Karşıt anlamlı bir kelime olan (ezdâd) teheccüd sözlükte “uyumak; uyanmak, uykudan güçlükle uyanmak” anlamına gelir (Hatîb eş-Şirbînî, I, 348; İbn Âbidîn, II, 24). Dinî bir terim olarak yatsı namazı ile fecr-i sâdık arasında bir müddet uyuyup uyandıktan sonra namaz kılmayı ve bu süre içinde kılınan nâfile namazı (teheccüd namazı, kısaca teheccüd) ifade eder; teheccüd özellikle vitir ve terâvih gibi diğer gece namazlarından bu yönüyle ayrılır. İmam Şâfiî ve Müzenî’nin eserlerindeki bir ifadeyi esas alan bazı Şâfiîler’e göre vitirle teheccüd aynı namazdır (Şâfiî, I, 59; Mâverdî, II, 286; Nevevî, I, 432; Büceyrimî, II, 61).
Kur’ân-ı Kerîm’de gecelerin ibadetle ihya edilmesinin önemini vurgulayan birçok âyet bulunmakta, bunların bir kısmında doğrudan Hz. Peygamber’e hitap edilirken (el-İsrâ 17/79; Tâhâ 20/130; Kāf 50/40; et-Tûr 52/49; el-Müzzemmil 73/1-7, 20; el-İnsân 76/25) bir kısmında gece vakti Allah’a kulluk için özel çaba harcayan müslümanları övücü ve özendirici ifadeler yer almakta (Âl-i İmrân 3/17; el-Enbiyâ 21/20; el-Furkān 25/64; es-Secde 32/16-17; ez-Zümer 39/9; ez-Zâriyât 51/15-18), bir âyette ise Ehl-i kitap içerisinde inançlarında samimi olan ve geceleri Allah’ın âyetlerini okuyup secdeye kapanan bir grubun varlığından söz edilmektedir (Âl-i İmrân 3/113). Teheccüd namazı, adını İsrâ sûresinin 79. âyetinde geçen “tehecced” (teheccüd namazı kıl) kelimesinden almakla birlikte Resûl-i Ekrem’e gece namazı kılması daha peygamberliğin başlangıcında nâzil olan Müzzemmil sûresinin ilk âyetleriyle emredilmiştir (73/1-7).
Gece namazının önemi ve fazileti konusunda çok sayıda hadis vardır. Müzzemmil sûresinin nüzûlünden sonra her gece teheccüd namazı kılan Hz. Peygamber (Buhârî, “Teheccüd”, 4; Ebû Dâvûd, “Teṭavvuʿ”, 17-18, 27) farzlar dışında en faziletli namazın gece yarısı kılınan olduğunu belirtmiş (Müsned, II, 303, 329; Müslim, “Ṣıyâm”, 203), “Gece namazını kılın; çünkü bu sizden önceki sâlih kulların devam ettiği, Allah’a yaklaşmaya vesile olan, günahları örten ve engelleyen bir ibadettir” buyurmuş (Tirmizî, “Daʿavât”, 115; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, II, 502), geceleri uzun olduğundan gece ibadetini, gündüzleri kısa olduğundan orucu kolaylaştırması sebebiyle kış aylarını müminin baharı diye tanımlamıştır (a.g.e., IV, 297). Yine Resûl-i Ekrem hanımlarını, kızı Fâtıma’yı ve damadı Hz. Ali’yi uyanamadıkları zaman bizzat uyandırıp gece namazına kaldırmış (Buhârî, “Vitir”, 3; “Teheccüd”, 5; “Leyletü’l-Ḳadr”, 5), gece namazı için birbirini uyandıran eşlere hayır duada bulunmuş (Ebû Dâvûd, “Teṭavvuʿ”, 18; “Vitir”, 13), çok sevdiği Abdullah b. Ömer için, “Abdullah ne iyi insan, bir de gece namazı kılsa!” demiş (Buhârî, “Feżâʾilü aṣḥâbi’n-nebî”, 19), bunun üzerine İbn Ömer gece namazlarını sürekli kılmıştır (DİA, I, 127). Öte yandan ibadetlerin az da olsa devamlı yapılmasına önem veren Resûlullah (Buhârî, “Îmân”, 33; “Riḳāḳ”, 18; Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 218) teheccüdün düzenli kılınmasını tavsiye eder ve alışkanlık haline getirenlerin bu namazı terketmesini hoş görmezdi (Müsned, II, 170; Buhârî, “Teheccüd”, 19; İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 174). Ayrıca Resûl-i Ekrem, düzenli biçimde teheccüd kılan ve gece uyanıp namaz kılma niyetiyle yattığı halde uyanamadan sabahlayan bir müminin gece namazı kılmış gibi muamele göreceğini, zaman zaman namaza kalkmasına engel olan uykunun da Allah’ın ona bir hediyesi olduğunu belirtmiş (İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 177; Nesâî, “Ḳıyâmü’l-leyl”, 63), kendisi de gece namazını herhangi bir sebeple kılamadığı durumlarda gündüz onun yerine fazlasıyla kılmıştır (Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 139; Ebû Dâvûd, “Teṭavvuʿ”, 26; Nesâî, “Ḳıyâmü’l-leyl”, 2).
