TAŞ

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/2Müellif: NEBİ BOZKURTBölüme Git
    Farklı jeolojik zamanlarda katılaşmış ve sertleşmiş yeryüzü katmanlarına ve bunlardan kopan parçalara denir. Taşlar genelde üç gruba ayrılır. Bunlarda…
  • 2/2Müellif: HAKKI ACUNBölüme Git
    Türk Kültüründe Taş Türleri. İşlevi Bakımından Taşlar. 1. Ayak taşı. Fazla girilip çıkılan büyük yapıların kapı eşiği önüne konulan sert taştır. Dekor…

Müellif:

Farklı jeolojik zamanlarda katılaşmış ve sertleşmiş yeryüzü katmanlarına ve bunlardan kopan parçalara denir. Taşlar genelde üç gruba ayrılır. Bunlardan bir kısmı püsküren magmanın donmasından oluşmuştur ve püskürük (eruptif) taşlar veya kayalar adını taşır. İkinci tür tortul (sedimental) denilen taşlardır. Bunlar, diğer taşların üstünde yatan tabakalar veya levhalar halinde ve piramit yahut kubbe şeklinde ya da tamamen biçimsiz kütleler görünümünde sertleşmiş eski deniz dibi çökeltileridir. Bu iki taş türünün basınç ve sıcaklık altında değişime uğramasından meydana gelen, az veya çok nisbette kristalleşmiş olanlara başkalaşmış (metamorfik) taşlar adı verilir. Taşlar talktan elmasa kadar 1 ile 10 arasında derecelendirilen ve gittikçe sertleşen bir sıraya göre tasnif edilmiştir. Çoğu karbon, demir ve silisyum gibi elementlerin karışımından oluşur. Püskürük gruba giren granit gibi çok sert taşlar kuvars, feldispat, mika vb. minerallerden teşekkül eder. Mermer türleri metamorfik gruba dahildir.

Türkçe olan taş kelimesinin yerine Osmanlı Türkçesi’nde Farsça’dan geçen “senk” de kullanılmaktaydı. Arapça’da taşların yapısına, büyüklük küçüklüğüne ve kullanım alanına göre farklı adları bulunsa da (Seâlibî, s. 25, 305-309) genelde taş karşılığında “hacer” kelimesine yer verilir. Büyük taşlar ve kayalar ise “sahre” adıyla anılır. Kelime daha çok Kudüs’te bulunan, üzerine Kubbetü’s-sahre’nin inşa edildiği hacer-i muallak için kullanılır. Kur’an’da geçen sahre kelimesi bazan içindeki oyuklara insanların ve hayvanların sığındığı büyük taş blokları ifade eder (el-Kehf 18/63; Lokmân 31/16). Semûd kavminin Hicr bölgesindeki kayaları (sahr, cibâl) oyarak ev yaptıkları anlatılır (el-Fecr 89/9; el-A‘râf 7/74; el-Hicr 15/82; eş-Şuarâ 26/149).

