TARİF

Bir nesnenin, bir kavram veya kelimenin ne olduğunu açıklayan söz anlamında mantık ve usul terimi.

Müellif:

Sözlükte “tanıtmak, belirtmek, bildirmek” anlamındaki tarîfi mantık, usul ve kelâm âlimleri “kendisinin bilinmesi başka bir şeyin bilgisini gerektiren söz” mânasında kullanırlar. Bugünkü Türkçe’de tarif yerine yeni kelime olarak tanım kullanılır. Kapalı ve müphem kavramları açıklamaya yönelik sözlere tarif denildiği gibi muarrif ve el-kavlü’ş-şârih adı da verilir. Bir nesnenin madde ve sûretten oluştuğu, maddenin nesnelerin ortak yönünü, sûretin ise ayrıştığı yanını ifade ettiği düşünülür. Tarifi oluşturan unsurlar nesnenin ait olduğu cins ve cinsin altındaki fasılla o nesnenin özellik (hâssa) ve niteliklerinden (araz) ibarettir. Bunlardan cins ile fasıl nesnenin özünü ve mahiyetini oluşturduğundan bu iki unsurla yapılan tarife tam veya hakiki tarif denir. Çünkü bu tarif tanımlananın özüne (zat) ilişkin ayrıştırıcı temel özellikleri açıklamaktadır. Meselâ, “İnsan düşünen canlıdır” önermesinde “canlı” insanın yakın cinsi, “düşünen” yakın faslıdır. Dolayısıyla hakiki tarif genellikle yakın cinsle yakın fasıldan meydana gelen olumlu-küllî bir önermedir; buna “hadd-i tâm” adı da verilir. Eksik tarif ise nesnenin uzak cinsiyle yakın faslından oluşur. “İnsan düşünen bir cisimdir” önermesinde “cisim” insan için uzak bir cins iken “düşünen” onun yakın faslıdır. Eğer tarif, nesnenin özüne ilişkin ayrıştırıcı temel yönünü değil sadece ayrıntılardan ibaret özellik ve niteliklerini açıklıyorsa ona resm adı verilir. Resim tam veya eksik olabilir. Tam resim, “İnsan gülen canlıdır” önermesinde görüldüğü üzere insanın yakın cinsi olan “canlı” ile onun ayrılmaz bir özelliği olan “gülen”den meydana gelmiştir. Eksik resimse aynı hakikatin araz türü niteliklerinden oluşan önermedir. Meselâ, “İnsan iki ayağı üzerinde yürüyen, geniş tırnaklı, bedeni tüysüz, dik duran ve yapısı gereği gülen bir canlıdır” ifadesinde insana yüklenen ve araz türünden olan bu niteliklerin hepsi bir tek hakikati, insanı tarif etmektedir. Bu tür tarife ta‘rîf-i tavsîfî de denilir (İsmail Fenni, s. 167-168; Fârâbî, s. 26-32; Esîrüddin el-Ebherî, s. 64).

Tarif ve resimden başka “ta‘rîf-i lafzî” ve “ta‘rîf-i ismî” gibi tarif türlerinden de söz edilir. Bunlardan ilki anlamca kapalı olan bir lafzı daha kolay anlaşılır bir başka lafızla açıklamaktan ibarettir. Meselâ, “Güden çobandır” önermesinde farklı anlamlara gelen “güden” “çoban”la açıklığa kavuşturulmuştur. Ta‘rîf-i ismî ise dış dünyada bulunmayan ve sadece zihinde var olan bir kavramın açıklanmasıdır. Meselâ, “Cins mahiyeti ve temel özellikleri aynı olan varlıklara verilen isimdir” cümlesi soyut olan cins kavramını tarif etmektedir. Gerçekte tarif küllî olumlu bir önerme niteliğini taşıdığı için, “Tam tarif efrâdını câmi‘, ağyârını mâni olmalıdır” denilmiştir; yani tarif tanımlanan aynı mahiyetteki şeyleri toplayıp kuşatmalı, aynı nitelikte olmayanları ise dışarıda bırakmalıdır. Bir başka anlatımla tarif eden ifadeyle tarif edilenin tam olarak örtüşmesi gerekir. Bunun için önerme döndürüldüğünde, yani konunun yüklem, yüklemin konu durumuna getirilmesi halinde anlam değişmemelidir. Meselâ, “Üç açısı ve üç kenarı bulunan şekil üçgendir” önermesinin döndürülmüşü, “Üçgen üç açısı ve üç kenarı bulunan şekildir” tarzında olup ilkiyle tamamen örtüşmektedir. Bu iki önermeden ilkine “tard” ve “ıttırâd”, ikincisine “aks” ve “in‘ikâs” denilmektedir.


BİBLİYOGRAFYA

, I, 482-485, 624.

İsmail Fenni [Ertuğrul], Lugatçe-i Felsefe, İstanbul 1341, s. 167-168.

Cemîl Salîbâ, el-Muʿcemü’l-felsefî, Beyrut 1982, I, 304-305, 447.

Fârâbî, el-Burhân (el-Manṭıḳ ʿinde’l-Fârâbî içinde, nşr. Mâcid Fahrî), Beyrut 1987, s. 26-32, 42-52.

İbn Sînâ, Kitâbü’ş-Şifâ: Mantığa Giriş, Medhal (trc. Ömer Türker), İstanbul 2006, s. 58-64.

a.mlf., Kitâbü’ş-Şifâ: II. Analitikler (trc. Ömer Türker), İstanbul 2006, s. 226-232.

Esîrüddin el-Ebherî, Îsâgūcî: Mantığa Giriş (trc. Hüseyin Sarıoğlu), İstanbul 1998, s. 64.

Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi’ş-Şemsiyye, İstanbul 1303, s. 83-87.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 28 numaralı sayfada yer almıştır.