Bir namaz türü olması yani kıyam, kıraat, rükû, secde vb. tesbihatı yoğun biçimde barındırması yönüyle teheccüd, en değerli kulluk amelleri arasında yer aldığı gibi bu namazın kılındığı zaman ve mekân da ona özel bir değer kazandırmaktadır. Fahreddin er-Râzî’nin ifadesiyle gece mânevî lutuf, feyiz ve bereketin en bol ve en mükemmel şekilde elde edildiği zaman dilimidir (Mefâtîḥu’l-ġayb, XXII, 36). Gece vakti sakin bir ortamda ifa edilmesinden dolayı zihni meşgul eden takıntılardan uzak bir ortamın sağladığı huşû ve huzur, gece sükûnetinin oluşturduğu duygusal yoğunluk, namazı kılanın kendisiyle baş başa kalması sebebiyle ortaya çıkan ihlâs, samimiyet ve safiyet, herkesin uyuduğu bir vakitte uykunun bölünmesinden dolayı nefse galip gelme ve sonuçta oluşan mânevî atmosfer teheccüdü diğer nâfile namazlardan farklı kılan özelliklerdir. Gece namazının gündüz kılınan nâfilelere göre daha etkili (el-Müzzemmil 73/6) ve daha faziletli (Müslim, “Ṣıyâm”, 202; Nesâî, “Ḳıyâmü’l-leyl”, 6) kabul edilmesinin sebepleri de bunlar olmalıdır. Öte yandan Müzzemmil sûresinin 5. âyetinde belirtildiği üzere Hz. Peygamber’den kendisine yüklenecek ağır göreve böyle bir namazla hazırlanmasının istenmesi, teheccüdün günlük işlerde ortaya çıkabilecek sıkıntılarda metanetle hareket etme gücü sağlayıcı bir fonksiyona sahip olduğunu, insanı yönlendirici bir özellik taşıdığını göstermektedir. Nitekim Kur’an’ın müminlerden sabır ve namazla Allah’tan yardım talep etmeleri yönündeki isteği (el-Bakara 2/45, 153) gece namazı şeklinde de yorumlanmıştır (Ebû Tâlib el-Mekkî, I, 69).