Araplar yerleşik toplumlara binalarını taştan inşa ettikleri için “ehl-i hacer” diyorlardı. Arap yarımadasında düzgün taş yapılardan oluşan eski Necran (Uhdûd) gibi şehir kalıntılarına rastlanır. Vehb b. Münebbih’e göre Kâbe’den sonra bina için taşın kullanılması ilk defa Yemen’de Gumdan’ın inşasında ve el-Cezîre’de Harran’da görülmüştür. Rivayete göre Gumdan her cephesi ayrı renkte kırmızı, beyaz, sarı ve yeşil mermerden yapılmış dünyanın ilk gökdeleniydi (Ahmed b. Abdullah er-Râzî, s. 20-21). Araplar taş evlere özelliklerine göre “ukne, ütum, kasr” gibi adlar veriyorlardı. Mimarlık hakkında bir risâle kaleme alan Câfer Çelebi taşları “âlâ ve güzîdesi cevher, ednâsı kara taş ve bunların ortasında mermer” olmak üzere üç gruba ayırır. Ona göre bunların her biri on ikişer tür taştan, mücevherler de ikişer tür beyaz, mavi, yeşil, sarı ve dört tür kırmızı taştan oluşmaktadır. Beyazlar mâs (elmas) ve billûr; maviler fîrûze ve gök yakut; yeşiller zümrüt ve zebercet; kırmızılar lâl, kızıl yakut, akik ve mercan; sarılar sarı yakut (topaz) ve kehribardır. Zaîfî’nin Risâle-i Cevâhirnâme’sinde de cevherler on iki adettir. Zaîfî bunların özellikleri, ruhî ve bedenî hangi hastalıklara iyi geldikleri hakkında bilgiler verir (Kutlar, s. 85 vd.). Câfer Çelebi’ye göre mermerler de ikişer tür beyaz, siyah, kırmızı, yeşil ve dört tür alaca olmak üzere on iki çeşittir. Beyazlar mâlikî ve Marmara (Kapudağ), siyahlar Şam ve Üsküdar, kırmızılar somaki ve serçe gözü, yeşiller Dahnâ ve yeşim, alacalar Zile (Tokat), kurtbağrı, alaca serçe gözü ve Tekfur dağı mermerleridir. On iki tür kara taş ise sahre (kaya), sald (sert taş), celmûd (sert taş), kaddaha (çakmak taşı), safvân (düz saylık), neşefe (sünger taşı), safîha (iri ve yassı kaldırım taşı), kahkare (sert taş), cendel (büyük kayadan kopmuş iri taş, değirmen taşı), hasba (çakıl veya kum taşı), haşrem (kireç taşı) ve safadır (kayağan, şist) (Risâle-i Mi‘mâriyye, vr. 57a-60a, 76a-76b; a.g.e., nşr. Crane, s. 69-72, 93).

Süs eşyalarında kullanılan cevherler değerli taşlar (el-ahcârü’l-kerîme) diye adlandırılır. Bunlarla ilgili eski Yunan ve Hint kökenli bazı eserlerden söz edilir. İslâm tarihinde de erken sayılan dönemlerde bazı telifler yapılmıştır. Bunlardan biri Yuhannâ b. Mâseveyh (ö. 243/857) tarafından kaleme alınan Kitâbü’l-Cevâhir ve ṣıfâtihâ ve fî eyyi beledin hiye ve ṣıfatü’l-ġavvâsîn ve’t-tüccâr adlı eserdir. İmâd Abdüsselâm Raûf’un yayımladığı kitapta inci, yakut, elmas, kerkend (sindiba), safir, kızıl kuvars, zümrüt, fîrûze, lapis lazuli (lâcivert taşı), lâl, süleymânî, kuvars, akik Mekkî, mercan, ametist, kibrîtü’l-ahmer vb. taşlar, bunların özellikleri, bulundukları yerler, elde edilişleri gibi konular işlenmektedir (s. 24 vd.). Kitabın nâşiri yazdığı zeyilde daha birçok değerli taşın adı, terkibi, rengi, şeffaflık ve sertlik derecesi ve bulunduğu yerlerle ilgili bilgiler vermektedir. Değerli ve yarı değerli taşlar hakkında kaleme alınmış en eski kaynaklardan biri de Bîrûnî’nin Kitâbü’l-Cemâhir fî maʿrifeti’l-cevâhir’idir. Değişik alanlarla ilgili bilgiler içeren eserin ana konusu değerli taşlar ve madenlerdir (s. 32 vd.). Ayrıca Beylek el-Kıpçâkî Kitâbü Kenzi’t-tüccâr (ticâr) fî maʿrifeti’l-aḥcâr ve Tîfâşî Ezhârü’l-efkâr fî cevâhiri’l-aḥcâr adlı eserleri yazmışlardır. İslâm fıkhında değerli taşlar daha çok zekât düşüp düşmemesi açısından konu edilir. Çoğunluğun görüşü süs eşyası olarak kullanıldığında zekâtının gerekmediği, ticaret malı olarak nisaba ulaştığında ise zekâtın farz olduğu yönündedir (bk. ZEKÂT).

