Değerini ortaya koymak amacıyla genelde sanat ve özelde bir edebiyat eserinin belirlenmiş ölçütlere göre incelenmesi ve analizini konu alan bilim dalı.
Bölümler İçin Önizleme
1/3Müellif: RAHMİ ERBölüme Git
Eski Yunan’da edebî eleştiri edebiyata insanları ahlâkî erdemlere yönlendirme görevi veriyor ve eserler bu ölçüye göre değerlendiriliyordu. Aristo’nun…
2/3Müellif: RIZA KURTULUŞBölüme Git
FARS EDEBİYATI. Fars edebiyatında tenkit “nakd-i edebî” başlığıyla ele alınmıştır. Edebî tenkitte amaç sadece yanlış ve eksiklikleri ortaya koymak değ…
3/3Müellif: ABDULLAH UÇMANBölüme Git
TÜRK EDEBİYATI. Tenkit Fransızca kritik (critique) karşılığı olarak Servet-i Fünûn döneminden itibaren görünmeye başlanmıştır. Tanzimat devri edebiyat…
Eski Yunan’da edebî eleştiri edebiyata insanları ahlâkî erdemlere yönlendirme görevi veriyor ve eserler bu ölçüye göre değerlendiriliyordu. Aristo’nun Poetika ile Retorika’sında kadim Yunan edebî tenkidinin esasları felsefe ve mantık bilimlerinin verileriyle desteklenerek belirlenmiş, bunların Batı edebiyatlarında yansımaları olmuş, bu iki eserin II (VIII) ve III. (IX.) yüzyıllarda Arapça’ya tercümesiyle birlikte Arap edebî tenkidine de etkide bulunmuş ve Kudâme b. Ca‘fer ile Abdülkāhir el-Cürcânî gibi bu eserlerden etkilenen eleştirmenler ortaya çıkmıştır. Daha sonra Batı’da görülen realizm, romantizm, parnasizm, eksistansiyalizm, sosyalizm, komünizm, sembolizm gibi felsefî, edebî ve sosyal akım ve ekollerin her birine özgü edebî eleştiri kriterleri oluşmuştur. Edebî eleştiri her millette ilk zamanlar eleştirmenin zevkine ve eserden edindiği izlenime göre değişen natürel ve sübjektif eleştiri niteliğinde iken zamanla gelişerek belirli ölçü ve yöntemleri, objektif kriterleri olan bilimsel bir disiplin haline gelmiştir.
ARAP EDEBİYATI. Arap dili ve edebiyatında eleştiri karşılığında daha çok nakd, bazan da intikād, tenakkud kelimeleri kullanılır. Bu kavramlar “madeni paranın gerçeğini sahtesinden ayırmak, sözün güzel ve kusurlu yanlarını ortaya koyup açıklamak” gibi mânalara gelir (Lisânü’l-ʿArab, “nḳd” md.). Câhiliye dönemine ait çok gelişmiş şiir örnekleri, Arap edebiyatında edebî eleştirinin ancak gelişmiş bir edebî zevkle başarılabileceği düşüncesini akla getirmektedir. Söz konusu dönemde özellikle Mekke yakınlarında kurulan Ukâz panayırında şiir yarışmaları düzenlendiği, bunun için bir hakem belirlendiği, birinci seçilen şiirlerin Kâbe duvarına asıldığı ve “muallaka” diye adlandırılan bu şiirlerin günümüze kadar geldiği bilinmektedir. Yine edebiyat tarihçilerinin tarih bakımından mümkün görmediği bir rivayete göre İmruülkays b. Hucr’ün eşi Ümmü Cündeb, İmruülkays ile Alkame b. Abede’nin beyitlerini karşılaştırıp Alkame’yi galip ilân ettiğinden kendisine “Fahl” (damızlık at veya güç sembolü erkek deve) lakabının verilmesi, şiirlerinde çok emsal geçtiği için Kâ‘b el-Ganevî’ye “Kâ‘bü’l-emsâl”, at tasvirinin çok olması sebebiyle Tufeyl el-Ganevî’ye “Tufeylü’l-hayl”, şiirleri süslü bulunduğu için Nemir b. Tevleb’e “Muhabbir” (süsleyen) lakabının verilmesi, Rebîa b. Hezâr el-Esedî’nin Zibrikān b. Bedr, Muhabbel es-Sa‘dî, Abde b. Tabîb ve Amr b. Ehtem arasında hakemlik yapması, Nâbiga ez-Zübyânî’nin en iyi şairin abartısı beğenilen, yergisi güldüren şair olduğunu söylemesi Câhiliye devrinde şiir eleştirisine dair ortaya çıkmış anekdotlardır. Buna göre Câhiliye döneminde belli bir edebî zevkin teşekkül ettiği ve şiirlerin bu zevke uygun biçimde söylenmiş olduğunu ileri sürmek mümkündür. Bu devirde şiirin kurallarına veya eleştirisine dair yazılı bir eserin bulunmayışından hareketle edebî eleştirinin kişisel zevk ve beğeni sınırından öteye geçemediği iddia edilse de Hassân b. Sâbit’in kabilesinin cömertliğini ve yiğitliğini övdüğü ”لنا الجفنات الغرّ يلمعن بالضحى / وأسيافنا يقطرن من نجدة دما“ (Kuşluk vaktinde parlayan ziyafet kazanları bizimdir / Kılıçlarımız da mazluma imdat için kan akıtır) şeklindeki matla‘ beytiyle ilgili olarak dönemin hakemi Nâbiga ez-Zübyânî (veya kadın şair Hansâ) tarafından yapıldığı rivayet edilen eleştiriyi (Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, VIII, 194-195) kişisel beğeninin ötesinde nesnel, sağlam ölçütlere dayalı bir eleştiri diye görmek gerekir. Bununla birlikte ne Câhiliye döneminde ne de IV. (X.) yüzyıla kadarki süreçte kaynaklarda benzer tarzda başka bir eleştiriye yer verilmemesi düşündürücüdür.
Emevîler devrinde Şam, Irak ve Hicaz’da birbirinden farklı şiir türlerinin gelişmesi, bu merkezlerin içinde bulunduğu sosyal ve siyasal şartlara bağlı olarak şiire farklı görevler yüklenmesi kişisel veya toplumsal beğeninin farklılaşmasıyla alâkalıdır. Hilâfetin merkezi olan Dımaşk’ta tartışılan ve gelişen şiir türü methiye idi; çünkü burası halifenin himayesine mazhar olabilmek için övgü şiirlerini beğendirebilme çabasındaki şairlerle doluydu. Buna karşılık Emevî karşıtlarının yoğun bulunduğu Irak’ta yönetimden hoşnut olmayanların hicivleri ve fahr türü şiirler kulaktan kulağa yayılıyordu. Dımaşk’ta kaliteli övgü şiirinin nitelikleri tartışılırken Irak’ta nitelikli yergi şiirinin nasıl olması gerektiği konuşuluyordu. Hicaz bölgesi, fetihlerden elde edilen ganimetlerin büyük ölçüde buraya aktarılması sonucu refah düzeyinin yükselmesi dolayısıyla gazel türünün geliştiği bir coğrafya niteliğine bürünmüştü. Mekke ve Medine gibi şehirler hızla eğlence hayatına doğru kayarken edebî zevk de beraberinde gazel türüne kaymış, özellikle Ömer b. Ebû Rebîa’nın elinde maddî aşkı işleyen gazel gelişme göstermiştir. Şehirlerin refah düzeyinden nasiplenemeyen çöl şairleri gazel türünde ürün vermiş olmakla birlikte İslâm dininin getirdiği ahlâk anlayışının ve âhiret algılayışının etkisiyle platonik aşk şiirleri söylemiştir. Kaynaklarda bu farklı merkezlerde yapılan edebî tartışmalara ilişkin açıklamalar kişisel veya kitlesel beğeni anlayışını aşmasa da edebiyatın görevi ve fonksiyonu gibi temel meseleler hakkında fikir yürütülmesine katkıda bulunabilecek birtakım pratiklerin yaşandığına hükmetmek için yeterlidir.
