beyliği’nin bu durumu II. Murad dönemine kadar devam etti. II. Murad’ın Amasya beylerbeyi yaptığı Yörgüç Paşa, Canik bölgesinde Osmanlı idaresini tesis etmek için harekete geçerek Hasan Bey’i bir düğün ziyafetine davet etti. Bunun bir tuzak olduğunu anlayan Hasan Bey davete gitmeyip padişaha bağlılığını bildirdi ve istenilen yerleri teslim edeceğine dair haber gönderdi. Ardından ailesiyle birlikte Yörgüç Paşa’nın huzuruna çıktı. Yörgüç Paşa, Hasan Bey’i zincire vurdurup Bursa’ya yollarken ailesini Amasya’da alıkoydu. Hasan Bey Bursa’da hapsedildikten bir süre sonra kaçtı; ancak topraklarını ele geçiremeyeceğini anlayınca bizzat II. Murad’ın huzuruna çıktı ve bağışlanmasını istedi. II. Murad da ona Rumeli’de bir sancağı timar olarak verdi (1427). Hasan Bey’e Rumeli’de verilen sancağın bazı kaynaklarda Gümülcine, bazılarında Çirmen olabileceği belirtilmiştir. Ayrıca kaynak gösterilmeden Tâceddinoğlu Alparslan’ın diğer oğlu Hüsâmeddin Mehmed Yavuz’un Hasan Bey’den önce öldüğü kaydedilmiştir. Fakat bazı araştırmalarda onun Trabzon’a saldıran Şeyh Cüneyd’e destek verdiği zikredilir. Canik ve Niksar bölgesi valisi olan Şeyh Cüneyd ile birlikte Trabzon’a yürümüş, fakat bu sefer başarısızlıkla sonuçlanmıştır (860/1456). Bundan sonra kaynaklarda Mehmed Bey ve Tâceddinoğulları’yla ilgili herhangi bir kayda rastlanmamaktadır. Tâceddinoğulları’nın Niksar, Çarşamba, Terme ve Ünye dolaylarında bazı imar faaliyetlerinde bulundukları bilinmektedir. Çarşamba’da ahşap mimarinin ilginç örneklerinden biri olan Ordu köyü camisi Hasan Bey tarafından yaptırılmıştır (827/1424).

BİBLİYOGRAFYA
Esterâbâdî, Bezm ü Rezm (nşr. Kilisli Muallim Rifat), İstanbul 1928, tür.yer.; Neşrî, Cihannümâ (Unat), II, 541, 570-571, 600-602; , III, 202; Düvel-i İslâmiyye, s. 319; Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 153-154, 163; a.mlf., Osmanlı Tarihi, I, 393, 406; a.mlf., Kitâbeler, İstanbul 1345/1927, I, 27; Kâzım Dilcimen, Canik Beyleri, Samsun 1940, s. 32-44, 48; W. Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd (trc. Tevfik Bıyıklıoğlu), Ankara 1948, s. 20; Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Ankara 1958, s. 167; Yaşar Yücel, Kadı Burhaneddin Ahmed ve Devleti: 1344-1398, Ankara 1970, s. 38, 57, 64, 81, 83-85, 90-91, 115-118, 121-122, 136; a.mlf., Çoban-oğulları Candar-oğulları Beylikleri, Ankara 1980, s. 82-83; Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1985, s. 319-320; İbrahim Tellioğlu, Osmanlı Hâkimiyetine Kadar Doğu Karadeniz’de Türkler, Trabzon 2004, s. 154-162; M. Sami Bayraktar, “Samsun-Çarşamba’da Taceddinoğulları ve Osmanlı Dönemine Ait İki Ahşap Eser: Ordu ve Porsuk Köyü Camileri”, Geçmişten Geleceğe Samsun (haz. Cevdet Yılmaz), Samsun 2007, II, 529-537; Mevlûd Oğuz, “Taceddinoğulları”, DTCFD, VI/5 (1948), s. 474-486; Faruk Sümer, “Osmanlı Devri’nde Anadolu’da Yaşayan Bazı Üç-Oklu Oğuz Boyları’na Mensup Teşekküller”, İFM, XI/1-4 (1949), s. 452.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 39. cildinde, 343-345 numaralı sayfalarda yer almıştır.