Taşın insan hayatında önemli bir yeri vardır. Taştan alet edevat, kap kacak yapılmış, evler, saraylar, mâbedler, kaleler bina edilmiş, heykeller, putlar yontulup tapınılmış ve değerlilerinden süs eşyası olarak yararlanılmıştır. Ahd-i Atîk ve Ahd-i Cedîd’de, Kur’an’da ve hadislerde çeşitli vesilelerle taştan söz edilir. Ahd-i Atîk’te taş mimari eleman, alet, eşya, süs eşyası, yazı malzemesi, tapınma aracı şeklinde birçok yerde geçmekte ve yapılan çeşitli benzetmelerde kullanılmaktadır (Concordance, “Stone 1”, “Stone 2 [Precious Stones]” md.leri). Tarihteki birçok toplum taştan putlara tapmıştır. Rabb’in Mûsâ’ya, İsrâiloğulları’nın Ken‘ân diyarına geçtiklerinde orada oturanları çıkarmalarını ve bütün taş tasvirleri ortadan kaldırmalarını emrettiği belirtilir (Sayılar, 33/52). İsrâiloğulları’nın dünyaya dağılacağı ve gittikleri yerlerdeki milletlere uyup ağaçtan, taştan putlara tapacağı haber verilir. Câhiliye Arapları da çoğu taştan yapılmış putlara, hatta bazan yontulup biçim verilmemiş taşlara dahi tapıyordu. Ebû Recâ el-Utâridî, müslüman olmadan önce beyaz bir taş dikip bu taşa veya yolda rastlayıp beğendikleri bir taşa ibadet ettiklerini, daha güzelini görünce eskisini bıraktıklarını söylemektedir (DİA, X, 212; Dârimî, “Muḳaddime”, 1).

İslâm’da taş kültü (litholatrie) bulunmamakla birlikte Kur’an’da Hz. İbrâhim’den kalan bir hâtıra niteliğiyle Makām-ı İbrâhim’den söz edilmektedir. Diğer bir önemli taş ise Hacerülesved’dir. Tavafın başlangıç noktasını belirlemek amacıyla Kâbe’nin ilk inşası sırasında Ebûkubeys dağından getirilmiş ve bu taşın adıyla anılan köşeye yerleştirilmiştir. Hz. Ömer’in onun sadece bir taş olduğunu söylediği bilinmektedir (bk. HACERÜLESVED). Bi‘setten önce veya bi‘set sırasında Mekke’de bir taşın Resûl-i Ekrem’e selâm vermesi nübüvvetinin delilleri arasında sayılır. Câbir b. Semüre’den gelen bir rivayete göre Resûlullah bi‘setten sonra o taşı tanımış (Müsned, V, 89, 95, 105; Müslim, “Feżâʾil”, 1; Mâverdî, s. 163), fakat aşırı ilgiye yol açacağı ve belki de putlaştırılacağı endişesiyle insanlara göstermemiştir.

Sözlükte “dikmek” anlamındaki nasb kökünden türeyen ve “dikili taş” mânasına gelen nusb (nusub) kelimesi (çoğulu ensâb), Câhiliye döneminde Kâbe’nin içinde ve çevresinde yer alan ve ilâhlar adına kesilen hayvanların kanlarıyla boyanan 360 kadar taş putu ifade etmekteydi. Kur’an’da bunların üzerinde veya adlarına kesilen hayvanların etleri haram kılınmıştır (el-Mâide 5/3). Kur’an’da ensâb içki, kumar ve fal okları ile beraber “şeytan işi pislikler” diye zikredilir (el-Mâide 5/90). Harem’in sınırlarını belirleyen taş alemlere de bu ad verilmiştir. Sınır belirleme veya işaret koymada taşın kullanımı eski bir gelenektir. Ahd-i Atîk’te Hz. Ya‘kūb’un Beer-şeba’dan Harran tarafına giderken yolda bir taşı yastık gibi başının altına koyup uyuduğu ve rüyasında Allah’la konuştuğu, o yeri belirlemek için taşı oraya dikerek üzerine zeytinyağı döktüğü ve oranın adını Beyt El (Allah’ın evi) koyduğu anlatılır (Tekvîn, 28/18-19; 35/9-15). Eski Mezopotamya’da sınırları belirlemede kullanılan üzeri kabartmalı siyah taşlara “kudurru” denilmekteydi.