I. (VII.) yüzyılda halife ve sahâbîlerin birçoğu aklıselime ve tabii fıtrata dayanarak kadim şairlerle onların şiirleri hakkında eleştirilerde bulunmuştur. Hz. Peygamber, muallaka sahibi İmruülkays’ı şairlerin öncüsü ve bayraktarı diye gördüğü gibi Tarafe b. Abd’in, “Günler gösterecek sana bilmediğin nice şeyi / Azık verip görevlendirmediğin kimse getirecek sana nice haberi” beytini beğenerek, “Bu nübüvvet sözlerindendir” demiştir (Müsned, VI, 131, 138; Tirmizî, “Edeb”, 70). Hz. Ebû Bekir şiirinin daha güzel, bahrinin daha tatlı, anlamının daha derin olduğunu belirtip Nâbiga ez-Zübyânî’yi diğerlerinden üstün bulmuştur. Aynı şekilde Hz. Ömer garîb kelimeler kullanmaması, kişileri sadece kendilerinde bulunan sıfatlarla övmesi sebebiyle Züheyr b. Ebû Sülmâ’yı beğenmiştir. Hz. Ali övgüsü daha güzel, yergisi daha önde olduğu için İmruülkays’ı üstün görmüştür. Emevî halifeleri ve özellikle Abdülmelik b. Mervân şairler, bunların şiirleri ve dereceleri hakkında eleştirel görüşler ortaya koymuştur. II. (VIII.) yüzyıl edebî eleştiri demek olan “en-naḳd” kelimesinin terim anlamının ortaya çıkmaya başladığı dönemdir. Mufaddal ed-Dabbî, Hammâd er-Râviye’nin şiir uydurmasını ve uydurduğu şiirleri kadim şairlere nisbet etmesini yorumladığı sırada, bir şairin kendi şiirleriyle Hammâd tarafından uydurulup ona nisbet edilen şiirleri birbirinden ancak eleştirel yaklaşıma sahip bir kişinin ayırabileceğini ifade ederken “nâkıd” (eleştirmen) sözcüğünü kullanmıştır (Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, VI, 89). Edebî eleştirinin ve eleştirmenin önemine ilişkin ilk görüşler de yine bu döneme aittir. II. (VIII.) yüzyılda Ebû Amr b. Alâ, Hammâd er-Râviye, Mufaddal ed-Dabbî, Halef el-Ahmer, Ebû Ubeyde Ma‘mer b. Müsennâ, Asmaî ve Ebû Zeyd el-Ensârî gibi Basra, Kûfe ve Bağdat râvi ve edipleriyle Ebü’l-Alâ Sâlim, Abdülhamîd el-Kâtib, İbnü’l-Mukaffa‘, Sehl b. Hârûn gibi kâtipler ve Bişr b. Mu‘temir gibi Mu‘tezile kelâmcıları edebî tenkit kültürünün gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. İbn Sellâm el-Cumahî, Fuḥûlü’ş-şuʿarâʾnın mukaddimesinde eleştirinin ve eleştirmenin önemine değinmiş, Halef el-Ahmer’in, şiirle ilgili olarak sıradan birinin değil şiirden anlayan birinin değerlendirmesinin muteber sayıldığına dair sözlerini, şiirin de diğer güzel sanatlar gibi bir bilim dalı olduğu biçimindeki kendi görüşünü desteklemek üzere aktarmıştır (s. 3-4).
Abbâsî dönemi II. (VIII.) yüzyılda başlasa da kültürel ve bilimsel yönden bu dönemin gerçek başlangıcı III. (IX.) yüzyıldır. Kur’an ve hadis üzerine yapılan araştırmalardan nahiv, aruz, dil ve edebiyat araştırmalarına ve diğer beşerî ilimlere kadar bilimsel hayat bu yüzyılda büyük gelişme göstermiştir. Farsça’dan, Süryânîce’den ve Yunanca’dan düşünce eserlerinin çevrilmesine yönelik yoğun faaliyetler de bu döneme rastlar. Bütün bunlar eleştirel hareketi canlandırmış ve çeşitlendirmiştir. Bu çeşitliliği yenilikçiler, gelenekçiler ve kuramcılar olarak üç kategoride ele almak mümkündür. Yenilikçi harekette başı şairler çeker. Beşşâr b. Bürd, Ebû Nüvâs, Müslim b. Velîd ve Ebû Temmâm gibi hareketin önemli temsilcileri, şiirin gelişen uygarlıkla uyum içinde olması gerektiği düşüncesinden hareketle hem biçiminde hem temasında yeniliğe gidilmesi çağrısında bulunuyordu. Dil bilginlerinden oluşan gelenekçiler ise kendileri tarafından toplanan Câhiliye şiirini dil açısından doğru kullanımın standardı olarak görmenin ötesinde üslûp ve içerik yönüyle de taklit edilmesi gereken üst düzey ürünler kabul ediyordu. Kuramcılara gelince bunlar daha çok şiirin nasıl olması gerektiği ve şiir dili konusunda eser ortaya koyanlardır; Arap edebiyatında edebî eleştirinin durumuyla ilgili temel kaynakları da kuramcıların bu eserleri oluşturmuştur. Söz konusu yazarlara her ne kadar kuramcı denmişse de bunlar hiçbir zaman Eflâtun ve Aristo’nun yaptığı gibi şiirin niteliği, fonksiyonu ve şairin göreviyle ilgili bir tartışmaya girmemiştir. Onların tartışma konularını, Arap kasidesinin dili ve düzeniyle ilgili eleştirel görüşlerin yanı sıra daha çok şiirin tabiiliği, yeniliği, şiirde sunîlik ve şiir intihalleri hususları oluşturur. III. (IX.) yüzyılda bağımsız bir ilim haline gelen edebî tenkide dair Ebû Temmâm’ın el-Vaṣıyye (Buhtürî’ye şiir sanatıyla ilgili tavsiyeleri), Ebû Yûsuf Ya‘kūb el-Kindî’nin Risâle fî ṣanʿati’ş-şiʿr, Ebû İshak İbnü’l-Müdebbir’in er-Risâletü’l-ʿaẕrâʾ, Müberred’in Ḳavâʿidü’ş-şiʿr, Sa‘leb’in Ḳavâʿidü’ş-şiʿr, İbnü’l-Mu‘tezz’in el-Bedîʿ, Risâle fî meḥâsini Ebî Temmâm ve mesâviʾihî, Nâşî el-Ekber’in Naḳdü’ş-şiʿr (Tafżîlü’ş-şiʿr) adlı eserleri ve şiir eleştirisine dair kasideleri dışında İbn Sellâm el-Cumahî, Câhiz ve İbn Kuteybe’nin edebî eserleri içerisinde şiir eleştirisine dair dağınık vaziyette zengin malzeme bulunur. IV. (X.) yüzyılda ilkeleri ve kuralları belirlenmiş olan edebî tenkide dair Naḳdü’ş-şiʿr (Kudâme b. Ca‘fer), Naḳdü’n-nes̱r (İbn Vehb el-Kâtib) ve Kitâbü’ṣ-Ṣınâʿateyn (Ebû Hilâl el-Askerî) gibi müstakil eserlerle Ebû Nüvâs, Ebû Temmâm, Buhtürî, Mütenebbî gibi ünlü şairlerin şiirlerinin eleştirisi ve yaptıkları intihaller üzerine Ebû Bekir es-Sûlî, Hasan b. Bişr el-Âmidî, Hâtimî, İbn Vekî‘, Kādî Ebü’l-Hasan el-Cürcânî, Sâhib b. Abbâd gibi eleştirmenlerce birçok çalışma ortaya konmuştur.
Günümüze ulaşan en eski eleştiri eseri Asmaî’nin (ö. 216/831) Fuḥûletü’ş-şuʿarâʾsıdır. Ünlü bir dil bilgini olan Asmaî bu eserinde Câhiliye döneminden kendi zamanına kadar yaşamış şairler hakkında çeşitli değerlendirmelerde bulunmaktadır. Buradaki yargılar bazan kendi içinde bile tutarsızdır (meselâ İmruülkays’la ilgili değerlendirmeler, s. 12-13, 16) ve çoğu zaman keyfîdir. “En iyi şair kimdir?” sorusuna verilen cevapların farklılık göstermesi, eleştirmenin şairin bütün ürünlerini değil o an için zihninde öne çıkan bir veya birkaç beytini esas alarak değerlendirme yapmasından ileri gelmektedir. Bu tarz bir değerlendirme örneğine İbn Kuteybe’de rastlanmaktadır (eş-Şiʿr ve’ş-şuʿarâʾ, s. 35). İbn Kuteybe’nin eş-Şiʿr ve’ş-şuʿarâʾsı şiir değerlendirmesinde yeni bir anlayış getirmesi bakımından önemlidir. Müellif klasik kaside esas alınarak yapılmış bir kaside tanımına yer verse de (a.g.e., s. 31) şiirde Câhiliye örneğinin model alınması gerektiğini savunmaz. Şiirin eski veya yeni oluşuna yahut eski şiirin değerli, yeni şiirin değersiz olacağı peşin hükmüne göre değil özünde taşıdığı değerler göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi gerektiğini söyler; ayrıca bugün için eski olanın bir zamanlar çağdaş olduğuna dikkat çeker. İbn Kuteybe şiiri dört kategoriye ayırırken (a.g.e., s. 24-27) tamamıyla şiirin lafız ve anlam bakımından niteliğini göz önünde bulundurur. İbnü’l-Mu‘tez Ṭabaḳātü’ş-şuʿarâʾ(i’l-muḥdes̱în) adlı eserini yeni (Abbâsî dönemine ait) şairlere (muhdesûn) hasretmiş, ayrıca Kitâbü’l-Bedîʿinde sanatları bakımından eski ve yeni şairler arasında karşılaştırmalara ve Kitâbü Seriḳāti’ş-şuʿarâʾda şiir intihallerine yer vermiştir. Ebü’l-Hasan İbn Tabâtabâ ʿİyârü’ş-şiʿr’inde klasik şiir düzenini şiirin üretim şartlarına bağlar, modern şairlerin yeniliklerini eskilerin gelenekçiliğiyle karşılaştırır. Söz sanatlarının kullanılışı ve eskilerle yenilerin üstün nitelikleri etrafında cereyan eden eleştirel tartışmalarda Ebû Temmâm, Buhtürî ve Mütenebbî odak şahsiyetler haline gelmiştir. Konuyla ilgili çalışmalar arasında Ebû Bekir es-Sûlî’nin Aḫbâru Ebî Temmâm ve Aḫbârü’l-Buḥtürî adlı eserleriyle Hasan b. Bişr el-Âmidî’nin el-Muvâzene beyne Ebî Temmâm ve’l-Buḥtürî’si, ayrıca Kādî el-Cürcânî’nin el-Vesâṭa beyne’l-Mütenebbî ve ḫuṣûmih adlı eseri oldukça meşhurdur.
