TAKVÎMÜ’l-EDİLLE

Ebû Zeyd ed-Debûsî’nin (ö. 430/1039) fıkıh usulüne dair eseri.

Müellif:

Cessâs’ın (ö. 370/981) el-Fuṣûl fi’l-uṣûl’ünden (Uṣûlü’l-fıḳh) sonra Hanefî fıkıh usulünün günümüze ulaşan en eski eseridir. Kaynaklarda geçen Cessâs öncesine ait usul eserleri zamanımıza kadar gelmediği gibi bunlara yapılan atıfların sonraki Hanefî fıkıh usulüne katkısı sınırlı olmuştur. Meselâ Îsâ b. Ebân’a (ö. 221/836) yapılan atıflar, fıkıh usulünün ikinci delili sayılan sünnet konusu dışında sistematik bir nitelik arzetmemekte, bu konu dışında bir başka eski müellife yapılan düzenli atıflara rastlanmamaktadır (Bedir, Islamic Law and Society, IX/3 [2002], s. 285-311). Dolayısıyla bu iki çalışmanın Hanefî fıkıh usulünün kurucu metinleri olduğu kabul edilebilir. Cessâs’ın özellikle itikadî anlayışı etrafında bazı kuşkular bulunduğu, günümüze eksik ulaşan eserinin sistematik biçimde düzenlenmediği ve kelâmcı yöntemine daha yakın bulunduğu göz önüne alındığında onun bu konudaki katkısının dolaylı olduğunu ve Debûsî’nin klasik Hanefî usul teorisinin gerçek kurucusu sayılması gerektiğini söylemek mümkündür. Nitekim İbn Haldûn, Şâfiî’den sonra fıkıh usulü ilmine Hanefî âlimlerinin büyük katkısından söz ederken Debûsî’nin kıyas teorisini geliştirerek fıkıh usulü ilminin olgunlaşmasını sağladığına dikkat çeker ve onun eserinin Hanefî (fukaha) yöntemine göre yazılmış usul kitaplarının en güzellerinden olduğunu söyler (Muḳaddime, s. 576, 577). Debûsî’nin rolünün önemli bir göstergesi de Hanefî usul kitaplarının başında gelen Serahsî’nin Uṣûl’ü ile Pezdevî’nin Kenzü’l-vüṣûl’ünün Debûsî öncülüğünde gelişen Buhara Hanefî okuluna ait eserler olması ve bunların Taḳvîmü’l-edille’yi gerek şekil gerekse muhteva açısından takip etmesidir (Bedir, Early Development, özellikle I. Bölüm). Ancak özellikle usul sistematiğinin belirlenmesi açısından Taḳvîmü’l-edille öncü konumunda bulunmakla birlikte ikisi arasında yapılan karşılaştırmalı metin tahlili Debûsî’nin muhtemelen hocası Ebû Ca‘fer el-Üsrûşenî aracılığıyla haberdar olduğu Cessâs’ın el-Fuṣûl fi’l-uṣûl’ünden etkilendiğini ve genel çerçevesi itibariyle büyük ölçüde onu izlediğini göstermektedir.