Ümmeti hakkında teheccüdün nâfile hükmünde olduğu âlimlerin büyük çoğunluğunca kabul edilmekle birlikte Resûl-i Ekrem hakkında farz mı nâfile mi olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. Hz. Âişe ve Abdullah b. Abbas’tan gelen rivayetlere göre teheccüd namazı Müzzemmil sûresinin ilk âyetleriyle farz kılınmış, ancak Hz. Peygamber gibi geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılmaya başlayan müslümanlara bu ibadet ağır gelince aynı sûrenin yaklaşık bir yıl sonra nâzil olan son âyetiyle bu hüküm kaldırılmış ve teheccüdün nâfile bir ibadet olduğu bildirilmiştir (Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 139; Ebû Dâvûd, “Teṭavvuʿ”, 17, 27; Nesâî, “Ḳıyâmü’l-leyl”, 2). Bu rivayetleri dikkate alan Hanefîler’in büyük bir kısmına, İmam Şâfiî ve Şâfiî âlimlerinin çoğunluğu ile Hanbelîler’e göre teheccüd başlangıçta Resûlullah’a farz iken ardından nâfileye dönüşmüştür. Bu görüşü savunanlardan bazıları, teheccüdün beş vakit namaz emredilinceye kadar hem Peygamber’e hem ümmetine farz olduğu, beş vakit namazın farz kılınmasıyla birlikte nâfileye dönüştüğü kanaatindedir. Beş vakit namazın farz kılındığı ve Müzzemmil sûresinin ilk âyetlerini neshettiği kabul edilen İsrâ sûresinin 79. âyetinde teheccüd için kullanılan nâfile kelimesi de “farz olmayan namaz” anlamındadır. Ancak bu görüş sahipleri, bir ibadetin nâfile olmasının Resûl-i Ekrem açısından taşıdığı anlamın farklı sayıldığına işaret eder. Çünkü müslümanlar için nâfileler günahlara kefâret veya farz namazlardaki eksiklikleri telâfi amacıyla teşrî‘ kılınmışken Resûlullah’ın işlediği ve işleyebileceği bütün hatalar bağışlandığından (el-Feth 48/2) namazlarında telâfiyi gerektirecek bir eksiklik söz konusu değildir. Dolayısıyla farzlar dışında kıldığı namazlar sevabını arttırmaya ve derecelerini yükseltmeye yöneliktir. Tâbiîn âlimlerinden Mücâhid b. Cebr ve Katâde’nin de benimsediği bu yaklaşımı, bütün günahlarının bağışlandığını ifade eden âyetlere rağmen Hz. Peygamber’in tövbe istiğfarda bulunduğu gerekçesiyle Taberî eleştirmiştir (Câmiʿu’l-beyân, XV, 143). Usulcülerin ağırlıkta bulunduğu bazı Hanefî fakihleri, Mâlikîler’in çoğunluğu, Şâfiî mezhebine mensup bazı fakihler ve Ca‘ferîler ise teheccüdün Resûl-i Ekrem’e farz kılındığı görüşündedir. Taberî de İbn Abbas’a nisbet ettiği bu görüşü benimser (a.g.e., XV, 142-143; İbn Abbas’ın görüşü hakkında ayrıca bk. Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, VII, 39). Bu fikri savunanlar İsrâ sûresinin söz konusu âyetini, “Gecenin bir kısmında uyan ve sana mahsus olmak üzere diğer farz namazlarına ilâveten bir de gece namazı kıl!” şeklinde anlarlar. Yani âyetteki nâfile kelimesi bu namazın diğer müslümanlara farz kılınanlara ilâveten Hz. Peygamber’e farz kılındığına işaret etmektedir. Onların bir diğer delili Hz. Âişe’den rivayet edilen, “Size nâfile olan üç şey bana farzdır: Vitir, misvak ve gece namazı” hadisinde (Taberânî, III, 315; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, VII, 39) Resûlullah’ın bunu bizzat ifade etmiş olmasıdır. Bu görüş sahiplerine göre teheccüdün farz kılınması Hz. Peygamber’e özgü hükümlerdendir (hasâisü’n-nebî). Teheccüdün Resûl-i Ekrem açısından farz veya nâfile diye nitelenmesinin sonucu hakkında İbnü’l-Hümâm şöyle bir açıklama yapar: Bu namazın Hz. Peygamber’e farz kılınması ümmetine mendup (müekked sünnet), onun için nâfile sayılması ümmetine sünnet (müstehap) olduğu anlamına gelir (Fetḥu’l-ḳadîr, I, 391). Öte yandan Hasan-ı Basrî ve İbn Sîrîn gibi tâbiîn âlimlerine göre ümmet açısından da teheccüd namazı farzdır ve az da olsa kılınması gerekir; ancak bu gruptaki âlimler arasında vitir namazının kılınmasıyla bu emrin yerine getirilmiş olacağı kanaatini taşıyanlar vardır (İbn Cüzey, IV, 300).
