TAHYÎR

Mükellefin iki hüküm veya fiil arasında seçim yapmakta serbest olması anlamında fıkıh terimi.

Müellif:

Sözlükte “bir kimseye iki veya daha fazla seçenek arasında tercih imkânı vermek” anlamındaki tahyîr kelimesi usûl-i fıkıhta ve fıkıhta sözlük anlamına uygun biçimde değişik bağlamlarda kullanılmıştır. Aynı kökten türeyen ihtiyâr ve tahayyur “iki durumdan daha iyi olanı istemek ve seçmek” (aynı anlamda isim olarak “hıyâr”/“muhayyerlik” kullanılır), hîre/hıyere/hayre “seçim yapmak” ve “seçilen”, istihâre “yapılması düşünülen bir işin Allah katında hayırlı olan şekliyle gerçekleşmesini istemek” demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de hıyere kelimesi iki âyette (el-Kasas 28/68; el-Ahzâb 33/36) ve bazı hadislerde geçmekte, tahyîr masdarından türeyen fiiller de birçok hadiste yer almaktadır (Wensinck, el-Muʿcem, “ḫyr” md.). Hanımlarının bazı maddî talepleri ve aralarındaki kıskançlık sebebiyle üzüntü duyan Resûl-i Ekrem’in onlara bir ay süreyle yaklaşmamak üzere yemin edip bunu uygulaması üzerine (bk. ÎLÂ) nâzil olan ve Peygamber eşlerinden dünya nimetleriyle Allah, Allah’ın resulü ve âhiret arasında tercih yapmalarını isteyen âyetle (el-Ahzâb 33/28-29), haklarında hüküm vermesi için kendisine gelen kâfirler arasında hüküm verip vermeme konusunda Resûlullah’ı muhayyer bırakan âyet (el-Mâide 5/42) kaynaklarda “tahyîr âyeti” diye adlandırılmıştır. Tahrîm sûresinin (66) 5. âyeti de Ahzâb sûresindekiyle ilişkilendirilerek bazı kaynaklarda aynı adla anılmıştır.

Fıkıh usulünde teklifî hükümlerle ilgili terminolojinin çerçevesi çizilirken iktizâ (gerekli kılma) ve tahyîr (serbest bırakma) kavramları esas alınır. Bazı usul âlimleri, mükellefe sorumluluk yüklemeyen hükümleri “tahyîrî hüküm” adıyla ayrı bir kategori biçiminde değerlendirerek hükmü teklifî (iktizâî), tahyîrî ve vaz‘î diye üç kısma ayırmışlarsa da genelde tahyîr teklifî hüküm kapsamında ele alınıp teklifî ve vaz‘î şeklindeki ikili hüküm taksimi benimsenmiş ve usul literatüründe bu taksim yerleşmiştir (bk. HÜKÜM; MUBAH). Kişinin gerek Allah’a gerekse insanlara ve topluma karşı görevleri değişik yönlerden tasnif edilirken kişiye zaman veya fiil açısından seçim imkânı tanınması tahyîr tabiriyle ifade edilir. Meselâ belli bir vakitte yerine getirilmesi gereken (mukayyet) vâcip için belirlenen zaman dilimi aynı cinsten başka bir ibadetin yerine getirilmesine elverişli ise (muvassa‘) mükellef onu bu dilim içinde istediği bir zamanda eda edebilir. Yine şâriin mükellefi birden fazla işten birini seçme hakkı tanıyarak yükümlü tutması halinde muhayyer vâcipten söz edilir. Bazı usul âlimleri vâcibin bu türleriyle karışmaması için mendubun tanımına “terkinin kınamayı gerektirmediği” veya “terki halinde herhangi bir bedele gerek bulunmadığı” şeklinde bir kayıt koyma ihtiyacı duymuştur. Beş kısım üzerine kurulan teklifî hüküm tasnifinde (vâcip, mendup, haram, mekruh, mubah) mükellefin yapıp yapmamakta muhayyer bırakıldığı fiiller mubah diye adlandırılmıştır. Buradaki tahyîr bir fiili yapıp yapmama arasında olup her iki davranış sebebiyle sevap kazanması veya ceza görmesi söz konusu değildir. Muhayyer vâcip ve muvassa‘ vâcip ile mükellefe bazı menduplar veya bunları yerine getirme biçimleri arasında seçim yapma imkânı tanınması durumunda ise tahyîr, mükellefe yapma veya yapmama konusunda değil yerine getirilecek fiiller veya eda zamanı ve şekilleri arasında bir seçim imkânının verilmesini ifade eder. Dolayısıyla tahyîr ibâhaya nisbetle daha kapsamlıdır; her ibâha tahyîrdir, fakat her tahyîr ibâha sayılmaz. 120 sığırı olan mükellefin zekât olarak üç yaşında üç tosun veya iki yaşında dört dana vermekte serbest bırakılması, hastalık vb. bir sebeple ihram yasaklarını ihlâl eden kimsenin bir koyun kurban etme, üç gün oruç tutma veya altı fakiri doyurma arasında muhayyer olması, anne ve babası ayrılmış çocuğun belirli bir yaşa gelmesiyle bakım ve gözetim (hidâne) süresinin dolması halinde anne veya babasını tercih hakkına sahip bulunması, yemin kefâretinde kişinin on fakiri doyurma, giydirme veya bir köle âzat etme arasında serbest bırakılması, öldürülen kişinin velilerinin katile kısas uygulanmasını isteme, ondan diyet talep etme, bir mal karşılığında veya karşılıksız onu affetme konusunda tercih hakkına sahip olması fürû-i fıkıhta rastlanan tahyîr örneklerindendir. Bazı durumlarda aslî hükmün gereğine uymamayı meşrû kılan geçici hükme göre amel etme mükellefin seçimine bırakılabildiği için tahyîr kavramı azîmet-ruhsat konularında da gündeme gelmektedir. Özellikle satım sözleşmesinde bazı hallerde taraflardan birinin veya her ikisinin akdi onama yahut feshetme hakkına sahip olması (bk. MUHAYYERLİK), seçimlik borcun söz konusu olduğu durumlarda borçlunun belirlenen seçeneklerden birini seçebilmesi borç ilişkileriyle ilgili tahyîr örnekleri arasında sayılabilir.