Ahd-i Atîk’te Ya‘kūb’un, oğlu Bünyâmin’in doğumu sırasında ölen hanımı Rahel’in kabri üzerine bir taş diktiğinden söz edilir (Tekvîn, 35/30). Daha sonra Hz. Süleyman tarafından inşa ettirilen mâbedin özel aletlerle düzgün bir şekilde hazırlanan taşlarından ve Süleyman’ın taş kesen 80.000 adamından söz edilir (I. Krallar, 5/15). Mezmûrlar’da geçen (118/22-23), “Yapıcıların reddettikleri taş, köşenin başı oldu. Bu Rab’den oldu ve o gözlerinizde şaşılacak bir iştir” ifadesi dolaylı biçimde bir yapı tarzını belirtmektedir. Bu ifade ile muhtemelen, câriye olduğu için horlanan ve obadan çıkarılan, Hz. İbrâhim tarafından oğlu İsmâil’le birlikte Paran (Mekke) vadisine yerleştirilen Hacer’in neslinden gelecek son peygamber Hz. Muhammed’e işaret edilmektedir. Nitekim Matta İncili’nde de bu sözler Hz. Îsâ’nın ağzından tekrarlanmakta, ardından onun kavmine şöyle dediği nakledilmektedir: “Allah’ın melekûtu sizden alınacak ve onun meyvelerini yetiştirecek bir millete verilecektir. Bu taşın üzerine düşen parçalanacak, o da kimin üzerine düşerse onu toz gibi dağıtacaktır” (Matta, 21/42-44). Resûl-i Ekrem kendini ve diğer peygamberleri bir yapı örneğiyle anlatır. Yapıya bakanlar onu çok beğenir, fakat köşede bir tuğlasının eksik olduğunu görüp şaşırırlar. Resûlullah burada kendisinin son peygamber ve binayı tamamlayan son tuğla olduğunu bildirmektedir (Buhârî, “Menâḳıb”, 18; Müslim, “Feżâʾil”, 22). Ahd-i Atîk’te geçen “sürçme taşı, tökezleme kayası” (İşaya, 8/14) ve Yahova’ya izâfe edilen “… Sion’da temel olarak bir taş, denenmiş bir taş, temeli emniyetli değerli köşe taşını koydum” gibi ifadeler Ahd-i Cedîd’de Petrus’un Birinci Mektubu’nda (2/6-9) teşbih diye yorumlanmıştır. Ahd-i Atîk’te ayrıca Hz. Hârûn için yapılacak tören kıyafetinin ve mâbedin süslemeleri dolayısıyla değerli taşlardan söz edilmektedir (Concordance, s. 1130).

Kur’an’da Allah yolunda saf bağlayarak çarpışanlar taşları birbirine kurşunla kenetlenmiş binalara (bünyân mersûs; Bingöl, s. 93 vd.) benzetilir (es-Saf 61/4). Yine Kur’an’da dağların kazık kılındığı söylenir ki (en-Nebe’ 78/7) bununla kayalardan meydana gelen dağların yer kabuğunun tesbiti ve dengesi için büyük önem taşıdığına dikkat çekilmektedir. Firavun için kullanılan “kazıklar sahibi” (zü’l-evtâd) ifadesindeki (Sâd 38/12; el-Fecr 89/10) “kazık” ile de bir yoruma göre, bir örneği İstanbul Sultanahmet Meydanı’nda görülen Mısır’daki dikili taşlar ve piramitler kastedilmektedir (Zafer, sy. 114 [1986], s. 3-9). Kur’an’da ayrıca İsrâiloğulları’nın katılaşmış kalpleri taşa benzetilir ve onların taştan daha katı olduğu bildirilir. Çünkü bir kısım taşlardan nehirler kaynamakta, bir kısım taşlar yarılıp aralarından su çıkmakta ve bir kısım taşlar Allah korkusuyla yukarıdan aşağıya düşmektedir (el-Bakara 2/74). Kur’an’da ayrıca gösteriş için sadaka verenler ve onu başa kakmak suretiyle sevabını yok edenler üzerinde az bir toprak bulunan kayaya (safvân) benzetilir ki şiddetli bir yağmur toprağın kaymasına yol açar ve onu çıplak bir taş (sald) halinde bırakır (el-Bakara 2/264). Yine Kur’an’da “tîn”den (küpçü toprağı) pişirilerek elde edilen “siccîl” taşlardan, özellikle günahları yüzünden cezalandırılan Lût kavminin üstüne bu tür taşların yağdırıldığından (Hûd 11/82; el-Hicr 15/74; ez-Zâriyât 51/33) ve Kâbe’yi yıkmaya gelen Habeş ordusunun üzerine sürüler halindeki kuşlar tarafından bu taşların atıldığından (el-Fîl 105/4), inci ve mercandan, kıymetli taşlarla yapılmış süs eşyasından (en-Nahl 16/14; Fâtır 35/12; er-Rahmân 55/22) ve cennet kadınlarının yakut ve mercana benzediğinden (er-Rahmân 55/58) söz edilir. Kur’an’ın bildirdiğine göre cehennemin yakıtlarından biri de taştır (el-Bakara 2/24; et-Tahrîm 66/6). Ashâb-ı Kehf’in hikâyesinde geçen “rakīm” de bir yoruma göre onların adlarının üzerine yazıldığı taş kitâbedir.