Teheccüd namazının en faziletli vakti konusunda da farklı görüşler ileri sürülmüştür. Mâlikîler’e ve Hanbelîler’e göre bu vakit gecenin son üçte birlik dilimidir. Fakat Mâlikîler, uykusuna güvenemeyenler için ihtiyaten gecenin ilk vaktinde kılmanın daha uygun olacağını belirtirler. İbadet ve dua için bu vaktin önemine vurgu yapan (Müsned, II, 421; Müslim, “Ṣalât”, 215; Nesâî, “Taṭbîḳ”, 79) ve teheccüd namazının gecenin son üçte birlik diliminde kılınmasının daha faziletli sayıldığını belirten (Buhârî, “Teheccüd”, 14; Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 168-170; İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 148, 182, “Fiten”, 12; Ebû Dâvûd, “Teṭavvuʿ”, 10; Nesâî, “Mevâḳīt”, 35) hadisler bu görüşü destekleyen deliller arasında yer alır. Hanefî ve Şâfiî fakihlerine göre gecenin üçte birini namaza ayıran bir müminin ortaya gelen dilimde, yarısını ibadetle geçirmeye niyet edenin ise son kısımda kılması daha faziletlidir. Ayrıca Şâfiîler gece teheccüde kalkabileceğine güvenen kişinin vitir namazını kılmadan yatıp uyandıktan sonra önce teheccüdü ve ardından vitir namazını kılmasını müstehap görmüşlerdir. Ca‘ferîler’e göre teheccüdün vakti gece yarısından sonradır ve sabah namazı vaktine (fecr-i sâdık) yakınlığı oranında fazileti artmaktadır. Bir mazeret yokken bu namazı gecenin yarısından önce kılmak câiz değildir.
Teheccüdün en az iki rek‘at olduğu hususunda İslâm âlimlerinin ittifakı vardır. Üst sınırının rek‘atı konusunda ise farklı görüşler ileri sürülmüştür. Hz. Peygamber’in kaç rek‘at teheccüd kıldığını tesbit etmeye çalışan Hanefîler’e göre sekiz, Mâlikîler’e göre on veya on iki rek‘attır. Daha ziyade nâfilelerin isteğe bağlı namazlar sayıldığı ilkesinden hareket eden Şâfiîler ile Hanbelîler’e göre ise herhangi bir üst sınır yoktur. Resûl-i Ekrem’in ağırlıklı uygulaması bu yönde olduğu için (Buhârî, “Ṣalât”, 84, “Vitir”, 1-2; Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 145-148, 156-157, 159; Nesâî, “Ḳıyâmü’l-leyl”, 26, 35) aralarında Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin de bulunduğu fukahanın çoğunluğu, teheccüd namazının her iki rek‘atta bir selâm verilerek kılınmasını daha faziletli kabul etmiştir. Ebû Hanîfe’ye göre ise gündüz kılınan nâfilelerde olduğu gibi teheccüdün de dört rek‘atta bir selâm verilerek kılınması efdaldir. Kıraat gizli veya açık icra edilebilir. Ancak kıraat açıktan yapıldığında başkalarına rahatsızlık vermemeye dikkat etmelidir.
Gece ve gündüzün insanların emrine tahsis edildiği (İbrâhîm 14/33; en-Nahl 16/12), gecenin huzur, sükûnet ve istirahat vakti, uykunun dinlenme aracı kılındığı (el-En‘âm 6/96; Yûnus 10/67; el-Furkān 25/47; en-Neml 27/86; el-Mü’min 40/61; en-Nebe’ 78/9-10), bunun Allah’ın rahmetinin bir sonucu olduğu (el-Kasas 28/73) ve gece uykusunun O’nun varlığının işaretlerinden sayıldığı (er-Rûm 30/23) dikkate alındığında ibadet için bütün geceyi uykusuz geçirmenin İslâm’ın ruhuna uygun düşmeyeceği, her işte olduğu gibi bu hususta da orta bir yol tutulması gerektiği anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber de, bu dengeyi gözetmeden kendilerini aşırı derecede nâfile ibadete veren ve her gün oruç tutup geceleri sabaha kadar