Ca‘feriyye mezhebinde Usûliyye ekolüne göre şer‘î deliller kitap, sünnet, icmâ ve akıl olup karşılaşılan meseleye dair bir dayanağın bunlarda bulunmaması halinde uygulama ilkelerine (usûl-i ameliyye) başvurulur. Bu ilkeler arasında istishâb, berâet-i asliyye, ihtiyat ve tahyîr başta gelir. Ca‘ferî usul kitaplarında çeşitli yönlerden incelenen tahyîr genel anlamda iki delilin, ahkâmın taalluk ettiği iki emârenin çatışması ve teliflerinin yahut ikisi arasında tercihin mümkün olmaması durumunda mükellefin birini seçebilmesini ifade eder. Bu durumda müctehid bizzat amel için iki hükümden birini seçme, müftü fetva isteyeni iki hüküm arasında serbest bırakma ve hâkim de iki hükümden birini belirleyip ona göre karar verme mevkiindedir. Bu çerçevede tahyîrin esasen şer‘î bir hüküm değil kolaylık prensibine dayalı şer‘î bir vazife olduğu belirtilmiş, bunun şer‘î bir hüküm olan muhayyer veya muvassa‘ vâcipteki tercihten ayrı sayılması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Sünnî usul kaynaklarında da şer‘î deliller arasında çatışma bulunması halinde tercihin şartları ve tercih imkânı ortadan kalktığında her iki delilin geçersiz olup olmadığı, tahyîre yer bulunup bulunmadığı ve başvurulacak diğer delillerin neler olduğu gibi hususlar tartışılmıştır (bk. TEÂRUZ; TERCİH).

BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “ḫyr” md.; Şerîf el-Murtazâ, eẕ-Ẕerîʿa ilâ uṣûli’ş-şerîʿa (nşr. Ebü’l-Kāsım Gürcî), Tahran 1363 hş., I, 57, 64, 88-89, 93-99, 139, 143-145, 320-322, 446-447, 802-804; Ebû Ca‘fer et-Tûsî, el-ʿUdde fî uṣûli’l-fıḳh (nşr. M. Rızâ el-Ensârî el-Kummî), Kum 1417, I, 148, 155, 198, 219-224, 234-241; , I, 65, 67-70; II, 392-407; Seyfeddin el-Âmidî, el-İḥkâm fî uṣûli’l-aḥkâm, Kahire 1387/1968, I, 90-91, 94-102, 114-115; İbnü’l-Mutahhar el-Hillî, Mebâdiʾü’l-vüṣûl ilâ ʿilmi’l-uṣûl (nşr. Abdülhüseyin M. Ali el-Bakkāl), Kum 1404, s. 102-105, 230-234; Şâtıbî, el-Muvâfaḳāt, I, 9-114, 140-148; Şevkânî, İrşâdü’l-fuḥûl (nşr. Ebû Mus‘ab M. Saîd el-Bedrî), Beyrut 1412/1992, s. 23-24, 455-472; M. Takī el-Hakîm, el-Uṣûlü’l-ʿâmme li’l-fıḳhi’l-muḳāren, Beyrut 1983, s. 503-509, 539-546; Abdüssemî‘ el-Enîs, “Ḥâdis̱etü’t-taḫyîr fî iṭâri’l-muʿâleceti’n-nebeviyye li-müşkilâti’l-ḥayâti’z-zevciyye”, el-Aḥmediyye, sy. 12, Dübey 1423/2002, s. 17-58; “Taḫyîr”, Mv.F, XI, 67-81; Hüseyin Kânî, “Taḫyîr”, Dânişnâme-i Cihân-ı İslâm, Tahran 1380/2002, VI, 732-734.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 39. cildinde, 442-443 numaralı sayfalarda yer almıştır.