Aristo’ya ait eserlerin Arapça’ya çevrilmesi ve Aristo üzerine yapılan tartışmalar eleştiriyi etkilemiştir. Kudâme b. Ca‘fer’in Naḳdü’ş-şiʿr’i sanılanın aksine Aristo’nun etkisini pek yansıtmaz. Bu eserde şiirde lafız-mâna, lafız-vezin, mâna-vezin uyumunun nasıl sağlandığı ya da niçin sağlanamadığı, iyi şiirin kötü şiirden nasıl ayırt edileceği hususlarına değinilmesi, her durumun adlandırılıp kavramlaştırılması, örneklerle açıklanması edebî eleştiride önemli bir aşamayı oluşturur. Bu konulara önceki müelliflerce kısmen değinilmişse de onları en iyi şekilde Kudâme sistemleştirilmiştir. Kudâme’nin bu eserde şiir için yaptığı “vezinli, kafiyeli söz” tanımı klasiklerin şiir tanımı diye kabul görmüştür. Uzun süre yanlışlıkla Kudâme’ye nisbet edilen İshak b. İbrâhim b. Vehb’in Kitâbü’l-Burhân fî vücûhi’l-beyân’ının bir bölümü olan Naḳdü’n-nes̱r adlı eser şiiri ve nesri mantık açısından ele alır. Belâgat gibi şiirin de mantığın bir kolu halinde kategorize edildiği Aristo’nun Organon’unun takipçileri olarak filozoflar şiirsel ifadelerin doğruluğu (yalanın karşıtı), şiirsel kıyasın ve eksiltili kıyasın kullanılışı, şiirin psikolojik ve ahlâkî etkileri gibi konularla ilgilenmişlerdir. Fârâbî, Ḳavânînü’ş-şiʿr adlı eserinde şiirsel ifadeleri “ne doğru ne de yalan” şeklinde tanımlamış ve şiirsel kıyas kavramını ortaya atmıştır. Bu kavram şiir ve belâgatla ilgilenen İbn Sînâ tarafından gerek Aristo’nun Organon’unun bir çevirisi ve şerhi niteliğindeki eş-Şifâʾ adlı eserinde gerekse mantık üzerine olan diğer çalışmalarında ayrıntılı biçimde işlenmiştir. Şiirin ahlâkî etkileri, bir psikoloji sistemi içinde ve tahayyülün fonksiyonu bağlamında Aristo’dan alınmış, ancak İbn Sînâ tarafından genişletilmiştir. İbn Rüşd, Aristo’nun Poetika’sına kısa şerh niteliğindeki Telḫîṣu Kitâbi’ş-şiʿr adlı eserinde şiirin ahlâkî etkilerinden söz etmiş, şiirsel ifadeleri “hayalî sözler” diye tanımlamış ve şiirsel anlam taşıyan en temel araç olarak kıyası görmüştür.
Kur’an dilinin ve üslûbunun taklit edilemezliği (i‘câzü’l-Kur’ân) üzerine yapılan tartışmalar pek çok eserin kaleme alınmasına yol açmıştır. Bu çalışmalarda Kur’an’ın üslûbu şiir üslûbuyla karşılaştırılıyor, genellikle şiirin dil ve üslûbunun Kur’an yanında değersiz ve basit olduğu gösteriliyordu. Bu tarz çalışmalar arasında en ünlüleri Bâkıllânî’nin İʿcâzü’l-Ḳurʾân’ı ile Abdülkāhir el-Cürcânî’nin Delâʾilü’l-iʿcâz’ıdır. Kendisini önceki eserlerin etkisinden sıyırmış tek eleştirmen olan Cürcânî bu alanda ortaya koyduğu, Delâʾilü’l-iʿcâz’a giriş niteliğinde görülen diğer eseri Esrârü’l-belâġa’da belâgatın estetiği, hayal ve mecaz problemleriyle ilgili çok önemli kuramsal görüşler üretmiştir. Şiir ve nesirde mükemmellik kriterlerini ortaya koymaya çalışan Ebû Hilâl el-Askerî’nin Kitâbü’ṣ-Ṣınâʿateyn’i, şiir üzerine çok çeşitli görüşler ileri süren İbn Reşîḳ el-Kayrevânî’nin el-ʿUmde’si, İbn Sinân el-Hafâcî’nin Sırrü’l-feṣâḥa’sı, Sekkâkî’nin Miftâḥu’l-ʿulûm’u, Ziyâeddin İbnü’l-Esîr’in el-Mes̱elü’s-sâʾir’i edebî eleştiriyi kendine özgü yöntemi ve objektif ölçütleri olan bir disiplin konumuna yaklaştıran önemli eserlerdir. Edebî (şiirsel) eleştirinin temel kaynakları olarak görülen bu çalışmalardaki ölçütlerle yaklaşım biçimleri XX. yüzyılın başlarına kadar benimsenegelmiştir.
Modern dönemde eleştiri alanındaki ilk çalışma Hüseyin el-Mersafî’nin el-Vesîletü’l-edebiyye’sidir (I-II, Kahire 1872-1875). Bununla birlikte Şeyh Hamza Fethullah’ın el-Mevâhibü’l-Fetḥiyye’si (I-II, Kahire 1892, 1904) büyük ölçüde eski edebî anlayış ve yaklaşımın devamı niteliğindedir. Bunlarda hikmetli sözler, atasözleri, seçme şiir ve nesir metinleri lafız, anlam ve belâgat açısından değerlendirilmektedir. Roman, hikâye ve şiir alanlarında olduğu gibi eleştiri alanında da Arap edebiyatını modernleşme sürecine taşıyan kişiler Mısırlı yazarlardır. Almanya’da öğrenim gören Hasan Tevfîk el-Adl’in Edebü’l-luġa’sı (Kahire 1896), yine onun yönlendirmesiyle Muhammed ed-Deyyâb’ın yazdığı Târîḫu âdâbi’l-luġati’l-ʿArabiyye’si (I-II, Kahire 1897), Corcî Zeydân’ın Târîḫu âdâbi’l-luġati’l-ʿArabiyye’si (I-IV, Kahire 1911-1914), Alman şarkiyatçılarının ve özellikle Carl Brockelmann’ın etkisiyle edebiyat tarihini ilk defa siyasal olayları ve tarihî devreleri dikkate alarak dönemlere ayıran çalışmalardır (Ahmed Heykel, s. 126-128). 1908 yılında bugünkü adıyla Kahire Üniversitesi’nin açılmasıyla birlikte dışarıdan ders vermek üzere getirilen Ignazio Guidi, Gaston Wiet ve özellikle Carlo Alfonso Nallino gibi hocalar edebiyat derslerini yeni yaklaşımlarla işlemiştir. Edebiyatı çevresiyle etkileşim içinde bulunan bireyin ürünü olarak algılayan, dolayısıyla yazarın veya şairin psikolojisinin, yapısının onu saran dış dünyanın bir tür aynası diye gören yeni anlayış, edebî metnin sadece retorik değerleriyle değil aynı zamanda taşıdığı sosyolojik ve tarihsel boyutla da ilgileniyordu.
