TÂHİR el-CEZÂİRÎ

Tâhir b. Muhammed Sâlih b. Ahmed es-Sem‘ûnî el-Hasenî el-Cezâirî (1852-1920)

Suriyeli Selefî âlim ve ıslahatçı.

Müellif:

20 Rebîülâhir 1268’de (12 Şubat 1852) Dımaşk’ta doğdu. Soyunun Hz. Hasan’a ulaştığından Hasenî, ailesinin Cezayir’deki kabilesini ve yaşadığı yeri göstermesi dolayısıyla Sem‘ûnî ve Vağlîsî, Mağrib bölgesinden göç etmeleri sebebiyle Mağribî nisbeleriyle de anılır. İlim ve tasavvuf geleneğine sahip bir aileye mensuptur. Fransız işgali yüzünden 1847’de Cezayir’den Şam bölgesine hicret eden ilk grup içinde yer alan babası Muhammed Sâlih Dımaşk’ta Mâlikî kadısı, birkaç göbek önceki dedesi Ebü’l-Kāsım Halvetî şeyhidir. İlk eğitimini babasından alan Tâhir daha sonra Dımaşk’taki Çakmâkıyye Mektebi’nde Abdurrahman el-Boşnâkī’den Arapça, Türkçe ve Farsça’nın yanı sıra birçok ilmin temel meselelerini öğrendi. Ayrıca Türk hocalarından matematik, astronomi ve tarih gibi ilimler tahsil etti. Ölünceye kadar yanından ayrılmadığı ve en çok etkilendiği hocası Abdülganî b. Tâlib el-Meydânî’den değişik ilimlerde ders aldı. Dinin bid‘at ve hurafelerden arındırılmasına ve bunları yayanlara karşı mücadele edilmesi gerektiğine inanması, Cezâirî’nin dinî konulardaki hassasiyetinin ve ıslahatçılığının oluşumunda en büyük etken kabul edilmektedir.

İlk görevine öğretmen olarak 1877’de Dımaşk’taki Melikü’z-Zâhir Mektebi’nde başladı. Eğitimin yaygınlaştırılması ve yeni okulların açılması amacıyla aynı yıl kurulan el-Cem‘iyyetü’l-hayriyye’ye ve kısa bir müddet sonra da vilâyette Meclis-i Maârif’e üye oldu. 1878’de dönemin Suriye Valisi Midhat Paşa tarafından Suriye mekâtib müfettişliğine getirildi. Ardından Şam İdâdî Mektebi’nde çeşitli dersler verdi. 1890’da Şam bölgesinde ilköğretimin gelişmesine katkılarından dolayı Suriye Valisi Mustafa Âsım Paşa kendisinin dördüncü dereceden Mecîdî nişanı ile taltifini istedi (BA, MF.MKT, nr. 121.12). 1898 yılında Suriye kütüphaneler müfettişliği görevine tayin edildi. 1902’de Jön Türkler’e ait yasak yayın bulundurduğu şüphesiyle evi arandı (Hâfız – Abâza, I, 371; Commins, s. 187). 1907’de Mısır’a göç etti. 1916’da yeğeni Selîm el-Cezâirî’nin Cemal Paşa tarafından idam ettirilmesinin etkisiyle Şerîf Hüseyin isyanına katıldı (Commins, s. 280). 1919 yılının sonlarına doğru Dımaşk’a geri döndü. Buradaki el-Mecmau’l-ilmiyyü’l-Arabî üyeliğine ve el-Mektebetü’l-umûmiyye adıyla 1881’de kurduğu Zâhiriyye Kütüphanesi’nin ilk müdürlüğüne getirildi. 6 Ocak 1920 tarihinde Dımaşk’ta vefat etti, vasiyeti üzerine Kāsiyûn dağı eteğinde bulunan Zülkifl Mezarlığı’na defnedildi. Cezâirî’nin aşırı derecede sigara tiryakisi oluşu astım hastalığına yakalanmasına sebep olmuştur. Hastalığın kendisine verdiği ıstırapların çoğalması sebebiyle doktorundan kendisine dinde mubah olduğunu ileri sürdüğü ötanazi uygulamasını istediği bilinmektedir (M. Kürd Ali, Künûzü’l-ecdâd, s. 18). Şam bölgesinin Muhammed Abduh’u diye anılan Tâhir el-Cezâirî ardında bıraktığı eserler, kurduğu okullar ve kütüphaneler, etkilediği kişilerle XIX. yüzyılın sonları ve XX. yüzyılın başlarında bölgenin ilim ve fikir hayatı üzerinde etkili olmuştur. Tabakat, terâcim-i ahvâl ve eski kaynakları tanıma hususundaki engin bilgisinden dolayı ayaklı kütüphane, ansiklopedi ve bibliyograf gibi lakaplarla anılırdı. Arap dilinin sarf, nahiv ve belâgat alanlarında devrinin en önde gelen âlimi olarak kabul edilmiştir (a.g.e., s. 11).