namaz kılan Abdullah b. Amr b. Âs, Osman b. Maz‘ûn ve Ebü’d-Derdâ gibi sahâbîleri uyarmış, onlara vücutlarının ve ailelerinin de kendileri üzerinde hakkı bulunduğunu, gecenin bir bölümünü uykuya ayırmaları gerektiğini hatırlatmıştır (el-Muvaṭṭaʾ, “Ṣalâtü’l-leyl”, 1; Buhârî, “Teheccüd”, 15, 18, 20, “Ṣavm”, 51, 55, “Edeb”, 84; Müslim, “Ṣıyâm”, 182; Ebû Dâvûd, “Teṭavvuʿ”, 19, 28). Aynı şekilde gece namazını daha uzun süre ayakta kılabilmek için kendilerini zorlayan bazı sahâbîlere yorulduklarında oturarak kılabileceklerini ya da namazı bırakabileceklerini söylemiş, gece namazı için uyanan fakat uykusu açılmayan veya çok yorgun olan kimselere de kıldığı namazın ve okuduğu Kur’an âyetlerinin farkına varmadan ibadet yapmak yerine yatıp dinlenmelerini tavsiye etmiştir (el-Muvaṭṭaʾ, “Ṣalâtü’l-leyl”, 1; Buhârî, “Teheccüd”, 18; Ebû Dâvûd, “Teṭavvuʿ”, 19). Hz. Âişe ve Ümmü Seleme’nin verdiği bilgiye göre Resûlullah da ramazan ayı dışında gecenin tamamını ibadetle geçirmemiş, gecenin belirli bir vaktini teheccüde, kalan kısmını uykuya ve dinlenmeye ayırmış (Ebû Dâvûd, “Teṭavvuʿ”, 27; “Vitir”, 20), kıraati çok uzun tuttuğu için özellikle hayatının son dönemindeki teheccüdlerinde namazın büyük bir kısmını oturarak kılmıştır (Buhârî, “Teheccüd”, 16). Öte yandan Hz. Peygamber geceleyin uyanıp teheccüd namazı kılabilmek için müminleri öğle uykusuna (kaylûle) teşvik etmiştir (İbn Mâce, “Ṣıyâm”, 22).
Hadis kitaplarında Resûl-i Ekrem’in gece ibadeti ve teheccüdüyle ilgili ayrıntılı bilgiler içeren rivayetler mevcuttur. Meselâ onun gece namazı kılışına şahit olanlardan Huzeyfe b. Yemân namazın ilk rek‘atında Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ sûrelerinin tamamını ağır ağır okuduğunu, azapla ilgili âyetlerde Allah’a sığındığını, nimetle ilgili olanlarda o nimeti talep ettiğini, tesbihatla ilgili âyetlerde tesbihte, Allah’ın azametiyle ilgili âyetlerde O’na tâzimde bulunduğunu anlatmış, rükû ve secdelerini de neredeyse kıraati kadar uzun yaptığını nakletmiştir (Müsned, V, 384, 397, 400; Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 203; Nesâî, “Taṭbîḳ”, 75; Abdullah b. Abbas’ın gözlemi için bk. Buhârî, “Vuḍûʾ”, 38, “Tefsîr”, III/17-18, “Tevḥîd”, 27; Müslim, “Ṭahâret”, 48, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 191-192; Ebû Dâvûd, “Ṭahâret”, 30, “Teṭavvuʿ”, 27). Hz. Peygamber’in teheccüd namazına başlamadan önce yaptığı farklı dualar hadis kitaplarında nakledilmiştir (Abdullah Sirâceddin el-Hüseynî, s. 396-402).
BİBLİYOGRAFYA
Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-ʿAyn, “hcd” md.
Cevherî, eṣ-Ṣıḥâḥ, “hcd” md.
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “sḥr” md.
Müsned, II, 170, 303, 329, 421; V, 384, 397, 400.
Şâfiî, el-Üm, I, 59.
İbn Ebü’d-Dünyâ, Kitâbü’t-Teheccüd ve ḳıyâmü’l-leyl (nşr. Muslih b. Cezâ’ b. Fedgūş el-Hârisî), Riyad 1418/1998.
Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XV, 141-143; XXIX, 124-130, 139-142.
Taberânî, el-Muʿcemü’l-evsaṭ (nşr. Târık b. Avazullah – Abdülmuhsin el-Hüseynî), Kahire 1415, III, 315.
Âcurrî, Kitâbü Fażli ḳıyâmi’l-leyl ve’t-teheccüd (nşr. Abdüllatîf b. Muhammed el-Cîlânî el-Âsifî), Medine 1417.
Cessâs, Aḥkâmü’l-Ḳurʾân, III, 207, 468-469.