Debûsî’nin uzun dönemde görülen esas etkisi, İbn Haldûn’un fukaha yöntemi adını verdiği usul teorisi yaklaşımını başlatmasındadır. Bu yönteme göre yazılan eserlerde konu başlıklarının ve başlıklar altına girecek meselelerin belirlenmesinde Debûsî’nin seçimleri belirleyici olmuştur. Taḳvîmü’l-edille’de fıkıh usulü ile fürû-i fıkıh arasında sıkı bir irtibat kurulmaya çalışılırken kelâm tartışmaları olabildiğince fıkıh usulü kapsamı dışına çıkarılmış, ehliyet gibi konular ilk defa bu ilim kapsamında işlenmiştir. Debûsî eserini fıkıh usulünde delil olarak bilinen hüccet terimi etrafında düzenlemiştir. Hüccetlerin aklî ve şer‘î olmak üzere ikiye ayrıldığını belirten müellif, fıkıh usulünün esasını teşkil eden şer‘î hüccetleri bilgiyi zorunlu kılan kanıtlar ve bilgiyi mümkün kılan kanıtlar şeklinde iki gruba ayırır. Ardından kati deliller şeklinde adlandırılacak birinci grup delilleri muhkem âyet, mütevâtir sünnet ve icmâ; zannî deliller olarak şöhret bulacak ikinci grup delilleri müevvel âyet, haber-i vâhid ve kıyas diye sıralar. Debûsî, fıkıh usulünün temel konularını işlerken kelâm değerlendirmelerinden uzak dursa da bilgi ve kanıtların sınıflandırılmasında ve özellikle İslâmî hükümlerin dayanağı olan kesin-zorunlu bilgi yolları ile yoruma açık bilgi yollarının arasını ayırmada daha çok İslâm felsefesi ve kelâm ilimlerinde geçen vâcip ve mümkün kavramlarını kullanır. Muhtemelen Kur’ân-ı Kerîm’in zanna dayalı tavrı yeren ifadeleri (meselâ bk. Yûnus 10/36) Debûsî’yi zannî bilgi yerine mümkün bilgi adlandırmasını tercihe sevketmiştir. Daha sonra “aklî hüccetler” başlığı altında aklî önermelerin şeriatla ilişkisini tartışan Debûsî’nin bu açıdan fıkıh usulü tarihinde bir ilki gerçekleştirdiği söylenebilir. Özellikle akıl-vahiy ilişkisine dair konuları ele aldığı bu bölümde diğer usulcülerin yapmadığı ölçüde İslâm hukuk felsefesinin en önemli sorunlarından birini ayrıntılı biçimde incelemiştir (Bedir, , XLIII/2 [2004], s. 227-245). Debûsî’nin ve özellikle Taḳvîmü’l-edille’nin başarısı, Hanefî iken Şâfiîliğe geçen Ebü’l-Muzaffer es-Sem‘ânî’nin eski mezhebine yönelttiği eleştirilerde Debûsî’yi doğrudan hedef seçmesinden anlaşılmaktadır. Sem‘ânî el-Iṣṭılâm ve Ḳavâṭıʿu’l-edille adlı eserlerinin hemen her bölümünde Taḳvîmü’l-edille’den uzun iktibaslar yapar ve ardından kendi eleştirilerini sıralar. Gazzâlî de el-Müstaṣfâ’da Debûsî’ye atıflarda bulunduğu gibi (I, 27-28) illet nazariyesine dair eserini (Şifâʾü’l-ġalîl) önemli ölçüde onun Taḳvîmü’l-edille’deki görüşleriyle bağlantılı biçimde kaleme almıştır.

