TEDBİR

Bir kimsenin, kölesini kendi ölümüne bağlı olarak âzat etmesi anlamında fıkıh terimi.

Müellif:

Sözlükte “düşünmek, işin sonunu düşünerek gereği gibi davranmak, iyi yönetmek” anlamındaki tedbîr fıkıhta bir kimsenin kendi ölümüne bağlı olarak kölesini/câriyesini âzat etmesini ifade eder. Kelimenin sözlük ve terim anlamları arasındaki ilişki daha çok işlemin kişinin ölümüne bağlanmasıyla (ta‘lik) izah edilir; bazı müellifler ise kelimenin “işin sonunu düşünüp hareket etme” anlamından yola çıkarak bu işlemle âhirette sevaba nâil olma amaçlandığı için böyle adlandırıldığını söyler. Bu yolla kölesini âzat eden kimseye müdebbir, âzat edilen köleye/câriyeye müdebber/müdebbere denir.

Tedbir köleliği sona erdiren yollardan biri olup fıkıh eserlerinde aynı adla anılan özel bir bölümde, kölelik hukukunu ilgilendiren diğer kurum ve telakkileriyle bütünlük arzedecek biçimde ele alınıp şer‘î niteliği, hukukî mahiyeti, unsur ve şartları, hükümleri ayrıntılı biçimde incelenmiştir. Kaynaklarda tedbir muamelesinin Câhiliye dönemindeki uygulamanın devamı olduğu görüşünün yanı sıra bu müessesenin ilk defa İslâm ile başladığı da belirtilir (Şirbînî, IV, 509). “Hayır yapınız” (el-Hac 22/77); “İyilikler kötülükleri yok eder” (Hûd 11/114) gibi iyi amellere yönlendiren âyetler, köle âzadının büyük sevap kazandıracağını ifade edenler yanında özellikle tedbir yoluyla âzat hakkındaki hadisler (Abdullah b. Yûsuf ez-Zeylaî, III, 284-286) ve İslâm âlimlerinin bu yolla köle âzat etmeyi mendup şeklinde nitelendirme hususundaki ittifakı tedbirin meşruiyetinin kitap, sünnet ve icmâ ile sabit olduğunu gösteren deliller arasında zikredilir (Muhammed b. Abdullah el-Haraşî, VIII,133).

Tedbir tek taraflı irade beyanıyla gerçekleşen teberrû niteliğinde hukukî bir muameledir. Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelîler, bu bağlamda akid terimini tek taraflı irade beyanıyla gerçekleşenleri de kapsayacak biçimde kullandıklarından bunu “akdü’t-tedbîr” diye adlandırırlar. Fıkıh âlimleri tedbirin kuruluş ve sıhhat şartlarını ve buna bağlanan hukukî sonuçları vasiyet, hibe gibi teberrû mahiyetindeki hukukî muamelelerin tâbi olduğu genel prensipleri dikkate alarak belirlemişlerdir. Hanefîler’e göre tedbirin rüknü tedbir anlamına delâlet eden lafızlardır. Diğer mezheplere göre ise tedbire delâlet eden lafızların yanı sıra efendi ile köle de akdin rükünlerindendir. Hanefî, Şâfiî ve Hanbelîler’e göre tedbir işlemi tedbir, tahrir, i‘tâk, vasiyet gibi lafızlarla yapılabilir. Tedbir müdebbirin irade beyanına göre mutlak, mukayyed, muallak ve muzaf olmak üzere dört kısma ayrılır. “Ben öldüğümde sen hürsün” gibi müdebbirin ölümü dışında ilâve şart içermeyene mutlak; “Ben hastalığımdan ölürsem sen hürsün” gibi ölüme bir vasıf ilâve edilerek yapılana mukayyed; “Sen şu işi yaparsan hürsün” gibi ölüm dışında ilâve şart içerene muallak; “Sen yarından itibaren hürsün” gibi bir vaktin girmesine veya çıkmasına izâfe edilene muzaf denir. Mâlikîler ise tedbir işleminin tedbir lafzıyla veya tedbir anlamına gelen bir irade beyanıyla yapılması gerektiği, vasiyete özgü tabirlerle yapılamayacağı kanaatindedir.

Tedbir işleminin geçerli sayılması için efendinin temyiz kudretine sahip ve ergenlik çağına ulaşması gerekir. Mâlikîler’de borçtan dolayı mahcûr olan kişinin tedbiri sahih kabul edilmez. Hanbelîler on ve daha büyük yaştaki mümeyyiz çocuğun tedbir işleminin sahih olduğunu ifade etmişlerdir (İbn Kudâme, IX, 407). Yine bu işlemin sıhhati için müdebber kılınacak kölenin belirli ve müdebbirin mülkiyetinde bulunması şarttır. Ortaklar ortağı bulundukları köleyi tedbir yoluyla âzat edebilirler. Tedbirde bölünmeyi kabul eden Ebû Hanîfe’ye göre bir kimse ortağı bulunduğu köleyi müdebber kılsa sadece kendi hissesi nisbetinde müdebber sayılır ve diğer ortağın hissesi köle olarak kalır. Ortağı bu durumda hissesinden vazgeçme, kitâbet akdi yapma, hissesinin kıymetini ortağından alma ve köleyi müdebbirin ölümüne kadar bulunduğu hal üzere bırakma hususunda serbesttir. Tedbirde bölünmeyi kabul etmeyen Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre ise böyle bir köle tamamen müdebber olur ve müdebbirin ortağının hissesinin kıymetini tazmin etmesi gerekir. Mâlik, Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel de aynı görüştedir. Hanefî, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre tedbir ta‘lik mahiyetinde bağlayıcı (lâzım) bir işlem olduğundan bundan rücû câiz değildir. Tedbirin vasiyetten ayrılan en önemli farkı da budur. Hanefîler’e göre müdebbirin aklını yitirmesiyle vasiyet bâtıl olduğu halde tedbir bâtıl olmaz. Şâfiîler’de tedbir bir görüşe göre ta‘lik, diğer bir görüşe göre vasiyet mahiyetindedir. Hanbelîler’e göre tedbir işlemi müdebberin vakfedilmesi, efendisini öldürmesi ve efendisinden çocuk doğurması hallerinde bâtıl olur. Bu son durumda müdebber câriye ümmüveled statüsüne geçer.

