TAĞRÎR

İvazlı akidlerde taraflardan birinin diğerini aldatması anlamında fıkıh terimi.

Müellif:

Sözlükte “bir kimseyi yanıltmak, aldatmak, tehlikeye atmak” anlamındaki tağrîr fıkıh terimi olarak satım, icâre vb. ivazlı akidlerde taraflardan birinin ya da onunla irtibatlı üçüncü kişinin söz veya davranışı ile diğer tarafı kasten aldatmasını ifade eder. Fıkıh literatüründe bu fiil için hılâbe, gış, tedlîs, hıyânet, hud‘a/hıdâ‘ gibi kelimeler de kullanılır. Bunların bir kısmı bağlama göre özel anlamlara sahiptir. Meselâ gış “bir şeyin gerçek durumunu değiştirme, hukukî işlemin konusunda veya bedelinde mevcut olmayan iyi bir özelliği varmış ya da olumsuz bir özelliği yokmuş gibi gösterme”; tedlîs “genellikle akid sırasında malın kusurunu veya hoş görülmeyen bir özelliğini gizleme”; hıyanet “güvene dayalı akidlerde gerçeğe aykırı beyanda bulunma”; tağrîr “daha çok sözlü olarak aldatma” mânasındadır. Ancak fıkıh eserlerinde birbirinin yerine kullanılabildiği için bu kavramlardan hangisinin daha kapsamlı olduğu hususunda farklı yorumlar yapılmıştır. Klasik fıkıh literatüründe değişik konular arasına serpiştirilmiş biçimde ele alınan irade ayıpları için çağdaş yazarlarca değişik tasnifler benimsenmekle birlikte bu tasniflerin hepsinde aldatma (tedlîs, hılâbe), tarafların gerçek iradeleriyle irade beyanları arasında uyumsuzluk meydana getiren bir irade ayıbı olarak yer alır (bk. İRADE). Çağdaş İslâm ülkelerinin medenî kanunlarında bu anlamı karşılamak için tağrîr veya tedlîs teriminin tercih edildiği, bazılarında ise ikisinin birlikte kullanıldığı görülür. Aynı kökten türeyen ve gerek sözlük anlamı gerekse haksız kazanç sağlamanın amaçlanması bakımından tağrîr ile aynı olan garar mahiyet ve hükümleri açısından önemli farklılıklar taşır (bk. GARAR). İki taraflı ivazlı akidlerde bedeller arasındaki açık nisbetsizliği ifade eden gabn teriminin de tağrîrle bir anlam ve hüküm ilişkisi vardır; ancak gabnin tek kaynağı tağrîr değildir. Tağrîrin Türk hukuk dilindeki karşılığı hiledir. Kur’ân-ı Kerîm’de tağrîr yer almamakla birlikte aynı kökten türeyen birçok kelime “aldatma, aldanma” vb. anlamlarda geçmekte, “had‘” kökünden bazı kelimeler de münafıkların Allah’ı, Peygamber’i ve inananları aldatma çabaları bağlamında kullanılmaktadır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ġrr”, “ḫdʿa” md.leri). Hadislerde de tağrîr kelimesi yer almamakla birlikte yine aynı kökten gelen birçok kelime “aldatma, aldanma” vb. mânalarda, had‘ ve gış kökünden bazı kelimeler “alışverişte ve diğer hususlarda aldatma” anlamında ve “hılâbe” (خلابة) kelimesi “alışverişte aldatma” mânasında geçmektedir (Wensinck, el-Muʿcem, “ġrr”, “ḫdʿa”, “ġşş”, “ḫlb” md.leri).