Kaynaklarda Taḳvîmü’l-edille üzerine biri şerh, diğeri ihtisar olmak üzere iki çalışmadan söz edilir. İlki Ebü’l-Usr el-Pezdevî’ye ait olup Kâtib Çelebi bunun âlimler arasında “şerh bi’l-kavl” türünden muteber bir eser olarak bilindiğini belirtir (, I, 467). İhtisar çalışması, Debûsî’nin öğrencisinin öğrencisi Ebû Bekir Fahreddin Muhammed b. Hüseyin el-Ersâbendî tarafından yapılmıştır (a.g.e., a.y.; Kureşî, III, 145-146, 148). Bu ihtisarın Süleymaniye (Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 350) ve Çorum İl Halk (nr. 1068) kütüphanelerindeki nüshaları -baş ve sonları farklı olsa da- aslında aynı nüshadır. Bu farklılık, Çorum nüshasının mukaddimesiyle sonda yer alan aklî deliller bölümü eserin aslından aynen kopyalandığı için meydana gelmiştir ve muhtemelen bu kısım el-Muḫtaṣar’ın aslına dahil değildir. Öte yandan Kâtib Çelebi’nin Taḳvîmü’l-edille’yi ihtisar eden kişinin künyesini Ebû Ca‘fer diye kaydetmesi Kureşî’nin el-Cevâhir’inden kaynaklanan bir yanlış olmalıdır; zira Kureşî’nin Ebû Ca‘fer ve Ebû Bekir diye verdiği iki kişi aynı kişi olmalıdır. Taḳvîmü’l-edille’yi neşreden Abdülcelîl Atâ el-Bekrî, Ersâbendî’nin el-Muḫtaṣar’ından yaptığı alıntıları dipnotlarda kaydetmiştir. Çok sayıda yazması günümüze ulaşan Taḳvîmü’l-edille’nin bilinen en eski nüshası 472 (1079) yılında istinsah edilmiş olup Konya Yûsuf Ağa Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (nr. 6799). Eserin muhtelif baskıları (bk. bibl.) bu nüshaya başvurulmadan hazırlanmıştır. Taḳvîmü’l-edille üzerine çoğu eserin tamamının veya bir bölümünün tahkikine yönelik birçok yüksek lisans ve doktora çalışması yapılmıştır.


BİBLİYOGRAFYA

Debûsî, Taḳvîmü’l-edille, Yûsuf Ağa Ktp., nr. 6799; a.e. (nşr. Halîl Muhyiddin el-Meys), Beyrut 1412/2001; a.e. (nşr. Adnân el-Alî), Beyrut 2006; a.e.: Taḳvîmü uṣûli’l-fıḳh ve taḥdîdü edilleti’ş-şerʿ (nşr. Abdülcelîl Atâ el-Bekrî), Dımaşk-Trablus 2005.

a.mlf., el-Esrâr fi’l-uṣûl ve’l-fürûʿ fî taḳvîmi edilleti’ş-şerʿ (nşr. Mahmûd Tevfîk Abdullah el-Avâtilî er-Rifâî), Amman 1999.

Ebü’l-Muzaffer es-Sem‘ânî, Ḳavâṭıʿu’l-edille fî uṣûli’l-fıḳh (nşr. Abdullah b. Hâfız b. Ahmed el-Hakemî), Riyad 1419/1998, I, 7.

Gazzâlî, el-Müstaṣfâ (nşr. Hamza b. Züheyr Hâfız), Medine 1413/1993, I, 27-28; III, 623, 644, 694.

, s. 112.

, III, 145-146, 148.

Ebû Bekir Fahreddin Muhammed b. Hüseyin el-Ersâbendî, Muḫtaṣaru Taḳvîmi’l-edille, Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 350; Çorum İl Halk Ktp., nr. 1068.

İbn Haldûn, Muḳaddime (nşr. Halîl Şehhâde), Beyrut 1421/2001, s. 576, 577.

, I, 467.

Masum Vanlıoğlu, İlk Dönem Hanefi Hukukçularından Ebu Zeyd Debusi ve Takvimu’l-edille İsimli Kitabının Edisyon Kritiği (yüksek lisans tezi, 1997), UÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Murteza Bedir, Early Development of Hanafi Usul al-Fiqh (Legal Theory), (doktora tezi, 1999), Manchester University Faculty of Arts.

a.mlf., “Klasik Hanefi Fıkıh Teorisinin Hikayesi”, İslam ve Klasik (haz. Sami Erdem – M. Cüneyt Kaya), İstanbul 2008, s. 79-93.

a.mlf., “An Early Response to al-Shafi‘i ‘Isa b. Aban on Prophetic Report (Khabar)”, Islamic Law and Society, IX/3, Leiden 2002, s. 285-311.

a.mlf., “Reason and Revelation: Abu Zayd ad-Dabusi on Rational Proofs”, , XLIII/2 (2004), s. 227-245.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 39. cildinde, 493-494 numaralı sayfalarda yer almıştır.