Arap entelektüel uyanış hareketinin Şam bölgesindeki öncülerinden kabul edilen Cezâirî, başta eğitim olmak üzere çeşitli alanlarda reformların gerçekleştirilmesi yolunda çalışmıştır. Dımaşk’ta ilk defa kızların eğitim gördüğü mekteplerin açılışını gerçekleştirmesi, ilkokul müfredatına el sanatları dersinin konulmasını istemesi gibi düşünce ve uygulamalarıyla Suriye’de eğitim alanında yeni bir ufuk açmıştır. Cezâirî’nin kırâat-i aşere ve takrîb dersleri veren ayrı bir mektebin kurulması yönünde önemli çabaları olmuş (a.g.e., s. 37), ayrıca birçok dergi, kitap ve broşür onun yönlendirmesi sayesinde Şam ve Mısır’da yayımlanmaya başlanmıştır. Tâhir el-Cezâirî, İslâm toplumlarının en önemli eksiklerinden birinin kurum halinde bir araya gelememeleri olduğunu söylemiş, gerek icraatları gerekse tavsiyeleriyle konuyu hayatı boyunca gündemde tutmuştur. Hidiv Abbas Hilmi’den Mısır’da Arap Dili Okulu’nun yanı sıra matbaasıyla birlikte bir tercüme evinin kurulmasını istemesi (er-Riḥle ilâ Mıṣr, vr. 2b, 3a) bu yaklaşımı ile alâkalıdır. Suriye ve Filistin bölgesindeki el yazması eserlerin Zâhiriyye Kütüphanesi’nde ve tasnifinde büyük emek sarfettiği Kudüs’teki Hâlidiyye Kütüphanesi’nde toplanarak muhafaza edilmesinde Cezâirî’nin önemli katkıları olmuştur. İncelemelerde bulunduğu İstanbul kütüphanelerindeki nâdir el yazmalarının ayrı bir kütüphanede koruma altına alınmasını teklif etmiştir (M. Kürd Ali, Künûzü’l-ecdâd, s. 35). Birçok şarkiyatçı ile yakın ilişki içine giren Cezâirî bunların bazılarıyla yazışmalarda bulunmuş, bazıları tarafından ziyaret edilmiş, bazılarını Avrupa’ya gittiğinde kendisi ziyaret etmiştir. Bu şarkiyatçılar arasında Ignaz Goldziher, Max Horten, Ignazio Guidi, D. Samuel Margoliouth gibi isimler yer alır.