Kur’an’da ticarî ilişkilerin karşılıklı rızaya dayanması ilkesi vurgulanıp aldatma vb. bâtıl yollarla kazanç sağlama yasaklandığı gibi (el-Bakara 2/188; en-Nisâ 4/29, 161) özellikle alışverişlerde ölçü ve tartının tam yapılması, hileli yollarla insanların mallarının eksiltilmemesi istenmiş ve buna aykırı davrananların helâk olacağı bildirilmiştir (el-A‘râf 7/85; er-Rahmân 55/9; el-Mutaffifîn 83/1-3). Ticarî ve sosyal ilişkilerde aldatma yasağı değişik ifade ve üslûplarla hadislerde de yer almış, bilhassa satılacak deve ve davarların memelerindeki sütü biriktirmeyi yasaklayan ve literatürde “musarrât hadisi” diye bilinen rivayet fakihlerin fiilî tağrîrle ilgili değişik bakış açılarının esas delilini oluşturmuştur. Hile ve sahtekârlık yaparak insanları aldatmanın dünyevî ve uhrevî sorumluluk gerektiren bir davranış ve bu yolla elde edilen kazancın haram olduğu kabul edilmekle birlikte fıkıhta ilke olarak ticarî ve sosyal ilişkilerde güven ve istikrar ortamının korunmasına, ciddi bir ihlâl veya gerekçe olmadıkça akidlerin bozulmamasına önem verildiği için tağrîr vb. irade kusurlarının yapılan akidler üzerindeki etki derecesi ve sonuçları tartışılmış, bu konuda oldukça ayrıntılı bir tağrîr/tedlîs doktrini geliştirilmiştir (bk. HİLE). Bu çerçevede güven esasına dayalı akidlerde yanıltıcı sözler söylenmesi ve yalan beyanda bulunulması akdin hükümlerini doğrudan etkileyen bir durumdur (bk. İSTİRSÂL; MURÂBAHA; TEVLİYE; VADÎA). Fakihlerin bir kısmına göre pazarlığa dayalı satışlardaki (müsâveme), “Daha önce şu fiyatı verdiler, vermedim” veya, “Maliyeti şu, bundan aşağısı zarar eder” gibi beyanlar, gerçeğe aykırı olması ve satımın gabn-i fâhiş içermesi durumunda alıcı için akdi feshetme yetkisi veren sözlü tağrîr kabul edilmiştir. Tağrîr, satıcının muhatabını aldatmak amacıyla sözleşmeye konu olan malda kendisi tarafından bilinen bir kusuru açıklamayıp susması gibi olumsuz davranışlarla da meydana gelebilir. Buna “tağ-rîr bi’l-kitmân” denilmektedir. Fakihlerin çoğunluğu, bu durumda alıcının sözleşmeyi bozma olduğu gibi kabul etme hususunda muhayyer sayılması için gizlenen kusurun ayıp muhayyerliği doğuracak ölçüde olmasını şart koşarken Mâlikîler kusur ne olursa olsun bu muhayyerliğin tanınacağı görüşündedir (ayrıca bk. AYIP). Öte yandan üçüncü kişilerin katkısıyla meydana gelen aldatma şekilleri arasında, bir satım akdinde mal sahibiyle anlaşmalı üçüncü kişinin satın almak niyeti olmadığı halde gerçek müşterileri kandırmak için alıcı gibi görünüp satışa arzedilmiş mala değerinden fazla fiyat teklif etmesi anlamına gelen “neceş” özel bir yer tutar (bk. MÜZAYEDE).

BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “ġrr”, “dls” md.leri; Kâsânî, Bedâʾiʿ, V, 220-233; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, İstanbul 1985, II, 137-140; İbn Kudâme, el-Muġnî (Herrâs), IV, 149-243; İbn Kayyim el-Cevziyye, İʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Beyrut 1973, II, 38-40; İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî (Hatîb), IV, 355-376; Hattâb, Mevâhibü’l-celîl (nşr. Zekeriyyâ Umeyrât), Riyad 1423/2003, IV, 432-443; İbn Nüceym, el-Baḥrü’r-râʾiḳ, VI, 38-126; Şirbînî, Muġni’l-muḥtâc, II, 36-38, 50-65; Şevkânî, Neylü’l-evṭâr, Kahire, ts. (Mektebetü ve Matbaatü Mustafa el-Bâbî el-Halebî), V, 187-189, 206-213, 239-247; Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, İstanbul 1330, I, 586-600; Mustafa Ahmed ez-Zerkā, el-Fıḳhü’l-İslâmî fî s̱evbihi’l-cedîd, Dımaşk 1967, I, 374-386; Abdürrezzâk Ahmed es-Senhûrî, Meṣâdirü’l-ḥaḳ fi’l-fıḳhi’l-İslâmî, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), II, 146-174; Subhî Mahmesânî, en-Naẓariyyetü’l-ʿâmme li’l-mûcebât ve’l-ʿuḳūd, Beyrut 1983, II, 425-431; Muhammed Âl-i Bahrülulûm, ʿUyûbü’l-irâde fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, Beyrut 1404/1984, s. 487-636; Ali Muhyiddin el-Karadâğî, Mebdeʾü’r-rıżâ fi’l-ʿuḳūd, Beyrut 1406/1985, I, 606-705; Muhammed Vefâ, Büyûʿü’t-taġrîr ve’t-tedlîs: Beyʿu’l-meʿîb fi’l-fıḳhi’l-İslâmî ve’l-ḳānûni’l-vażʿî el-Mıṣrî, Kahire 1990; Abdullah b. Nâsır es-Silmî, el-Ġış ve es̱eruhû fi’l-ʿuḳūd, Riyad 1425/2004; Abdüsselam Arı, “Fıkıh Açısından Sözleşmelerde Karşı Tarafı Yanıltma (Hile)”, İÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 1, İstanbul 1999, s. 247-261; “Beyʿu’l-emâne”, Mv.F, IX, 48-52; “Tevliye”, a.e., XIV, 195-202; “Vadîʿa”, a.e., XLIV, 5-7; “İstirsâl”, a.e., III, 296; “Tedlîs”, a.e., XI, 126-130; “Ġışş”, a.e., XXXI, 218-228; “Neceş”, a.e., XL, 118-120; “Ḫıyârü’l-ġabn”, a.e., XX, 148-153; “Ḫıyâne”, a.e., XX, 185-186; “Beyʿ menhî ʿanh”, a.e., IX, 220-223; “Taṣriye”, a.e., XII, 74-77; M. Y. Izzi Dien, “Taghrīr”, EI2, X, 93.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 39. cildinde, 375-376 numaralı sayfalarda yer almıştır.