Taş ilk insanlardan itibaren birçok eşya ve alet yapımında kullanılmıştır. Yakın zamana kadar insanlar ateş yakmak için ceplerinde bir çakmak taşı parçası ile ona vurup kıvılcım çıkarmaya yarayan bir çelik parçası taşırdı. Dünya müzelerinin hemen hepsinde, tarih öncesi insanlarının Yontma Taş ve Cilâlı Taş dönemlerine ait çakmak taşı yahut volkan camından (obsidyen) yapılmış çeşitli alet ve silâhlar bulunmaktadır. Araplar evlerinde, mukaddes emanetler arasında yer alan ve Hz. İbrâhim’e nisbet edilen tencere gibi taştan yapılmış birtakım eşya kullanmaktaydı. Hadis kaynaklarında “mihdab” adında leğene benzer bir kaptan ve bürme adı verilen, palandız denilen bir tür taştan yapılmış tencereden söz edilmektedir (İbnü’l-Esîr, I, 307; II, 104). Günümüzde özellikle köylerde dibek, soku, yalak gibi taştan oyulmuş araç gereçler hâlâ mevcuttur. Taşlarla ilgili inanışlar tarihin hemen her döneminde yaygındır. Dünyanın her yerinde eski toplumların tapınma dışında uğurlu saydıkları, muska ve tılsım olarak kullandıkları taşlar vardı (bk. MUSKA). Eski Türkler’de özellikle “yada” adı verilen yağmur taşı (yeşim) ayrı bir değere sahipti. Ülkemizde İslâm inancında yeri olmamakla birlikte gücüne inanılan, uğurlu sayılan ve şifa umulan taşlar vardır (Tanyu, s. 90 vd.).

BİBLİYOGRAFYA
İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, I, 307; II, 104; Müsned, V, 89, 95, 105; Yuhannâ b. Mâseveyh, el-Cevâhir ve ṣıfâtühâ ve fî eyyi beledin hiye ve ṣıfatü’l-ġavvâṣîn ve’t-tüccâr (nşr. İmâd Abdüsselâm Raûf), Kahire 1977, s. 24 vd.; Taberî, Câmiʿu’l-beyân, IV, 406; Ebû Mansûr es-Seâlibî, Fıḳhü’l-luġa, Beyrut 1885, s. 25, 305-309; Mâverdî, Aʿlâmü’n-nübüvve (nşr. Muhammed el-Mu‘tasım-Billâh el-Bağdâdî), Beyrut 1407/1987, s. 163; Bîrûnî, el-Cemâhir fî maʿrifeti’l-cevâhir, Beyrut 1404/1984, s. 32 vd.; Ahmed b. Abdullah er-Râzî, Târîḫu medîneti Ṣanʿâʾ (nşr. Hüseyin b. Abdullah el-Amrî), San‘a 1401/1981, s. 20-21; Câfer Efendi, Risâle-i Mi‘mâriyye, TSMK, nr. 339, vr. 57a-60a, 76a-b; a.e.: Risâle-i Mi‘mâriyye: An Early -Seventeenth- Century Ottoman Treatise on Architecture (trc. ve nşr. H. Crane), Leiden 1987, s. 69-72, 93; A. Marchet, Önemli Taşlar ve Teknik Özellikler (trc. A. Irmak), İstanbul 1950, s. 5 vd., 14, 25, 31; “Stone”, Concordance to the Good News Bible (ed. D. Robinson), Suffolk 1983, s. 1129-1130; Hikmet Tanyu, Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Ankara 1987, s. 8 vd., 25 vd., 28-29, 90 vd.; Orhan Bingöl, Arkeolojik Mimari’de Taş, İstanbul 2004, s. 93 vd.; Fatma Sabiha Kutlar, Klâsik Dönem Metinlerinde Değerli Taşlar ve Risâle-i Cevahirnâme, Ankara 2005, s. 62 vd., 85 vd.; Sargon Erdem, “Kazıklar Sahibi Firavun”, Zafer, sy. 114, İstanbul 1986, s. 3-9; “Taş”, SA, IV, 1914 vd.; Raşit Küçük, “Ebû Recâ el-Utâridî”, DİA, X, 212; Nebi Bozkurt, “Ev”, a.e., XI, 503, 504; Ahmet Güç, “Put”, a.e., XXXIV, 364, 365.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 140-142 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