XX. yüzyılın ilk çeyreği henüz tamamlanmadan Muhammed Hüseyin Heykel, Abbas Mahmûd el-Akkād ve Tâhâ Hüseyin gibi yazarlar tarafından ortaya konan eleştirel yazılar, daha çok Batı’daki eleştiri anlayışlarını Arap dünyasına taşıma ve bu anlayışlar çerçevesinde edebî metinleri yeniden anlama çabaları olarak değerlendirilebilir. Abbas Mahmûd el-Akkād, 1912 yılında Ḫulâṣatü’l-yevmiyye adıyla yayımlanan koleksiyonundaki denemelerde öncekilerden farklı şekilde eleştiride yeni fikirler ileri sürmüş, sanatta dürüstlük, kasidede organik bütünlük, edebiyatçı kişiliğin açığa çıkması gibi yeni kavramlar kullanmıştır. Akkād’ın, İbrâhim Abdülkādir el-Mâzinî ve Abdurrahman Şükrî ile birlikte oluşturduğu ve Divan grubu (Medresetü’d-dîvân / Medresetü’t-tecdîd) diye bilinen edebî oluşum Mahmûd Sâmî el-Bârûdî, Ahmed Şevkī ve Hâfız İbrâhim’in temsil ettiği ihyâ ekolüne (neo-klasisizm) ve genelde geleneksel şiir formatına karşı ciddi eleştirilerde bulunuyordu. Daha çok William Hazzlitt, Thomas Carlyle, Percy Bysshe Shelley, John Locke ve William Wordsworth gibi İngiliz yazarların etkisinde edebiyat eleştirisi yapan Divan grubu üyeleri, şiirde beyit bütünlüğünden ziyade organik bütünlüğü ve şairin kişisel duygularını önemsiyorlardı. Nallino’nun öğrencisi olan Tâhâ Hüseyin ve Muhammed Hüseyin Heykel ise Fransız yazarlarının, özellikle edebiyat eserlerinin oluşumunu ırk-çevre-dönem olmak üzere üç etken kuramıyla açıklayan Hippolyte Taine, şairin kişiliğini öne çıkaran Saint Beuve, şiirin estetik değerini ve bunun okuyucu üzerindeki etkisini öne çıkaran Jules Lemaitre’in etkisindeydi. Tâhâ Hüseyin, bir adım daha ileri giderek başarılı bir edebî eleştirinin bu yaklaşımların herhangi biriyle değil ancak her üç eleştirmenin yaklaşımının karışımıyla ortaya çıkabileceğini savunuyordu (Fi’l-Edebi’l-Câhilî, s. 43-44; Ḥadîs̱ü’l-erbiʿâʾ, II, 52-54). XX. yüzyılın ilk yarısı Tâhâ Hüseyin, Abbas Mahmûd el-Akkād, Mustafa Sâdık er-Râfiî, Selâme Mûsâ, Mîhâil Nuayme, Tevfîk el-Hakîm, İbrâhim el-Mâzînî, Emîn er-Reyhânî, Süleyman el-Bustânî gibi eleştirmenlerin hayata bakışlarının ve gelenek karşısındaki konumlarının çeşitliliği ölçüsünde farklı edebî anlayışlarını okuyucuyla paylaştıkları, edebiyatın tarihselliği, estetiği, toplumsallığı, temsil niteliği gibi yönlerini tartıştıkları bir süreç olmuştur. Bu tür kuramsal eleştiriler yüzyılın ikinci yarısında Muhammed Mendûr, Seyyid Kutub, Şevkī Dayf, Ali Ahmed Saîd (Adonis) gibi yazarların ortaya koyduğu eserlerle kısmen sürdürülse de bu devrede edebî eleştiri, özellikle üniversitelerin çoğalmasına bağlı olarak kuramsaldan çok tasvir ve tahlile dayalı bilimsel, akademik eleştiri niteliğini almıştır. Abdülmün‘im Telîme, Muhammed Berrâde, Salâh Fazl, Faysal Derrâc, Câbir Asfûr, Abdullah el-Guzâmî, Sabrî Hâfız, Sa‘d el-Bâziî, Kemâl Ebû Dîb gibi eleştirmenler, daha çok Batı’daki edebî yaklaşımları kendilerine model edinerek gerçekleştirdikleri çok sayıda çalışmayla akademik edebî eleştirinin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır.
BİBLİYOGRAFYA Müsned, VI, 131, 138; Tirmizî, “Edeb”, 70; Asmaî, Fuḥûletü’ş-şuʿarâʾ (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî – Tâhâ M. ez-Zeynî), Kahire 1953, s. 12-13, 16; Cumahî, Fuḥûlü’ş-şuʿarâʾ (Leiden), s. 3-4; İbn Kuteybe, eş-Şiʿr ve’ş-şuʿarâʾ (nşr. Abdülmün‘im el-Aryân), Beyrut 1991, s. 24-27, 31, 35; Kudâme b. Ca‘fer, Naḳdü’ş-şiʿr (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), neşredenin girişi, s. 5-58; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eġānî, Bulak 1285, VIII, 194-195; a.e., Kahire 1935, VI, 89; M. Yûsuf Necm, Naẓariyyetü’n-naḳd ve’l-fünûn ve’l-meẕâhibü’l-edebiyye fi’l-edebi’l-ʿArabiyyi’l-ḥadîs̱, Beyrut 1961, tür.yer.; Tâhâ Hüseyin, Fi’l-Edebi’l-Câhilî, Kahire 1968, s. 43-44; a.mlf., Ḥadîs̱ü’l-erbiʿâʾ, Kahire 1974, II, 52-54; İzzeddin el-Emîn, Neşʾetü’n-naḳdi’l-edebiyyi’l-ḥadîs̱ fî Mıṣr, Kahire 1970, tür.yer.; Tâhâ Ahmed İbrâhim, Târîḫu’n-naḳdi’l-edebî ʿinde’l-ʿArab, Dımaşk 1972, s. 15-70, 108, 136, ayrıca bk. tür.yer.; D. Semah, Four Egyptian Literary Critics, Leiden 1974, s. 59-65, 69-70, 139, 153, ayrıca bk. tür.yer.; Ahmed Ahmed Bedevî, Üsüsü’n-naḳdi’l-edebî ʿinde’l-ʿArab, Kahire 1977, s. 11-112, 559-573, ayrıca bk. tür.yer.; Ahmed Heykel, Dirâsât edebiyye, Kahire 1980, s. 126-128; M. Zağlûl Sellâm, Târîḫu’n-naḳdi’l-edebî ve’l-belâġa ḥatte’l-ḳarni’r-râbiʿi’l-hicrî, İskenderiye 1982; İhsan Abbas, Târîḫu’n-naḳdi’l-edebî ʿinde’l-ʿArab, Beyrut 1404/1983, s. 11-41, 43-59, 63-123, 125-357, ayrıca bk. tür.yer.; J. S. Meisami, “Literary Criticism, Medieval”, Encyclopedia of Arabic Literature (ed. J. S. Meisami – P. Starkey), London 1998, II, 472-474; P. Cachia, “Literary Criticism, Modern”, a.e., II, 474-475; Tâhâ Mustafa Ebû Kerîşe, “en-Naḳdü’l-edebî”, Mevsûʿatü’l-ḥaḍâreti’l-İslâmiyye, Kahire 1426/2005, s. 753-757.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 458-461 numaralı sayfalarda yer almıştır.
FARS EDEBİYATI. Fars edebiyatında tenkit “nakd-i edebî” başlığıyla ele alınmıştır. Edebî tenkitte amaç sadece yanlış ve eksiklikleri ortaya koymak değil eseri her yönüyle değerlendirip okuyucunun anlamasına yardımcı olmaktır. Tenkit konusunda genellikle iki bakış açısı öne çıkmıştır. Biri dil, sanat ve üslûba, diğeri muhtevaya yönelik tenkittir. Fars edebiyatında İslâm öncesi dönemle ilgili edebî tenkit konusunda yeterli bilgi yoktur. İslâm’dan sonra X. yüzyıldan itibaren tenkit fikrinin ortaya çıktığı görülür. Farsça’da en eski edebî tenkit olarak Sâmânîler devri Horasan sipehsâlârı ve Tûs hâkimi Ebû Mansûr Muhammed b. Abdürrezzâk’ın dört müellife hazırlattığı, Fars nesrinin en eski örneklerinden biri sayılan Muḳaddime-i Şâhnâme-i Ebû Manṣûrî adlı eser anılır (346/957). Ferruhî-yi Sîstânî’nin (ö. 429/1037-38), çağdaşı Unsurî-i Belhî’yi eleştirdiği şiirin de ilk tenkit örnekleri arasındadır. Şair Fütûhî-i Mervezî de Evhadüddîn-i Enverî’nin aşırı tamahkârlığını eleştirerek onu yermiştir. Özellikle saray şairleri arasındaki rekabet onları birbirini tenkit etmeye yöneltmiştir. Ancak dönemin eserlerinde fazla ağır eleştiriler görülmez. Saray meclislerinde ortaya çıkan şiir tenkidi daha sonra Fars edebiyatında bir gelenek halini almıştır. En gelişmiş eleştiri örnekleri Gazneliler sarayının şairleri Unsurî-i Belhî ve Gazâirî-i Râzî’nin karşılıklı yazdıkları şiirlerde görülür. Gazâirî “Lâmiyye” kasidesini Gazne sultanına sunduğunda Unsurî onu kıskanmış, aynı vezin ve kafiyede bir kaside yazarak Gazâirî’nin şiirini sert biçimde eleştirmiş, ardından Gazâirî de aynı şekilde onu tenkit etmiştir. Bu üç manzume Fars şiirinde ilk önemli eleştiri örnekleri kabul edilir. Selçuklular dönemi şairleri çağdaşlarını ve öncekileri eleştirirken kendilerini öne çıkarmışlardır. Mes‘ûd-i Sa‘d-i Selmân eski şairlerden daha iyi bir sanatkâr olduğuna inanıyordu. Sûzenî de eski şairleri küçümseyen şiirler yazmıştır. Hâkānî-yi Şirvânî’nin birçok şairi eleştiren, hatta Arap edebiyatı şairlerinden Lebîd ve Buhtürî’den üstün olduğunu iddia eden şiirleri vardır.