Tedbir işlemine bağlanan hukukî sonuçlar müdebbirin hayatında ve ölümünden sonra olmak üzere iki kısma ayrılır (Kâsânî, IV, 120). Efendisi hayatta iken ceza, şahitlik vb. konularda müdebber hakkında kölelik hükümleri geçerlidir (İbn Rüşd, II, 450). Hanefî ve Mâlikîler’e göre müdebbir mutlak tedbirle müdebber kıldığı kölesini icâre akdine konu edebilir, kendi işinde çalıştırabilir, câriyeyi başkasıyla evlendirebilir, âzat edebilir, daha önce hürriyetine kavuşması için kendisiyle mükâtebe anlaşması yapabilir; fakat onu satma, başkasına hibe etme gibi bir yolla mülkiyetinden çıkaramaz. Şâfiî, Hanbelî ve Zâhirîler müdebbirin müdebber kölesini bey‘, hibe, vakıf gibi tasarruflarla mülkünden çıkarabileceği kanaatindedir. Hanefîler de mukayyed, muallak ve muzaf tedbir nevilerinde müdebbirin ileri sürdüğü şart ve kayıtların gerçekleşmesinden önce müdebber kölesini bey‘, hibe gibi bir yolla mülkünden çıkarabileceğini söylemişlerdir.

Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîler, tedbiri vasiyete benzeterek müdebberin efendisinin terekesinin üçte birinden âzat olduğunu ifade etmişlerdir. Müdebbirin vefat ettiği gün terekenin üçte biri müdebberin kıymetinden fazla veya ona denk ise müdebber hemen âzat edilmiş olur. Fakat terekenin üçte biri müdebberin kıymetinden eksik olursa müdebber hür insan statüsünü kazanmakla birlikte bu eksikten dolayı çalışmak mecburiyetinde kalır. Bu arada efendisinin terekesi borca batık olursa müdebber kendi kıymetinde borca iştirak eder. Ancak Ebû Hanîfe’den, borçlu olan müdebberin mükâteb köle statüsünde olduğu görüşü de nakledilmiştir (İbn Nüceym, III, 289). İbn Mes‘ûd, İbrâhim en-Nehaî, Hammâd gibi fakihlerle Zâhirîler tedbiri hibeye, müdebberi de ümmüvelede benzeterek müdebberin efendisinin malının üçte birinden değil malın tamamından âzat edildiğini söylemişlerdir (İbn Rüşd, II, 449-450; Kâsânî, IV, 122). Ahmed b. Hanbel’in de önceleri bu görüşte olduğu rivayet edilir (İbn Kudâme, IX, 389). Tedbir hususunda çocuk babaya değil anneye tâbidir. Hanefî, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre tedbirden sonra müdebber câriyenin efendisinden olmaksızın doğuracağı çocuklar da müdebber olur. Şâfiîler’e göre ise bir câriye gebe olduğu halde müdebbere kılınsa veya bir müdebbere efendisinin vefatı anında gebe bulunsa doğacak çocuk hakkında tedbir hükmü geçerli sayılır.

BİBLİYOGRAFYA
Buhârî, “Keffârât”, 6; Müslim, “Eymân ve’n-nüẕûr”, 58, 59; İbn Mâce, “ʿItḳ”, 1; Ebû Dâvûd, “ʿItḳ”, 2, 9; Tirmizî, “Büyûʿ”, 11; Nesâî, “Büyûʿ”, 84; Dârekutnî, es-Sünen (nşr. Abdullah Hâşim Yemânî el-Medenî), Kahire 1386/1966, IV, 138; Şâfiî, el-Üm, VII, 347-358; Sahnûn, el-Müdevvene, Kahire 1323, III, 294-300; İbn Hazm, el-Muḥallâ, IX, 217; Bâcî, el-Münteḳā, Kahire 1332, VII, 39-50; Şîrâzî, el-Müheẕẕeb, II, 7-10; Serahsî, el-Mebsûṭ, VII, 179-200; Kâsânî, Bedâʾiʿ, IV, 112-123; Burhâneddin el-Mergīnânî, el-Hidâye, Bulak 1316, III, 432-440; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, II, 448-452; İbn Kudâme, el-Muġnî (Herrâs), IX, 388-412; Osman b. Ali ez-Zeylaî, Tebyînü’l-ḥaḳāʾiḳ, Bulak 1313, III, 97-99; Abdullah b. Yûsuf ez-Zeylaî, Naṣbü’r-râye, [baskı yeri yok] 1393/1973 (el-Mektebetü’l-İslâmiyye), III, 284-286; Şirbînî, Muġni’l-muḥtâc, IV, 509-515; Muhammed b. Abdullah el-Haraşî, Şerḥu Muḫtaṣarı Ḫalîl, Bulak 1318, VIII,132-139; İbn Nüceym, el-Baḥrü’r-râʾiḳ, III, 289; İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr (Kahire), III, 682-689; “Tedbîr”, Mv.F, XII, 124-125.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 258-259 numaralı sayfalarda yer almıştır.