Dımaşk’ta haftada birkaç defa Tâhir el-Cezâirî’nin başkanlığında gerçekleşen sohbet meclisleri onun fikirlerini aktarmak için yararlandığı önemli ortamlar arasında yer alır. Bilimsel, kültürel ve siyasal konuların tartışıldığı bu toplantılara Cemâleddin el-Kāsımî, Abdürrezzâk el-Baytâr ve Selîm el-Buhârî; daha küçük yaşlardaki Muhammed Kürd Ali, Hayreddin ez-Ziriklî, Cemîl el-Azm, Refik Bey el-Azm, Şükrü el-Aselî, Abdülhamîd ez-Zehrâvî, Selîm el-Cezâirî, Abdurrahman eş-Şehbender, Fâris el-Hûrî, Muhibbüddin el-Hatîb ve Muhammed Saîd el-Bânî gibi Suriye’nin ilmî ve siyasî faaliyetlerinde belirleyici rol oynayan simalar katılırdı. Diğer taraftan devrin önemli ıslahatçılarından olmalarına rağmen Cezâirî ile Muhammed Abduh’un birbirinden nefret ettiği, Cemâleddîn-i Efgānî ile birbirini hiç duymamış gibi davrandıkları ve Abduh ile aralarındaki nefretin siyasî ve şahsî sebeplere dayandığı ifade edilmektedir (Adnân el-Hatîb, s. 123). Uykusuzluk (seher) hastalığına müptelâ olduğundan gecelerini kitap okuma ve sohbetle geçiren Cezâirî’nin ceplerine yolculuklarda gerekli kalem, kâğıt, iğne, iplik, makas ve ustura gibi araç gereçleri koyduğu cübbesi meşhurdur. Suriye ve Filistin topraklarında hemen hemen gitmediği yerleşim birimi bırakmadığı için (M. Saîd el-Bânî, s. 127) yörenin Evliya Çelebi’si diye anılmıştır. Hangi ortamda olursa olsun ezan okunur okunmaz orada namaz kılması ve zâhidâne hayatıyla da tanınmıştır.

Tâhir el-Cezâirî’ye göre İslâm toplumunun kurtuluşu, Selef’in anladığı mânada dinin saf ve temiz haliyle algılanması ve uygulamasıyla mümkündür. İslâm toplumunda yaygın bid‘at ve hurafelerin yerine dinin aslı yerleştirilmeli, dinin yorumlanmasında ilmin ve aklın rehberliği ön plana çıkarılmalıdır. Cezâirî’de Selefî bakış açısı ağırlık bassa da birçok konudaki akılcı yaklaşımı ve yorumları onu diğer Selefîler’den ayırmaktadır. Tefsirde yirmi sekiz maddede özetlediği bir metot benimsemesi ve bu metotların çoğunun Kur’an’ı yorumlamada aklı ön plana çıkaran prensipler içeriyor olması (et-Teẕkire, I, vr. 70a, 85a) dinin anlaşılmasında onun akla verdiği rolü ortaya koyması bakımından önemlidir. Fıkhî bir mezhebe bağlı olmadığını özellikle vurgulayan Cezâirî bu anlamda kendini Ehl-i sünnet’e mensup biri olarak tanımlamış; İbn Hazm, Gazzâlî, İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye’nin fikirlerini kendine daha yakın bulduğunu söylemiştir. Zaman zaman Şîa, İbâzıyye ve Mu‘tezile mezhebinin görüşlerini Ehl-i sünnet’e tercih etmiş (M. Kürd Ali, Künûzü’l-ecdâd, s. 13), ictihadın ve aklın rehberliğinin İslâm toplumlarının dinamizminin en önemli kaynağı olduğuna vurgu yapmıştır.

Ona göre müslüman toplumların kalkınması tek başına ilme dayalı bir metotla gerçekleşemez. İdeal kalkınma ancak ilmin ahlâkî değerlerle paralel bir şekilde geliştirilmesiyle mümkündür. Bu sebeple Doğu toplumlarının gelişiminde ahlâkî değerlere sahip çıkılması kalkınmanın en önemli şartlarındandır. Cezâirî Batılılaşma hareketine körü körüne taklit noktasında karşı çıkmıştır. Zira Batı medeniyetinden İslâm ümmetinin gelişmesine katkı sağlayacak bilim ve teknoloji alanındaki bazı unsurların alınması, fakat ahlâkî açıdan zararlı yönlerinin mutlaka terkedilmesi taraftarıdır. İslâm’ın ruhuna uygun geleneklerin muhafazasını savunması açısından gelenekçi olmasına rağmen toplumsal katmanlarda revaçta olan zararlı bazı âdet ve geleneklerden bir an önce vazgeçilmesini istemesi yönüyle de ıslahatçıdır. İslâm ümmetine has bazı özelliklerin ne pahasına olursa olsun korunması gerektiği düşüncesini taşıdığından, dönemin tartışma konularından biri olan hicrî takvim yerine milâdî takvimin kullanılması fikrine büyük tepki göstermiştir (a.g.e., s. 40). İslâm toplumlarının kalkınmasının, içinde yaşadığı dünya değerlerinin ve İslâm kültürünün iyice benimsenmesinden geçtiğini savunan Cezâirî bu yolun uzun ve zahmetli olmasına rağmen en sağlam yol sayıldığına işaret etmiş, şiddet, ihtilâl ve devrim yoluyla gerçekleştirilecek toplumsal değişimlerin ise uzun soluklu olamayacağını vurgulamıştır (M. Kürd Ali, Müẕekkirât, III, 719).

