TEBERRU

Karşılıksız kazandırma işlemlerinin ortak adı.

Müellif:

Sözlükte “bir şeyi içinden gelerek ve karşılık beklemeden vermek” anlamındaki teberru‘ kelimesi fıkıhta kişinin yükümlü olmadığı bir şeyi karşılıksız vermesini ifade eder. Teberru edene müteberri‘ denir. Aynı eylemi belirtmek üzere tatavvu‘ da (gönüllü olarak yapma) kullanılır. Ancak fıkıh kitaplarında tatavvu daha çok ibadette, teberru ise muâmelât konularında yaygın kullanıma sahiptir ve ilkinde bedenî, ikincisinde malî fedakârlık söz konusudur. Teberru, hukukî işlemlerin tasnifinde ve haksız (sebepsiz) iktisap durumlarının belirlenmesinde özel bir öneme sahiptir.

a) Hukukî işlemler (tasarruf) çeşitli açılardan tasnife tâbi tutulmuş olup yapısı bakımından kazandırma (temlîk) işlevi görenler “temlîkât” diye adlandırılmış, bunlar da ivaz karşılığında yapılanlar (muâvazât) ve karşılıksız yapılanlar (teberruât) şeklinde iki gruba ayrılmıştır. Teberruât bağışlama kastıyla yapılan bütün kazandırma işlemlerinin ortak adıdır. Genellikle hibe, ıtk, vasiyet, vakıf, sadaka, kefil açısından başlangıcı itibariyle kefâlet, iâre, başlangıcı itibariyle karz, muhâbât satışı (gerçek değerinin altında yapılan ve alıcıyı kollama amacı belirgin olan satış), ibrâ, muîr açısından rehn-i müsteâr, ikrar ve bazı durumlarda sulh bu kapsamda değerlendirilmiştir. Bu tür işlemlerin geçerliliği için teberruya ehil olma şartı aranır ve bu şart ehliyet ve yetki açısından ele alınır. Ehliyet açısından karşılıksız kazandırma türünden işlemleri ancak tam edâ ehliyetine sahip kişiler yapabilir. Yetki açısından ise müflisin ve ölümcül hastalığa (maraz-ı mevt) yakalanmış kişinin durumu özellik arzeder. Tam edâ ehliyetine sahip olsa bile borçları mal varlığını aşmış kişinin alacaklılarından mal kaçırma anlamına gelebilecek ve ölümcül hastalığa yakalanmış kimsenin vârislerini ve alacaklılarını zarara sokacak işlemleri hakkında bazı kısıtlamalar getirilmiştir ki bunların başında teberru türünden işlemler gelmektedir (bk. İFLÂS; MARAZ-ı MEVT). Umumi vekâletin kapsamına dair yorumlarda da vekilin teberru türünden işlem yapmaya yetkili olmadığı, zira bu vekâletin sadece muâvazât türünden işlemler konusunda vekile yetki verdiği belirtilir. Yine kanunî temsilcinin (veli veya vasi) kısıtlı üzerinde sahip bulunduğu yetkinin kapsamı açıklanırken onun mal varlığından teberru türünden işlemler yapmaya yetkili olmadığına dikkat çekilir.

Teberrunun geçerliliğiyle ilgili diğer şartlar ve hükümler şöylece özetlenebilir: Teberru konusunun mevcut olması gerekir. Zira teberru aynı zamanda bir temlik işlemidir, temlik ise ancak mevcut üzerinde etkili olur. Bir teberru türü sayılan hibede hibe konusu şeyin kabzedilmesi şart koşulduğu için alacağın hibesi bu açıdan tartışılmış, borçluya yapılan hibe hem kıyasen hem istihsanen, üçüncü şahsa yapılan hibe ise sadece istihsanen geçerli sayılmıştır (Kâsânî, VI, 119). “Memlük olan temlik edilebilir” kaidesi gereği herkesin kullanımına açık olan mubah mallar temlike, dolayısıyla teberruya konu teşkil etmez. Teberru türünden akidlerde kabulün rükün olup olmadığı tartışılmıştır. Züfer dışındaki Hanefîler, hibe ve âriyet gibi akidlerde istihsan deliline dayanarak kabulü rükün saymamışlardır. Bu tür akidler kabz gerçekleşmeden in‘ikad etmeyeceğinden kabz kabule karine sayılmıştır. Muâvazât grubuna giren akidler garar ve cehalet hükümleri bakımından sıkı şartlara bağlanırken genellikle garar ve cehaletin teberruât türünden işlemlerin sıhhatini etkilememesi kuralı benimsenmiştir. Çünkü ilk gruptakiler pazarlık esasına dayanmakta, ikinci gruptakilerle karşı tarafa fayda sağlama amaçlanmakta ve bunlar çoğunlukla kabz ile hüküm ifade ettiğinden işleme konu malla ilgili garar ve cehalet o sırada zaten giderilmiş olmaktadır. Fâsid şartların ivazlı akidleri etkilediği halde teberru türü işlemlere etkisi yoktur. Teberru yoluyla yapılan temliklerde şüf‘a işlemez. Iskat türünden sayılmayan bazı teberru işlemleri kabzdan önce teberru eden açısından bağlayıcı değildir. Hibenin kuruluşu geleceğe izâfe edilemeyeceği gibi meydana geleceği şüpheli bir hadiseye de bağlanamaz. Zira aynı zamanda bir temlik işlemi sayıldığından hibe bu tür durumlara elverişli değildir.