Arap edebiyatı Fars edebiyatını güçlü bir şekilde etkisi altına alınca fesahat ve belâgatla ilgili figürler Arap dili modellerinin taklit edilmesiyle gelişmiş, böylece ilk teknik eleştiri (nakd-i fennî) ortaya çıkmıştır. Bu tarz tenkitler yapan Muhammed b. Ömer er-Râdûyânî, Tercümânü’l-belâġa’sında Ebü’l-Hasan el-Mergīnânî’nin Arapça el-Meḥâsîn fi’n-naẓm ve’n-nes̱r adlı eserinden etkilenmiştir. Râdûyânî fesahat ve belâgat sanatını anlatırken şiir tenkidiyle ilgili konulara değinmiş, hatta eserinde tenkitle ilgili müstakil bir bölüme yer verdiği için okuyucudan özür dilemiştir. Bu alandaki diğer bir eser Reşîdüddin Vatvât’ın Ḥadâʾiḳu’s-siḥr fî deḳāʾiḳi’ş-şiʿr’i olup belâgat konuları arasında şiir eleştirisine yer vermesi bakımından önem taşır. Emîr Keykâvus b. İskender Ḳābûsnâme’sinin otuz beşinci bölümünde şairlik geleneğini anlatırken bir şairde bulunması gereken özellikler, bir şairin yapması veya sakınması gereken davranışların ve sözlerin ne olduğu üzerinde durmuştur. Nizâmî-i Arûzî’nin Çehâr Maḳāle’si şiir tenkidi konusunu işleyen diğer önemli bir çalışmadır. Eserin özellikle ilk iki bölümü şiir eleştirisi üzerinedir.
İran’da Moğollar döneminde yazılmış antoloji niteliğindeki eserlerin yaygınlığı, “nakd-i zevkî” türünde yeni bir edebî tenkit usulünün ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Bu türün ilk örneklerini Kemâleddîn-i İsfahânî (ö. 638/1240 [?]) vermiştir. İsfahânî, çağdaşları Zahîr-i Fâryâbî ve Enverî’nin şiirlerini eleştirip kendisinin onlardan üstün olduğunu söylemiştir. Bu arada teknik eleştiri de sürmüştür. Buna dair çalışmaların en meşhuru Şems-i Kays’ın el-Muʿcem fî meʿâyîri eşʿâri’l-ʿAcem adlı eseridir. Şems-i Kays tenkitle ilgili, Râdûyânî’nin Tercümân’ı ile Vatvât’ın Ḥadâʾiḳ’inden geniş iktibaslar yapmıştır. Avfî’nin Cevâmiʿu’l-ḥikâyât ve Lübâbü’l-elbâb’ı edebî tenkit konularının yer aldığı tezkirelerdir. Daha sonra gelen Devletşah’ın Teẕkiretü’ş-şuʿârâʾsındaki şiir eleştirileri genel ve muğlaktır. Nasîrüddîn-i Tûsî’nin bu dönemde kaleme aldığı Miʿyârü’l-eşʿâr Farsça tenkit tarihinin en önemli eseridir. Şerefeddîn-i Râmî’nin Ḥadâʾiḳu’l-ḥaḳāʾiḳ ve Enîsü’l-ʿuşşâḳ adlı eserlerinde de tenkit meselelerine yer verilmiş, Şemseddin el-Âmülî’nin Nefâʾisü’l-fünûn’unda edebî eleştiriye ayrı bir bölüm tahsis edilmiştir. Timurlular devrinde özellikle sultan, vezir ve emîrlerin meclislerinde şairlerin birbirlerini eleştirdikleri şiirler yazdıkları bilinmektedir. Bu konuda Hândmîr’in Ḥabîbü’s-siyer’i ve Ali Şîr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâis’inde örnekler bulunmaktadır.
Safevîler döneminde tenkitle ilgili ciddi mânada bir eser ortaya konmamıştır. Bu husus daha çok sebk-i Hindî ekolünde verilen edebî eserlerin zayıflığından kaynaklanmaktadır. Bu dönemde en önemli tenkitler tezkirelerde yer almıştır. Sâm Mirza’nın Tuḥfe-i Sâmî’sinde Safevî şairlerinin önceki şairlerden daha üstün olduğu ileri sürülür. Sâm Mirza mübalağalı bir iddia ile Emîr Hüsrev-i Dihlevî’nin Sa‘dî-yi Şîrâzî ve Enverî’ye eşit, hatta Firdevsî ve Senâî’den üstün olduğunu söylemiştir. Aynı dönemde kaleme alınan Lutf Ali Beg’in Âteşkede’si edebî tenkitler içerir. Hindistan’da Farsça yazılmış Mirʾâtü’l-ḫıyâl, Ḫulâṣatü’l-eşʿâr, Teẕkire-i Ḥüseynî ve Sefîne-i Ḫoşgû gibi tezkirelerde de kısmen edebî tenkitlere yer verilmiştir. Kaçarlar devrinin edebî tenkitleri de özgün olmaktan ve yenilikten uzaktır. Bu konudaki eserlerde geçmişin şairlerinde kusur arayan geleneksel bir tenkitçilik anlayışı hâkimdir. Bu döneme ait tezkirelerden Encümen-i Ḫâḳān sahibi Fâzıl-ı Gerûsî ve Gencîne-i Şâyegân müellifi Mirza Tâhir Dîbâçenegâr ile Mecmaʿu’l-fuṣaḥâ yazarı Rızâ Kulı Han Hidâyet daha öncekileri taklit edip anlamsız kelime oyunlarına ve laf kalabalığına başvurmuşlardır. Tarihçi ve münşî Muhammed Takī Sipihr, geçmişin teknik eleştiri usulünü taklitle yazdığı Berâhînü’l-ʿAcem fî ḳavânîni’l-Muʿcem adlı eserinde daha çok Şems-i Kays’ın el-Muʿcem’ini kaynak olarak kullanmıştır.
XIX. yüzyılın başlarından itibaren İran’da modern Batı edebiyat akımlarının etkisi görülmeye başlar. Fars edebiyatında modern usulde tenkidin kurucusu Mirza Feth Ali Ahundzâde’dir. Onun Risâle-i Îrâd, İntiḳād ber Mes̱nevî-yi Mevlevî, Derbâre-i Naẓm u Nes̱r ve Uṣûl-i Nigâreş gibi eserleriyle Rûznâme-i Millet-i Seniyye adlı dergideki “Kritikâ” adlı makalesi modern tenkitçiliğin ilk örnekleridir. Aynı dönemde Mirza Ağa Han Kirmânî’nin Fenn-i Güftân ve Neviştân, Nâme-i Bâstân ve Âyîne-i Sikenderî gibi eserleri, Abdürrahîm-i Talibof’un Kitâb-ı Aḥmed (Sefîne-i Ṭâlibî) ve Mesâlikü’l-muḥsinîn’i, Mirza Melkum Han’ın Fırḳa-i Kecbînân adlı eseri de modern tenkitçiliğin ilk yapıtları arasındadır. Muhammed Hüseyin Karîb Gürgânî’nin telif ettiği İbdaʿu’l-bedâyiʿ der ʿilm-i bedîʿ ve Seyyid Nasrullah Takvâ’nın Hincâr u Güftâr ile Vahîd-i Destgirdî’nin makalelerinde tenkitle ilgili konulara yer verilmiştir. Muhammed Kazvinî ise metin tenkidi ve tashihi üzerine ilmî usullerle çalışma yapanların öncüsü olmuştur. Bunun yanında yeni bilimsel eleştiri usulleri kullananlar arasında Takī Rif‘at, Muhammed Ali Ferruhî, Muhammed Takī Bahâr ve Bedîüzzaman Fürûzanfer yer almaktadır.
BİBLİYOGRAFYA Keykâvus b. İskender, Ḳābûsnâme, Tahran 1317 hş., s. 160-163; Mahmûd Kiyânûş, Ḳudemâʾ ve Naḳd-i Edebî, Tahran 1354 hş.; Muhammed Mendûr, Der Naḳd u Edeb (trc. Ali Şerîatî), Tahran 1360 hş.; Hüsrev-i Ferşîdverd, Der Bâre-i Edebiyyât ve Naḳd-i Edebî, Tahran 1363 hş., I-II; Ebü’l-Kāsım Râdfer, Ferheng-i Belâġī-Edebî, Tahran 1368 hş., II, 1154-1156; Iraj Parsinejad, Mirza Fath Ali Akhundzadeh and Literary Criticism, Tokyo 1988; a.mlf., A History of Literary Criticism in Iran, 1866-1951: Literary Criticism in the Works of Enlightened Thinkers of Iran: Akhundzadeh, Kermani, Malkom, Talebof, Maraghe’i, Kasravi and Hedayat, Bethesda 2003; Abdülhüseyin Zerrînkûb, Naḳd-i Edebî, Tahran 1373 hş.; Hamîdiyân, “Naḳd-i Edebî”, Dânişnâme-i Edeb-i Fârsî (nşr. Hasan Enûşe), Tahran 1381 hş., II, 1375-1377; Dihhudâ, Luġatnâme (Muîn), XIII, 20032-20034.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 461-462 numaralı sayfalarda yer almıştır.