Tâhir el-Cezâirî, Osmanlı idarecilerinin güttüğü siyasetten hoşlanmamasına rağmen sohbetlerinde Türkler’in edep ve terbiyelerini, evlerindeki düzenlerini, büyüklerine karşı güzel muamelelerini ve davranışlarındaki nezaketi takdir etmiş, bu yönleriyle Türkler’den övgüyle söz etmiştir. Özellikle ömrünün son dönemlerinde İngilizler’le yakınlaştığı anlaşılmaktadır. Vefatından kısa bir süre önce 1919 yılında Irak’taki İngiliz görevlilerinden Gertrude Lowthian Bell’e yazdığı ve “Arap ümmetine ve Büyük Britanya Devleti’ne bağlı Tâhir el-Cezâirî” sözüyle bitirdiği mektubunda İngiltere’den Arap dünyasındaki ilmî faaliyetleri desteklemesini, ticareti geliştirmesini, Arapça’nın, Arap âdet ve geleneklerinin korunmasını sağlayacak resmî kurumların açılmasını, alkollü içeceklerin satışının yasaklanmasını istemiştir (M. Kürd Ali, Künûzü’l-ecdâd, s. 44-53). Cezâirî’nin çok farklı alanlarda fikir ve görüş beyan etmesinin ardında çeşitli yabancı dillere âşina olmasının ve bu kültürlere mensup bazı insanlarla kurduğu ilişkilerin etkisi olsa gerektir. Küçük yaşlardan itibaren matematik, astronomi ve arkeoloji gibi müsbet ilimlere ilgi göstermiş, matematik, geometri ve eğitim bilimleri alanlarda ilkokullarda okutulmak üzere eserler yazmıştır.