Türk Kültüründe Taş Türleri. İşlevi Bakımından Taşlar. 1. Ayak taşı. Fazla girilip çıkılan büyük yapıların kapı eşiği önüne konulan sert taştır. Dekoratif amaçla da kullanılan bu taşlar genellikle camilerin avlu kapılarının iç, harime girilen taçkapıların dış tarafında eşiğin birkaç metre ilerisine yerleştirilmiştir (bk. AYAK TAŞI). 2. Bulgur taşı. Kaynatılıp kurutulmuş buğdayın kırılmasını sağlayan, üst üste konmuş 40-50 cm. çapındaki iki yuvarlak taş olup alttaki sabittir. Bunun ortasına üstteki taşın savrulmasını önlemek için bir mil çakılmış, üsttekinin kenarına yakın bir yere sap takılmıştır. Bu sapla taş çevrilerek ortasındaki delikten konulan buğday kırılır. Kırılan buğdaya bulgur, daha incesine “düğü” veya “düğürcük” ismi verilir. 3. Cellât taşı. Osmanlı döneminde cellâtların, üzerinde infazları gerçekleştirdikleri mermer taştır. Bunlardan biri İstanbul Müftülüğü’nün ana kapısına 30 m. mesafede olup zamanla aşındığından 50 cm. kadarı günümüze ulaşmıştır. 4. Değirmen taşı. Buğday, arpa, mısır gibi tahılların öğütülmesinde kullanılır. Daha çok kum taşı, bazalt veya granitten yapılan değirmen taşları genellikle 1 m. çapında silindir biçiminde iki parçadan ibarettir. Alttaki taş sabit olup üstteki taş değirmenin altında yüksekten inen suyun çevirdiği çarka bir mille bağlıdır ve onunla birlikte döner. Tahılın kolay öğütülmesi için taşların birbirine sürten yüzlerinde 5-6 mm. derinlikte dişler açılır. 5. Dibek (Soku) taşı. Buğdayın yıkanıp kurutulduktan sonra kabuğundan ayrılması ve daha kolay pişirilir hale gelmesi için ahşap tokmakla dövüldüğü içi çukur taştır. Genellikle 70-80 cm. ebadındadır ve içi 30-40 cm. derinliğinde oyulur. Köy meydanlarında, çeşme kenarlarında, harman yerlerinde ve mahalle boşluklarında yer alır. Dövülen buğdaya “yarma” ismi verilir. 6. İbret taşı (Seng-i ibret). İdam edilen kişilerin başlarının ibret için üzerine konulup teşhir edildiği taştır. Bunlardan biri Topkapı Sarayı’nın birinci avlusundaki Cellât Çesmesi’nin, diğeri Edirne’de Adalet Kasrı’nın önünde bulunmaktadır. 7. Menzil taşı. İki şehir arasındaki mesafeyi (menzil) ve yolu gösteren, şehir isimlerinin yazıldığı taş olup çoğunluğu Antik döneme aittir. 8. Musallâ taşı. Cami avlularında bulunan, cenaze namazı kılınırken tabutun üzerine konulduğu taştır. Camilerde kıble yönünde veya yan taraftaki avlularda ya da son cemaat yeri önünde bulunan bu taşlar yaklaşık 1 m. yükseklikte ve 2 m. boyundadır (bk. MUSALLÂ TAŞI). 9. Mezar taşı. İslâm-Türk geleneğinde mezarın baş ve ayak ucuna konulan taş “şâhide” veya mezar taşı (hece taşı) diye anılır. Özellikle Anadolu’daki tarihî mezarlıklarda bulunan mezar taşları Türk süsleme sanatı bakımından büyük önem taşımakta, taşların şekilleri ölenin cinsiyeti, mesleği, mensup olduğu tarikat veya zümre, sahip olduğu unvan konusunda bilgi vermektedir (bk. MEZARLIK). 10. Nişan taşı. Eskiden sultanın veya büyük bir zatın attığı okun düştüğü yere yahut vurduğu hedefin yerine dikilen değişik biçimde taşlardır, üzerlerinde atışın kimin tarafından yapıldığı ve tarihi yazılıdır (bk. OKMEYDANI). 11. Sancı taşı. Yorgun ve terli atların, etrafında dolaştırılarak terlerinin soğutulduğu dikili taştır. Böyle bir taş günümüzde Göynük ilçesinde Ankara yolu girişindeki mezarlık yakınında bulunmaktadır. Bu taşın etrafında Rumeli fâtihi Süleyman Paşa’nın ve Timur’un atının da dolaştırıldığı yöre halkınca söylenir. 12. Süzek taşı. Bulanık ve kirli suyu arıtıp içilir hale getiren, gözenekli yapıya sahip volkanik taştır; yapısında bulunan kalsiyum suyu arıtır ve mikropları öldürür. Süzek taşının içi oyulmuş olup alt kısmı sivridir; içine konulan kirli su altındaki sivrilikten süzülüp temizlenmiş olarak damlar.