TÜRK EDEBİYATI. Tenkit Fransızca kritik (critique) karşılığı olarak Servet-i Fünûn döneminden itibaren görünmeye başlanmıştır. Tanzimat devri edebiyatçıları, bu anlamda daha çok muhâkeme ve muâheze kelimelerini kullanırken kritik için ilm-i nakd tabirine yer vermiştir. Tâhirülmevlevî nakdi “nazmın kusurlarını bildiren ilmin adı” olarak tarif etmiş, Muallim Nâci de ilm-i nakd ile meşgul olan nakkādı “şi‘r-i bî-aybı şi‘r-i ma‘yûb meyânından tefrik eden kişi” diye nitelemiştir. Tanzimat’tan önce sistemli bir tenkit anlayışından söz etmek mümkün değildir; bununla birlikte şuarâ tezkireleriyle bir kısım divanların dîbâcelerinde güzel şiirin vasıflarına dair yer alan bazı tesbitler tenkit sayılabilir. Buna göre sanat bir Tanrı vergisidir. Sanat aynı zamanda bir ilimdir, bunun için vezin, kafiye ve belâgat gibi öğrenilmesi gereken ilimler mevcuttur. Ancak sanatkâr olabilmek için bunları bilmek veya uygulamak yeterli değildir. Şiirin konusu güzellik, aşk, övgü veya yergi olsa da bütün şairler aslında Tanrı’yı övmektedir. İntihal, “kat-‘ı zebân” gibi cezayı gerektiren en büyük suçtur. Şiirden herkes anlayamaz, bu bir çaba işidir. Şiirin ve şairin değeri ancak onu anlayanlar tarafından bilinir.
Tanzimat’tan sonra Türk edebiyatı tenkit anlayışında başlangıçta iki nokta dikkati çeker. Edebiyatın yenileşme süreci içerisinde divan edebiyatının bütünüyle reddi veya ağır ifadelerle tenkidi, yeni edebiyatçıların Batı örneklerine benzer edebî eserlerle yeni bir edebiyat kurulması yolunda gösterdikleri gayret. Bu dönemde Şinâsi, Nâmık Kemal, Ziyâ Paşa, Recâizâde Mahmud Ekrem ve Muallim Nâci’nin çeşitli vesilelerle ortaya koydukları tenkit örnekleri yanında daha sonra Beşir Fuad ile Ahmed Midhat Efendi’nin edebiyatta realizm anlayışını savunan ciddi tenkit örnekleri verdiği görülür. Şinâsi, Nâmık Kemal ve Ziyâ Paşa’nın tenkit anlayışının daha çok sosyal fayda çerçevesinde şekillenmiş olduğu söylenebilir. Şinâsi’nin tenkitçi hüviyeti, 1863’te Ruznâme-i Cerîde-i Havâdis gazetesi yazarlarından Said Bey ile (Küçük Said Paşa) giriştiği meşhur “mebhûsetün anhâ” tartışmasında Türk dili hakkında ileri sürdüğü görüşlerde ortaya çıkar. Burada Türkçe’deki bazı Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaların doğru kullanılması gerektiği üzerinde duran Şinâsi edebiyatın “edeb” kökünden geldiğini belirterek edebiyatla ahlâk arasında ilişki kurar. Onun ayrıca eski tezkirecilik anlayışından farklı şekilde Batı tarzında edebiyat tarihçiliğine yakın yeni kriterlerle hazırladığı Fatîn Tezkiresi baskısı da bu tenkit zihniyetinin ürünü sayılabilir.
Zihniyet bakımından eskiye daha yakın olan Ziyâ Paşa’nın eleştirilen tutarsız davranışlarından biri, 1868 yılında Londra’da Hürriyet gazetesinde çıkan “Şiir ve İnşâ” makalesinde ileri sürdüğü görüşlerle bundan altı yıl sonra kaleme aldığı Harâbât mukaddimesindeki görüşleri arasında bulunan tezatlardır. “Şiir ve İnşâ”nın başında Osmanlı şiiri denebilecek bir şiirin ve Türk milletinin kendine mahsus bir dilinin olup olmadığını soran Ziyâ Paşa Necâti Bey, Bâkî ve Nef‘î’nin divanlarındaki şiirlerle Nedîm ve Vâsıf’ın şarkılarını Türk şiiri kabul etmez. Nesir için de aynı görüşü ileri sürer. Ona göre Osmanlı nesrinin şaheserlerinden sayılan Veysî, Nergisî ve Feridun Bey’in münşeatlarında üçte bir oranında bile Türkçe kelime bulmak mümkün değildir. Ziyâ Paşa aynı makalesinde Türk şiirinin İstanbul halkının avam şarkılarıyla taşrada çöğür şairleri arasında yaygın deyiş, üçleme ve kayabaşılar, tabii nesrin de Kāmûs mütercimi Âsım Efendi’nin sade ve tabii diliyle Muhbir gazetesince benimsenen yazı tarzı olduğunu söyler. Ancak Ziyâ Paşa 1874’te yayımladığı Harâbât mukaddimesinde daha önce eleştirdiği divan şairlerini takdir etmiş, övdüğü halk şairlerinin eserlerini ise “eşek anırması”na (nühak) benzetmiş, bu yüzden Nâmık Kemal’den başlayarak ağır biçimde eleştirilmiştir.
Bu dönemde edebiyatçılar arasında gerçek anlamda edebî tenkit örnekleri veren kişi Nâmık Kemal’dir. Onun, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan beri yeni edebiyatın bir nevi beyannâmesi kabul edilen “Lisân-ı Osmânî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şâmildir” adlı makalesinden itibaren Bahâr-ı Dâniş ve İntibah mukaddimeleri, Tahrîb-i Harâbât ve Ta‘kîb risâleleriyle İrfan Paşa’ya Mektup, Mes prisons Muâhezesi, Ta‘lîm-i Edebiyyat Üzerine Bir Risâle ve Mukaddime-i Celâl’de dağınık biçimde tenkitle ilgili görüşleri mevcuttur. Nâmık Kemal, bir yandan zihniyet ve örnekler bakımından divan edebiyatını eleştirirken bir yandan da yeni edebiyatı ve yeni edebî türleri savunur. Onun eleştirel görüşleri üç başlık altında ele alınabilir. 1. Divan edebiyatının tenkidi. Eski Türk edebiyatının İran edebiyatı etkisi altında ortaya çıktığını ileri süren Nâmık Kemal “edebiyyât-ı sahîha” adına onu reddeder. Harâbât mukaddimesi dolayısıyla kaleme aldığı Tahrîb-i Harâbât ve Ta‘kîb’de eski edebiyatın diline, hayal sistemine ve edebî sanatları kullanma tarzına itiraz eden Nâmık Kemal eski şiirin bütünüyle süslerle dolu olduğunu, ses ve kafiye endişesi yüzünden bu şiirden anlam çıkarmanın mümkün olmadığını söyler. Divan şiirinde mâna çeşitli oyunlara feda edilmiş, mübalağa ile mecaza fazlaca yer verildiğinden giderek realiteden uzaklaşılmıştır. 2. Yeni bir edebiyat kurma teşebbüsü. Nâmık Kemal bütün Tanzimat devri yazarlarının özlediği yeni bir edebiyatın temellerini atmaya çalışmıştır. “Edebiyyât-ı sahîha” ve “edebiyyât-ı hakîkiyye” dediği yeni edebiyat ona göre akla, gerçeğe ve insan duygularına uygun bir edebiyat olmalıdır. 3. Yeni edebî türlerin savunması. Nâmık Kemal, çeşitli yazılarında Tanzimat’tan sonra Batı edebiyatından gelen yeni edebî türleri savunmuş ve yazdığı roman, tiyatro, biyografi eserlerinde edebiyata yeni bir açılım getirmiştir.
Divan şiirini Nâmık Kemal’den sonra eleştirenlerin başında gelen Recâizâde Mahmud Ekrem aynı zamanda Tanzimat dönemi eleştirisinin önemli isimlerinden biridir. Recâizâde, gerek Menemenlizâde Mehmed Tâhir’in Elhân adlı şiir kitabı için kaleme aldığı Takdîr-i Elhân’da gerekse Ta‘lîm-i Edebiyyât dolayısıyla yazdığı makalelerde şiir ve edebiyat hakkındaki düşüncelerini açıklamıştır. Recâizâde Mahmud Ekrem’in aynı kuşağa mensup arkadaşlarından ayrılan yanı bir taraftan yeni kurulmakta olan edebiyatın estetiğini belirlemeye çalışması, diğer yandan eski zihniyeti temsil eden Muallim Nâci karşısında yeni edebiyatı savunmasıdır. Servet-i Fünûn topluluğuna mensup edebiyatçılardan bir kısmının hocası olan Recâizâde, yeni edebiyatın gelişmesine eserlerinden çok düşünceleri ve gençlere yol göstermesiyle hizmet etmiştir. Onun Mekteb-i Mülkiyye’de okuttuğu dersle ilgili notlarını Ta‘lîm-i Edebiyyât adı altında yayımlamasıyla (1879) dönemin en dikkat çekici edebiyat tartışmalarından biri başlar. Edebî eserlerde fikre ön planda yer veren Recâizâde Mahmud Ekrem bu eserini böyle bir görüş doğrultusunda düzenler. Ta‘lîm-i Edebiyyât yeniye taraftar kişilerce takdirle karşılanırken eski edebiyat taraftarlarının eleştirilerine hedef olur. Zemzeme mukaddimesinde şiirle ilgili düşüncelerini açıklayan Recâizâde, Takdîr-i Elhân’da o zamanki tenkit anlayışı ile göz ve kulak için kafiye meselesini ele alır, edebiyatta tenkit konusu üzerinde durur. Muâheze ismi verilen tenkidin aslında eserin ruhuna nüfuz etmeden üstünkörü bilgilerle muhatabı karalamaktan öteye geçmediğini söyler. Gerçek anlamda eleştiri zor bir iştir ve Avrupa’da eleştiriyle uğraşanlar geniş bakış açısı, süratli anlama yeteneği, şairane tabiat, güzellikleri farkedebilme, fikir zarafeti ve duygu inceliği gibi doğuştan gelen veya sonradan kazanılan meziyetlere sahiptir.