Eserleri. 1. Tefsîrü’l-Ḳurʾân. Beyzâvî tefsiri üzerine bir hâşiye olup kaynaklarda et-Tefsîrü’l-kebîr şeklinde de anılan eserin yegâne nüshası et-Teẕkire ve fîhâ Tefsîrü’l-Beyżâvî adıyla kayıtlıdır (Mektebetü’l-Esed, Zâhiriyye, nr. 11743-11746). Cezâirî sağlığında bütün eserlerini et-Teẕkiretü’ṭ-Ṭâhiriyye şeklinde adlandırmıştır. Dört bölümden oluşan et-Teẕkiretü’ṭ-Ṭâhiriyye’nin birinci bölümünü bu hâşiye oluşturmaktadır. Bütün âyetleri içeren tam bir hâşiye niteliği taşımayan eserde diğer kaynaklardan yapılmış nakillerin fazlalığı dikkat çekmekte olup daha çok İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye’nin eserlerinden alıntılar niteliğindedir. Tefsirde Arap dilinin ve kıraat ilminin önemine özel vurgu yapan Cezâirî’nin eserinde dirâyet metodu ağır basmakta, fıkhî ihtilâflara ve kelâm tartışmalarına temas edilmektedir. Müellif, yaşadığı dönemin tasavvuf anlayışına ciddi eleştiriler yöneltmesine rağmen tefsirinde Muhyiddin İbnü’l-Arabî’den ve el-İbrîz gibi bazı tasavvufî kaynaklardan nakillere yer vermiş, Tevrat ve İncil ile Kur’an arasında sık sık mukayeseler yapmıştır. 2. el-Cevâhirü’l-kelâmiyye (Dımaşk 1302; Beyrut 1905, 1986). Akaid ilminin temel meselelerinin soru-cevap şeklinde basit bir üslûpla kaleme alındığı bir eser olup Hollandaca’ya (Brill 1948) ve Abdurrahman Ensari tarafından Türkçe’ye (İslam Akaidi, İstanbul 2001) çevrilmiştir. 3. Tevcîhü’n-naẓar ilâ uṣûli’l-es̱er (Kahire 1328; Beyrut 1980; nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde, I-II, Beyrut 1995). 4. Ḥadîḳatü’l-eẕhân fî ḥaḳīḳati’l-beyân (Dımaşk 1298; nşr. Adnân b. Ömer el-Hatîb, Dımaşk 2009). 5. el-Kâfî fi’l-luġa. Arapça’dan Arapça’ya bir sözlük çalışması olup çoğu kaybolmuş olan eserin kalan kısmı basılmıştır (Kahire 1326; nşr. Ebûbekir Belkāsım Dayf, Beyrut 2007). 6. et-Taḳrîb li-uṣûli’t-taʿrîb (Mısır 1337). Diğer dillerden ve bilhassa Farsça’dan Arapça’ya geçen kelimeleri konu edinen eser Cezâirî’nin son telifidir. 7. Kitâbü eşhüri’l-ems̱âl (Mısır 1338; Dımaşk 1995). 8. et-Tibyân libaʿżi’l-mebâḥis̱i’l-müteʿalliḳa bi’l-Ḳurʾân ʿalâ ṭarîḳi’l-İtḳān (Kahire 1334; nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde, Halep 1992, 3. bs.). Süyûtî’ye ait el-İtḳān fî ʿulûmi’l-Ḳurʾân adlı kitabın ilk dörtte birlik bölümünün ihtisarı ve şerhi niteliğindedir. 9. Şerḥu Dîvâni ḫuṭabi İbn Nübâte. İbn Nübâte el-Hatîb ile oğlu Ebû Tâhir Muhammed’e ait hutbelerin şerhidir (Beyrut 1311; İ‘tinâ Ahmed Ferîd el-Mezîdî, Beyrut 2007). 10. Münyetü’l-eẕkiyâʾ fî ḳaṣaṣi’l-enbiyâʾ (Dımaşk 1299). Cezâirî’nin Türkçe’den Arapça’ya yaptığı tercümelerden biridir.

Tâhir el-Cezâirî, Câhiz’in el-Ḥanîn ile’l-evṭân, İbn Kuteybe’nin Telḫîṣu Edebi’l-küttâb, Sâlih b. Cennâh’ın el-Edeb ve’l-mürûʾe, İbnü’l-Mukaffa‘ın el-Edebü’ṣ-ṣaġīr, İbn Hibbân el-Büstî’nin Ravżatü’l-ʿuḳalâʾ ve nüzhetü’l-fużalâʾ, Râgıb el-İsfahânî’nin Tafṣîlü’n-neşʾeteyn ve taḥṣîlü’s-saʿâdeteyn, İbn Sa‘d el-Ensârî’nin İrşâdü’l-ḳaṣâʾid ilâ esne’l-maḳāṣıd, İbn Miskeveyh’in el-Fevzü’l-aṣġar ve İbn Habbâk’ın Buġyetü’ṭ-ṭullâb fî ʿilmi’l-usṭurlâb adlı eserlerini ilk defa neşretmiştir. Onun telif, tercüme, şerh, ihtisar, hâşiye, tahkik ve neşirlerden oluşan irili ufaklı 200’ü aşkın eserinden bir kısmı henüz yazma halindedir (eserlerinin listesi için bk. Çimen, s. 72-86; el yazması eserleri için ayrıca bk. el-Hâfız – el-Hıyemî, s. 515, 563-565, 569-576). Tâhir el-Cezâirî hakkında Muhammed Saîd el-Bânî’nin ve Adnân el-Hatîb’in çalışmaları vardır (bk. bibl.). Abdurrahman el-Hâc İbrâhim eş-Şeyḫ Ṭâhir el-Cezâʾirî ve nehḍatü’l-İslâm ve Hâzim Zekeriyyâ Muhyiddin eş-Şeyḫ Ṭâhir el-Cezâʾirî râʾidü’t-tecdîdi’d-dînî fî Bilâdi’ş-Şâm fî ʿaṣri’l-ḥadîs̱ (Dımaşk 1421/2001) adıyla birer eser kaleme almışlardır. Abdullah Emin Çimen (bk. bibl.) ve Sacit Ekerim (Tâhir el-Cezâirî ve Tevcîhu’n-nazar Adlı Eseri Çerçevesinde Hadisçiliği [2005, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü]) Cezâirî üzerine yüksek lisans tezi hazırlamışlardır.