Ebû Tâlib el-Mekkî, Ḳūtü’l-ḳulûb (nşr. Âsım İbrâhim el-Keyyâlî), Beyrut 1426/2005, I, 69.
Mâverdî, el-Ḥâvi’l-kebîr (nşr. Ali M. Muavvaz – Âdil Ahmed Abdülmevcûd), Beyrut 1414/1994, II, 4, 281, 286; XVI, 80.
Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Mekke 1414/1994, II, 502; IV, 297; VII, 39.
Ebû Ca‘fer et-Tûsî, el-Mebsûṭ fî fıḳhi’l-İmâmiyye (nşr. M. Takī el-Keşfî), Tahran 1387, I, 131-132.
Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Aḥkâmü’l-Ḳurʾân (nşr. Ali M. el-Bicâvî), Beyrut 1407/1987, III, 1222-1223.
İbnü’l-Harrât, eṣ-Ṣalât ve’t-teheccüd (nşr. Âdil Ebü’l-Meâtî), Mansûre 1413/1992, s. 263 vd.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, Beyrut 1411/1990, XXII, 36; XXX, 151-158.
İbn Kudâme, el-Muġnî, I, 770-776.
Nevevî, Ravżatü’ṭ-ṭâlibîn (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd – Ali M. Muavvaz), Beyrut 1412/1992, I, 431-432, 441-442.
İbn Cüzey, et-Teshîl li-ʿulûmi’t-tenzîl (nşr. M. Abdülmün‘im el-Yûnusî – İbrâhim Atve İvaz), Kahire 1393/1973, IV, 300.
Makrîzî, Muḫtaṣaru Ḳıyâmi’l-leyl ve ḳıyâmi ramażân ve Kitâbi’l-Vitr li-Muḥammed b. Naṣr el-Mervezî, Faysalâbâd 1408/1988.
İbnü’l-Hümâm, Fetḥu’l-ḳadîr (Kahire), I, 389-392.
Süyûtî, Kifâyetü’ṭ-ṭâlibi’l-lebîb fî ḫaṣâʾiṣi’l-Ḥabîb, Beyrut 1405/1985, II, 396-398.
Hattâb, Mevâhibü’l-celîl (nşr. Zekeriyyâ Umeyrât), Kahire 1423/2003, V, 4-5.
Hatîb eş-Şirbînî, Muġni’l-muḥtâc (nşr. M. Halîl Aytânî), Beyrut 1418/1997, I, 347-349.
Şemseddin er-Remlî, Nihâyetü’l-muḥtâc, Kahire 1389/1969, II, 130-132.
Ali b. Ahmed el-Adevî, Ḥâşiye (Muhammed b. Abdullah el-Haraşî, Şerḥu Muḫtaṣarı Ḫalîl içinde), Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), III, 157-158.
Büceyrimî, Tuḥfetü’l-ḥabîb ʿalâ Şerḥi’l-Ḫaṭîb, Beyrut 1417/1996, II, 60-62.
Şevkânî, Neylü’l-evṭâr, Kahire, ts. (Dârü’t-türâs), III, 56-60.
İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr (Kahire), II, 24-25.
Muhammed b. Sâlih b. Süleyman el-Huzeym, Ṣıfatü ṣalâti ḳıyâmi’l-leyl, Riyad, ts. (Dârü’l-Kāsım), s. 61-129.
Abdullah Sirâceddin el-Hüseynî, Seyyidünâ Muḥammed Resûlullah (s.a.v.), Halep, ts. (Dârü’l-Felâh), s. 385-404.
A. J. Wensinck, “Teheccüd”, İA, XII/1, s. 121-122.
a.mlf., “Tahad̲j̲d̲j̲ud”, EI2 (İng.), X, 97-98.
“Teheccüd”, Mv.F, XIV, 86-90.
“Ḳıyâmü’l-leyl”, a.e., XXXIV, 117-127.
M. Yaşar Kandemir, “Abdullah b. Ömer b. Hattâb”, DİA, I, 127.
Sâlihî Kirmânî, “Teheccüd”, DMT, V, 168.
K. Wagtendonk, “Vigil”, Encyclopaedia of the Qurʾān (ed. J. D. McAuliffe), Leiden 2006, V, 430-431.
Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 323-325 numaralı sayfalarda yer almıştır.