Bu dönemin yeni edebiyat taraftarları ile eskiyi devam ettirmek isteyenler arasındaki edebî tartışmalardan biri de Recâizâde Mahmud Ekrem ile Muallim Nâci arasında geçen “zemzeme-demdeme” tartışmasıdır. Recâizâde’nin Nâci’nin şiir anlayışını eleştirmesi ve bazı şiirlerini karikatürize etmesiyle başlayan tartışma Dahiliye Nezâreti’nin müdahalesiyle sona ermiş, ancak tartışma sırasında Muallim Nâci’nin muhatabı için kullandığı ağır ifadeler Demdeme adlı eseriyle eleştiri alanında hiç de iyi bir örnek ortaya koymadığını göstermiştir. Öte yandan Beşir Fuad, Tanzimat sonrası Türk edebiyatına yeni bir yön vermeye ve yeni edebiyatın Batı’daki gerçekçi edebiyat (realizm, natüralizm) karşısındaki durumunu belirlemeye çalışır. 1885’te yayımladığı Viktor Hügo adlı monografisinde romantizme karşı realizm ve natüralizmi ön plana çıkarır ve Hugo üzerinden Türk edebiyatına hâkim romantik edebiyat anlayışını eleştirir. Böylece meşhur “hayâliyyûn-hakîkiyyûn” tartışmasını başlatır. Bu tartışma sırasında başta Menemenlizâde Mehmed Tâhir, Recâizâde Mahmud Ekrem ve Nâmık Kemal olmak üzere muhataplarına verdiği cevaplarda ilmi edebiyata tercih eden, şiire ve şiirde duygusallığa karşı çıkan, aklı ve akılcılığı öne çıkaran Beşir Fuad sanat eserinin tabii olmak şartıyla hem güzeli hem de çirkini içermesi gerektiğini ileri sürer. Ayrıca kendisinin şiire değil şiirde aşırı duygusallığa karşı çıktığını söyler.
Ahmed Midhat Efendi, bu tartışma sırasında Beşir Fuad’a hitaben yazdığı “Fen ve Şiir ve Şi‘r-i Fennî” adlı yazısı ile Müşâhedât’ın önsözünde kendisinin realizmden ne anladığını uzun uzadıya yazar. Ona göre realizmde gözlem önemlidir, ancak bunun da bir sınırı ve ölçüsü olmalıdır. Realizm sadece kötü hayat tablolarının, sefahatin, felâketlerin ve ahlâksızlığın tasviri değil iyilik ve güzelliklerin de ortaya konmasıdır; çünkü Beşir Fuad’ın ve Emile Zola’nın tasvir ettiği şekilde bir hayat hiçbir toplumda ve hiçbir çağda görülmemiştir. Devrinde “Cezmi”, “Ta‘lîm-i Edebiyyât”, “hayâliyyûn-hakîkiyyûn”, “klasikler”, “zemzeme-demdeme” ve “dekadanlık” gibi tartışmalara katılan Ahmed Midhat Efendi’nin tenkit yazıları onun edebî faaliyetinin bir parçasını meydana getirir. Doğrudan doğruya okuyucuya hitap eden ve seviyesi ne olursa olsun halka okuma isteği vermekten başka bir amacı olmayan Ahmed Midhat’ın eleştirileri de hep dönemin insanına bir şeyler öğretme çerçevesi içindedir.
Mizancı Murad, edebiyat ve tenkit üzerine görüşlerini 1888 yılından itibaren Mîzan gazetesinde yayımladığı “Üdebâmızın Numûne-i İmtisalleri” ana başlıklı on sekiz makalede, “Musâhabe-i Edebiyye” sütunundaki yazılarında ve Turfanda mı yoksa Turfa mı? romanının mukaddimesinde ortaya koymuştur. Teorik yazılarında Nâmık Kemal gibi divan edebiyatını suni, hatta yer yer ahlâka aykırı bulan yazar edebiyata daha çok ahlâkî açıdan yaklaşır. Ona göre edebiyat millî özellikler taşımalı, toplumun örf, âdet, ahlâk ve dinî değerlerine bağlı kalmak suretiyle örnek alınacak tipler ortaya koymalıdır. Mizancı Murad bu görüşler doğrultusunda Nâmık Kemal’in Vatan yahut Silistre, Recâizâde Mahmud Ekrem’in Vuslat oyunlarını ve Sâmipaşazâde Sezâi’nin Sergüzeşt romanını ele almış, böylece Tanzimat dönemi tenkit anlayışında uygulamalı ilk örneği vermiştir. Ayrıca bir millet için edebiyatın fenden daha önemli olduğunu belirtmiş, edebî eserlerin ahlâkî esaslara uyması, şair ve yazarların aşktan başka konulara da yer vermesi, bu arada tenkitle taarruzun birbirine karıştırılmaması gerektiğini ifade eder.
Tanzimatçılar’dan sonra ara nesil de çeşitli edebiyat ve tenkit meseleleri üzerinde durduğu gibi bir kısım eser ve şahsiyetler hakkında değerlendirmeler yapmıştır. Bunlar arasında yer alan Menemenlizâde Mehmed Tâhir, Mehmed Zîver, Ali Kemal, Mehmed Re’fet, Mehmed Münci, Hâlid Safâ, Nûreddin Ferruh, Ali Suad ve Mehmed Celâl gibi yazarların dağınık da olsa şiir, hikâye, roman ve tiyatro gibi türlerle Batı edebiyatı akımlarını ve mensur şiiri estetik ölçüleri öne çıkararak değerlendirdiği görülür. Bu dönemde dikkati çeken diğer bir konu klasikler tartışmasıdır. Daha ziyade, “Avrupa’da olduğu gibi bizim de edebiyatta bir klasik devrimiz var mıdır? Avrupa klasiklerini dilimize çevirmek gerekli midir? Bunları dilimize çevirebilecek mütercimlerimiz var mıdır?” soruları etrafında geçen tartışmayı Tercümân-ı Hakîkat’te Ahmed Midhat Efendi başlatmış, İkdam gazetesi sahibi Ahmed Cevdet ile Cenab Şahabeddin, Necip Âsım (Yazıksız), Ahmed Râsim, Lastik Said Bey, Hüseyin Dâniş, Hüseyin Sabri ve İsmail Avni gibi yazarların katılmasıyla tartışma uzun süre devam etmiştir.
Servet-i Fünûncular’ın tenkit anlayışı daha çok Hippolyte Taine’in “ırk, muhit ve zaman” anlayışına dayanmaktadır. Onların bu konudaki görüşleri üç noktada özetlenebilir. 1. Tenkit Batı’da bağımsız bir türdür; bizde ise çok yeni olduğundan henüz terimleri bile iyice belirlenmemiştir. Bizde tenkit genellikle kusur arama şeklinde anlaşıldığından henüz ciddi tenkit örnekleri ortaya konulamamıştır. Tenkitçinin görevi kusurları sergilemek değil eserin edebî değerini göstermektir. 2. Tenkit mutlak kurallara bağlanamaz. Tenkit hüküm vermekten ziyade kişisel duygu ve zevkleri ortaya koyan değerlendirmeler yapmaktır. Bu değerlendirmeler tabii olarak sübjektif olacaktır. 3. Batı edebiyatını iyice tanıyabilmek için tenkit türünün Batı’daki gelişme çizgisinin bilinmesi gerekir; çünkü her edebî dönem bir öncekinin tenkidiyle hazırlanır. Servet-i Fünûncular, tenkit konusundaki görüşlerini ortaya koydukları bir kısım yazılarında estetik ve sanat meseleleriyle birlikte edebî eser ve edebiyat, dil ve üslûp, şiir, hikâye, roman ve Batı’daki edebî akımlar üzerinde durmuşlardır. Onların tenkit tarihimizdeki önemi tenkidi müstakil bir tür olarak kabul etmeleridir.
Başta Hüseyin Cahit (Yalçın) olmak üzere Cenab Şahabeddin, Halit Ziya (Uşaklıgil), Mehmed Rauf ve Tevfik Fikret gibi Servet-i Fünûn topluluğunun önde gelen isimlerinin hemen hepsi tenkit üzerine değerlendirmeler yapmakla birlikte topluluk içinde Ahmed Şuayb sadece tenkitle uğraşmıştır. Ahmed Şuayb, Hayat ve Kitaplar adlı hacimli eserinin (İstanbul 1317) yarısını Hippolyte Taine’e ayırmış, diğer yarısını da Gustave Flaubert ve Madam Bovary’ye, G. Monod, E. Lavisse, Ranke, Niebuhr ve Mommsen gibi Batılı filozof ve tenkitçilere tahsis etmiştir. Hippolyte Taine ve Gustave Flaubert yanında zaman zaman Servet-i Fünûn şair ve yazarlarını da eleştirmekten çekinmeyen Ahmed Şuayb, yazılarıyla bir yandan devrin Türk okuyucusunu Fransız edebiyatındaki tenkit ve polemiklerden haberdar ederken bir yandan da bizdeki tenkit anlayışına objektif bakış açısı getirmeye çalışmıştır.