b) Yapılan bir iş, harcama veya ödemenin sebepsiz iktisap teşkil edip etmediği belirlenirken teberru terimine sıkça atıf yapılır. Şöyle ki: Bir iş, harcama veya ödeme ya ifa ya borçlandırma ya da bağışlama amacıyla yapılır. Bu üç amaçtan birine dayanmadan gerçekleşen kazandırma hukukî sebepten mahrum olduğu için haksız iktisap teşkil eder ve iadeyi gerektirir. Ortada bir borç ilişkisi varken borçlunun borcuna uygun hareketi ifa şeklinde değerlendirilir. Fakat borç ilişkisi bulunmadığı halde kişi başkası için iş, harcama veya ödeme yapmış ve bunu teberru kastıyla yaptığını açıkça belirtmemişse, hatta bunu borçlandırma amacıyla yaptığını iddia ederse bu iddianın hukuk tarafından kabul edilip karşı tarafın borçlu sayılması tartışmalıdır. Bu iddia esas alınırsa haksız iktisaba dayalı borç söz konusu olur; haksız iktisaba hükmedilmezse yapılan iş, harcama ve ödeme teberru şeklinde değerlendirilir ve rücû hakkı söz konusu olmaz. Bu bağlamda teberru terimi haksız iktisap teşkil etmeyecek biçimde iş, harcama veya ödemenin ifa ya da borçlandırma amacı taşımaksızın yapılmasını ifade eder. Aslında meselenin bu yönü temsil yetkisiyle yakından ilgilidir. Temsil yetkisinin varlığı ve kapsamına ilişkin değerlendirmeler teberru sonucuna ulaşma hususunda belirleyici bir role sahiptir; kişinin fuzûlî sayıldığı yahut yetkili olmakla birlikte yetki sınırının dışına çıktığının belirlendiği durumlarda yapılan iş, harcama ve ödemeler genellikle teberru kabul edilir.

BİBLİYOGRAFYA
Serahsî, el-Mebsûṭ, VII, 227; VIII, 60; XI, 133, 180, 196; XII, 35, 48; XIV, 142; XVII, 60, 195; XVIII, 27; XIX, 170; XXV, 162; XXVIII, 10; XXIX, 38; Gazzâlî, el-Vasîṭ fi’l-meẕheb (nşr. Ahmed Mahmûd İbrâhim – M. M. Tâmir), Kahire 1417/1997, III, 235; Kâsânî, Bedâʾiʿ, V, 153-155; VI, 5-6, 13, 16, 19, 40-41, 118-119, 214, 219; Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muġnî (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî – Abdülfettâh M. el-Hulv), Kahire 1411/1990, IV, 306; VI, 513; VIII, 486, 488; XIV, 101; Buhûtî, Keşşâfü’l-ḳınâʿ (nşr. M. Emîn ed-Dannâvî), Beyrut 1417/1997, III, 38, 78, 103, 145-150; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ḥâşiye ʿale’ş-Şerḥi’l-kebîr, Kahire 1328, III, 231, 292, 307, 326, 353, 373; Ahmed ez-Zerkā, Şerḥu’l-ḳavâʿidi’l-fıḳhiyye (nşr. Abdüssettâr Ebû Gudde), Beyrut 1403/1983, s. 237; Âdil b. Abdülkādir b. Muhammed Velî Kūteh, el-Ḳavâʿid ve’ḍ-ḍavâbiṭü’l-fıḳhiyyetü’l-Ḳarâfiyye: Zümretü’t-temlîkâti’l-mâliyye, Beyrut 1425/2004, II, 741-744; “Teberruʿ”, Mv.F, X, 65-68.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 215-216 numaralı sayfalarda yer almıştır.