İnançla İlgili Taşlar. 1. Bengü taşı. Tarih öncesi devirlerde tapınma amacıyla dikilen taşlara “menhir” denilir. Asya’da Türkler, ölen kağanları ve önde gelen devlet adamları için yaptırdıkları mezar anıtlarındaki barkların önünde bir kaplumbağa heykeli üzerine diktikleri yazıta o kişi ve dönemi hakkında çeşitli bilgiler ve türlü öğütler yazarlardı. Dikili taşlara işlenen bu sözlerin sonsuza dek kalacağına inandıklarından yazıtlara bengü taşı (ebediyet taşı) adını vermişlerdir. Bunların en meşhurları Bilge Kağan, Kül Tigin ve Vezir Bilge Tonyukuk adına dikilen yazıtlardır (bk. ORHON YAZITLARI). Bu kişilerin anıt mezarlarında barkın içine “baba” adı verilen heykeller, doğu yönünde avlu dışına “balbal” (kısmen insan görünümlü taş) denilen dikili taşlar konulmuştur. Tören yolu üzerinde yer alan bu dikili taşlardan balballarla ilgili, öldürülen düşmanı temsil ettiği yönünde görüşler bulunmakla birlikte bunların cenaze törenine katılanları temsil ettiği yolunda görüşler de vardır. Dikili yazıtın kaidesi olan kaplumbağanın uzun ömrü ve bunların önündeki koç heykellerinin gücü temsil ettiği kabul edilmektedir. 2. Şifa taşı. Bazı tekke ve türbelerde bulunan, vücuda sürüldüğünde ağrı ve sızıları giderdiğine inanılan şekilsiz taşlardır. Günümüzde hastalara küçük çakıl taşları üzerinde yürütülerek ayak masajı, daha irileriyle de vücut masajı yapılmaktadır. 3. Teslim taşı. Bektaşî tarikatına bağlı olanların güçsüzlük ve alçak gönüllülüklerini temsil amacıyla boyunlarına astıkları, çoğunlukla akikten yapılmış on iki köşeli kolyedir. Taşın on iki köşesi on iki imamın söz, davranış, dürüstlük ve nefsî sırlarına işaret eder. 4. Yad/Yada taşı (Yağmur taşı). Eski Türkler, Moğollar ve Çinliler’de yağmur, dolu ve kar yağdırdığına, rüzgâr estirdiğine, yangın söndürdüğüne inanılan taşlardır. İranlılar bu taşa “yeşb” (yeşim) derler. Yağmur yağması istendiğinde yadacı denilen kişiler bu taşları başlarının üzerine alıp kımıldatırlardı. İnanışa göre o zaman tanrının kudretiyle bulut ortaya çıkar ve yağmur yağar, daha çok salladıklarında ise kar ve soğuk hava oluşurdu.