Halit Ziya 1889’da yayımlanan Hikâye adlı, devri için önemli bir tenkit örneği sayılan kitabında roman türünün Batı’da ve bizdeki tarihî gelişmesini inceler. Eserde Fransız realistleri gibi romanı hayata tutulan bir ayna olarak değerlendiren yazar, realist tasvirler yanında romancının her şeyden önce insan ruhunu ele alıp tahlil etmesi gerektiğini söyler. Hüseyin Cahit ise Kavgalarım (1910) adlı kitabında “dekadanlık” tartışması sırasında Servet-i Fünûn muhalifleriyle olan tartışmalarını anlatır. Hüseyin Cahit’le giriştiği polemiklerden başka Paris’ten gönderdiği, son dönem Fransız edebiyatının özelliklerini tanıtan, modern eleştiri anlayışına uygun makalelerini Paris Musâhabeleri (I-III, İstanbul 1315) ve Sorbonne Dârülfünûnu’nda Edebiyyât-ı Hakîkiyye Dersleri (İstanbul 1314) adlı kitaplarda toplayan Ali Kemal de dönemin tanınmış tenkitçileri arasında yer alır. Aynı yıllarda Mülâhazât-ı Edebiyye (İstanbul 1314) ve Muhâkemât-ı Edebiyye (İstanbul 1329) adlı eserleriyle İsmâil Safâ tenkit sahasında adı anılması gereken isimlerden biridir. Servet-i Fünûn topluluğunun dağılmasından ve 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânından sonraki yoğun politik hava içinde edebiyatı yeniden gündeme getirmek üzere kurulan Fecr-i Âtî topluluğu mensupları özellikle Genç Kalemler hareketiyle ortaya çıkan sade Türkçe, hece vezni ve millî edebiyat meseleleri etrafında çeşitli tenkitlere hedef olmuştur. Topluluğa yöneltilen eleştirilere karşı Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Ali Canip (Yöntem), Hamdullah Subhi (Tanrıöver), Köprülüzâde Mehmed Fuad, Şehâbeddin Süleyman ve Müfid Râtib’in cevap verdikleri görülür. Millî Edebiyat dönemiyle birlikte edebî tenkidin alanı biraz daha genişler. Bu devirde Türkçülük, milliyetçilik, millî vezin ve sade Türkçe gibi konular etrafında gerçekleşen eleştiri ve polemiklerin sayısı öncekilere göre oldukça fazladır. Fecr-i Âtî’den ayrılıp Millî Edebiyat hareketine katıldıktan sonra Cenab Şahabeddin’le yaptığı tartışmaları Millî Edebiyat Meselesi ve Cenab Bey’le Münakaşalarım (1918) adlı bir kitapta toplayan Ali Canip ile Fuad Köprülü’nün Bugünkü Edebiyat’ı (İstanbul 1924) ve Râif Necdet’in (Kestelli) Hayât-ı Edebiyye’si (1909-1922) dönemin belli başlı tenkit eserleri arasında yer alır.
Cumhuriyet’ten sonraki yıllarda edebî tenkit alanı biraz daha genişler. Bu dönemde Batı’da gelişen yeni teorilerin ve çeşitli ideolojilerin etkisiyle güdümlü bir eleştiri anlayışı yanında akademik çevrelerce objektif tenkit metotlarının geliştirildiği görülür. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bir yandan edebî eserlerin “inkılâp edebiyatı”na hizmet edip etmediği üzerinde durulurken bir yandan da edebî eserin kendisinden ziyade yazarının ve onun dünya görüşünün ele alındığı dikkati çeker. Bu devirde tenkit belli başlı iki yönde gelişmiştir: İzlenimci (sübjektif) tenkit, ilmî (objektif) tenkit. Daha çok Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin ve Sabahattin Eyüboğlu’nun öncülük ettiği sübjektif tenkit anlayışının etkisi 1950’lere kadar devam eder. 1950’lerden itibaren kendini göstermeye başlayan objektif tenkit akademik çevrelerle bir kısım edebiyat dergilerinde kendini gösterir. Edebiyat fakültelerinin filoloji bölümlerinde Berna Moran, Akşit Göktürk, Tahsin Yücel, Jale Parla, Gürsel Aytaç gibi isimlerin yanında devrin edebiyat dergilerinde görülen bu tarz eleştiri anlayışının temsilcileri arasında Hüseyin Cöntürk, Adnan Benk, Asım Bezirci ve Eser Gürson gibi isimler dikkati çeker. Yine aynı dönemde ortaya çıkan ve toplumcu gerçekçilik adıyla anılan eleştiri anlayışı doğrudan doğruya Marksist eleştiri teorisine dayanmaktadır. Günümüzde daha yaygın biçimde geçerliliğini koruyan tenkit anlayışları ise sosyoloji, psikoloji ve tarih gibi ilim dallarıyla ilişkiler sonucu ortaya çıkan sosyolojik, psikanalitik, Marksist ve feminist tenkitle yapısalcı, biçimci ve göstergebilim adlarıyla bilinenlerdir. Cumhuriyet devrinde eleştiri alanında şu isimler de sayılabilir: Orhan Burian, Cemil Meriç, Vedat Günyol, Mehmet Kaplan, Fethi Naci, Memet Fuat, Rauf Mutluay, Mehmet H. Doğan, Ahmet Oktay, Konur Ertop, Doğan Hızlan, Ahmet İnam, Atilla Özkırımlı, Füsun Akatlı, Murat Belge, Metin Celâl, Ömer Türkeş, Orhan Koçak, Feridun Andaç, Semih Gümüş.
BİBLİYOGRAFYA Beşir Fuad, Şiir ve Hakikat (haz. Handan İnci), İstanbul 1999; Ahmet Hamdi Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1967; M. Orhan Okay, İlk Türk Pozitivist ve Natüralisti Beşir Fuad, İstanbul 1969; M. Kaya Bilgegil, Harâbât Karşısında Nâmık Kemâl, İstanbul 1972; Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İstanbul 1972; a.mlf., Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, İstanbul 1983-90, I-III; Bilge Ercilasun, Servet-i Fünun’da Edebî Tenkit, Ankara 1981; a.mlf., İkinci Meşrutiyet Devrinde Tenkit, Ankara 1995; Harun Tolasa, Sehî, Latîfî, Âşık Çelebi Tezkirelerine Göre 16. Yüzyılda Edebiyat Araştırma ve Eleştirisi, İzmir 1983; Celâl Tarakçı, Cenab Şahabeddin’de Tenkid, Samsun 1986; Tahsin Yücel, Eleştirinin ABC’si, İstanbul 1991; Hasan Kolcu, Türk Edebiyatında Hece-Aruz Tartışmaları, Ankara 1993; Kâzım Yetiş, Talîm-i Edebiyat’ın Retorik ve Edebiyat Nazariyâtı Sâhasında Getirdiği Yenilikler, Ankara 1996; Erdoğan Erbay, Eskiler ve Yeniler: Tanzimat ve Servet-i Fünun Neslinin Divan Edebiyatına Bakışı, Erzurum 1997; Türk Dilinin Sadeleşmesi ve Hece Vezni Üzerinde Bir Münakaşa (haz. Abdullah Uçman), İstanbul 1997; Betül Özçelebi, Cumhuriyet Döneminde Edebî Eleştiri: 1923-1938, Ankara 1998; Hüseyin Özçelebi, Cumhuriyet Döneminde Edebî Eleştiri: 1939-1950, Ankara 1998; Ramazan Kaplan, Klâsikler Tartışması (Başlangıç Dönemi), Ankara 1998; Hacer Gülşen, Millî Mücadele Dönemi Edebiyatında Edebî Tenkit, İstanbul 2005; İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı: Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923), İstanbul 2006, s. 743-826; Menderes Coşkun, Klâsik Türk Şiirinde Edebî Tenkit (Şairin Şaire Bakışı), Ankara 2007; Fazıl Gökçek, Bir Tartışmanın Hikâyesi: Dekadanlar, İstanbul 2007; Mehmet Rifat, Bizim Eleştirmenlerimiz, İstanbul 2008; Âlim Gür, Türk Tenkit Tarihi (Ders Notları), Konya 2009; Mustafa Nihat Özön, “Edebiyatımızda Münakaşalar”, Oluş, sy. 2, 4-7, 8-12, Ankara 1939; TDl. (Eleştiri özel sayısı I), sy. 142 (1963); a.e. (Eleştiri özel sayısı II), sy. 234 (1971); Birol Emil, “Mîzancı Murad Bey’in Edebiyat ve Tenkide Dair Görüşleri”, TDED, XIX (1971), s. 119-143; Hece (Eleştiri özel sayısı), sy. 77, 78, 79, Ankara 2003; Âlim Kahraman, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türk Edebiyatında Eleştiri”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi (Yeni Türk Edebiyatı Tarihi II), IV/8, İstanbul 2006, s. 245-258; Şecaattin Tural, “Türk Edebiyatında Eleştiri: Cumhuriyet Devri”, a.e., s. 259-310; Ekrem Işın, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Eleştiri”, TCTA, II, 431-440.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 462-465 numaralı sayfalarda yer almıştır.