BİBLİYOGRAFYA
BA, MF.MKT, nr. 155.82, 167.14, 168.59, 1006.15, 1093.57; BA, DH.MKT, nr. 1494.15, 1500.13; Tâhir el-Cezâirî, et-Teẕkire ve fîhâ Tefsîrü’l-Beyżâvî, Mektebetü Esed, Zâhiriyye, nr. 11743-11746, I, vr. 70a, 85a, 368a, 544b, 620a; a.mlf., er-Riḥle ilâ Mıṣr ve muḳābeletü’l-Ḫidîvî, Mektebetü Esed, Zâhiriyye, nr. 11721, vr. 2b, 3a; a.mlf., et-Tibyân libaʿżi’l-mebâḥis̱i’l-müteʿalliḳa bi’l-Ḳurʾân ʿalâ ṭarîḳi’l-İtḳān, Kahire 1334, s. 52; a.mlf., Tevcîhü’n-naẓar, Beyrut, ts., s. 22, 418; Suriye Vilâyet Salnâmesi (1300), s. 100; M. Saîd el-Bânî, Tenvîrü’l-beṣâʾir bi-sîreti’ş-Şeyḫ eṭ-Ṭâhir, Dımaşk 1920; M. Kürd Ali, Müẕekkirât, Dımaşk 1368/1949, III, 719-720, 892; a.mlf., Künûzü’l-ecdâd, Beyrut, ts., tür.yer.; Adnân el-Hatîb, eş-Şeyḫ Ṭâhir el-Cezâʾirî râʾidü’n-nehḍati’l-ʿilmiyye fî Bilâdi’ş-Şâm, Kahire 1971, s. 92, 98, 111, 123; M. Abdülcevâd el-Kayâtî, Nefḥatü’l-beşşâm fî riḥleti’ş-Şâm, Beyrut 1401/1981, s. 121-122, 130; M. Mutî‘ el-Hâfız – Nizâr Abâza, Târîḫu ʿulemâʾi Dımaşḳ, Dımaşk 1406/1986, I, 366-380; M. Mutî‘ el-Hâfız – Salâh Muhammed el-Hıyemî, el-Fihrisü’l-ʿâm li-maḫṭûṭâti Dâri’l-kütübi’ẓ-Ẓâhiriyye, Dımaşk 1407/1987, s. 515, 563-565, 569-576; D. D. Commins, Osmanlı Suriyesi’nde Islahat Hareketleri (trc. Selahaddin Ayaz), İstanbul 1993, tür.yer.; Abdullah Emin Çimen, Tahir el-Cezairi ve Tefsir İlmindeki Yeri (yüksek lisans tezi, 1993), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Fihrisü maḫṭûṭâti’l-Mektebeti’l-Ḫâlidiyye: el-Ḳuds, London 1427/2006, Velîd el-Hâlidî’nin takdim yazısı, s. 29-30; İskender Ma‘lûf, “eş-Şeyḫ Ṭâhir el-Cezâʾirî ed-Dımaşḳī”, el-Meşriḳ, XVIII, Beyrut 1920, s. 145; Sâlih Muhlis Rızâ, “eş-Şeyḫ Ṭâhir el-Cezâʾirî ed-Dımaşḳī: Ḥayâtühû ve mevtühû ve neşʾetühü’l-ʿilmiyye”, el-Menâr, XXII/8, Kahire 1921, s. 637-640; Mağribî, “eẓ-Ẓâhir min âs̱âri’ş-şeyḫ Ṭâhir”, MMİADm., III (1923), s. 171-172; J. H. Escovitz, “He was the Muhammad Abduh of Syria, a Study of Tahir al-Jazâirî and His Influence”, IJMES, XVIII (1986), s. 293-310.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 39. cildinde, 395-398 numaralı sayfalarda yer almıştır.