Yardım Amaçlı Taşlar. 1. Binek taşı. İnsanların binek hayvanlarına rahatça binebilmesi için genelde bir ayak kaldıracak yükseklikte sütun veya düzgün taş parçası, bazan da özenle yapılmış bir iki basamaklı taştır. Bu taşlar cadde ve sokakların köşeleriyle saray, konak, ev, cami gibi yapıların önlerine konulurdu. 2. Dinlenme taşı. Hamalların sırtlarındaki yükü bırakıp dinlenmeleri için ticarî hareketliliğin yoğun olduğu çarşı ve pazar yerleriyle ana cadde ve sokak kenarlarına, yokuş başlarına konulan taşlardır. Yerden yüksekliği 1-1,25 m. olan bu taşlar genellikle çevreden devşirilmiş veya özel biçimde tasarlanmıştır. 3. Ezan taşı. Minaresi olmayan mescidlerde üzerine çıkılıp ezan okunan taşlardır. Bunlar sütun parçası olabileceği gibi birkaç basamaklı yükselti de olabilir. 4. Sadaka taşı. Cami, türbe, han, hamam, bîmâristan gibi yapıların çevresinde, ticaretin yoğun olduğu yerlerde, mezarlıklarda ve sokakların kuytu köşelerinde yer alan, çocukların uzanamayacağı 1,20-1,50 m. yüksekliğinde üstü hafifçe oyuk taşlardır. Devşirme veya özel tasarım olabilen bu taşlardan başka bazı nişler ve duvar oyukları da kullanılmıştır. Bu taşlar dilenmeyen, iffet sahibi gerçek yoksulların verilen sadakaları incinmeden gizlice alabilmelerini sağlama amacıyla konuyordu. 5. Yitik taşı. Bulunan kayıp eşyanın konulduğu taş olup genellikle cami, tekke, türbe gibi yapıların duvarlarında yerden 1-1,25 m. yükseklikte kemerli bir niş şeklindedir. Kayıp eşyayı bulanlar buraya koyarlar, eşyası kaybolanlar da buraya bakarlardı.

BİBLİYOGRAFYA
Yahyâ Âgâh b. Sâlih el-İstanbulî, Mecmûatü’z-Zarâif Sandûkatü’l-Maârif: Tarikat Kıyafetlerinde Sembolizm (haz. M. Serhan Tayşi – Ülker Aytekin), İstanbul 2002, s. 174-176; Hikmet Tanyu, Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Ankara 1987, tür.yer.; Mehmet Önder, Antika ve Eski Eserler Kılavuzu, Ankara 1995, s. 168; H.-P. Laqueur, Hüve’l-Baki: İstanbul’da Osmanlı Mezarlıkları ve Mezar Taşları (trc. Selahattin Dilidüzgün), İstanbul 1997; Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin ABC’si, İstanbul 1999, s. 47; Rıdvanoğlu, Bengü Taşların Dili, İstanbul 2000; P. Chase – J. Pawlik, Değerli Taşlarla Tedavi Rehberi (trc. Tutku Çetin), İstanbul 2000; Hasan Özönder, “Türk Mahallelerinde Sadaka Taşlarının Yeri ve Önemi”, Uluslar Arası Dördüncü Türk Kültürü Kongresi Bildirileri, 4-7 Kasım 1997, Ankara 2000, II, 155-161, 421-422; Oktay Belli, Kırgızistan’da Taş Balbal ve İnsan Biçimli Heykeller, İstanbul 2003; Abdülkadir Dündar, Çorum Cami ve Mescitleri, Ankara 2004, s. 100; M. Şinasi Acar, İstanbul’un Son Nişan Taşları, İstanbul 2006; Hakkı Acun, “Birer Mimarî Unsur Olarak Yardım Amaçlı Taşlar”, Konya Kitabı X (Rüchan Arık – M. Oluş Arık’a Armağan), Konya 2007, s. 43-62; Nidayi Sevim, Medeniyetimizde Toplumsal Dayanışma ve Sadaka Taşları, İstanbul 2009; Köprülü, “Eski Türklerde Dinî-Sihrî Bir Anane “Yat” veya Yağmur Taşı”, DEFM, IV/1 (1925), s. 1-11; A. Süheyl Ünver, “Yağmur Taşı Hakkında”, TD, IV/7 (1952), s. 77-84; a.mlf., “Sadaka Taşları”, Hayat Tarih Mecmuası, II, İstanbul 1967, s. 12-14; “Nişan Taşı”, SA, IV, 1947.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 142-144 numaralı sayfalarda yer almıştır.